Çok zor bir yaz geçirdim, oğlumun 2 yaş sendromunun zirveye ulaştığı dönemde 1.5 yıllık bakıcı ablasının ani bir kararla bizi bırakması üzerine bir kaç bakıcı denememiz, bizim onu 1 hafta anneannesiyle bırakıp şehir dışına gitmemiz üst üste gelince gerçekten zorlandık ailece.
Bakmayın instagramda genelde keyifli zamanları paylaştığımıza, herkesin hayatında olagelen ufak tefek fırtınalar koptu bizim evde de...
Bakıcımız aniden gittiğinde ramazandı ve ben oruç tutuyordum. Sabah işe git, gel, çocuğu uyut, bu esnada dinlen, uyandığında yemeğini yedir ( ki bu yemek yedirme olayı bizim evde başlı başına bir savaş) akşama kendi yemeğini hazırla ( çok şükür ki mutfakta maharetli bir kocam var da çok yardımı dokundu) sofrayı topla, yıka, iki kedi bir çocuğun olduğu evi temiz tutmaya çalış derken epeyce yorucu geçti ilk günler, o sırada kayınvalidem yetişti imdadımıza, 2 hafta kadar bizimle kalarak yükümü biraz hafifletti, bir de yardımcı bulduk, "oh tamam rahatladık artık düzeni oturturuz" dediğimiz zaman o da daha önce çocuk bakma tecrübesi olmadığından ayrılma kararı aldı. Vallahi kadınları ben kaçırmıyorum, elimden geldiğince rahat ettirmeye çalışıyorum ama doğru kişiyi bulmak kolay değil.
Apar topar memlekete gidip annemi getirdik, Işık'ın bebekliğinde de iyi bir yardımcı bulana kadar 4 ay baktığı ve aralarda da geldiği için Işık anneanneye alışkındı zaten. Bu esnada onlarca yardımcı adayıyla görüşmemiz, bir kaç denememiz daha oldu ama bir türlü gönlümüze göre birini bulamadık.
Bir gün evdeyken telefon geldi radyodan, "Hazırlan 25 Ağustos'ta Alaçatı'ya gidiyoruz" dediler. Bekarken güneyde ne kadar organizasyon varsa beni gönderirlerdi, Altın Portakal var haydi Antalya'ya git 1 hafta, Beach Volley turnuvasına sponsoruz haydi Alanya'ya, Çeşme'ye birer hafta, Festival sunucağım Denizli, Berlin'de Türk radyosunun etkinliği var hoop Berlin'e, Budapeşte'de bilmem ne var koş oraya derken o şehir senin bu ülke benim gezer dururdum. Şimdi öyle mi ya? "Alaçatı'ya gidiyoruz" diye telefon geldiğinde " şey, tamam, ama Işık?" diye kekeledim durdum telefonda, kafamda deli sorular, saniyede 100 soru falan geçti. Şaşkındım. İlk 19 ay emzirdiğim için hiç ayrılmamıştık, sadece 1 geceliğine Alanya'ya gidip gelmiştim, onu da çok anlamamıştı. Ama şimdi 1 hafta ayrılıktan bahsediyoruz.
Durumdan eşime bahsettiğimde ona da gelmesini teklif ettim. Yönetmenliğini yaptığı programları olduğu için sadece 4 günlüğüne bana eşlik edebilecekti ama yeni yayın dönemi başlayacağından daha sonra izin alma durumu olmayabilirdi. Onun da benden aşağı kalır yanı yok, o da tereddüt yaşadı, "ben gelmesem mi, nasıl yapsak, nasıl bırakacağız?" diye düşündü durdu.
"Oğlumuz ne yapacak, bir haftayı nasıl geçirecek diye düşünürken anladım ki esas bağımlı biziz. Bu bir hafta nasıl geçecek, aklımız kalacak mı, rahat edecek miyiz diye kendimizi yedik durduk . Ama ben denemeye kararlıydım. Işık'tan daha küçük çocuklar kalıyor anneanne ya da başka bir büyüğüyle. Hatta bakıcısıyla bırakıp şehir dışına gidenler de var. Benimki neden kalamasın? Annem de cesaret verdi, "rahat olun ben bakarım, siz keyfinize bakın" dedi durdu ama biz yine de evhamlıydık Alaçatı'da olduğumuz süre boyunca. Bir cesaret çıktık yola. Eşim 4 gün kaldı ve döndü, ben tam 1 hafta. O esnada sürekli telefonla konuştuk. "Ben iyiyim, şöyle oynadım, böyle parka gittim" diye bücür boyuyla rahatlatıyordu bizi. Alaçatı'da beraber olduğumuz yakın arkadaşım Çisil Özge'nin oğlu Toprak şu an 9 yaşında ve "biz bebekliğinden beri yazları annemle yazlıkta bırakıyoruz, bazen 2-3 haftada bir gidip görüyoruz, alıştığı için çok rahat kalıyor" dedi ama bu beni o kadar da rahatlatmadı. Galiba ben bağımlı bir anneyim ama ne bileyim bütün yaz anneme bırakamam gibi geliyor. Annem benden daha iyi bakıyor olsa da sanırım ben çocuğumu hep yanımda istiyorum. Belki bunda tam gün çalışmıyor olmamın da verdiği rahatlık var. Arada böyle küçük kaçamaklar ya da iş gezileri olabilir bence. Aslında şu da var; normalde yatılı bir yardımcım olmasından dolayı şehir içinde istediğim yere gidebildiğim için çocuğun varlığı beni bunaltmıyor. Belki de bu yüzden yalnız kalma ihtiyacı hissetmiyorum.
İşin bir de biz döndükten sonraki kısmı var çünkü döndükten sonra Işık'ta bazı değişimler oldu. Onlar da bir dahaki yazıda yer alacak...
Yaz süresinde yazılarıma biraz ara vermiş oldum ama Işık doğduğundan beri geçirdiğim en zor yaz diyebilirim. Tam yaz başında uzun zamandır bizimle olan bakıcı ablamızın bırakıp gittiğini anlatmıştım daha önceki yazılarımda. Bakıcı sorunumuz hala çözülemedi. Birkaç denememiz oldu ancak başarıyla sonuçlanmadı. Bu süre içinde annem bize geçici destek veriyor, süre daralıyor umarım en kısa zamanda gönlümüze göre bir bakıcı abla buluruz.
Yazı yazamadığım geçen zaman içinde Radyo D’nin sponsor olduğu Alaçatı Surf&Sound Festivali için görevli olarak Alaçatı’ya gittim. Oğlumla ilk ve en uzun ayrılığımız oldu. Daha önce 1 geceliğine Alanya’ya gitmem gerekmişti ancak onu pek anlamamıştı. Onun dışında da hiç ayrılmamıştık. Bu sürede ve dönüşünde neler yaşadığımızı bir sonraki yazımda detaylı olarak ele almayı düşünüyorum.
Alaçatı dönüşü bir lansman sundum. Bir radyo lansmanı. 20 yıllık bir radyocu ve bir anne olarak bu organizasyonda yer almak çok keyifliydi. Basına ve annelere tanıtılan radyo; Radyo Bebek!
Bebekler, çocuklar ve müzikle ilgili bir yazı yazmıştım. Yazılarımın bulunduğu arşivden “Ankara’nın Bağları” başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. Biz Z kuşağı anneleri olarak bebeklerimiz ana rahmine düştüğünden itibaren her konuda çok dikkatli ve bilinçliyiz. Onlarca kitap, yüzlerce makale okuyor, seminerlere katılıyoruz. Her şeyin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Müzik de hayatın bir parçası olduğu için bebeklerimize daha anne karnında dinleteceğimiz müzikleri dikkatle seçmeye özen gösteriyoruz.
Bebekler anne karnında 19. haftadan itibaren dış sesleri duymaya başlıyor. Bizler de bu zamanlardan itibaren anne karnında müzik dinletmeye de başlıyoruz. Ben de yaptım, karnıma kulaklığı koyup müzik dinlettiğim çok oldu. Neler dinleteceğim konusunda araştırmalar da yaptım ve öğrendim ki bebekler beyinlerini yormayacak ses dalgalarından hoşlanıyorlar. Bu nedenle klasik müzik onlara dinletmek için en uygun müzik türü. Özellikle Barok müzik, tekrarlayan yapısı ile bebeklerin en huzur duydukları müziktir. Aslında karnınıza kulaklık koymanıza da gerek yok, bulunduğunuz odada müzik çalıyor olması yeterli çünkü dış sesler dalgalar halinde anne karnına ulaşıyor. Bebeğinize sakin müzikler dinletmek hem onu sakinleştirir hem de beyin gelişimini destekler. Doğduktan sonra da anne karnında dinletilen müzikleri dinleyen bebeklerin kısa sürede sakinleştikleri, daha kolay uykuya daldıkları gözlemlenmiştir.
Bebeklerimize ne dinletelim aşamasına geldiğimizde çok zorlanıyorduk, kesintisiz ve sadece onların dinleyebileceği bir radyo soruyordu bana çevremdeki bütün anneler. Artık gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir radyo var; Radyo Bebek!
Dünyaya geliş aşamasından bu yana varlığından haberdar olduğum Radyo Bebek kendi tarzında çok önemli bir boşluğu doldurdu. Web sitesi üzerinden ya da iphone, ipad, android uygulamalarından indirmek suretiyle dinleyebilir ve çocuğunuza dinletebilirsiniz.
Ben bebekken annem başucumda radyoyu sürekli açık bulundururmuş, meslek seçimimde katkısı var mıdır bilmiyorum ama o zaman fazla seçeneğimiz yoktu malumunuz sadece TRT radyoları vardı. Ancak şimdiki döneme bakarsak aslında yayın akışları ve müzik seçimleri günümüz radyolarına göre çok daha kaliteliydi. Ben radyoyla uyur ve uyanınca ağlamadan dinlemeye devam edermişim.
Geçen haftalarda bakıcı konusunda yaşadıklarımı, düşüncelerimi yazmıştım size. Meğer bu konuda ne çok dertli anne-baba varmış. Yazan-arayan tanıdık-tanımadık birçok ebeveyn bakıcı arayışında, kiminde tek çocuk var kiminde iki. Onları güvenilir birine bırakıp gitmek kolay değil ki…
Daha önce de yazmıştım, çocuğun bakımı tamamen sizin hayat tarzınıza, tercihlerinize göre şekilleniyor, kimi işe bir süreliğine ara verip kendisi bakmayı tercih ediyor, kimi büyükannelerden yardım alıyor kimi de kendisine hem çocuk bakımında hem ev işlerinde yardımcı olacak birini buluyor. 2 yaş civarlarından itibaren tam gün okula vererek bakıcısız idare etmeye çalışan, sabah okula bırakıp çıkışta alan ebeveynler de var. Ancak çocuğu 3 yaşına kadar kendisine refakat edecek biri olmadan okul ortamına bırakılmasını pek tavsiye etmiyor uzmanlar. Bu yüzden 0-3 yaş aralığındaki oyun grupları genellikle refakatçi eşliğinde olur, ayrıca bu dönemde kendi evinde bakılması çocuğun gelişimi açısından daha faydalıdır. Son dönemlerde çalışan annelerden gelen talepler doğrultusunda 3 yaş öncesi sınıf açan anaokulları da çoğaldı.
Dediğim gibi bu tamamen sizin tercihiniz, örneğin benim oğlum kreşe başlasa da evde mutlaka yatılı bir bakıcı abla bulunması gerekiyor, işim gereği akşamları da gitmem gereken yerler olabiliyor. Yalnız ben şimdiye kadar Işık’tan sadece 1 gece ayrı kaldım. İş seyahati dolayısıyla 1 gece kalmak üzere Alanya’ya gitmiştim 2013 Eylül’de. Bunun dışında henüz uzun süreli bir ayrılık yaşamadık. Şehir içindeyken çok gezen birisi olsam da sonuçta gece mutlaka evdeyim ve uyandığı zaman hemen yanına koşabilecek durumdayım. Oysa çok rahatlıkla şehir dışına ufak kaçamaklar yapan, sık sık çocuklarını bırakabilen kişiler görüyorum çevremde. Anne babaya çok bağımlı olmamaları güzel bir şey ama ben galiba çok uzun süre ayrı kalmaya henüz kendim de hazır değilim. Bakalım belki bu yaz yine iş bahaneli olarak bir deneme yapabilirim, acaba birkaç gün oğlumdan uzak kalabilecek miyim? Acaba bağımlı olan ben miyim yoksa oğlum mu? Zaman gösterecek ve tabi sizlerle paylaşacağım.
Bu arada yeni bir bakıcı abla bulduk ancak alışma süreci hala devam ediyor. İlk günler bizimki epeyce reddetti. Tam da 2 yaş sendromu ve her şeye itiraz etme, hayır deme döneminde yaşandığı için yeni gelen ablayı hemen bağrına basmadı tabii. Yalnız ablamız şansımıza sabırlı ve sakin. İlk günlerinde babaannemiz de yanımızda kalarak yardımcı oldu alışma sürecine. Birkaç gün önce babaanneyi memleketi Konya’ya uğurladık. Gündüz saatlerinde ufak ufak yalnız kalmaya başladılar. Bakıcı ablanın dediğine göre ben yokken hiç problemleri yok ama ben evdeyken beslenme, uyuma, bez değiştirme, giydirme ve yıkama gibi temel ihtiyaçlarında hep beni istiyor. Hazır annem de üstüme düşüyorken sonuna kadar kullanayım diyor galiba. İlk günlerde alışacak mı diye ciddi endişelerim olmuştu ama zor zamanları atlattık. Şimdi sular daha duruldu. Yine de 2 yaş sendromu dolayısıyla sağı solu belli olmuyor bu bıdığın. Tamam dediğine iki dakika sonra hayır istemem diyor. Hayır dediğine evet diyebiliyor. Bu süreçte anne babayı kullanabildiği kadar kullanıyor, bu yüzden bizde bazı günler “oynatmaya az kaldı” durumu yaşanıyor.
Anlayacağınız bize her gün bayram ama gerçek bir bayram daha geldi çattı, hep bizim çocukluğumuzdaki bayramları anlatıp duruyoruz ya, çocuklarımıza da ileride güzel anılarla hatırlayacakları bayramlar yaşatalım.
Herkesin bayramını kutluyorum ama biliyorum ki dünyalılar için gerçek bayram masum çocukların ölmediği gün yaşanacaktır…
Sevgiler…
Bir yazı yazacaktım.
Yeni bakıcı bulma sürecimizle ilgili…
2 yaş sendromunda yaşadıklarımız…
Fakat bu sorunlar o kadar küçük göründü ki gözüme,
Sahilde öylece yatan minicik cansız bedenin fotoğrafını görünce.
Neden bebek katili olur ki koca koca ülkeler?
Bir avuç topraksa istediğiniz, hepimizin sonu bir avuç toprak değil mi zaten?
Elbette unutacağız, Van’ı, Soma’yı ve daha birçok yerde yaşananları unuttuğumuz gibi…
Bir çocuğu dünyaya getirmek işin en kolay kısmı bence. Asıl zor bölümler doğduktan sonra başlıyor. Çalışan anneler için bunların en başında "çocuğa kim bakacak?" sorunu yer alıyor. Çocuğunuz olduktan sonra ev nüfusu bir değil bir kaç kişi birden artabiliyor. Eğer aile büyükleri bakacaksa anneanne ve babaannenin yanında genelde dedeler de gelmek durumunda kaldığı için çekirdek aileniz bir anda geleneksel bir aile modeline dönüşüveriyor.
Bir de işin bakıcı-yardımcı durumu var ki onun da tam gün, yarım gün veya yatılı olan çeşitli durumları mevcut.
Çocuğa kimin bakmasının iyi olduğu konusunda genel geçer bir kural yok, herkesin hayat tarzına ve tercihine göre değişebiliyor. İkisinin de artıları ve eksileri var, bu sebeple uzmanlar da doğrusu şudur diye net bir tavsiye veremiyorlar.
Aile büyüklerinin çocuğun bakımını üstlenmesinin en büyük avantajı; çocuğu gerçekten çok sevmeleri. Torun sevgisinin bambaşka olduğunu söyler bütün büyük ebeveynler. Dadı, bakıcı, sıfatı her ne ise maalesef kötü örnekleri çokça duyduğumuz bir meslek. Tabii ki her mesleğin iyisi kötüsü vardır. Ancak büyükannelerin canından bir can olan torununa gözü gibi bakacağı muhakkaktır. Burada endişe verici nokta bu sevginin çocuk tarafından suistimale açık olmasıdır ve bir süre sonra çocuğu disiplin altına almakta zorlanabilirsiniz. Hele bir de kriz anlarında çocuğun tarafı tutuluyorsa durumunuz vahim demektir. Diğer yandan bakıcı abla, teyze ararken gerçekten sabırlı, merhametli birisi olmasına özen göstermelisiniz. Yeri geldiğinde bizim bile sabrımızın taştığı anlar olabilirken bir yabancının yanlış tepkiler vermesi meşakkatli bir yol olan çocuk yetiştirme yolunda bizi zorlayabilir.
Büyükannelerin bazı alışkanlıklarını değiştirmek zor olabilir. Örneğin yardımcınıza çocuğun yanında dizi, kadın programı, haber bültenlerini izlememesini söyleyebilirsiniz, büyükannelere bu yaptırımı uygulamak zordur.
Çocuğa bakan büyükanne ise evdeki rutin işler genellikle size kalır. Haftada bir gün temizlik için birinin gelmesi de durumu pek kurtaramaz, çocuklu evlerin dandini hali hepimizce malum. Büyükanneler de belirli bir yaşın üstünde olunca onlar yapmak istese bile kıyamazsınız.
Çocuğa bakması için eve alınan bakıcılar ev işlerine de yardım ettiği için çalışan anne olarak rahat edersiniz. Siz işten gelince çocuğunuzla ilgilenirken evin genel işlerini yapan birinin olmasının rahatlığı başkadır.
Büyükannelerin evde olması muhteşem anne yemeği lezzetlerini beraberinde getirir. Ancak yemek sonunda bulaşıklar size kalabilir.
Bir kez daha yaz sıcaklarında ramazan ayına merhaba dedik. Çocukluğumdan beri benim için ramazan birlikte açılan iftarlar, konu komşu, hısım akraba sık sık görüşülen keyifli sofralarla şenlendiği ay olarak yerleşmiştir aklıma. Zaten kalabalık sofraları hep çok severim. Ramazandaki bu hummalı iftar sofrası hazırlıkları, ezan okunmasını beklemeler, annelerimizin emekle donattığı sofralar, tatlılar, çaylar, kahveler beraberinde muhabbetler bana hep çok sıcak gelmiştir.
Küçükken çok zayıf bir çocuk olduğum için oruç tutmama çok izin vermezlerdi. Ama çok imrenirdim o sabırla bekleme anlarına. 15 yaşındayken “beni sahura kaldırmazsanız yemeden tutarım haberiniz ola” diye bir tehditle bütün ay oruç tutmaya başladım. O zamandan beri de pek fire vermeden her yıl devam ettirdim bu alışkanlığı. Sadece hamilelik ve emzirme dönemlerinde tutamadım. Bir senesi hamileliğe, benim oğlan 19 ay emdiği için de 2 senesi emzirmeye gitti ve bu sene tekrar başladım oruç tutmaya. Tabii her yıl 10 gün geriye gelince bu üç senede iyice sıcaklara rastladı ramazan.
Dinen de hamile ve emziren kadınların (daha sonra telafi etmek üzere) oruç tutmama hakkı var. Ancak bazı din adamları “kendinizi iyi hissediyorsanız tutabilirsiniz” diyorlar. Bence bu özel dönemlerde kendinizi ve bebeğinizi riske atmaya gerek yok. Bir de oruç tutma süreleri kış aylarına göre daha uzun olduğu için hamile olmayanların bile dayanmakta güçlük çektiği bu dönemde sağlık sorunlarına yol açmamak adına hamilelerin ve emziren annelerin oruç tutmasını tavsiye etmiyor uzmanlar.
Annem kardeşime hamileyken -ne akla hizmet yaptığını şu an kendisi bile anlayamamakla beraber- ramazan süresince oruç tutmuş. Şimdiki kadar bilinçli değildi o zamanlar anne adayları. Günümüzde zaten hamile kalma yaşı epeyce ilerledi, hamile kalmak da zorlaştı bu yüzden daha dikkatli ve özenliler. Bebeğinizin anne karnında gelişim sürecinde ihtiyacı olan besinlerden, vitamin ve minerallerden onu mahrum etmemeniz ve kendinizi de güçsüz duruma düşürmemeniz için bu ibadeti ertelemenizde fayda var. Emzirme döneminde de uzun süreler aç kalarak anne sütünün kalitesini düşürmek bebeğinize haksızlık olur sanırım. Bu özel zamanları geçirdikten sonra nasılsa bol bol vaktiniz olacak oruç tutmaya.
Ben ramazanlarda hep kilo alırdım. Bu yıl almamaya kararlıyım. Aslında kolay değil, iftar ve sahur arası çok kısa olduğu için bu süre içinde yemek istediğimiz bütün gıdaları birbiri ardına mideye gönderiyoruz ve sonunda harcayacağımızdan fazla enerji yükleniyoruz, sonra hooop gelsin kilolar. Bir de şu ramazan pidesini kim icat ettiyse cennetlikmiş ama bir yandan da bize kötülük etmiş, nasıl güzel bir tattır o. Yani utanmasam bir pideyi tek başıma yerim ( diyetisyenim duymasın) Yok bu sefer gerçekten kararlıyım. Pideyi fazla kaçırmamaya dikkat ediyorum. Yalnız geçen gece sahurda 2 tane tam buğday unundan yapılma tortilla ekmeği yedim (bildiğimiz lavaş diyebiliriz) sonra Diyetisyen Güneş Aksüs dedi ki bu 2 lavaş 6 dilim ekmeğe tekabül ediyormuş. Bir tane yemem daha makbulmüş.
Bir de eskiden ramazanlarda hiç spor yapmazdım. Madem yaz mevsimine rastlıyor hiç bahane yok, her akşam iftardan sonra çocuğu uyutup yürüyüşe çıkıyorum. Evde çocuğun yanında kalabilecek birisi varsa siz de mutlaka yapın. Televizyon karşısında pineklemek yok. En az 45 dakika yürümekte fayda var. Ramazanda kilo vermek gibi bir kaygımız olmasın ama en azından almayalım.
Herkese sağlıklı, mutlu, huzurlu ramazanlar dilerim.
Muhabiriniz Gazimağusa'dan bildiriyor. Daha önce Magosa diye yazmıştım ama sosyal medyadan gelen tepkilerden anladığım kadarıyla Kıbrıslılar Mağusa'ya Magosa denmesinden pek hoşlanmıyor. Magosa nereden dilimize yerleşmiş bilmiyorum ama hep öyle duydum öyle de kullanırdım.
Tatil için zamanlamamız harika! Kıbrıs'ın meşhur sıcağı başlamamış. Geçen sene Eylül ayında Girne'ye gitmiştik ve yine harika bir hava vardı. Şimdi de öyle, ne yakan kavuran ne de üşüten bir hava var. Denizden gelen tatlı bir esinti plajda bunalmamamız için bize sunulmuş müthiş bir ikram. Akşam yürüyüşlerinde yine ılık ılık esen hava eşlik ediyor bize. Temmuz- Ağustos aylarında çocukla gelmek için fazla sıcak olabilir ama Eylül'den Haziran bitene kadar çok güzel oluyor Kıbrıs, bir kaç kere yılbaşında gelmişliğim de var, kışın bile ince bir montla, bazen tişörtle gezmek mümkün.
Kıbrıs genellikle kumarhaneleri ile tanınır Türkiye'de. Ünlü sanatçıların sık sık konser verdiği, ünlü sunucu, şarkıcı ya da futbolcuların kaybettikleri paralarla anıldığı "casinolar"ın gölgesinde kalmasının Kıbrıs için haksızlık olduğunu düşünüyorum, tarihi ve doğal güzelliklerini göz ardı edersek Yavru Vatan'a ayıp etmiş oluruz bence.
Geçen hafta da yazmıştım, çocuk olduktan sonra tatilleri büyük ölçüde çocuğun konforuna göre ayarlıyoruz. Onunla rahat edebileceğimiz tesisler, ulaşım kolaylığı, bu bir deniz tatiliyse kumsal ve denizin durumu hep çocuğa göre seçiliyor. Hemen hemen bütün çocuklar kumda oynamayı sever, sanırım erkek çocukları biraz daha fazla. Çünkü erkek çocuklarında kumdan kale yapmanın dışında yanımızdan ayıramadığımız kepçe ve kamyonlarla sürekli bir inşaat durumu söz konusu. Çocuklar yaz tatiline kadar sürekli apartmanlar ve beton yığınları içine hapsoldukları için kumlarda çıplak ayak elektrik atıyorlar, biz de mutlu oluyoruz.
Gazimağusayı seçmemize Kıbrıs'taki radyocu arkadaşlarım vesile oldular. Kalacağımız oteli de onlar seçtiler. Bilmediğiniz bir yere gidiyorsanız orada yaşayanları bulup tavsiye almak en güzeli. Bu açıdan şanslıyız çünkü Eylül ayında da Girne yakınlarında harika bir plaj tavsiye etmişlerdi. Biz karı koca denizin temiz, berrak, turkuaz rengi olanına hastayız. Bir de güzel bir kumsalı varsa, çocuğun rahat oynayabileceği bir kaç metresi sığ, tertemiz deniz ve sakin bir plaj bizim için ideal. Bu yüzden sevdik Kıbrıs'ı. Sıkış tıkış insan kalabalığı yok, gelenlerin bir kısmı casino turizmi için geldiğinden genelde gündüz güneşlenmeye pek çıkmıyorlar. İngiliz ve İsrailli turistler ve bizim gibi bir kaç çocuklu aile ile mutlu mesut günler geçirdik. Hatta caretta carettalarla yüzme şansımız bile oldu.
Otelimiz "Kapalı Maraş" bölgesinin dibindeydi. Bu bölgenin de ilginç bir hikayesi var. Kıbrıs Barış Harekatı sonrası yaşamaya kapatılan ve Annan Planı dahilinde Rumlara verilmesi düşünülen Mağusanın büyük bir mahallesi Maraş. Zamanında Akdeniz'in en ünlü tatil beldelerinden biriymiş. Sophia Loren'den tutun da Bridget Bardot'ya kadar bir çok yıldızın uğrak yeri olan Maraş (yabancıların deyimiyle Varosha) şu anda Kuzey Kıbrıs'ın yatak kapasitesine eş değer bir tatil beldesiymiş. Hatta İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından yapılmış olan bir otelin dünyadaki ilk yedi yıldızlı otel olduğu söyleniyor. Ancak yapılan referandum sonucu Rumlar Maraş bölgesinin yönetimini istemeyince tampon bölge mahiyetinde kapatılmış ve tam 40 yıldır hayalet şehir olarak duruyor. İçimdeki yönetmen ruhu canlandı, burada ne korku filmi çekilir ama...
Neyse tatil bitti, bugün dönüş günü. Her güzel şeyin sonu var. Güzel anılarla ayrılıyoruz buradan.
28 aylık bir çocukla gayet sorunsuz atlattığımız için de memnunuz. Sadece yemek yedirme konusunda biraz sıkıntı çektik. Ölmeyecek kadar yiyor, gerisi tam bir mücadele. Fakat uyku konusunda işe yaradı burası, normalde gündüz uykusunu pek sevmeyen bir çocukken plajda şemsiye altında evdekinden daha uzun ve deliksiz uyudu. Gece uykuları zaten düzenlidir. Yaz tarifesinde saat 21:00'da "pil zayıf" ışığı yanmaya başlar, çok yorulduğu için sabaha kadar deliksiz uyudu. Sabah uyanma saati genelde 7:30'du. Tabii yanımızda ona refakat edecek birisi olmayınca biz de akşam mecburen 1-2 saat daha oturup uyuyorduk, Kıbrıs'ta sahne alan bir kaç arkadaşımızın tekliflerini geri çevirmek zorunda kaldık. Zaten sabah erken uyanınca ve deniz, güneş yorunca bizim de akşam uykumuz geliyordu. Anlayacağınız tam bir dinlenme tatili oldu.
Bizim için tatil haftası geldi çattı. Yılın en keyifli zamanı. Mayıs sonunda iş bahanesiyle her yıl olduğu gibi Alanya seyahatimiz olmuştu. Oğlum ve annem ile sezona başlangıç yapmıştık ama bu sefer anne, baba ve Işık, çekirdek aile olarak tatile çıkıyoruz. İstikamet yavru vatan, Magosa. Girne'ye çok gitmişliğim vardır ama Magosa bizim için ilk olacak. Artık planlar çocuğa göre yapıldığı için tatil yeri ararken de çocuğun rahatça oynayabileceği temiz ve sakin kumsallar arıyoruz. Yok öyle iskeleden cup diye suya atlamak.
Gezmeyi her zaman severdim, çocuk olduktan sonra mutlaka hayatımdan değişiklikler oldu ama genel anlamda oğlumu da hayatıma entegre etmeyi becerdim sanırım. Şehir içinde günlük gezmelerimiz, arkadaş buluşmalarımız, görevli olduğum organizasyonlarda oğlumu mümkün olduğu kadar yanımda bulundurmaya çalışıyorum ki beraber daha çok vakit geçirelim. Gezenti annesinin temposuna alıştığı için gittiğimiz yerlerde mızmızlık yapan, problem çıkaran bir çocuk değil. Tek sorun trafik olabiliyor, bizi bile delirten İstanbul trafiğinde fazla vakit geçirince oyalamak zor oluyor.
Şehirler arası yolculuklarımıza ise 3 aylıkken başladık. Alanya'da festival sunuculuğu için 4-5 gün bulunmam gerekiyordu, tabii emzirdiğim için oğlumu da götürmek zorundaydım, ona refakat etmesi için annemi de yanımıza aldıktan sonra ilk uçak maceramızı yaşadık. Çok tedirgindim, "basınçtan çok etkilenir mi, çok ağlar mı, etrafı rahatsız eder miyiz?" gibi sorular kafamın içinde dönüp duruyordu. Hiç bir şey korktuğum gibi olmadı. Daha uçak kalkmadan meme emerek uyudu ve uçak Antalya Havalimanı'na indiğinde bile uyanmadı. Hiç unutmuyorum biz terminale girdikten sonra konser için başka uçakla Antalya'ya gelmiş olan Yonca Lodi ile karşılaşmıştık da bizim konuşmalarımıza uyanmıştı.
Sonra defalarca uçak yolculuğu ve uzun araba yolculukları yaptık beraber. Arabada oyalamak daha zor çünkü mesafelerden dolayı süreler hep uzun ama istediğin zaman mola verme şansın var.
28 ayını doldurmak üzere olan Işık, bebek kategorisinden çıktı, çocuk kategorisine terfi etti, kucakta değil koltukta uçuyor, artık meme emmiyor ama çok konuşuyor, yaşı itibariyle yüzlerce soru soruyor. Hepsine yetişebildiğimce cevap vermeye çalışıyorum. Mayıs sonu Alanya seyahatimizde tecrübe ettik bunu, ancak sıkılıp da inmek istediği zaman yapacak bir şey yok, öyle canı istediğinde inemeyeceğini de zamanla öğrenecek.
Bu arada bebekle seyahat edecek sevgili takipçilerim, uçak firmalarının çoğu maalesef bebek için bagaj hakkı tanımıyor. "Neden bebeklere bagaj hakkı yok?" diye sorduğumda bebek arabasını ücretsiz taşıdıklarını ve kabine bebeğin ihtiyaçlarını karşılayacak çantayı alabildiklerini söylüyorlar. Bebek arabası ücretsiz taşınmasa zaten mahvolmuştuk ama sadece kabin bagajı yeterli mi? 1 hafta ya da 15 günlüğüne tatile gittiğinizi düşünün, bu süre içinde ihtiyacı olacak her şeyi kendi valizinize sığdırmanızı nasıl bekliyorlar? Bence bu kuralları yazanların bir bebeğin ihtiyaçlarından haberi yok. Bir bebek neredeyse her mama yiyişinde üstünü kirletebilir (önlük takmayı reddedenler çoğunlukta) ayrıca bezine yaptıklarını çeşitli akrobatik hareketlerle kıyafetine geçirebilir. Her gittiğiniz yerde yeni kıyafetler alıp dönerken orada bırakmayacaksak bebeklerin de bagaj hakkı olmalı, daha bunun kremleri, şampuanı, banyo malzemeleri, ayakkabıları, oyuncakları var. En azından ebeveynlerinin yarısı kadar (aslında onun ihtiyaçları bizden fazla ya neyse) bagaj hakkı olmasını istiyoruz, hadi benimki çocuk kategorisine geçti ama arkadan gelen milyonlarca bebek var.
Belki tatilden bir yazı yazıp haftaya gönderebilirim. Ayrıca tatil maceralarımızı sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz.
Hadi kalın sağlıcakla, tatil sebebiyle radyoya da minik bir mola, dönüşte görüşürüz...