Saffet Emre Tonguç

Trinidad'da başka bir dünya gerçekten mümkünmüş

12 Şubat 2016
Küba denince aklınıza ilk Havana geliyorsa bu yazıyı özellikle okuyun. Çünkü bugün rotamız Trinidad. Başına buyruk ve özgürlüğüne düşkün Küba’nın güney sahiline yakın bir kent. Bundan 28 yıl önce UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış. Ve diğer UNESCO kentlerinin çoğunda olduğu gibi yıldan yıla daha çok meraklı gezginin ve turistin adresi olmuş. Burası idealist, romantik, inatçı, mutlu görünen ve çok renkli…

Ülkeler tarihi tezatlar yumağıdır, şaşırtmayı sever. Geçmişte köle ithal edilen Küba şimdi sosyalizmin güçlü kalesi. Kristof Kolomb’un yeni kıtaya ayak bastığı, zorlu ve zorunlu değişimi başlattığı coğrafyalardan biri burası. Yüzyıllar içinde sömürgeliğin acılarını da ambargo dayatmalarını da yaşamış ama direnmeyi hiçbir koşulda bırakmamış insanların ülkesi Küba. 

Okyanusu aşan Kolomb, gittiği yerlerden birine baba-oğul-kutsal ruh adını vermeye niyetlenmiş ve istediğini Trinidad’da gerçekleştirmiş. Kentin adı İspanyolca üçleme anlamına geliyor. Taş döşeli sokakları, renkli ve küçük evlerle birleşince ortaya insanın gerçek dünyadan kaçmak için yarattığı masallardaki gibi bir manzara çıkıyor. Küçük evleri, Amerikalılardan kalan rengârenk klasik arabalar tamamlıyor. Etrafta elindeki tabletin ekranını kaydırmakla meşgul, cep telefonuyla konuşan, sanal sohbete dalıp gitmiş insanlar görmüyorsunuz. Zaten hem teknolojiye erişim hem de internet kullanımı oldukça pahalı. Tüm bunlar birleşince, kendinize “Geleceğe Dönüş filminde bir sahnede miyim, doktorun çılgın arabasına binip de çok yıl öncesine mi ışınlandım” diye sorasınız geliyor...

 

 

Trinidad, kolonyal mimarinin örnekleriyle bezeli bir kent. Latin Amerika ve Karayipler’deki İspanyol izlerine fazlasıyla rastlıyorsunuz. Kapısı açık, içeriden müzik seslerinin yayıldığı mütevazı evlerin yanı sıra şeker tüccarlarının ihtişamlı evlerini de görebilirsiniz. Yılın 12 ayı gezi rotanıza alabileceğiniz bir adres.

 

Yazının Devamını Oku

Bir ortaçağ güzeli: Brugge

15 Ocak 2016
Soğuk kış günlerinin esiri olduğumuz şu günlerde, herkes içini ısıtacak bir rota peşinde. Ben de size ruhunuzu ısıtacak bir yerden bahsetmek istiyorum. Brugge’den... Romantik, masalsı, tarihi, her daim güzel ve büyüleyici.

Tarihi şehir merkezi ile UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Brugge, tipik bir ortaçağ kenti. Hiç kuşkusuz en romantik olanlarından biri. Daracık sokaklarından şehre yayılan eşsiz çikolata kokuları ile biraz Charlie’nin Çikolata Fabrikası; sıra sıra dizili, rengârenk, pasta görünümlü evleri ile biraz Hansel ve Gretel masalı... Her daim güzel, her daim büyüleyici. Sadece turistik amaçlı ziyarete gelenler için değil, balayı çiftleri için de ideal bir rota. Şehirde hem bir dinginlik hem de inanılmaz bir enerji mevcut.



Sarmaşıklarla örülü taş evlerin pencereleri, dantellerle süslü. Dükkânların vitrinlerine kırlentler, hediyelikler özenle yerleştirilmiş. Kanalın içinde seyreden küçük, beyaz teknelerin arasında kuğular ve yeşil başlı ördekler süzülüyor. Brugge, farklı dokusuyla kesinlikle ilk görüşte aşık olacağınız yerlerden biri.

Yazının Devamını Oku

10 adımda peri masalının başkenti

16 Ekim 2015
Budapeşte iki bölümden oluşuyor; geçmişte yöneticilere ev sahipliği yapmış Tuna Nehri’nin yüksek ve ağaçlıklı kısmı olan Buda ile ticaret ve sanayinin geliştiği nehrin karşısındaki Peşte. Peki, her yıl milyonlarca turistin arşınladığı bu görkemli şehri nasıl gezmeli, iki yakayı nasıl bir araya getirmeli?

1.GEMİ TURU

Budapeşte’yi görmenin en güzel yolu Tuna Nehri’nde bir gemi turu yapmak. Nehrin iki yakasında her mevsim farklı renklere bürünen güzellikleri, tarihin doğayla dansını seyretmek keyifli.

Nostalji, geçmişin bugüne yansıyan gücü ve değişimin hüznü aynı anda sarabilir sizi. Şehir gündüz çok güzel ama nehrin iki yakasını birleştiren köprülerde karşılaştığınız manzara, gecenin ışıltısıyla birleşince, Budapeşte peri masallarının başkentliğine soyunuyor.

2.KALE TEPESİ 

Peşte’nin Moğollar tarafından saldırıya uğramasının ardından Kral 4’üncü Bela, sağ kalanları etrafı duvar ve kale ile çevrili Buda tarafına geçirmiş.

15’inci yüzyıldan itibaren kraliyet sarayının genişlemesi ve etrafında başka binaların yaptırılmasıyla birlikte bölge hızla gelişmiş. Burası bugün bir sanat, kültür ve turizm merkezi. Sarayın dışında gezilmeye değer birçok galeri, lokanta ve kafe bulabilirsiniz.

3.MATYAS KİLİSESİ

Yazının Devamını Oku

Niyet viski, kısmet festival

23 Ağustos 2015
Yalılarında oturup viski içenler gündemden düşmüyor. Boğaz uzmanlık alanım, kitaplarımda Boğaz’da bulunan 600 yalıdan çoğunun hikâyelerini anlattım ama viski hiç bilmediğim bir konu. Ben de eksiklerimi tamamlamak için viskinin anayurduna gittim, kendimi festivalde buldum.

Yeşilin adeta yerleşik düzene geçtiği İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler ve İngiltere ile birlikte ‘Birleşik Krallık’ı oluşturuyor. Mel Gibson’ın ‘Cesur Yürek’ filminden tanıdığımız ve 710 yıl önce ölen William Wallace, İskoçya’da adeta milli kahraman, her köşede bir heykelini görüyorsunuz. Her ne kadar Wallace bağımsızlık mücadelesini ateşlemiş olsa da İskoçların yüzde 55’i İngiltere’den ayrılmamak için 2014 referandumunda ‘hayır’ dedi. İskoçya’ya ilk gittiğimde bir düğüne davet edilmiştim. Pistte dört çift vardı ama dans edenlerin sekizi de etek giymişti. Kilt denilen geleneksel etekleri giyen erkeklere bazen sokakta bile rastlayabiliyorsunuz. Özellikle köşe başlarında gayda çalan müzisyenler İskoç askerlerin bu değişik kıyafetleri ile fotoğraf karelerine ilginç görüntüler olarak.

TİYATRO SAHNESİNE DÖNEN ŞEHİR

‘Viskinin başkenti’ Edinburgh’u bir tiyatro sahnesine, gündelik yaşamıysa bir oyun alanına çeviren festival 31 Ağustos’a kadar sürecek. Yüzlerce etkinliğin düzenlendiği organizasyonun film, caz ve çocuk festivali gibi bir sürü altbaşlığı var.

Edinburgh deyince şehri bir ay boyunca bir tiyatro sahnesine, gündelik yaşamı adeta bir oyuna çeviren ve 31Ağustos’a kadar süren festivalden (www.eif.co.uk) bahsetmek lazım. Sanatı günlük yaşamın içine sokan yüzlerce etkinliğin düzenlendiği festival aslında film (www.edfilmfest.org.uk), kitap (www.edbookfest.co.uk), caz ve çocuk festivali gibi bir sürü alt başlığı bünyesinde topluyor. Meşhur askeri bando gösterisi ise festivalin en çok izleyici çeken organizasyonlarından biri.

İNGİLTERE'NİN İKİNCİ EN ÇOK ZİYARET EDİLEN YERİ

Edinburgh’un en tepesinde bulunan kalede muhteşem günbatımları ve İskoç kraliyet mücevherleri var. Özellikle Robert the Bruce döneminde, 1540’larda yapılmış olan taç muhteşem bir parça. İngiltere’nin en çok ziyaret edilen ikinci tarihi eseri olan kaleden inerken geçeceğiniz “Royal Mile” Caddesi ve ara sokakları hediyelik eşya satan mağazalar ve restoranlarla dolu. St. Giles Cathedral’ni geçtikten sonra karşınıza şık bir bina çıkacak.1498 yılında IV. James tarafından yaptırılan ve yeni parlamentonun hemen yanında yer alan Holyrood Sarayı İskoç tarihine damgasını vurmuş olan kraliçe Mary ile özdeşleşmiş bir yapı. Mary’nin en belirgin ve şaşılacak özelliklerinden biri 1543 yılında sadece 9 aylıkken İskoçya kraliçesi olması.

Şehrin en güzel manzaralarından birine sahip olan Calton Tepesi’nden Edinburgh’un keyfini çıkarabilirsiniz. Savaş kahramanı Nelson’a adanan anıt, rasathane ve milli anıt bu tepede yer alıyor. Ardından Firth of Forth Nehri’ne doğru uzanın. 1997’ye kadar yaklaşık 44 yıl kraliyet ailesine hizmet veren Britannia Yatı şehrin tarihi limanı olan Leith’de ziyaretçilerini bekliyor.

Şehir dışını görmek isterseniz National (Milli) Wallace Anıtı’na gidebilirsiniz. Edinburgh’a yaklaşık bir saat uzaklıkta yer alan anıt Wallace ve diğer İskoç kahramanların büstlerinin de bulunduğu tarihi bir eser.

Yazının Devamını Oku

Zeus’un dağında doğanın kucağında

10 Ağustos 2015
Tanrılar tarafından kutsanmış anıt ağaçlarla süslü bir dağ, girişinde Zeus Altarı bulunan açık hava müzesi gibi bir köy ve burada mavi kapıdan geçilerek ulaşılan huzur... Kazdağları’ndaki Adatepe... Burası kurtarılmış bölge.

Geçen hafta bir arkadaşımın tavsiyesiyle Kaz Dağları’ndaki İda Blue Hotel’e gittim. Edremit Havaalanı’ndan otele kadar olan 40 dakikalık yolculuk sahilleri nasıl beton yığınına çevirdiğimizi gözler önüne seriyordu. 30 yıl öncesine kadar tek bir caddeden oluşan Akçay artık apartmanlarla dolu bir şehir olmuş. Büyük şehirlerde her köşeyi kaplayan AVM’ler yol boyunca kasabalarda da arz-ı endam etmeye başlamış. Kaz Dağları ve Edremit Körfezi manzarasına hâkim bir konumda bulunan Adatepe, SİT alanı içinde bulunduğundan Türkiye’nin en iyi korunmuş köylerinden biri. Göz kirliliğine sebep olur diye binalarda klima ünitesine bile izin verilmiyor. Burası adeta kurtarılmış bir bölge, çoğu Rumlardan kalan 550 evin büyük bir kısmı restore edilmiş. Küçükkuyu’dan tepeye iki kilometrelik bir yolu çıktığınızda İsviçre Alpleri ile birlikte dünyanın oksijen oranı en yüksek yerine gelmiş bulunuyorsunuz. Adeta bir açık hava müzesi gibi olan köyün girişinde Zeus Altarı’nı göreceksiniz. 750 metrelik yolu yürüdüğünüzde olağanüstü bir manzaraya sahip bir tepede kendinizi dünyanın hâkimi gibi hissedeceksiniz.

ORGANİK KAHVALTI VE ENFES DONDURMA

İda Blue Hotel

Meydandaki asırlık çınar altındaki kahveler sizi nostaljik bir yolculuğa çıkartacak. Adını köyün efsanevi güzelinden alan Refika en iyi kafe. Edremit Körfezi manzarasına, organik ürünlerden oluşan bir kahvaltı, limonata, köy yoğurdundan yapılma ayran ve son zamanlarda yediğim en güzel dondurma eşlik ediyor. Köy meydanının yanında eskiden kilise varmış. Rumlar mübadelede gidince taşlarından Taş Mektep’i (0 286 752 59 99, www.tasmektep.com) yapmışlar. Burada kişisel gelişim için çok sıra dışı atölyeler ve seminerler düzenleniyor. Zeytinyağının yolculuğuna tanıklık etmek için Küçükkuyu’da bulunan Adatepe Zeytin Yağı Müzesi’ne de uğrayın. (0286 752 1303, www.adatepe.com)

VAHA GİBİ

Adatepe

İda Blue Hotel (0286 752 01 45, www.idablue.com.tr) bu keyifli bölgeyi her yönüyle size yaşatabilecek bir tesis. Otelin mavi kapısından adım attığınız andan itibaren huzur dolu bir vaha sizi karşılıyor. Koca bir bahçede ağaçların arasına 100 civarında farklı Ege bitkisi dikilmiş. Otel üç ev ve dokuz odadan oluşuyor. İster oda, ister ev olarak kiralıyorsunuz. Her evin çok şık döşenmiş salonları var. İç mimari Jeffry Tucker ve Alba Lingardi’ye teslim edilmiş.

Yöredeki eski mobilyalar ve eserler alınıp elden geçirilmiş, Osmanlı parçalarıyla uyum içindeki el yapımı mobilyalarla sade şıklık sağlanmış. İnce bir zevk her tarafa hâkim, fonda hafif bir müzik çalıyor. Kendinizi çimenlere bırakıp hayallere dalıyorsunuz. Kahvaltı müthiş bir şölen, lezzetler parmak yedirten cinsten. Servisteki personelin güler yüzleri harika bir evde ağırlandığınız hissini uyandırıyor. Lezzetli yemekler tatilinize ayrı bir keyif katıyor. Yemeklerin bazı malzemeleri bahçeden toplanıyor. Otelin tanıtımı için pek çaba sarf etmiyorlar, memnun kalanlar dostlarına söylüyor. Dolayısıyla şimdiden toplumun tanıdık isimlerinin gizli mekânı gibi olmuş. Burası aşağıdaki sahildeki karmaşadan çok uzak bir mabet, dolayısıyla içeri girdikten sonra dışarıya çıkmak istemiyorsunuz. Ayrıldığınızda yüreğinizde çalan şarkı “Kalbim Ege’de kaldı” oluyor.

Yazının Devamını Oku

Yıldız olduysa sebebi var

14 Haziran 2015
‘Çizme’yi aşıp kuzeye çıkmış olabilirsiniz fakat Sicilya’yı görmeden İtalya resmi tamamlanmaz. Uzun yıllar Arap’ından Fransızına farklı kültürlerin etkisinde kalmış, kendi kültürünü yaratmış oldukça sofistike ve özgün bir bölge burası.

İtalya’da tatil planlayanlara ilk tavsiyem ağustosu tercih etmemeleri. İtalyanlar ağustosta ‘ferragosto’ dedikleri uzun bir tatile giriyor ve bütün sahilleri işgal ediyor. Mayıs, haziran ve eylül Sicilya için en uygun aylar.

Sicilya’daki şehirlerden Catania’ya artık direkt uçabiliyorsunuz. Sicilya’da görülecek çok şey var, ya 8-9 gün ayırıp tamamını gezin ya da ikiye bölün. Önceliği Catania-Taormina-Siracusa-Ragusa’ya verin sonra da rotayı Palermo-Cefalu’ya çevirin.


Taormina

Catania’dan bir saat uzaklıktaki Taormina, Avrupa’da en sevdiğim küçük ölçekli yerlerden biri. Etna Yanardağı manzaralı bu güzel kasabada Grand Hotel Timeo’da (www.grandhoteltimeo.com) kalmanızı tavsiye ederim. Aynı manzarayı daha uygun bir fiyata seyretmek isterseniz Hotel Villa Belvedere (www.villabelvedere.it) de çok keyifli ve özel bir tesis.

Günübirlik Etna Yanardağı turu ve şarap tadımı yapın. Bu civardaki Ortigia Adası bir efsane. Siracusa’ya gitmenizi hararetle öneririm. Rüya gibi bir şehir, etrafında denize girilecek güzel koylar var. Oradan mutlaka Noto kasabasına geçin. Burası, UNESCO’nun koruma listesinde bir yer ve barok mimarinin en hoş örneklerinden biri. Benim gibi tatlı düşkünüyseniz cennete düştünüz demektir.

Plajları sorarsanız İtalya’da Türkiye kadar güzel bir deniz yok. Isola Bella görsel olarak hoş ama kayalardan denize giriyorsunuz. Lido Mazzaroya da Mortelle plaj için tavsiye edeceğim yerlerden biri.

Yazının Devamını Oku

(Büyük)ada sahillerinde bekliyorum

3 Haziran 2015
Ada demek bir yaşam stili demekti o yıllar. İstanbul gibi tıpkı, kültürler burada buluşurdu. Ne yazık ki artık bu ruhu kaybediyoruz... Yakında dört tarafının denizlerle çevrili olmasından başka bir ‘ada’ özelliği kalmayabilir.

Geçmişin görkemini yansıtan Splendid Palas hep önünden geçip kalmayı hayal ettiğim bir oteldi. 19 Mayıs’ı fırsat bilip soluğu adada aldım. İnsan kalabalığını görünce önce seçim mitingi var zannettim. Adada iğne atsanız yere düşmezdi. Akşamüstü kalabalıklar şehre döndü ve adaya huzur hâkim oldu. “İyi ki gelmişim!” dedim.

“Adayı Araplar basmış” son zamanlarda en çok duyduğum şikâyetlerden biri ama gördüm ki adalıların derdi Araplar değil. Adalılar görgüsüzlükten mustarip. Çitlediği çekirdeği yere atan, pet şişeleri hayvanların kafasına fırlatan, piknik alanlarını çöpüyle kirleten kitleler onları rahatsız ediyor. Bütün adaların istiap haddi dolmuş. Özellikle hafta sonları ve bayramlarda kayıtlı nüfusun on katı bir kalabalık sokakları arşınlıyor. Adalıların çoğu adanın en sakin olduğu zamanı, yani ramazanı bekliyor.

Tarihi adı Prinkipo olan Büyükada, Prens Adaları içinde en büyüğü. Tüm ada hepi topu 4.3 kilometre uzunluğunda ve 1.3 kilometre genişliğinde. Dolayısıyla adayı yürüyerek veya bisikletle gezmek mümkün ama çoğunluk faytonları tercih ediyor.

Jön Türkler, Sultan II. Abdülhamid’i darbeyle devirdikten sonra sultanın adamlarının çoğunu adaya sürmüş. 1929’da Rus devrimci Leon Troçki de buraya gönderilmiş, ondan sonrakilerse şehirden kaçıp stressiz bir yaşamı bulmaya çalışan gönüllü sürgünler olmuş. Büyükada’ya gelen vapurlar 1899’da 1. Ulusal Mimari tarzında Mihran Azaryan tarafından tasarlanan iki katlı bir iskeleye yanaşıyor. Bina adadaki ilk sinema dahil olmak üzere değişik amaçlarla kullanılmış.


İsa Tepesi’nin yamacında, Japonya-Nara’daki Todaiji Tapınağı’ndan sonra dünyada ikinci, Avrupa’da da en büyük ahşap yapı olan altı katlı bir bina var. 1898’de bir Fransız şirketince otel ve kumarhane olarak yaptırılmış ve Alexandre Vallaury tarafından tasarlanmış. Sultan II. Abdülhamid izin vermeyince, 1902’de zengin bir Rum bankerin dul eşi tarafından satın alınıp bir yetimhane olarak kullanılması şartıyla patrikhaneye bağışlanmış. Bugün ise perişan durumda ve adeta yetim kalmış bir yetimhane.

Büyükada Anadolu Kulübü adanın en güzellerinden. Prinkipo İngiliz Yat Kulübü için 1906’da inşa edilen bu zarif bina, Cumhurbaşkanı İnönü, İran Şahı ve Romen diktatör Nikolay Çavuşesku gibi pek çok ünlü kişiyi ağırlamış. Atatürk de burada kalmış ve odası olduğu gibi muhafaza ediliyor. Kulüp üyelere ve misafirlerine açık.

‘KÜLTÜRLERİN BULUŞTUĞU BİR YERDİ’

Yazının Devamını Oku

Her şeye bedeldi adının bir harfi

16 Nisan 2015
İspanya'nın gurme cenneti San Sebastian'a 45 dakika uzaklıktaki Biarriiz, St. Tropez, Cannes ve Nice şehirlerinin Atlantik Okyanusu versiyonu. Aynı zamanda 3. Napolyon'un aşkının bir simgesi...

Fransa’nın Bask bölgesinde kalan Biarritz’de dalgaların dövdüğü ve Grande Plage dedikleri Büyük Plaj’da deniz keyfi yapıp sörfçüleri izleyebilirsiniz ama daha güzeli Hotel du Palais’nin restoranı Rotonde’da bir öğle yemeği.



Hotel du Palais 1855’te 3. Napolyon tarafından eşi Eugenie için adının baş harfi gibi E şeklinde yaptırılmış. Bizim tarihimizle de bir bağlantısı olan imparatoriçenin sarayı görkemli. Sultan Abdülaziz İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayı’nı 1861 yılında dönemin ünlü mimarı Sarkis Balyan’a inşa ettirdi. Sarayın ünlü ziyaretçileri arasında 1869’daki Süveyş Kanalı’nın açılışına giderken İstanbul’a uğrayan İmparatoriçe Eugenie de var. İmparatoriçe burada gördüklerinden çok etkilenerek pencerelerin birebir kopyasını Paris’teki Tuileries Sarayı’na yaptırmış. Çağdaş İspanyol yazar Pablo Martin Asuero’nun ‘El Palacio de las Columnas Azules’ (Mavi Sütunlu Saray) isimli kitabında bahsettikleri doğruysa imparatoriçe bu sırada, Sultan Abdülaziz ile bir aşk yaşamış. Keşke sarayın duvarları konuşsa da yaşananları anlatsa.



Bu satırları yazdığım Biarritz şık bir şehir, yemek sonrası L’Avenue de l’Impératrice’in sokaklarında dolaşabilir, çikolatayı seviyorsanız Musée du Chocolat’da zaman geçirebilirsiniz. Şehirde çikolata satan harika dükkânlar var. Paskalya dolayısıyla hepsinin vitrinleri yumurta ve tavşan şeklinde çikolatalarla dolu.

Yazının Devamını Oku