Burcu, kanaldan tanıdığım, üstelik Doğan Tv'de kurduğumuz "Duyarlı Patiler" grubumuzun üyelerinden, sağlam bir hayvansever. Evli ve çok sevdiği bir de kedisi var.
Geçenlerde beni cafede görünce yanıma gelip "Sema, sen hamileyken toksoplazma testi yaptırdın mı?" diye sordu.
Kedisi var, bebek istiyor ve kafası karışık. Çünkü her kafadan bir ses çıkıyor. Bu olayları birebir yaşamış birinden iyi şeyler duymaya ihtiyacı var. İyi ki şu sosyal medya var da oralardaki paylaşımlarım sayesinde herkes kedilerle hamilelik nasıl geçer, bebek onlarla nasıl büyür görebiliyor.
Burcu'nun sorusu üzerine bu haftaki yazımın konusu belli oldu. Bu konu hakkında sayfalarca yazı yazabilirim. Bu hafta başlayalım da nasılsa her hafta buradayım, konuyu zaman zaman ele alabiliriz. Şimdi size öncesi ve sonrasıyla hamilelik sürecinin kedilerle nasıl geçtiğini özetlemeye çalışacağım.
Hamile kalmayı planladığım tarihten yaklaşık 3 ay önce düzenli kontrollerimi yapan jinekoloğum Burçak Erzik'ten randevu aldım ve kendisine 10 yıldır kedim olduğunu bu yüzden hamilelik öncesi toksoplazma testi yaptırmak istediğimi söyledim. Dünya tatlısı doktorum bana "keşke herkes senin gibi tedbirli olup böyle erken davransa" dedi ve hazır kan almışken hamilelik öncesi gerekli bütün testleri yaptırdı.
Sonuç; toksoplazma geçirmemişim, geçirmiş de olsam tekrar edebilen bir enfeksiyonmuş. Ama kediyi sevip okşamaktan geçmez dedi sevgili doktorum ve ben onu daha çok sevdim. Ne yalan söyleyeyim "hamileyken evde kedi olmasın" diyen bir doktorla karşı karşıya kalsaydım önce doktorumu değiştirirdim. Ama Burçak Hanım bu konuda çok bilgili ve ilgili bir doktor olduğu için toksoplazmanın özellikle çiğ et ve sakatat yiyen kedilerden geçebileceğini , benim kedim gibi aşıları düzenli yapılan ve kontrollü mama yiyen kedilerden bir zarar gelmeyeceğini söyledi ve hamile kalırsam sadece kumlarını temizlememi tavsiye etmediğini söyledi. Kedilerle ilgili değil ama "Şimdiden folik asit kullanmaya başla" deyip beni gönderdi.
Bu arada benim bekarlık günlerimde beraber yaşadığım kedilerimden birisi benim çeyizim olarak bizim evde, diğeri ise kardeşimdeydi. Yakışıklı kedim Peynir biraz yaşlandığı için yanına bir arkadaş alalım ama sokak kedisi olsun dedik ve ben şu an Hürriyet'in bahçesi olan bu bahçede bulduğum bir yavru kediyi eve getirdim. Meğer o zaman hamileymişim de haberimiz yokmuş! Evde oldu mu size 2 kedi?!
Sevgililer günü gelip çatınca, aşkla, sevgiyle sorunu olanlar birer "anti 14 Şubat'çı" oluveriyor. Neymiş efendim; sevginin günü mü olurmuş, bize her gün 14 Şubatmış, bunlar hep kapitalizmin dayatmasıymış, her yer mıç mıç aşk kokuyormuş, kırmızı kalpler görmekten bunalmış falan filan. N'olur yani senede 1 gün aşk günü olsa, bir iki hafta aşk konuşulsa? Sen yine istiyorsan her gününü Sevgililer Günü gibi yaşa ama bırak da aşkı, sevgiyi mumla aradığımız şu günlerde etrafımız aşkla dolsun.
Dünya zaten yüz yıllardır kitlesel bazda nefretle dolu, savaşlar, soykırımlar tarihte birer kara leke olarak durmuyor mu? Bir de günümüzde buna bireyselleşme, bencilleşme eklenince insanlar birbirine sevgisini, saygısını iyice yitirmedi mi? Bari Sevgililer Günü bahanesiyle biraz hatırlayalım aşkı, sevgiyi. "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" demişti Sait Faik. Çok mu iyimserdi? Ben hala bu söze inanıyorsam bir nevi Pollyanna mı oluyorum acaba? Tamam, tamam sorularla sizi bunaltmayacağım ama bilin ki, pozitif düşünmekten yanayım.
Olaya biraz da anne gözüyle bakarsak en büyük aşklarımız çocuklarımızı yetiştirirken etrafta bolca aşk konuşulmasında bir sakınca yok bence. Bizler tabiri caizse birer insan mimarıyız ve eserlerimizi gelecek günlere hazırlarken içlerine bolca sevgi tohumu serpiştirmekte fayda var. Geleceğin yetişkinlerinin temelleri şimdilerde bizler tarafından atılıyor. Büyüdüklerinde sevgi dolu, vicdanlı, mutlu olmayı ve mutlu etmeyi bilen, kendiyle barışık bireyler olmaları için onlara hem bol bol sevgi vermeli hem de iyi birer rol model olmalıyız. Tabii içinde bulundukları aile hayatı çok önemli. Anne-babanın ilişkisi, birbirlerine hitapları, davranış şekilleri bizim minikler tarafından teker teker kaydediliyor. Çok sevdiğim bir söz o kadar güzel özetliyor ki her şeyi; "Bir babanın çocuklarına verebileceği en güzel hediye; annelerini sevmektir" Hayat koşuşturması içinde birbirine sevgi sözleri söylemeyi unutanlara bir nebze olsun hatırlatıyor bunları özel günler. Normalde bir çiçek ya da bir hediye almayı aklına bile getirmeyenleri biraz dürtüyor belki.
Aşk, sevgi modern insan profilinin dilinden düşmez oldu, dikkat edin herkes birbirine "Aşkım" diye hitap ediyor. Ama kavramların içi o kadar boş ki, bugün "Aşkım" dediğini yarın bir kaşık suda boğacak duruma gelebiliyor insanlar. Tatlı dilden zarar gelmez diye düşünürüm ben aslında ama sağa sola "aşkım"lar savururken 14 Şubat gelince aşk konuşulmasından rahatsız olmasanız diyorum.
Bence özel günleri çocuklarımıza bebeklikten itibaren öğretmekte fayda var. Ne görürlerse onu yaparlar. Ben bu yüzden oğlumu böyle günlerde özel olarak giydiririm, sadece 14 Şubat değil, doğduğundan beri 23 Nisan, 29 Ekim gibi Milli bayramlarda da kıyafetlerini özenle seçerim ki o gün farklı bir şeyler olduğunu anlasın. Eşinize bir sürpriz düşünüyorsanız, hazırlık aşamasına çocuklarınızı da ortak edebilirsiniz, böylece bugünün anlamını ve neden bunları yaptığınızı anlatma imkanınız da olur. Yaşı küçük ne anlayacak demeyin sakın, sizin eşinize karşı gösterdiğiniz sevgi ve özene hayran kalacağını söyleyebilirim. Aslında evli ve çocuklu insanların ufak bir kaçamak yapmaları için de 14 Şubat güzel bir fırsat. Eğer çocukları bırakabileceğiniz birileri varsa, başbaşa plan yapabilir, bu bahaneyle eşinizle başbaşa yemeğe,sinemaya,konsere gidebilirsiniz. Çocuklarınıza da neden onlar olmadan plan yaptığınızı da mutlaka anlatın. Eminim ebeveynlerini mutlu görmek onları da mutlu edecek ve sizi anlayacaklardır.
Keşke kalplerimiz daha çok sevgi dolsa, keşke gerçekten her gün Sevgililer Günü olsa, keşke çocuk gelinler, kadın cinayetleri yerine daha güzel haberler alsak, keşke hiç bir üniversite öğrencisi savunmasız bir kediye işkence yapacak kadar sevgiden yoksun olmasa... İşte bu keşkeler yüzünden kalplerinde sevgi, karakterlerinde saygı eksik olmayan yeni nesiller yetiştirebilmek adına Sevgililer Gününüz kutlu olsun.
Aşkla kalın...
"İnsanlar konuşa konuşa anlaşır" diye bir atasözümüz var malumunuz, ben de bu konuşma ve iletişim olayını öyle çok seviyorum ki 18 yıldır meslek olarak da benimsedim. Ancak yine de okumak ve yazmak ayrı bir tutku benim için. Bu sebeple zaman zaman çeşitli internet siteleri, dergiler ve bazı gazetelerin hafta sonu eklerinde yazılar yazdığım oldu. Sanırım yazmak daha kalıcı olduğu için seviyorum yazmayı.
Sosyal medyayı sık kullanan biriyim ama bir süre sonra dar geldi oralar, özellikle oğlum doğduktan sonra takipçilerim ve diğer annelerle daha fazla paylaşımda bulunma isteğim arttı ve tam da bu esnada Bebek dergisinden gelen teklifle köşe yazılarıma başladım. Ancak "İşleyen demir ışıldar" misali insanın yazdıkça yazası geliyor. Bir annenin paylaşacak konusu da çok olunca yeni yazı için bir ay beklemek de yetmedi. Bu defa da Hürriyet Aile yetişti imdadıma ve ben de artık Hürriyet Aile'nin bir üyesiyim. Radyocu bir anne olarak yaşadıklarımı sizinle paylaşmak için buradayım. Takip edenler biliyor 23 aylık Işık adında bir oğlum var. Artık hayatlarımız o kadar şeffaf ki gittiğimiz yerlerden yediğimiz yemeğe kadar herkes her şeyimizi öğreniyor. Sesimle tanındığım bir mesleğim olsa da sosyal paylaşım siteleri sayesinde ben ve kedilerime kadar bütün ailemi tanıdınız neredeyse.
Eskiden radyoculuk daha gizemli bir meslekti, sesine hayran olduğunuz kişinin yayın saatini heyecanla bekler, dinlerken o kişiyi hayalinizde canlandırırdınız. Bırakın cep telefonunu, evlerde bile internet yoktu. İş yerinde internet bağlantısı olan şanslılar belki çalışırken fırsat bulup mail atabilirdi sevdiği radyo programcısına... Programlar esnasında metre metre fakslar gelirdi. Bir de mektuplar... Hala çoğunu sakladığım bazıları beyaz, bazıları renkli, kalpli, çiçekli kağıtlara yazılmış mektuplar... Söz uçar yazı kalır diye boşuna dememişler, o günler geçti ama mektuplar hala anılarıyla duruyor.
Eskiden sevdiğiniz sanatçılara ulaşmak da kolay değildi. Kaset kartonetlerinde "İMÇ bilmem kaçıncı Blok .... Unkapanı" şeklindeki adrese mektup yazacaksınız da bakalım o da sanatçının eline geçecek mi? Cevaplamasını zaten beklemeyin. Şimdi öyle mi ya?! Hayranı olduğunuz sanatçı bir tık uzağınızda, yazdığınızı anında okuyabiliyor. Tabii internet yokken sadece sanatçının sevenleri mektup yazardı, çünkü mektup zahmetli iş. Kağıdı, zarfı hazırlayacaksın, düzgün bir el yazısıyla yazmaya çaba göstereceksin, zarflayıp bir de postaneye kadar gidip postalayacaksın. Ancak sevdiğin için yapılacak bir eylem. Kolay kolay kimse eleştirmek, nefretini belirtmek ya da sırf "seni hiç sevmiyorum" demek için bu zahmete katlanmaz!
Artık eskisi gibi günlerce, haftalarca "mektubumuza cevap gelse de yenisini yazsak" diye beklediğimiz kadar sabırlı değiliz belki ama ben her hafta yeni bir konuda sizlerle burada buluşmayı dört gözle bekleyeceğim. Siz de fikirlerime katılın ya da katılmayın, düşünceniz ne olursa olsun bana yazın. Eminim benim de sizlerden öğrenecek çok şeyim olacak.
Hepimiz için birer "hayat ışığı" olan çocuklarımızı büyütürken karşılaştığımız olumlu, olumsuz her konuda birbirimize destek olacağız.
Yazan ya da okuyan herkes bu platformda bir aileyiz.
Haftaya görüşmek dileğiyle, Işığınız bol olsun...