Kanuni döneminin Yemen Valisi Özdemir Paşa, 450 yıl evvel Topkapı Sarayı’na kahverengi çekirdekler yollamış. ‘Kahve Yemen’den gelir’ deyişi de bu vesileyle Türkçe’deki yerini almış. Ama kahve Topkapı’da kalmamış. Hızını alınca Avrupa’ya dek yürümüş. Hem de Osmanlı ordusuyla birlikte... Başarısızlıkla sonuçlanan ikinci kuşatmanın ardından Viyana kapılarından dönmek zorunda kalan Türk ordusu, yanında götürdüğü kahve çekirdeklerini çuvallarıyla beraber geride bırakmış. Dahası, esir düşen Osmanlı askerleri Avusturyalılara bu yeni lezzetin tarifini de verince, kahve Türkler sayesinde Avrupa’ya yayılmış. Sonra da Avrupa’da kendine özgü bir kimlik edinmiş. Biz de kahveyi severiz ama onlar farklı bir şekilde tüketiyor. Viyana’ya yolu düşecekler
bu tarzı şimdiden öğrenebilir.
BAŞKENTİN KAFESİ, KAHVALTISI, KÜLTÜRÜ
** Avusturyalılar için ‘Gemütlichkeit’ dedikleri keyif yapma ve sosyalleşme çok önemli. Güne klasik bir Viyana kahvesinde kahvaltıyla başlayın. ‘Melange’nıza (bir tür kahve) kuşatma sonrasında Türk bayrağının hilali biçiminde yapılan ‘Kipferl’ veya yuvarlak Semmel ekmeğiyle, reçel eşlik etsin.
** İmparator ilk kahveyi yapıp satma iznini, savaşta Osmanlı orduları arasına sızıp büyük yararlılık gösteren Kolshitzky isimli tüccara vermiş.
Bazen Türkiye’nin cennet köşelerinde bazen dünyanın gizli kalmış yerlerinde hafta sonu kaçamakları yapacağız. Bodrum’la başlıyoruz...
Antik çağların Halikarnassos’u burası. Tarihin akışı içinde Aziz Petrus’a adanmış ve şehrin adı Petrius olarak değişmiş. Biz bu ismi dilimize uyarlamış ve Bodrum yapmışız. Antik çağlarda tarihin babası sayılan Heredot’un, Osmanlı dönemindeyse Kaptan-ı Derya Turgut Reis’in şehriymiş. Cumhuriyet yıllarına gelindiğinde cezalandırılmak istenenler için sürgün yeri olmuş. Geçmişin küçük balıkçı ve süngerci kasabası kıraç tepelerini yeşil renkle buluşturan, mavi yolculukla onu dünyaya tanıtan şairi kendi adıyla özdeşleştirmiş. Halikarnas Balıkçısı’nı Neyzen Tevfik ve Zeki Müren gibi başka sanatçılar takip etti yıllar içinde. Sonra dünya keşfetti güzelliğini, zamanla gelişti ve zenginleşti. Bugün Türkiye’nin St. Tropez’si olarak kabul ediliyor Bodrum. Artık geçmişin sanatçılara ilham veren dingin güzelliğinin yerini makyajlı, biraz botokslu ve bolca süslü bir güzellik aldı.
19.00Bir gün önceden hazırlayın valizinizi ve işten çıkıp doğruca havaalanına gidin. Hava geç kararıyor. Üşenmeyin merkezde kurulan Bodrum pazarını gezin. Bir şey almanıza gerek yok, tablo misali görüntüler, yöreye özgü dokumalar ve bir büyük şehirli olarak alışık olmadığınız taze sebze-meyve kokuları yeniden hayata dönmenizi sağlayacak.
20.00
Bodrum Marina’nın tam karşısındaki Gemibaşı Restaurant (252.316 12 20; www.gemibasi.com) deniz ürünleri özellikle de ‘böcek’ dediğimiz karavida konusunda çok iddialı. Merkezi konumu, kalite-fiyat örtüşmesi ve servis kalitesi yönünden keyifle gittiğim restoranların başında geliyor. Elinde farklı seçenekler olunca kendini daha rahat hissedenlerdenseniz mönüsünde ağırlıklı olarak deniz ürünleri olan bir diğer mekân Memedof Restaurant (252.313 42 50; www.memedof.com) ile Akdeniz lezzetlerini de bulacağınız Kocadon Restaurant (252.316 37 05; www.kocadon.com) aklınızda bulunsun derim.
Antigua ve Barbuda İngiliz Milletler Topluluğu’na dahil ülkelerden. Yerleşimin milattan binlerce yıl önce başladığını söyleseler de adalıların, beyaz adamla ilk karşılaşması 15’inci yüzyılda Kristof Kolomb ile olmuş. İspanyol, Fransız ve İngilizlerin arasında defalarca el değiştiren adalar 17’nci yüzyıl ortalarında sabit bir yönetime kavuşmuş ve İngilizlerin idaresinde kalmış. Tüm bu el değiştirmeler sırasında kurulan kölelik düzeni 19’uncu yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiş. 1981’de ise bağımsızlıklarını ilan etseler de Birleşik Krallık ile ilişkileri sürmüş.
Ülkenin adı İspanyolca kökenli. Antigua İspanyolcada “eski”, Babuda ise “sakallı” anlamına geliyor. Adayı çevreleyen muhteşem kumsallarından ötürü Antigua’nın diğe adı “365 kumsalın ülkesi”. Barbuda’nınki ise “Karayiplerin Sınırı.” Toplam yüzölçümü 440 kilometrekare. Yaklaşık olarak Ankara’nın Çankaya ilçesi kadar. 280 kilometrekaresi Antigua, 160 kilometrekare kadarı da tropik ormanla kaplı Barbuda adasına ait. Toplam nüfusu 80 bin civarında, sadece başkent St. John’s Antigua’da 30 bin kişi yaşıyor. Halkın çoğunluğu Afrika kökenli. Bu bayraklarına bile yansımış. Siyah çoğunluktaki zencileri temsil ediyor, mavi umudu, kırmızı ise halkın azmini. Bayraklarındaki güneşin, ülke ekonomisinin belkemiği turizmle ilgisi yok. “Yeni çağı anlatıyor” diyorlar. Turizmin en önemli üçlüsü güneş, deniz ve kum ise sırasıyla sarı, mavi ve beyaz renklerle ifade edilmiş.
NELSON’UN TERSANESİ ULUSAL PARKA DÖNÜŞTÜ
St. John’s ülkenin en büyük şehri. Rengarenk binaları, tarihi mimarisiyle görülmeye değer. Simgelerinden biri de St. John’s Katedrali. Barok tarzın tüm özelliklerini yansıtan yapı 17’nci yüzyılda inşa edilmiş. Depremlerde yıkılmış. Bugün gördüğünüz 19’uncu yüzyıla ait. Antigua ve Barbuda Müzesi sömürge döneminden kalma bir yapının ev sahipliğinde hem ada yerlilerinin hem de sömürge günlerinin tarihini anlatıyor. Şehir alış veriş yapmak, keyifli kafe ve restoranlarda hayatın tadını çıkarmak isteyenler için ideal. Cuma ve cumartesi günleri kurulan pazarı kaçırmayın, görecekleriniz size çok tanıdık gelecek.
Harika mercan kayalıkları, muhteşem denizi ve kumsalları var. Ancak nedense bu özellikleri yerine limanlarına gelen milyon dolarlık yatlarla anılıyor adalar. Etrafını saran küçük adacıklar da Antigua ve Barbuda’yı yelkencilik için çekici kılıyor. İngiliz Limanı’nda yatları görebilir, bir yandan da tarihi koklayabilirsiniz. 18’inci yüzyılın başında inşa edilen liman takip eden iki yüzyıl boyunca İngiltere’nin savaş gemilerini ağırlamış. Özellikle de Napolyon savaşları sırasında Amiral Nelson komutasındaki donanmanın sığınağı olmuş. Günümüzde ise dolar milyonerlerinin yatlarının sığınağı.
Çok yakınındaysanız Nelson Tersanesi’ni mutlaka görün. Burası bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun sahip olduğu gücün de timsali. Çevresiyle birlikte restore edilip bir ulusal park halinde korunmaya alınmış. Tersane bu parkın kalbi kabul ediliyor. Binalar Amiral Nelson’un dönemindeki gibi korunuyor. Müzede geçmişin savaşları, korsanları yaşatılıyor. Amiral Evi denilen binada bazı eşyaları sergileniyor ama haberiniz olsun Nelson o evde hiç yaşamamış. Kısacası bu bölge tüm Karayipler’deki en iyi korunmuş tarihi yerlerden biri.
VOLKANDA SAFARİ
Ocak ayının Türkiye’de kurak geçmesi, kayak merkezlerinin arzu edilen miktarda kar yağışı alamaması usta kayakçıları yurtdışındaki alternatiflere yöneltti. Bu hafta size Avrupa’dan sekiz kayak merkezi önereceğim.
MAVROVO / MAKEDONYAOtelleri göl manzaralı
Makedonya’nın başkenti Üsküp’e karayoluyla 1,5 saat uzaklıkta. 1949’da milli park ilan edildi. Flora ve fauna açısından çok zengin. Milli park sahasındaki Mavrovo ve Galiçnik köyleri geleneksel mimarileriyle ünlü. Kayak merkezinin bulunduğu Bistra Dağı’nın zirvesi 2160 metre. 1255 metredeki oteller pistlerin yanı başında ve göl manzaralı. Pistlerin uzunluğu 15 kilometreyi, 11 ski lift ve 3 telesiyejin toplam uzunluğu 5700 metreyi buluyor. Bazı pistlerde aydınlatma, müzik yayını var. Oteller Türkçe bilen personel çalıştırıyor. Restoranlarında yerel mutfağın ürünleri sunuluyor. Gitmişken Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu Üsküp’ü, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Ohrid Gölü’nü de görün. Türkçe bilgi ve rezervasyon için www.kayakmavrovo.com.
CORTINA / İTALYA 400 teleferik, 1200 kilometrelik pist
Sinema tutkunuysanız bu küçük kasabanın sokakları size tanıdık gelebilir. Cortina d’Ampezzo, James Bond serisinden “Yalnız Gözlerin İçin” ve Pembe Panter’in de olduğu pek çok filme dekor olmuş. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Güney Alpler’in Dolomitler bölgesine kurulduğu için lakabı “Dolomitler Kraliçesi.” 1956’da kış olimpiyatları düzenlenen Cortina, 12 ayrı kayak alanıyla dünyanın en büyük kayak merkezlerinden. Toplam uzunluğu 1200 kilometre olan pistler ve 400’den fazla teleferik ve telesiyej tek skipass ile kullanılıyor. Pistleri her düzeyden kayakçı ve her tür kış sporuna hitap ediyor. Küçük bir kasaba olmasına karşın restoranları, eğlence mekanları kayak sonrası için ideal. Etnografya Müzesi’nde yerel kültür, tarih canlandırmayla anlatılıyor. Müze gezmekten hoşlanıyorsanız Paleontoloji, Modern Sanat ve Büyük Savaş (I. Dünya Savaşı) müzeleri de ilginizi çekecek. Astronomik Gözlemevi’nde yıldızlar sizi bekliyor. Lüks mağazalar, hediyelikler trafiğe kapalı caddelerden Corso İtalia’da. Ancak fiyatlar yüksek. Piazza İtalia’da haftanın belirli günlerinde kurulan pazarda yerel peynirden, giysiye pek çok ürün satılıyor.
Nerede kalınır
* Hotel Montana: Odaları temiz, atmosferi samimi ve hizmet kalitesi üst düzeyde. Bunlara uygun fiyatlar da eklenince konaklama seçenekleri arasında ilk sıralara yükseliyor. * Grand Hotel Savoia: Merkezi konumu en büyük avantajı. Hizmet ve yemekler de kaliteli ancak fiyatlar da bir o kadar yüksek. * Hotel Olimpia: Şehrin merkezindeki bir diğer otel. Konforu, temizliği ve hizmet anlayışı ile mutlu anlar yaratmaya aday.
Nerede yenir
KARLA KUCAKLAŞIN
Milyonerler kuşağı Courchevel
Fransa Alpleri’ndeki Courchevel, dünya jet sosyetesinin kışın buluşma mekanı. İngiltere tahtının veliahtı Prens William ve eşi Kate bile orada. Şıklık, zarafet, lüks, kilometrelerce uzunluktaki kesintisiz pistler, kar kalitesi kasabayı popülerleştiren etmenlerden sadece birkaçı. Courchevel birbirine bağlı üç vadiye yayılmış. Her seviyeden kayakçıya uygun pist var. Kar yağmazsa 500’den fazla kar makinesi hazır bekliyor. İhtişamlı oteller, romantik şaleler ve lezzette sınır tanımayan restoranlar hedonistlere hitap ediyor. Bazı restoranlarda Türkçe mönü bile var. En uzunu 120 kilometre olmak üzere toplam pist uzunluğu 600 kilometre. Gece pistler aydınlatılıyor, telesiyejler ısıtmalı. Konaklama için tavsiye edeceğim tesisler: Le Chabichou, Hotel Des Neiges ve Courcheneige. La Mangeoire, La Cloche ve Le Mountain ise yemeklerinden keyif alacağınız restoranlar.
Mavrovo’nun otelinde pistinde Türkçe desteği
Pistlerinin uzunluğu 15 kilometreyi bulan Mavrovo, Makedonya’nın başkenti Üsküp’e 1,5 saat uzaklıktaki milli park sahasında. En ünlü köyleri geleneksel mimari dokuyu koruyan Mavrovo ve Galiçnik. Kayak merkezinin bulunduğu Bistra Dağı’nın zirvesi 2160 metre. Oteller 900 metre aşağıda, pistin başında. Odaları dağ ve Mavrovo Gölü manzaralı. Toplam uzunluğu 5700 metre olan 11 lift, 3 telesiyej kayakçıların hizmetinde. Bazı pistlerde müzik yayını, aydınlatma var. Kayak keyfi akşam da sürüyor. Türkçe bilen asistanlar otelde, pistte yardımcı oluyor. Makedon mutfağının lezzetli et yemeklerini Mavrovo’da deneyebilirsiniz. Gitmişken Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu Üsküp ile 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Ohrid Gölü ve sayfiye şehri Ohrid’i ziyaret edin. Vodna Dağı’ndan beslenen Vardar Nehri’nin uzandığı ovaya kurulu. Üsküp, camileri, çarşısı ve köprüleriyle Osmanlı mimarisinden izler taşıyor (www.kayakmavrovo.com).
Aspen moda merkezi gibi
Yılın 300 günü güneşle yıkanan, toplam 65 milli park, orman ve eyalet parkından oluşan, 26 ünlü kayak merkezine sahip Colorado, ABD’nin kayak severlere en büyük armağanı. Eyaletin gözdesi Aspen dünya jet sosyetesinin uğrağı. En lüks, pahalı kayak merkezlerinden. Rocky Dağları arasına saklanmış ve 1350 metre irtifada. Kayaktan arta kalan zamanınızda Wheeler Operası’ndaki etkinlikleri izleyebilir, White River Ormanları’nda yürüyebilir, Aspen Müzesi’nde çağdaş sanat ürünlerinin arasında soluklanabilirsiniz. Uluslararası moda markalarının hepsi burada. Yolda Hoolywood yıldızlarıyla karşılaşmanız garanti gibi. Casa Tua, Matsuhisa, Annie’s Eating House ve Blue Maize kayak merkezinin popüler restoranları. Limelight Lodge (www.limelightlodge.com), Hotel Jerome (www.hoteljerome.com), Sky Kimpton Hotel (www.theskyhotel.com) ve Little Nell Hotel (www.thelittlenell.com) Aspen’in en iyi otellerinden. Gece hayatına düşkün olanlar Eric’s Bar, Hotel Jerome’deki J ve La Cantina’yı deneyebilir.
DENİZ, KUM, GÜNEŞE KOŞUN
Günümüzde beş kıtada Noel pazarları kuruluyor. Yine de en güzelleri Avrupa’da. Masalsı atmosferi yaşatan bu pazarlar alışverişin ötesinde geçmişin dünyasını yaşatan bir sosyalleşme ortamı.
Fransa’nın en eskisi, en büyüğü
Strasbourg, Fransa’da Noel’in başkenti. Avrupa Konseyi, İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Parlamentosu’na ev sahipliği yapan kent, Alsas Bölgesi’nde, İsviçre ve Almanya sınırında. 1570’ten bu yana kurulan ‘Christkindelsmärik,’ 29 Kasım’da açılınca kentin büyük meydanları masal atmosferine bürünüyor. Her yer ışıl ışıl, her sokak, cadde, meydan ayrı güzel. Favorim Naegel Pastanesi’nin bulunduğu Rue des Orfèvres. Place Kleber’de her sene devasa bir çam ağacı oluyor, bu seneki tam 35 metre. Şehrin merkezindeki 11 değişik noktada 31 Aralık’a kadar küçük, ahşap kulübelerde elişi biblolar, Noel süsleri, yerel yiyecek, içecek, seramik ve oyuncaklar satılıyor. Pazar bugünkü halini 1990’larda almış. Mutlaka gezilmesi gereken pazarlar Place de la Cathedrale, Place Broglie, Place d’Austerlitz ve Place Gutenberg’de. Küçük Noel bisküvileri (breedele), kugelhopf, baharatlı ekmek (pain d’épices), kazciğeri, choucroute yemeden, meşhur Alsas Bölgesi şaraplarını ve sıcak şarabı içmeden pazarlardan dönmeyin.
Şehir merkezi araçlara kapalı. Her yere yürüyerek gidebilirsiniz. Katedral Meydanı’ndan Place Kleber’e, kanallarla dolu Küçük Fransa’ya (Petite France) kaybolma korkusu olmadan ulaşabilirsiniz. Yorulduğunuzda Strasbourg’u keşfetmek için iyi bir alternatif de Château des Rohan’in önünden kalkan nehir gemileri. Bir saatlik nehir turuyla şehri tanıtıyorlar.
Alsas Bölgesi ve halkı hakkında Musée Alsacien’de bilgi edinebilirsiniz. Lezzet avcılarına Michelin yıldızlı iki restoran önereceğim: Katedral yakınındaki Rue des Juifs’te La Casserole... Balık, deniz ürünleri için Petite France’daki La Cambuse... Mutlaka rezervasyonlu gidin. Katedralin tam yanındaki otel restoran Maison Kammerzell Fransa’nın en eski iki evinden bir tanesi. 1427 yılında yapılmış. Restoranında meşhur balıklı choucroute’i yiyebilirsiniz. Mekânın dekoru da enteresan. İyi bir gurmeyseniz şehre 60 kilometre uzakta Baerenthal’daki Şef Jean Georges Klein’in üç Michelin yıdızlı L’Arnsbourg restoranını kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Adeta ortaçağ panayırı
Prag’ın batı yakasındaki Stare Mesto, kentin tarihi merkezi. Daracık, arnavutkaldırımlı sokaklarında yürürken ortaçağın gizemini, efsununu ve yoğun karamsarlığını hissediyorsunuz. Sokaklar sizi Noel pazarının kurulduğu eski şehir meydanına ulaştırıyor. Staromestske Namesti’yi 8 muhteşem kule çevreliyor. Tam ortasında Çek Cumhuriyeti’nin en ünlü ilahiyatçısı Jan Hus’un heykelini göreceksiniz. Meydanda aynı zamanda 2’nci Dünya Savaşı’nda hasar görmüş Eski Belediye Binası (Staromestske Radnice) ile Tyn Kilisesi yer alıyor. Tarihe dokunmanın verdiği keyfi, meydandaki kafe ve publardan birine oturarak perçinleyin, Noel ağaçlarını ve süslerini seyredin. Şehrin farklı noktalarında kurulan Noel pazarlarının en güzeli kesinlikle bu eski şehir meydanındaki. Tezgâhlarda yok yok: Elişleri, Bohemya kristalleri, ahşap kuklalar... Meydanın atmosferi ışıklandırma ve satış tezgâhlarıyla ortaçağ panayırı havasına bürünüyor. Kurulan sahnede Noel temalı konserler, korolar oluyor. Prag’ın bir diğer Noel pazarı da Wenceslas Meydanı’nda. Burada ziyaretçiler hediyelik eşya ve objeler yerine yiyecek ve içeceklere para harcıyor. Noel tatili ‘Vánoce’nin başladığı gün, sokaklarda Çeklerin geleneksel Noel yemeği sazan satılıyor.
Marktplatz’dan tarihikapıya her yer rengârenk
Frig Vadisi, Seyitgazi, Kütahya ve Afyon arasında uzanmış görüntüsüyle bir vadi gibi değil aslında. İlgi merkezi ise Midas Şehri (Yazılıkaya köyü). Eğer gezinize kuzeyde Seyitgazi’den başlayacak olursanız, ilk durağınız 8’inci yüzyılda Bizanslılarla savaşırken şehit düşen kahraman Battal Gazi anısına yaptırılan tepedeki etkileyici cami ve külliyesi olmalı. Etrafındaki medrese, aşevi ve derviş tekkesi daha sonraları Osmanlılar zamanında yapılmış olmalarına rağmen, caminin tarihi Selçuklular zamanına kadar uzanıyor.
KÜMBET’TE HUZUR
Seyitgazi’nin güneyindeki Frig alanı levhalarla gayet güzel işaretlenmiş. Etrafta göreceklerinizin çoğu, tıpkı Kapadokya’da olduğu gibi bölgede yaşayanların kendilerine çeşitli barınaklar yapmak için oydukları devasa kaya kütleleri. Birçoğu isimlerini şekillerinden almış. Doğankale ve Deve Boynu Kale’yi görmek için ana yoldan sapmanıza değecek.
Öte yandan bu alanlar Midas Şehri ile karşılaştırıldığında nedense daha önemsiz görünüyor. Burayı bulabilmek içinse yerel kütüphanenin arkasındaki merdivenlerden çıkın ve sonra o büyük kayanın etrafından sağa dönün. Tam üzerinizde bir Frig yazıtıyla çevrelenmiş, kaya tapınağı göreceksiniz. Frigyalılar Anadolu’ya MÖ 2000’li yıllarda yerleşmiş ama bu mezar çok daha sonraları yapılmış, tarihi MÖ 585 – 550 yıllarına dayanıyor.
Bir araç bulup sessizliği iliklerinize kadar hissedeceğiniz Kümbet’e gidin. Burada Frigyalıların sembolü aslan kabartmalarıyla ünlü Aslanlı Mezarı görebilirsiniz. Güneye, Afyon’a doğru devam ettiğiniz takdirde sessiz ve küçük bir kasaba olan Döğer’e uğrayın, ayırdığınız vakte değecek. Buradaki 15’inci yüzyıl kervansarayının kilitli olması kuvvetle muhtemel. Daha sonra rotanızı Döğer’in hemen güneyine, Üçlerkayası’na çevirin. Kayaya oyulmuş mağaraları ve peribacaları ile mini bir Kapadokya’ya rastlayacaksınız. Çok hoş bir manzaraya sahip Emre Gölü de çok uzakta değil. Eski bir derviş tekkesine ait kalıntıların tepeden baktığı göl, piknik için harika bir yer.
YOLDA KENDİNİZİ KEŞFEDECEKSİNİZ
Rotanızı doğrudan Afyon’a çevirdiğinizde İhsaniye’den geçerek güneye inersiniz, eğer yeterli zamanınız varsa doğu yönündeki Alanyurt’u da ziyaret edin. Aralarında Aslantaş ve Yılantaş’ın da olduğu çok güzel, oymalarla süslenmiş Frig mezarlarını görme şansınız olur. Nihayetinde ise Ayazini’ne varırsınız. Burası bir zamanlar Metropolis’in kayalara oyulmuş yerleşim yeriymiş, etrafta birçok Kapadokya tarzı kaya kilise göreceksiniz.
1) Romantizmi yaşayın
Romantik Yol’da 320 kilometre
Almanya’daki Romantik Yol, ekimde Avrupa’da seyahate çıkılabilecek en güzel rotalardan. Frankfurt’un 120 kilometre güneydoğusundaki Würzburg’den başlıyor. Birbirinden güzel 22 kasabadan, bağlardan, sonbahar renklerini göreceğiniz ormanlardan geçip Avusturya sınırındaki Füssen’de sona eriyor. 320 kilometrelik yolculukta UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki saray ve kiliselere, masalları hatırlatan köylere, şatolara rastlayacaksınız. Almanya’nın en iyi korunmuş ortaçağ şehri Rothenburg ob der Tauber, Romalıların ayak izlerini sürebileceğiniz Augsburg, Füssen’deki Bavyera Alpleri’nin en ünlü şatosu Neuschwanstein’i uzun süre unutamayacaksınız.
Kruvaziyerle Akdeniz
Akdeniz sonbaharda güzelleşir, cehennem sıcakları yerini ekimde ılık, güneşli günlere bırakır. Doğa tekrar yeşerir, şehirler ferahlar. Gemi yolculuklarının popüler rotalarından pek çoğu Akdeniz’dedir. Yüzen tatil köyü niteliğindeki gemilerle, her türlü konforu yaşayıp, bavulunuzu toplamadan şehirler arasında gezinebilirsiniz. Müzeyi andıran sokaklar, farklı mimariler, olağanüstü plajlar sizi bekler. Roma’dan başlayan turlarla Napoli, Dubrovnik, Venedik, Sicilya, Barselona, Cannes ve Floransa’ya gidebilirsiniz. Gene Roma’dan çıkan turlarla Monte Carlo, Palma de Mallorca ve Tunus’a uzanabilirsiniz. Yunan adaları bir başka tercih olabilir.
Zil, şal ve raks
Doğu ile Batı arasındaki kültür köprüsü Endülüs, İspanya’nın bizim kültürümüze benzer izler taşıyan bölgesi. Eski camiler Müslümanlık motifleri muhafaza edilerek kiliseye çevrilmiş, bizde de kullanılan bazı Arapça sözcükler gündelik dile girmiş. Flamenkosuyla meşhur. Folklorik açıdan büyük bir zenginliğe sahip. Bölgenin zarif başkenti Sevilla, geçmişin zenginliğini bugünün şıklığıyla harmanlıyor. Amerika’nın keşif serüveni, kentin içinden geçen Guadalquivir Nehri’nden başlamış. Katedrali, Lonja Binası UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Güzel tapas barları, restoranları Triana bölgesinde. Cordoba, Arap medeniyetinin doruk noktasına ulaştığı 10’uncu yüzyılda 300 camisi, muhteşem sarayları, hamamları ve çok gelişmiş şehir planlamacılığıyla adından söz ettirmiş. Sırtını Sierra Nevada Dağları’na dayayan Granada, Arapların sanat, bilim ticaret şehriyken, Hıristiyanların elinde önemli bir Rönesans şehrine dönüşmüş. Elhamra Sarayı’nın görkemiyle adını duyurmuş.
2) Damağınızı şenlendirin