Her yerin iki yüzü var. Bir görünen, bir de pek görünmeyen arka yüzü.
Örneğin turist olarak gidince Barcelona’nın sevimli olmayan taraflarını görmek kolay değil. Tercih edilen bir şey de değil. Ama Meksikalı yönetmen İnarritu’nun ‘Biutiful’ filmini izlemişseniz, hayatın Barcelona’da da herkese o kadar güzel olmadığını görmüşsünüzdür.
Alaçatı’nın da iki yüzü var mesela. Bir, güzellemelere konu olan popüler yüzü... Pohpohlanan, şişirilen... Bir de yaşayanlarının şikâyetlerine yol açan gürültülü ve pis yüzü. Bu çirkin yüz kendini yaz aylarında gösteriyor, ama pek çok insana illallah dedirtiyor.
Alaçatı ile ilgili bir zamanlar dile getirilen “nitelikli dinlence yeri” hayali, yerini “gürültülü bir eğlence merkezi” gerçeğine bırakmış durumda. Yerel idareye bu konuda iletilen şikâyetler de pek karşılık bulmuyor.
Şikayete gidip tavsiye dinlemeniz de mümkün. 22 yıl önce Alaçatı’ya yerleşmiş ve bu yaz yüksek müzikten şikayetçi olan bir dostuma “evleriniz çok prim yaptı, satın gidin” tavsiyesi bile yapılmış. Pes yani!
Günümüzde teknik olarak gürültüyü makul seviyelere çekmek mümkünken denetleyici merci bu anlayışta... Başka bir “Aya Yorgi vakası”...
Egemen kültür böyle işte! Dönen tekere yaklaşan çomağı bile sevmiyor!
GENCECİK çocukların ölümlerini kutsayarak geldik bugünlere. Yazılmamış yazı, verilmemiş demeç kaldı mı? On binlerce kez “bu son olsun” dedik. Ölenler istatistik oldu, hayat devam etti.
Ne acıdır ki, ölmeyip yaralı kurtulanlar da ihmal edildi. Hayatla boğuşan gaziler kaderlerine terk edildi.
Bu sefer de benzer şeyler yaşanıyor. Ama bünye kaldırmıyor artık. Yıllardır yaralan dur, ardından iyileşir gibi ol, sonra bir daha yaralan. Bir daha, bir daha... Hazmetme kapasitemizin sonu burası.
Ayrıca, partiler üstü bir mesele falan da değil bu. On yıldır iktidarda olan, ekonomideki iyilikleri her fırsatta sahiplenen siyasi irade terör konusundaki kötülükleri de üstlenmek durumunda. Bugün barış on yıl öncekinden daha yakın değil, ne yazık ki...
Neden patinaj yapıyoruz? Sebep öfke siyaseti mi? Kafa karışıklığı mı? Aşırı özgüven ve iddia mı? Yoksa siyasi ikbal hesapları mı var işin içinde?
Dış faktörler de etkendir mutlaka. Bu bölgede oyun hep olmuştur. Olacaktır.
Ortak bir siyasi akıl şart. Barış emek istiyor, özen istiyor, sabır ve kararlılık istiyor. Böyle bir iklimden çok uzağız şu an için. Görüldü ki, ekonominin nispeten iyi gitmesi derin sorunları halletmeye yetmiyor.
Umudumuz Rus annelerin çocukları
Bizdeki binalarda “enerji kullanım yoğunluğu”, yani metrekare başına bir yılda harcanan enerji, dikkat edilen bir değişken değil. Oysa önemli olmalı.
Çünkü enerjiyi dışarıdan ve pahalıya alıyoruz. Bina yalıtımından trafik yoğunluğuna kadar nereden ne tasarruf edebiliyorsak etmeliyiz. Paralar çarçur olmasın diye.
Gelişmiş ülkeler enerji verimliliği için kılı kırk yararken biz ısı yalıtımından bile kaytarıyoruz.
Örneğin; Seattle’da yükselmekte olan Bullitt Center binası dünyanın en yeşil yapısı olmaya aday. Yeşilden kasıt verimli, sürdürülebilir, çevre dostu bir yapı.
Enerji kullanım yoğunluğu rakamı Seattle genelinde 70 iken, bu yapı için 16... Öylesine iddialı yani.
Bu bina yağmur suyunu toplayıp kullanacak. Enerjisini güneşten elde edecek.
İçinde çalışanların yürümesini teşvik edecek şekilde planlandı. Gün ışığı ve temiz hava alacak.
Bazı insanlar nasıl da güzel dost biriktiriyorlar. Sessiz sedasız, emek emek, hakkını vere vere. Hayatta en büyük zenginlik de bu...
Yaşarken belki kendileri bile farkına varmıyorlar o kadar sevildiklerinin. Sonra bir gün ne yazık ki, aniden gelen ölümle beraber anlaşılıyor kurulan bağların sağlamlığı.
Veda için uzaklardan koşup gelenler... Yazarak hoşça kal diyenler... Anıları tazeleyip teselli bulanlar... Sessizce ağlayanlar...
Geçen hafta kaybettiğimiz Bornova Anadolu Lisesi 78 mezunlarından Bülent Önder’i okuldan hayal meyal hatırlıyorum. Sonrasında da bir iki kez karşılaşmışızdır belki.
Lakabı “Maviş”miş. Beklenmedik vefatıyla beraber mezunlardan öyle kuvvetli, öyle duygu yüklü sesler yükseldi ki... “Helal olsun, en büyük sınavdan 10 çekmişsin be Bülent kardeş” dedim içimden.
İşte size 78 mezunlarından Tahsin Yüksel’in şiiri:
Her yerlerden geldiler
2014 yerel seçimlerine daha çok var, ama siyasi partilerde hazırlıklar çoktan başladı. Bu seçimde İzmir yine sembol kent olacağa benzer. AK Parti var gücüyle kaleyi düşürmeye çalışacak. CHP ise, kendinden emin görünüyor.
Seçmen bu kez de “daha iyi hizmet vaadi” ile “yaşam tarzına müdahale” arasında daha önce sergilediği duruşu koruyacak mı?
Yoksa bu kez gevşeyip iktidar adayına şans tanıyacak mı? Sokaktaki havaya bakarsak bu seçim öncekilerden çetin geçecek diyebiliriz.
Daha doğrusu diyebilirdik... AK Parti’de yorgunluk, aymazlık, umursamazlık belirtileri ardı ardına gelmese. Bu gidişle bırakın İzmir’in düşmesini, AK Parti kalelerinden bile kayıplar olabilir.
Uludere’deki bombalamayla başladı sanki bu dağınıklık. O olayın yönetiliş biçimi dehşet vericiydi.
Sonra Urfa cezaevinde 13 mahkûm yanarak öldü. “Vantilatör kavgası” diye geçiştirildi.
Sonra Samsun’daki sel geldi. Orada da kimsenin sorumlu olmadığı anlaşıldı.
ASLINDA bir evin üç dört mekana karşı verdiği bir mücadele değil bu.
Gürültü kirliliği sadece Aya Yorgi’de değil, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemin onlarca koyunda yaşanıyor.
Poyraz esen bir Pazar günü, buyurun Paşalimanı’na, dinleyin.
Şehrin içinde de var bu kirlilik. Herkeste bir müzik telaşı. Her köşede kendine göre bir gürültü.
Bir tarafta yüksek sesli müzik talep eden, iyi harcayan müşteri grubunun yarattığı hareket... Diğer yanda müzikten rahatsız olan koy, sokak, mahalle sakinleri. Çatışma kaçınılmaz.
Çözüm rahatsız olanların sabrını test etmekten geçmiyor. Şikayetçi olanları yok saymak akıllıca ve adil de değil.
İktidar partisini, çoğunluğun isteklerini dayatıyor diye eleştirenler, şimdi “kalabalığız, haklıyız” havasındalar. Ne garip! Direnirsen, itiraz edersen, eleştirirsen suçlamaları da hazır.
15-49!
Altı yedi yıl önce bizim www.onceekmek.com diye bir sitemiz vardı. Hayatımızı yazarak kazanmıyorduk. Ama yazmayı seviyorduk. ‘Önce Ekmek’ için yazmak ayrı bir keyifti.
O zaman için yenilikçi bir adımdı. Bizlere patronsuz medya www.derkenar.com da destek verirdi. Çok önemliydi o destek.
Sonra sitenin her şeyi Ali Türkan’ın zamansız ölümü ile sustuk, dağıldık. Allahtan Derkenar her gün zenginleşerek devam ediyor. Bizim yazılar da hala orada.
Sevgili Nuray Önoğlu’nu öyle tanıdım ben. Nuray hem iyi bir okuyucudur, hem de iyi bir yazar. Kitap tercümesi yapar. Güzel fotoğraflar çeker. Heyecanlıdır, hareketlidir. Dünyanın farkındadır.
Bu gergin ülkede bazı dişliler ise, takır tukur ediyor. İnsanı delirten külüstürlükte... Konular can sıkıcı. Yaz yaz bitmez.
Nereye bakıyorsun? Ne görüyorsun? Neyi, ne kadar yansıtıyorsun?
Sırf yanlışları yazanlar var. Çok rağbet görüyorlar. Muhalif seslere ihtiyaç var.
Yıllardır çözülememiş konular... Çaresiz bırakılmış insanlar... Göz göre göre yaşanmış ve yaşanan felaketler.
Mesele; insanca yaşam meselesi. Gerçekler acı.
Yanlışları görmezden gelip ısrarla iyi şeyler yazanlar da inatçı. Onca kötülüğe rağmen “her şey güzel olacak” diyorlar.