Pakize Suda

Cımbızın ucundakiler

21 Haziran 2007
BU aralar iyi haberlere ihtiyacımız var. Bir de cımbıza.

Ki kötülerin arasından iyileri çekip çıkarabilelim.

Gerçi iyi haber nedir?

Mesela "Darbenin ucu göründü" dendi mi yüzünde güller açan yok mudur?

Ya da: "Barajı aştık, mazot 1 YTL olacak."

"Bu haber değil ki"
demeyin. Haberdir. Gaipten haber.

Şöyle söyleyeyim, bizi gündemden koparan, içinde ölüm, kan bulunmayan, kahramanlarının hain, hırsız, uğursuz olmadığı haberlere ihtiyacımız var.

Bunun için size mini bir "derleme gazetesi" hazırladım. Gülümseten olayları arka arkaya okumak içinizi açar belki.

Güney Afrika’da yaşayan İngiliz çift, küçükken eve aldıkları dişi su aygırını evcilleştirmişler. Geceleri çiftin yatağında uyuyan su aygırı, evin köpeğiyle de iyi anlaşıyormuş.

Düzenli olarak alkol tüketiminin romatizmal hastalıkları önleyebileceği ortaya çıkmış.

Van kedilerinin evini, yani Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki Van Kedisi Merkezi’ni, bir boya firması ücretsiz boyuyormuş.

ABD’de yaşayan bir köpek ressam olmuş. Günde 5 resim yapabiliyormuş. Eserleri 455 YTL’ye satılıyormuş.

Doğa fotoğrafçısı Cemal Gülas, annesi avcılar tarafından vurulan 3 aylık erkek boz ayıya sahip çıkmış. Ayıyı doğal ortamda büyüten Gülas, geceleri ormanın içine inşa ettiği ahşap evde kalıyormuş.

Türk-Kürt evliliği artıyormuş.

Eskişehir’de, bir fabrikada çıkan yangında işçiler, 9 yavru köpeği yanmaktan kurtarmışlar.

Sadece 24 depo yakıtla dünyanın 25 ülkesini dolaşarak Guinness Dünya Rekoru’na imza atan İngiliz çift, İstanbul trafiğine hayran kalmış.

Ajda Pekkan’a dünya turnesi teklifi gelmiş.

Tokyo’da, hayvanat bahçesinde yaşayan 50 yaşındaki dişi orangutan Gypsy, her sabah düzenli olarak gazete ve dergi okuyormuş.

ÖSS’de bu yıl barajı geçen öğrenci sayısı daha yüksek olacakmış.

Çin Ticaret Bakanı "Harcayacak 500 milyar dolarımız var, bize ne satabilirsiniz?" diye sormuş.

Endonezyalı Jaja Stone, 9 tonluk bir otobüsü cinsel organına bağladığı iple çekmiş.

"Bunun nesi iyi haber" diyeceksiniz.

Demeyin.

Dünyanın bir yerinde bir adam bu kadar güçlü bir penise sahipse, dünyanın başka yerlerinde de (Türkiye’de filan) benzerleri mutlaka vardır. Tabiatta hiçbir şey tek değildir.

E, 24 saat penisinin haliyle ilgili erkeklerin yaşadığı bir toplum için bu umut verici haber değil de nedir, sorarım size?

Duyduğuma göre Jaja arkasına yazdıracakmış..

"Haset etme ne olur, çalış senin de olur."

Ben de ilaveten "Allah’tan umut kesilmez" diyorum.

MIŞ-MUŞ

Çifte sandık artık hayalmiş.O, "bir parmak bal"dı zaten.

Sakarya’nın Geyve ilçesinde 12 çocuk kasap tezgáhında sünnet edilmiş.Buna da şükür "Kıyma makinesinde daha pratik olur" diye de düşünebilirlerdi.

Baykal, "Asker darbe peşinde değil" demiş.Özelkurmay Başkanı.

Nazire Şenlendirici "Deniz’in evini emanetimi geri almak için bastım" demiş.Fakat bir baktı ki Deniz emanete (h)ıyanet etmiş!
Yazının Devamını Oku

Her şey çok kötü olacak!

19 Haziran 2007
ARTIK diyorum ki...<br><br>Ne olacaksa olsun! Beklemekten daha kötüsü olamaz çünkü.

Kendimi bildim bileli bekliyoruz. Hatta bende artık "ömrümüz vefa etmez de göremezsek" endişesi başladı!

Olacaksa olsun, ne mene bir şeymiş görelim!

Hem bunu görmüş geçirmiş ve hálá görmekte olan ülkelerin, hatta ülkemizin bazı bölgelerinin canı yok mu?

Ne yapalım...

Kaderimizse çekeriz.

"İç"li "dış"lı savaş mı çıkacak, ABD bize de mi teşrif edecek...

Ne olacaksa artık...

Korkunun ecele faydası yok!

* * *

Son günlerde gündeme düşen senaryolardan bahsediyorum. Hani şu ABD kaynaklı olanlardan.

Bir kısım medya mensubu, bunun adı üstünde "senaryo" olduğunu söylerken, çoğunluk, hayata geçmesine kesin gözüyle bakarak uyarılarda bulunuyor.

Fakat uyarıp da "şunu yapın" diyen yok.

Bu durumda bize yine babadan kalma tedbirleri çıkarmak düşüyor sandıktan.

Nedir?

Un, yağ, bulgur, makarna stoklamak!

Başka?

Ha, fazla malzeme gerektirmeyen el becerileri edinebiliriz mesela.

Sığınakta sıkılmamak açısından.

Derya Baykal’la aynı sığınağa düşenler yaşadı tabii. Bakmışsınız şarapnelden çamaşır sepeti, boş kovanlardan düğme kutusu yapmışsınız!

* * *

Hoş, uyarılar bize değil elbet.

Siyasilere.

Kimler onlar?

Yeni dönemde, misal Şebnem Kısaparmak, Suna Vidinli.

Ki komplocularla senaryoculara hakikaten geçmiş olsun!

Suna Vidinli’ye Okan Bayülgen’in NTV’deki programında denk geldim... Şöyle söyleyeyim, Suna Vidinli’yle iki saat bir arada olan, artık kendisini toparlayamaz. Değil senaryo yazmak, adını sorana birden cevap veremez. Öyle tepe sersemi eder adamı Suna Vidinli.

Şebnem Kısaparmak deseniz... "Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz!" diye bir kere bağırması yeter. Başka bir şey yapmasına gerek yok. Bakmışsınız komplocular malulen emekli!

Diyeceğim, sürelim bu iki hanımefendiyi komplocuların üzerine!..

Şimdi "Zaten kadın aday kıtlığı var" diye söylenin bana, bu vesileyle ben de kadın milletvekilleri konusundaki fikrimi beyan edeyim. Efendim, ben, Meclis’teki kadınların sayısına takmış olanlardan değilim. Vekillerin üreme organlarından ziyade "düşünme organları"yla ilgiliyim.

Tamamı kadın olabilir ya da tersi, hiç önemli değil. Hani ne derler ana-baba olacaklar... "Kız, erkek fark etmez, hayırlı evlat olsun." Aynen öyle.

* * *

Bu kadar laga luga yeter, konuyu bağlıyorum. Bir: Kendimi bildim bileli, birileri, bu memlekette "Her şey çok kötü olacak" der durur. Evet, kötü günler gördük, görüyoruz da ama onların çizdikleri tablolar hiç gerçekleşmedi çok şükür.

"Ama her şeyin bir ilki vardır" diyeceksiniz...

O halde...

İki: Kurt, kuzuyu yemeyi kafasına koyduysa artık yapacak bir şey yoktur. Büyükanne kılığına bile girer.

Sahiden de sıra bize geldiyse, birileri düğmeye bastıysa, artık siyasilerin de elinden bir şey gelmez. Kimse o birileri, "gözünüzün üstünde kaşınız var" der, yapacaklarını yaparlar. Çok yakın zamanda, yakın çevremizde şahit olduk.

Senaryoların bu defa da filme alınmadan çöpe atılmasını dileyelim.

MIŞ-MUŞ

Baykal, adaylarına "Allah size güç versin" demiş.Allah’ın şu Türklerden çektiği... İş hep O’na düşüyor.

Eski karısına dönen Tuna Kiremitçi, "Artık evlenmeyeceğim" demiş.Kadınlar açısından isabet etmiş olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Babama mektup

17 Haziran 2007
SEVGİLİ Babacığım, Bugün Babalar Günü.

Ama her gün olduğundan daha buruk değil içim. Çünkü sevmezdin sen özel günleri.

Yılbaşı, doğum günü, düğün dernek...

Ufacık da olsa seremoni gerektiren hiçbir günü sevmezdin.

Ablamın nikáhını hatırlıyorum.

Mecburen orada oluşunu...

Arkalarda bir yerde... Sıkıntılı...

Sormak aklıma gelmemişti nedenini ama şimdi biliyorum. Ben de senin gibi oldum çünkü zamanla.

Ben de sevmiyorum, ayarlanmış biraraya gelişleri.

Adeta "Duydunuz zilin sesini" diye başlayan eğlenceleri...

"Seni iyi gördüm", "Zayıflamışsın", "Şişmanlamışsın"dan ibaret konuşmaların yapıldığı davetleri...

Fakat öyle bir iş seçmişiz ki kendimize... İnadına...

Gerçi sizin zamanınızda hal bugünkü hal değildi. Biz adeta açılış manyağı olduk babacığım. Açılış olmadığı gün ödül töreni, ödül töreni olmadığı gün gala var.

Gelen davetiyeleri atmayıp biriktirsek selüloz zehirlenmesinden gidebilir insan.

* * *

Buruk değilim falan diyorum ama, bakma...

Bugün tepeden tırnağa aklımdan geçirmek istiyorum seni.

Çok yakışıklıydın baba, çok.

Arkadaşlarımın bile dikkatini çekerdi.

Gurur duyardım. Kimsenin babasına benzemezdin. Uzun boylu, sarışın ve en önemlisi göbeksiz.

Saçların çok güzeldi. Beyazladığında bile.

Son güne kadar tek tel eksilmedi.

Hele ellerin... O zamanlar çok da farkında değildim aslında bunun. Sonra başka eller gördükçe... Seninki kadar biçimlisine rastlayamadım.

* * *

Biraz sinirliydin yalnız.

Çabuk parlardın.

Çekinirdik senden doğrusu.

Çabuk da sönerdin ama. Kimseye küstüğünü hatırlamıyorum. Öyle surat astığını filan...

Evet çekinirdik senden ama hiç ummadığımız izinler koparmak da pek zor olmazdı. Şaşırırdık nasıl olduğuna ama olurdu işte.

Ne zaman yüzün aklıma gelse, dudağının kenarında sigara...

Red Kit gibi.

"Dudak tiryakisiyim" derdin bizi rahatlatmak için.

Ama ah! O da yetermiş meğer, erkenden alıp götürmeye.

* * *

Türkçe’yi en güzel konuşanlardan biriydin. Hálá senin gibisine az rastlıyorum.

Bizi de düzeltirdin durmadan. Şöyle kapıp koyveremezdik kendimizi, hep Türkçe sınavında gibiydik.

Yazın da çok güzeldi. Hani "Resim gibi" derler ya...

Resim deyince... Yaptığın kara kalem portreler hepimizin duvarlarında. Bazen diyorum ki keşke her şeyi bırakıp sadece resim yapsaydın.

Ama işine áşıktın sen. Hem işine, hem çalıştığın gazeteye.

Hastalandığında, seni tedavi için İstanbul’a getirmek istediğimizde, direndin bize. Çalışarak ölmek istedin. Gazetende.

Ama dinlemedik seni.

Özür dileriz... Senin iyiliğin içindi.

Ama olmadı.

Seni hepimiz çok seviyoruz.

Gel, bugün bir değişiklik yapalım, daha doğrusu izin ver, Babalar Günü’nü kutlayalım.

Babalar Günü’n kutlu olsun babacığım.

MIŞ-MUŞ

8 ayda 300 erkekle eşini aldatan kadın, öğretmen çıkmış.Eşine iyi bir "ders" vermiş.

Asmalı Konak dizisinin devamı çekiliyormuş.Efsane geri dönüyor! Efsaneliğini yıkmaya.

İngiltere’de bir gencin boynunun kırık olduğunu doktorlar 10 yılda fark etmişler.Atatürk, "Beni Türk doktorlarına emanet edin" derken, bu konuda da bir bildiği varmış.
Yazının Devamını Oku

’Hayırlı’ kısmet

16 Haziran 2007
Adama bakıyorsunuz...<br><br>Bir mesleği, bir kariyeri var. Saygın denilebilecek biri gibi görünüyor.

"Sokak serserisi" değil yani.

Aslında bazı sokak serserilerini kimselere değişmem, o ayrı. Fakat yerine ne kullanacağımı bilmediğimden...

Şöyle söyleyeyim o zaman, ilk bakışta kötü not verileceklerden değil.

Hem doktor, hem asker.

Eskilerin "hayırlı kısmet" dediği cinsten.

Kız fazla düşünmeden verilebilir yani.

Nitekim spiker kızcağız da güvenmiş, beğenmiş, herhalde sevmiş de. Evlenmişler.

Sonra...

Sonrası malum.

Spikerin iç çamaşırlı görüntüleri internette dolaşıyor.

Gerçi bunun kocasının başının altından çıktığı iddia şimdilik. Ama bir yandan da kadın, hafızasını kaybetmemiştir herhalde; kimin yanında, ne zaman, ne yaptığını hatırlıyordur diye düşünüyor ve diyor ki insan, "Bazı kişilerin şu dünyada bulunma nedeni, adamı ’adam’ eden özelliklerin iş, güç, meslek, para pul, tip, elbise, kravat gibi şeyler olmadığını cümle áleme göstermek için bir örnek teşkil etmek mi acaba?"

Bu konuya daha çok TRT yönetimini kutlamak için yer verdim bu köşede.

Kadına sahip çıktığı için...

Saçmalayıp da idari soruşturma falan açmadığı için...

Hakikaten kutlanmayı hak etti.

Normali budur gerçi ama alışık olmadığımızdan...

Şimdi sıra spikerin çalışma arkadaşlarında.

Fis kos yapmayacaklar...

Kıs kıs gülmeyecekler.

Adetimizdir, yaparız çünkü. Yüzüne belli etmesek de.

Kendisine de iş düşüyor spikerin. Göğsünü gere gere çıkıp haberleri okuyacak. Bir kadının kocasının ya da sevgilisinin yanında iç çamaşırıyla hatta çıplak gezmesinde bir tuhaflık yok çünkü.

Dikkatinizi çekmiştir... Kadının adını anmadım hiç. Dilim varmadı. Sanki karşı tarafın amacına hizmet etmiş gibi olacaktım. Öyle bir his.

Görüntülere de bakmadım hiç.

Kendimce protesto ediyorum durumu.

O malum tecavüz görüntülerine de bakmamıştım.

Aksi, ahlaksızlarla işbirliği yapmak gibi geliyor.

Keşke siz de bakmasanız.

Yanlış anlamayın, ortada kadınlar açısından utanılacak bir durum olduğundan değil. Hırsızlıktır yapılan şey. O görüntüler çalıntıdır. Neden alıcı olayım?

Son olarak, hadi bizden geçti ama sahi siz kiminle evleneceksiniz kızlar?

Paris tuvalette

Paris Hilton hapishanede hiçbir şey yiyip içmiyormuş.

Tuvalet ihtiyacı doğmasın diye.

Tuvalette fotoğraflarının çekilip basına dağıtılmasından korkuyormuş çünkü.

Haklı korkmakta.

Kocaların bile fırsat kolladığı, hatta fırsat yarattığı şu hayatta...

Üstelik karıları Paris Hilton değilken...

İyi para eder elbet Paris Hilton’un tuvaletteki fotoğrafları.

Basın kapışır.

Zira "Paris Serisi"nde eksik olan bir bu bölüm kaldı...

"Paris Tuvalette"

İnsan haline şükrediyor. Hayatta özgürce çişini yapamamak da var demek.

Aslında sıradan birinin bile, evdeki herkesi, konuyu komşuyu kollaması lazım artık.

Sapıklar ünlü ünsüz ayırmıyor çünkü.

Ve herkes sapık olabiliyor.

Gittikçe ilkelleşiyoruz. Cilalı Taş Devri’ne doğru bir gidiş var.

"Ama teknoloji" diyeceksiniz...

Peki, "İnternetli Taş Devri" olsun o zaman.

MIŞ MUŞ

 Şekeri kesmek on yıl gençleştiriyormuş. Bizim estetik harikalarının nur topu gibi bir yalanı daha oldu... "Sebze yedim", "Pozitif düşündüm", "Krem sürdüm", "Şekeri kestim."

 Konya Ovası kurumuş. "Siz sağ ben selamet" diyeceğim ama onun yerine helalleşsek daha iyi olacak galiba.

 Güney Kore’de "yaşı biraz geçkin ve kısa boylu" kızını evlendirmek için gazeteye ilan veren milyoner babaya 4 günde 200 damat adayı başvurmuş. O şimdi servi boylu bir taze.

 İngiltere’de ünlü bir hakim teşhirci çıkmış. Doktor hastalanmaz diye bir şey var mı?
Yazının Devamını Oku

Şahane beton manzaralı evler

14 Haziran 2007
"DÜZENLEME çalışması."<br><br>Mana olarak baktığınızda harika bir şey. Düzenlenmemiş yer kalmasın elbet.

Nitekim büyüğüyle, küçüğüyle belediyeler canla başla çalışıyorlar eksik olmasınlar!

Çalışıyorlar da...

"Vermeyince Mábud, ne yapsın Mahmut?"

Ya da...

"Adım Hıdır, elimden gelen budur."

Bu sebeple "Burada düzenleme çalışması yapılıyor" dediler mi başımıza felaketin en büyüğü gelmiş gibi üzülürüm.

Çünkü bilirim ki ya ağaçları kesip beton, ya parke taşları söküp asfalt dökeceklerdir.

Kötülüklerinden değil...

Keşke ondan olsa... Kötü adamı indirir, yerine iyisini koyarsınız. Oysa kim gelirse gelsin... Bugüne kadar anladığım şudur ki Hıdır bütün yöneticilerin göbek adıdır.

* * *

Geçen gün baktım Bebek sahilinde düzenleme var.

Kaldırım düzenlemesi.

Bebek ile Aşiyan arasındaki kaldırım genişletiliyor.

Bilin bakalım nasıl?

Boğaz’a kazık çakıp üstüne beton dökmek suretiyle.

Yani kaldırım genişlerken Boğaz daralıyor.

Bugün Bebek, yarın Kandilli derken, bir bakmışsınız Panama Kanalı kadar kalmış Boğaz.

"Yok artık!" demeyin, ileride olacağı budur. Gelecek olan kuşaklar neticede bizim torunlarımızdır. Elma ağacının şeftali verecek hali yok.

Yakın zamanda İstiklal Caddesi ile Balık Pazarı’nı da düzenlediler, gördük. Bir daha da göresimiz yok.

Geçenlerde Gila Benmayor köşesinde yazdı, Adalar’da da kıyı düzenlemesi yapılıyormuş. Parke taşları söküp asfalt döküyorlarmış.

Hizmette yarışıyorlar!

Kim daha çok beton ve asfalt dökecek!

Her yer parke taşı olsun demiyoruz elbet. Hepsinin yeri ayrı. Önemli olan bunun bilinmesi.

* * *

Aslında durumdan rahatsız olan da pek az. Estetik anlayışı konusunda tencereyle kapak gibiyiz yöneticilerle. Zaten onlar da yerden bitmediler, aramızdan çıktılar.

Kısaca, "Bu milletin betonla bir gönül ilişkisi var" diyebiliriz.

Beton manzaralı evler yapmayı akıl edecek müteahhidin paraya para demeyeceğini düşünüyorum.

Nereden kanaat getirdilerse Türklerin yeşili sevdiğine... Ha bire yeşillikler vaat eden siteler dikiyorlar. Oysa havaalanı büyüklüğünde dökecekler betonu... Kenarına konduracaklar siteyi...

"Şahane beton manzaralı daireler."

Kapış kapış gitmezse ne olayım.

Fakat zaten durum az çok bu. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde "şahane beton manzarası" bizi bekliyor.

MIŞ-MUŞ

İleri yaşta çocuk sahibi olmak artık hayal değilmiş.

Çocuğu küçük yaşında öksüz bırakıp gitmek de artık kötü bir rüya değil.

ABD Başkanı, Arnavutluk gezisinde saatini kaptırmış.

Dünya ona kolunu kaptırdı, buna ne diyeceğiz?

Ödüllük fotoğraf

TAM yazıyı gazeteye göndermek üzereydim ki bir fotoğraf gördüm.

Radikal’de (13 Haziran).

Başbakan, yeni parti binasının önünde, aynı anda hem ileri hem geri doğru yürüyordu. Demek eklem yapısıyla kafa yapısı birbirine denk Başbakan’ımızın!

Bence ödüllük bu fotoğraf. Serdar Özsoy’u kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

Kan anonsu

12 Haziran 2007
RÖPORTAJ yaptığım dönemde konuştuğum herkesi sevip de dönerdim. Kim olursa olsun... Son zamanlarda okuduğum bütün röportajlar aynı etkiyi yapar oldu. Kimse içini döken, seviveriyorum. En son Nazlı Ilıcak’ı sevdim.

Hatta sevmekle kalmadım, hemen o anda gazeteyi elimden bırakıp kapısına gitmek, bunu ona söylemek istedim.

Gerçi mücadeleci yanını zaten takdir ediyordum. Senelerdir devamlı bir şeyleri savunur olmasını... Fakat neyi savunduğu da önemliydi benim için. Bu sebeple kendisine pek de yakınlık duyduğum söylenemezdi doğrusu.

Ama...

Biri "Ben de sevilmek istiyorum" dedi mi artık... Benim bittiğim andır. Düşmanım olsun isterse.

Karşımda belli ki yalnız bir kadın var. Ömrü boyunca birileri için parçalanmış ama o birileri bile yok yanında. Nereden baksanız acıklı bir durum.

Sahi bir zamanlar Demirel’le baba-kız gibiydiler... Ne zaman ne oldu da ipler koptu? Yazılmış çizilmiştir mutlaka ama atlamışım galiba. Ya da hatırlamıyorum.

Bir fikri savunurken bunu illa ki kişiler üzerinden yapmak mı acaba yanlış olan?

Kişilerle günün birinde ters düşmek kaçınılmaz bir durum çünkü. Sonra yeniden başka biri, başka biri... Ve yalnızlık.

En son, Tayyip Erdoğan listeye almayarak dışladı Nazlı Ilıcak’ı.

Ilıcak’ın "Haddinden fazla AKP’li" olmasından rahatsızlık duymuş olabilir mi?

"Koyu taraftar" olmak insanı kör, hoşgörüsüz, saldırgan, biraz hastalıklı ve sevimsiz biri haline getiriyor. İşin kötüsü savunduğunuz her kimse onu da sevimsiz yapıyorsunuz beraberinizde. Hatta mücadelesini verdiğiniz düşüncenin içini boşaltmış bile oluyorsunuz istemeden.

"Kaş yapayım derken göz çıkarma" durumu.

Ben bir hayvanseverim mesela. Sokak hayvanlarını doyurmak, tedavi ettirmek, korumak kollamakla geçiyor ömrüm. Fakat toplaşıp bağırıp çağıran, ona buna saldıran hayvanseverlerle bir araya gelmiyorum. Çünkü bunun hayvanlara bir faydası dokunmuyor. Hatta ikna etmek istediğiniz kişiler üzerinde ters etki yaratarak zarar vermiş oluyorsunuz dostlarınıza.

Bilmem anlatabildim mi?

Saldırgan bir temsilci istememiş olabilir Erdoğan da.

İtidalli insanların daha inandırıcı olduğunu Erdoğan da biliyordur elbet.

Belki de kendisinin birtakım hesaplarla çok açık seçik ifade etmediği şeyleri başka birinin ha bire ulu orta bağıra bağıra söylemesinden hazzetmemiştir.

Ne olursa olsun...

Değil mi ki "Tanısalar insanlar, sevebilirler beni" dedi Nazlı Ilıcak.

Bu benim için kan anonsu gibi bir şey. Hani aklınıza gelmez ya kan vereceğiniz kişinin dünya görüşünü falan sormak...

MIŞ-MUŞ

Diana ölmeseymiş İslam’ı seçecekmiş.Yine mi Diana? "Ölümsüzlük" dedikleri bu olmalı!

Uzmanlara göre her sevişme dünyanın hareketini hızlandırıyormuş.Bakmışsınız genelevlerin kapısında "Dünya İvme Merkezi" yazıyor.

Süt dişinden kök hücre elde edilmiş.Siz ne olur ne olmaz çocuğun kakalı bezlerini de saklayın!
Yazının Devamını Oku

1 Nisan

11 Haziran 2007
Türkiye daimi olarak 1 Nisan’ı yaşıyor.<br><br>Gazeteleri açıyorum. Her şey şaka gibi.

Yok, parti değiştiren milletvekillerini kastetmiyorum.

Onlara alıştık.

Gerçi hiç bu kadar "keskin viraj" almamışlardı ama hiç de görmediğimiz şey değil. Hatta durum için "Bir Türkiye klasiği" de diyebiliriz.

Şaka gibi olan, Mesut Yılmaz’ın DP için, yani DYP için oy istemesi mesela.

Mesut Yılmaz’ın Çiller’li DYP karşısındaki hallerini düşünün bir...

Sonra Demirel...

Resmen CHP’yi işaret ediyor.

1980 öncesini hatırlayın... Cenazelerde karşılaşır selamlaşmazlardı Demirel’le Ecevit.

İki dünya biraraya gelir, CHP’yle AP biraraya gelmezdi.

Demek dünyada olmayacak şey yok.

***

Hadi siyaseti bir kenara bırakalım, "Sanat" dünyasına geçelim.

Üç-beş ay öncesi hepimizin aklında.

İlker İnanoğlu ile Yeşim Salkım çiftinin Güzide Duran’la nasıl itişip kakıştıkları...

Nasıl yek vücut idi karı-koca, hatırlarsınız.

O günden bugüne gündemden kopmuş birine şimdi gösterseniz gazeteleri... İki kadının yer değiştirmiş olmasına katiyen ihtimal vermez, beyin damarlarının tıkanmış olduğu şüphesiyle doktora koşar.

"Gün olur devran döner" demişler.

Döner elbet.

Döner de...

Bizdeki gibi 180 derecelik dönüşlere dünyanın hiçbir yerinde rastlanmıyordur herhalde.

Hakikaten her şey şaka gibi.

Dedim ya...

"1 Nisan"a sabitlendik.
Yazının Devamını Oku

Filmden öte

10 Haziran 2007
ARİF, anahtarıyla kapıyı açtı, eve girdi.<br><br>Gözleri görmüyordu Arif’in. Evi dinledi, banyodan su sesi geliyordu. Hatice duşta olmalıydı. Arif’le Hatice on üç yıl önce evlenmişlerdi. On dört yaş küçüktü karısı kendisinden. Evlendiklerinde Hatice’nin o sırada 2 yaşında olan kızını da nüfusuna geçirmişti Arif.

Banyoya doğru yürürken karısının kendisine seslendiğini duydu. Hatice, sırtını keselemesini istiyordu. Demek geldiğini duymuştu.

Tam banyoya gireceği sırada yanından birisinin geçtiğini hissetti. Kim olabilir diye düşündü... Hatice’ye sordu, "Çocuklardan biridir" dedi Hatice.

Çocuklara seslendi, cevap alamadı.

İçine bir kurt düştü. Son zamanlarda zaten şüpheleniyordu karısından. Hatice garip şeyler yapıyordu. Mesela gün boyu çay içmeye zorluyordu onu. Çay ereksiyona sebep oluyordu Arif’te. Çok sık sevişir olmuşlardı.

Hatice memnun görünüyordu bu durumdan. Fakat Arif... Çay aynı zamanda çarpıntıya neden oluyordu Arif’te. 56 yaşındaydı. Korkuyordu. Kalbinin dayanamayacağını düşünüyordu. Karısı bunu bilerek yapıyor olmalıydı. Evet evet... Hatice onu öldürmeye niyetliydi.

Bunları düşündü karısının sırtını keselerken. Sonra birden Hatice’nin boğazına sarılmış halde buldu kendini.

O sırada eline keskin bir şey değdi.

Bir satırdı bu!

Demek Hatice çay içirip sevişerek öldüremeyeceğini anlayınca satırla doğramaya karar vermişti onu!

Arif satırı karısının elinden kaptı ve...

* * *

Bu nedir dersiniz?

Bir üçüncü sayfa haberi.

Olay tamı tamına böyle. Sadece dille oynadım.

Aslında kitaba para ayıramayanlar ya da uzun uzun tasvirler, benzetmeler okumaya sabrı olmayanlar için biçilmiş kaftan gazetelerin üçüncü sayfaları. Cinayet romanı sevenler için tabii.

Her gün 30 Ykr.’a en az üç tane yukarıdakine benzer hikáye okuyabilirsiniz. Her birinde aşk, ihanet, cinayet, ensest, şiddet, dehşet, vahşet, erotizm, hepsi var.

Romanlarda bu kadarını bulamayabilirsiniz. İnandırıcı olmaz diye düşünecektir çünkü yazar. Hele dizilerde hiç rastlayamazsınız. En fazla entrika vardır oralarda. RTÜK izin vermez daha çoğuna.

Zaten seyirci de kaldıramaz. Öyle küvette satırla doğramalara falan... Galeyana gelip sokaklara dökülür vallahi.

Dökülür de... Bir yandan da galiba Türkiye’de satırsız ev az. Kül tablası, bardak, koltuk gibi olmazsa olmaz gibi bir şey galiba bazı evler için.

Benim üçüncü sayfa haberlerinden çıkardığım bu.

Satır bir sosyal sınıfın sembolü adeta.

Toplumun profiliyle ilgili araştırmalar falan yapılıyor hani... Satır da bir veri olarak kabul edilmeli bence. Ya da başka verilerle ilişkilendirilmeli mutlaka.

MIŞ-MUŞ

Angelina Jolie, Brad Pitt’le banyoda çıplak bir şekilde derin ve anlamlı sohbetler yaptıklarını söylemiş."Derin ve anlamlı" kısmını anladık da sohbet neyin nesi?

Küba Çevre Ajansı’nın kadın başkanı, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’yi "Bizde ádet böyle" deyip öpmüş.Yemeyenin malını yerler!
Yazının Devamını Oku