Paylaş
BU bayramda en çok Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’ın kulaklarını çınlattım. Kendisi 1973’te vefat etmiş olsa da “Malina” adlı başyapıtındaki bir saptamasını 2014 Türkiye’sinde sık sık kullanmak durumunda kalıyoruz.
“Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar...”
Bachmann’ın kulaklarını çınlatma nedenim Çeşme Paşalimanı koyunu müziğiyle kirleten, inleten ve öfkelendiren beach club.
Adam memleketin en sakin noktalarından birine gelmiş. Her Allahın günü eğlence adı altında kendi faşizmini koca bir koya dayatıyor.
İşin kötüsü bunlara karşı fazla bir şey de yapamıyorsunuz. Şikayet işe yaramıyor. Denetleme yapılıyorsa da belli ki gevşek tutuluyor.
Ülkenin başka sahillerinde, başka koylarında, hatta yaylalarında bile benzer tacizler var, giderek de artıyor. Her yerde aynı çatışma!
Geçen akşam Ayayorgi tarafından sevgili Serdar Özler’in sesi geldi. “Çalınan müzik müzik olamaz, bu başka bir şey” diyordu. Oradaki eğlence faşizmi yıllardır sürüyor.
Kuşadası’ndan başka bir arkadaşımın internetteki destek çağrısını gördüm. Belli ki, bıçak kemiğe dayanmış.
Marinalarda bile aynı problem var. Bir kıyamettir gidiyor.
Tamam, aceleye gelmiş kalabalık kentlerimiz gürültü kirliliği içinde yüzüyor. Bu kirliliği güzelim koylara, tatil bölgelerine taşıyacak ne var?
Paşalimanı’ndaki müzik koyun havasına da dokusuna da ters. Hadi ben yaşımı aldım. Müzikten anlayan genç arkadaşlara sordum. “Çok kötü” dediler.
“Müşteri böyle istiyor” mazereti de sıktı artık. Müşteri de çevreye saygı duyacak. Hele “ne yani eğlenmeyecek miyiz?” savunması ise, dehşet verici.
“Ne yani ben uyuyamayacak mıyım? Cam açamayacak mıyım? Sohbet edemeyecek miyim?” şeklinde devam eder gider karşı sorular.
Gözler düzenleyici ve denetleyici yerel kurumları arıyor.
Daha ruhsat aşamasında standardını koy... Tesisleri hakkıyla denetle... Ticaret de olsun, gürültü de makul seviye de kalsın. Faşizm de en ücra köşelere kadar inmesin!
O kadar çok ucuz atlatıyoruz ki!
TRAFİK kazaları, boğulmalar, diğer başka duyulan duyulmayan kazalar, pisipisine yaşanan ölümler ve aynen devam edip giden kaotik hayatımız. İhmaller, ihlaller, tehlikeler, tehditler.
Bakarsanız otoyol ve duble yol bol... Ölümlü kazalar bu sayede azaldı deniyor ama...
Üç tarafımız denizlerle çevrili... Sadece bayramda 30’a yakın kişi boğuluyor.
Tanker patlıyor, mermer heykel düşüyor, mutlaka bir şey oluyor ve insanlar ölüp gidiyor.
Aslında polis, jandarma, zabıta, müfettiş devleti sayılırız.
Yıllardır iddia ederim. Bu ülkede potansiyele göre az trafik kazası oluyor diye. Evet, gün içinde trafikte kaç kez “az daha çarpıyordu, az daha çıkıyordu, az daha görmüyordu” dediğinize bir bakın. O kadar çok “ucuz atlatıyoruz ki”!
Hız elbette önemli ama tek belirleyici olmasa gerek. 40-50 km ile giderken de ne tehlikeler yaratanlar var.
Acemiler, sadece yazın araba kullanan yaşlılar, umursamaz gençler, cep telefonlular, şeritleri takmayanlar, sinyal vermeyenler, ışıkta durmayanlar daha neler neler... Sürücü kalitesi yeterli değil bence.
Otomobillerin teknik detaylarına, yolların mimarisine hiç girmeyelim.
Son zamanlarda halk otobüslerinin karıştığı kazalar rastlantı olmasa gerek!
Demek istediğim şu... Soma gibi bir facianın yaşandığı bir ülkede düzenleme ve denetlemeyle ilgili derin sorunlar vardır. Bu da hayatın her alanına yansır!
Paylaş