5 Şubat 2008
TANINMIŞ bir işadamı ve onun eşi hanımefendi...<br><br>15 yılın sonunda evlilikleri bitme noktasına gelmiş, mahkemelik olmuşlar. Gerçek sebep nedir bilinmez fakat basına yansıyanı ve eş durumundaki hanımefendinin iddiası, "öteki kadın"ın varlığı.
Buraya kadar her şey normal bana göre.
Birincisi, nihayetinde bir yabancıya ayrılmış 15 yıl az değil şu kısacık ömürde.
İkincisi, ilerideki kuşaklara bu devir insanını anlatmak icap ettiğinde, en uygun, en kısa, en net tarifin "Her şeyden çok çabuk sıkılırlardı" demek olacağını da hesaba katarsak...
E, "öteki kadın" deseniz, o artık neredeyse evliliklerin olmazsa olmazı.
Dediğim gibi buraya kadar bir tuhaflık yok. Aslında bundan sonrasında da yok. Benim gibi birkaç "karı boşamanın kolay geldiği bekár" dışında herkes için hadise normal seyrinde devam ediyor.
Bakın mesela söz konusu hanımefendi, eşi ve de ünlü bir haber spikeri olan "öteki kadın" için neler söylüyor...
"O daha çoook bekler."
"Kocam şu anda bir devre geçiriyor."
Nasıl? Tam bir "klasik" değil mi?
Sonra, "Benim için en önemli şey kızımın ruhsal sağlığı. Bu yüzden önümdeki süreci kullanmayı düşünüyorum" diyor.
"Bir bakarsınız her şey eski haline dönmüş. Olmayacak dediğiniz bir bakmışsınız olmuş" diyor...
"Evli bir adamla birlikte olan kadına toplumda yuva bozan kadın mı, metres mi diyorlar bilemiyorum" diyor.
"Boşanmayı kesinlikle düşünmüyorum" diyor...
"Bu dava yıllarca sürecek" diyor...
"Biz görüşmeye devam ediyoruz" diyor...
Diyor da diyor.
Yalnız o değil, hemen hemen bütün aldatılan kadınlar benzer şeyler söylüyor.
Onlar söylüyor, biz yazıyoruz. Yıllardır.
"Sizi istemeyeni siz de istemeyin" diyoruz...
"Onu cezalandırırken kendi hayatınızı da mahvediyorsunuz" diyoruz...
"Sizin yaptığınız ’ev yansın fareler de yansın’ saçmalığıdır" diyoruz...
"Kimin kimi ayarttığı ayrıntıdır, kocanız gitmiştir, önemli olan budur" diyoruz...
"Geri dönse her şey eskisi gibi olacak mı?" diyoruz...
"Yıllarca mahkemede hesaplaşıp duran ana-baba, çocuklarınız için, boşanmış ana-babadan daha mı az yaralayıcıdır?" diyoruz...
"Siz de çok geç olmadan kendinize yeni bir yol çizin" diyoruz...
Fakat ben artık demiyorum.
Vazgeçtim.
Çünkü anladım ki yaptığımız "abesle iştigal"dir.
Anladım ki aldatılan bir kadından mantıklı davranışlar beklemek, bir kedinin insan gibi konuşmasını ya da ne bileyim ağacın kökünün tepede, dallarının toprağın altında olmasını beklemek gibi bir şeydir.
Vazgeçtim ben. Bırakıyorum, dağınık kalsın!
MIŞ-MUŞ
Erdoğan, Baykal’a "Sen dinden ne anlarsın" demiş.
Baykal’ı bilmeyiz ama sizin ne anladığınızı gördük hepimiz.
Çipura ve lüfer 2050 yılında bitecekmiş.
Bizim gibi millete söylenir mi bu? Stok yapacağız diye yarın kökünü kuruturlar vallahi!
İnsanlar için ısmarlama yedek parça dönemi başlamış.
Hediye paketi de yaparlar mı acaba? Hani olur ya beyin gönderesi gelir insanın birilerine...
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2008
TÜRBAN konusunda gelinen son noktadan kim memnun? Türbanıyla üniversiteye girmek isteyen öğrenciler?
Hayır.
Türban yasaktı, yine yasak. Hem de resmen.
Laikler?
Hayır.
Felakete doğru bir adım daha atıldı...
Laik Cumhuriyet yara aldı.
Şimdi başını örtmeyen öğrenci baskı görecek.
Başını örtmeyen ama demokrasi adına kılık kıyafetin serbest olmasını isteyenler?
Hayır.
Tamam başını açma zorunluluğu kalktı ama yerine "başörtüsü" zorunluluğu geldi.
Başı örtülü olduğu için üniversiteye gidemeyen öğrencilerin aileleri?
Hayır.
Onların aslında kaçı kızını okutmak istiyordu?
Yasak sağlam bir bahaneydi.
Kışkırtıcılar?
Hayır.
Aniden sudan çıkmış balığa döndüler.
Yeni duruma göre yeniden "yapılanacaklar" mecburen.
Modacılar?
Hayır.
Türban estetik açıdan daha şıktı.
Abiye bile olabiliyordu icabında.
Düzenlemeyi gerçekleştirenler?
Hayır.
Hiçbir tarafı memnun edemediklerinin farkındalar herhalde. Bir "ucube" yarattıklarının.
Üniversitelerde huzur olacak mı?
Hayır.
Büyük ihtimalle kapılarda "biçim" tartışması yaşanacak.
Yeni düzenlemeyi sindiremeyenler asabileşecek. Nitekim ayaklandılar.
Türban, "çene altın"a dönüşünce simge olmaktan çıkacak mı?
Hayır.
Askerin üniformasının ceketi önden değil de arkadan düğmeli olsa mesela... Asker, asker olmaktan çıkar mı?
Veya Tayyip Erdoğan bıyıklarını kesse başka biri mi olur?
Tartışmalar bitecek mi?
Hayır.
Artacak hatta.
İlk günden attı bile.
Mesele "arapsaçı"na döndü zira.
MIŞ-MUŞ
Almanya’da yapılan araştırmada ev ödevinin çocuğa faydası olmadığı ortaya çıkmış.Fakat ana-babalara bayağı faydası var.
Papa, insan klonlamaya ve kadının erkeğe ihtiyaç duymadan çocuk sahibi olmasına imkán tanıyabilecek çalışmalara kızmış.Diyanet İşleri Başkanı 16. Benedikt!
Ağlatmayan soğan üretilmiş.Anılara gömülmemiş hiçbir şey kalmayacak mı şu hayatta?
Manken Ece Gürsel, 2009’da evleniyormuş.
Ay lütfen sorun, çocuk da düşünüyorlar mıymış?
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2008
Hatırla Sevgili...<br><br>Dizilerin iyilerinden hakikaten. Fakat keşke Deniz Gezmiş’lere hiç ilişilmeseydi diye de düşünüyor insan. Nasıl söyleyeyim... Hafızalardakiyle örtüşmüyorlar pek. İnşallah başarısız bir aktarımdı. Aksi halde bir kuşak için büyük hayal kırıklığı!
*
Sinema sanatçısı Charlize Theron’un Budapeşte’yi Türkiye’nin başkenti yapmasından sonra ünlü ekonomist Stephen Roach, Türkiye ile Macaristan’ın başbakanlarını karıştırdı.
İyi oldu bir bakıma.
"Herkes bize düşman" diyenler için.
Ne düşmanlığı, daha bizi tanımıyorlar bile!
*
Bazen kendimi gökyüzüne ışınlıyorum. Oradan aşağı bakıyorum.
İnsanlar küçücük. Karınca gibi.
Bir yerden bir yere gidiyorlar durmadan. Böyle uzaktan bakınca "Ne bu telaş!" diye seslenesi geliyor insanın.
Fakat biliyorum tabii... Önemli işleri var! Çok önemli!
Mesela şuradaki bıyıklı karıncalar "Baş çene altından bağlanarak örtülsün" diyorlar birbirlerine. (Karıncaları tenzih ederim)
Böyle uzaktan bakınca "Çok komiksiniz" diye bağırmak istiyor insan.
*
Annemle babam, öğretmenlerim, cumhurbaşkanları, başbakanlar derken "güzelliğiyle fazlaca meşgul kadınlar"ın da sevişmedikleri kanaatine varmış bulunuyorum.
Ama bu defa "konduramamak" değil sebep.
İhtimal verememek.
Mutlaka sakındıkları, kolladıkları bir yerleri vardır mesela... Tedirgindirler.
Sonra nasıl göründükleri asla akıllarından çıkmadığı için kapıp koyuveremezler de kendilerini.
En azından ertesi gün yüzlerinin yorgun görünmesinden endişeyle sevişmezler.
Ama ne gariptir ki bir yandan da "en sevişilmek istenen kadın" olma yolunda harcarlar bütün zamanlarını.
*
Genç kız karşısındaki erkeğe kırkbeş dakikada tam sekiz defa "Yakışmış mı?" diye sordu.
Saçları için üç, güneş gözlüğü için iki, kazağı için bir, en son herhalde yeni aldığı ve ilk defa giydiği kabanı için iki defa olmak üzere.
Her defasında olumlu cevap aldı.
Fakat ileride kızın işi zor. Yani bu "merak" böyle sürerse.
Yok, "kocalar doğruyu söyler" demiyorum. Duymazlar ki. Daha doğrusu bu soruyu soracak ortam olmaz. Belki de evliliklerin, ilişkilerin bitmesinin en önemli nedeni budur. Kadın "Yakışmış mı?" diye soramamanın sıkıntısını yaşar, sonrası çorap söküğü gibi gelir.
*
Ergenekon soruşturması...
Dağlıca muamması...
Türban...
Kürt sorunu...
Türkiye bunlarla çalkalanırken İstanbul Bağcılar’da adamın biri, üst kat komşusunu, balkondaki halı nedeniyle girdiği tartışma sonunda tabancayla vurarak öldürdü.
Adamın hali Orhan Veli’nin ünlü şiirindeki "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna" olan kadının başka bir "versiyonu."
*
Cehaletimi mazur görün...
Demokrasinin olduğu bütün ülkelerde, insanların nasıl giyinmesi gerektiği bizdeki gibi Anayasa’da mı belirtilir?
Anayasalar böyle "Sıkıyönetim bildirisi" gibi midir oralarda da?
*
Neşe Düzel Taraf’ta Murat Belge’ye soruyor: Türkiye’de milliyetçilik yaygın mı?
Cevap veriyor Belge: Bu topraklarda milliyetçilikten çok asap bozukluğu yaygın.
Bittim ben bu tespite, siz de duyun istedim.
MIŞ MUŞ
Sibel Can, Miami’de kapkaça uğramış.Memleket hasreti çekmemiştir.
Türkler en mutsuz dönemi 45’ine gelince yaşıyormuş.Hayallerin yerini anılar alınca yani.
Boş oturanlar daha hızlı yaşlanıyormuş.Patron uydurması olmasın bu?
12 yaşında kız 8.5 aylık hamileymiş. Sigaraya başlama yaşı 10’a düşmüş.
E, bu devirde hálá bizim kuşak gibi annesinin rujunu sürecek, babasının tıraş bıçağını deneyecek halleri yoktu!
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2008
KÜTAHYA’da dokuz cana mal olan tren kazasından sonra TCDD Genel Müdürü Karaman "Allah bir daha göstermesin" dedi. Amin!
Gerçi bunun üstüne birkaç ufak kaza haberi daha geldi ama Karaman onları "Artçı kaza" olarak değerlendirir belki!
Ben bir "trensever"im.
"Biner misin sık sık?" derseniz, hayır.
Öküz misali seyretmeyi severim.
Ağaçların arasından süzülüp gitmesine, bir görünüp bir kaybolmasına bayılırım.
Hüzünlü, romantik, şiirsel gelir bana trenler.
Sahi neden?
Baktığınızda demir yığını neticede. Fakat işte romantizmle örtüşen bir yanı var.
Filmciler sebep olmuş olabilir buna.
Mesela ne zaman yüreklere işleyecek bir ayrılık sahnesi çekecek olsalar kahramanı mutlaka trene bindirirler. Sevgiliyi de istasyona koyarlar. Tren hareket eder, kadın trenin yanı sıra koşar, koşar, koşar...
Taksinin arkasından koşsa kadın...
Olmaz demek!
Hakikaten kendimi yokluyorum, o kadar etkilenmem.
Veya "Yazmışsın iki satır mektup/Vermişsin otobüse halimi unutup" deseydi diyen... Bu kadar yana yana söylenip dinlenir miydi o türkü?
Ben size diyorum, trenin gönüllere dokunan bir tarafı var.
* * *
Fakat aynı filmcilerin tren istasyonlarına trene yaklaştıkları gibi yaklaşmadıklarının bilmem siz de farkında mısınız?
Bana göre Türkiye’nin en güzel, en sevimli yapılarıdır istasyon binaları. Ama bakıyorum filmcilere değişik ilhamlar veriyor.
Mesela "Film bir tren istasyonunda geçiyor" dediler mi biliyorum ki istasyon şefi ya sapıktır, ya katil. Zaten o ücra kasabaya da peşindeki adamlardan kaçıp gelmiştir, falan filan.
Şimdi bir "ilham kaynağı" daha çıktı ortaya.
Conta!
Katil conta!
Ve dolayısıyla ölüme uğurlanan sevgililer.
Filmin adıysa "Karaman Ekspresi".
* * *
Dört senelik görev süresinde üç büyük kaza.
Tarihe geçmenin iyisi kötüsü olmaz!
Belki böyle avunuyorlardır.
Bense yollara çıkıp bakmak istiyorum, "Acaba bunların altında ray mı yok?" diye.
Her şey beklenir.
MIŞ-MUŞ
Başörtüsünün çene altında bağlanmasına karar verilmiş.
Bunca kıyamet bunaymış meğer... "Bağcık nerede olsun?"
"Çene altı" tarifi birçok bağlama biçimini kapsadığı için tartışma başlamış.
Anlayacağınız bir değişikliğe ihtiyacımız vardı onu gerçekleştirdiler. Gitti "türban", geldi "çene altı."
Erdoğan türban yasağıyla ilgili yeni düzenlemeler için teminat vermiş: Üniversiteyle sınırlı olacak.
Bakmışsınız ilkokulların kapısında "İlköğretim Üniversitesi" yazıyor.
Baykal "Yeni bir peygamber mi geldi?" diye sormuş.
"Teveccühünüz" diye ortaya çıkanlar olabilir.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2008
Kadın babasından, abisinden, kocasından dayak yiyor.<br><br>Kadın babasına, abisine, kocasına hesap veriyor. Kadını çocukları bile tepe tepe kullanıyor.
Kadın, evin hizmetlisi olarak görülüyor.
Kadın, kocasından izin almadan annesine bile gidemiyor.
Kadın taciz ediliyor.
Kadın tecavüze uğruyor.
Kadının üstüne kuma getiriliyor.
Kadın, kocasının ailesine de hizmet ediyor.
Kadın törelere kurban gidiyor.
Kadın zorla evlendiriliyor.
Kadın istediği kadar özgür olsun hiçbir zaman bir erkek kadar özgür olamıyor.
Kadının namusu hemencecik "lekeleniyor."
Kadın bazı yörelerde mirastan pay alamıyor.
Kadın, erkek çocuk "doğuramadığı" için suçlanıyor.
Kadın evlenmeden sevişemiyor.
Kadın tarlada çalışıyor, sırtında yük taşıyor.
Kadın 12 çocuk doğuruyor.
Kadın daima göz hapsinde tutuluyor.
Kadının bu dünyada bulunma nedeninin erkeği "rahatlatmak" olduğu düşünülüyor.
Kadın okutulmamış oluyor.
Kadının başarısı çok tuhaf, hiç beklenmedik, olmayacak bir şeymiş gibi görüldüğünden, başarılı kadınlar "kedi yakalamış fare" gibi şaşkınlıkla karşılanıyor. Siz hiç "başarılı erkekler" diye bir sunuma rastladınız mı basında, şurada burada?
Kadın "kadınlık görevi"ni yapmak zorunda oluyor.
Kadına şeytan gözüyle bakılıyor.
Kadın bekáret kontrolüne götürülüyor.
Kadın "mahallenin namusu" oluyor.
Kadın çalıştırılmıyor.
Daha böyle onlarcası sayılabilir.
Şimdi sorarım size, kadının başı açık olsa ne olur, kapalı olsa ne olur?
MIŞ-MUŞ
Horlayan her üç erkekten ikisinin erkeklik hormonu azalıyormuş.
Esas kötüsü, horlayan her üç erkeğin yanında yatan üç kadının da kadınlık hormonları dumura uğruyor!
ABD’de başına yıldırım düşen adam ölmemiş.
Adam aslen Türk olabilir!
Diyanet "Ödünç sperm zinadır" demiş.
"ÖDÜNÇ sperm!"
Yani döllenmeden sonra sperm sahibine geri veriliyor öyle mi?
Bu Türkçe için Diyanet’i mi, yoksa haberci arkadaşları mı tebrik edeceğiz?
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2008
AKLIMDAN bir sürü şey geçiyor...<br><br>Birbiriyle çelişen... Birbirini çürüten...
Bu mevzuda kafam karışık kısacası.
Ha, şu ikisini net olarak biliyorum ama:
Bir: Başımı örtmek istemiyorum.
İki: Kimsenin kılık kıyafetine karışılmasını istemiyorum.
Yani kim neresini örtmek isterse örtsün, ben neremi açmak istersem açayım, birbirimize karışmayalım, devlet hiçbirimize karışmasın!
Bu kadar!
Fakat başkaları için "bu kadar" değil elbet. Yıllardır sürdüğüne göre bu mesele... Bundan ötesini hedefleyenler var, bundan ötesinden korkanlar var...
Ve bu konuda yazılmış onyüzmilyon yazı var. Kafam bunun için karışık ya zaten!
Şimdi mesela o yazıların bazılarında iddia edildiği gibi, başörtüsü serbest olursa, başını örtenlerin sayısında büyük bir artış olur mu hakikaten?
Yani aslında Türk kadını başını örtmek için yanıp tutuşmakta fakat yasak olduğundan örtememektedir öyle mi?
İş bu noktaya geldiyse bırakın örtsün zaten!
Zulada bekliyorsa başörtüler...
Bugün olmazsa yarın örtünmenin bir yolunu bulacaktır.
Yasak, yasak... Nereye kadar?
Daha doğrusu, yasağın sürmesi mücadelesi kimin için veriliyor?
Yani kadınlar dört gözle yasağın kalkmasını bekliyorlarsa...
Yok, dört gözle bekleyen falan yoksa, o zaman yasak kalkar kalkmaz neden hürya başörtüsüne koşsun herkes?
Siyasi simge meselesi...
Başörtüsü siyasi simgeyse eğer, demek ki gelip geçicidir!
Öyle ya... Parka da siyasi simgeydi bir zamanlar. Nerede şimdi? Giyen kaldı mı?
Hem siyasi simgeyse yasak kalkmayacak demektir!
Aksi halde meraklıları neyin üzerinden siyaset yapacak?
Bir "hazine" tükenmiş olacak.
Oysa benim bu topraklarda göre göre öğrendiklerimden biri de şudur: "İdealler hiçbir şeydir", "İstismar" her şeydir!
* Peki kadınları ilgilendiren bir meselenin üzerinde erkeklerin bu kadar duruyor olmasına ne demeli?
Bu yola baş koymalarına?
Gözlerimiz yaşarıyor vallahi!
Bu ne "alicenaplık"tır arkadaşlar!
Memlekette onca bağıran insan varken...
Bir yığın problem...
Bir sürü hayati mesele...
Hiçbirine bu kadar duyarlı olmayıp da başörtüsüne gelince "vazifeşinas" kesilmek!..
Hakikaten ağlatacaksınız bizi!
Böyle şeyler düşünüyorum işte.
MIŞ-MUŞ
Yunan Başbakanı Karamanlis, "Eski düşmanlıkları bırakalım" demiş."Yeni düşmanlıklara bakalım" deeermiş!
ABD’de yapılan araştırmaya göre, her gün birazcık kavga kalbe ve sağlığa iyi geliyormuş.Türkiye’yi iyi takip etsinler, topluca kazık kakmamız ihtimali yüksektir.
Erdoğan, "Batı’dan ahlaksızlığı aldık" demiş.Fakat tembellik etmeyip geliştirdik.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2008
Hep aynı mekánlara gitmenin, hep aynı çevrelerde bulunmanın dostluklarla, alışkanlıklarla olduğu kadar kendini emniyette hissetmekle de ilgisi var mıdır? "Yabancı"dan korkuyoruz.
Fakat en büyük ihanetleri çoğu zaman "kaçtıklarımızdan" değil "koştuklarımızdan" görmemiz ne tuhaf!
*
Bu topraklarda yaşayan öğretmenlerin, doktorların, tamircilerin, muhasebecilerin, şoförlerin, avukatların, mühendislerin, terzilerin hepsi işinin ehli midir?
Hayır.
Böyle olması çok mu gariptir?
Yoo. Hepimiz insanız.
Peki bazı kurumların neden "asla hata yapmayacağı" varsayılır ısrarla?
O kurumlardakilerin, işinin ehli olmayan öğretmenlerden, doktorlardan, tamircilerden, muhasebecilerden, şoförlerden, avukatlardan, mühendislerden, terzilerden ne farkı vardır?
*
Farkında mısınız, artık neredeyse kimse yakınlarının "normal ölümü"ne razı değil.
Trafik kazası, uçak kazası, hatta kalp krizi... Hepsinin altında "bir şey" aranıyor.
"Kendiliğinden ölmek" sıradan insanların sonu çünkü!
Öldürülmek oysa... Önemli kılıyor gideni. Bir "statü" sağlıyor.
Bu bir teselli oluyor galiba geride kalanlara.
Ya da hepimiz paranoyak olduk, bilmiyorum.
*
Hafta boyu "Hazır ol!"dayız.
İş, resmiyet, toplantılar, mecburiyet, sorumluluk...
Peki hepimiz, yani bütün "köşeciler" o ciddiyete ciddiyet mi katmalıyız illaki? Mesela bir pazartesi günü "Rahat!" demenin ne zararı olur okura?
Kendini hafta arasında mutlaka ciddi konulara girmek zorunda hissedenlere seslenmek istiyorum..
Şart değil!
Pazartesileri de gevşeyebilirsiniz cumartesiler gibi!
Bu, hem sizin hem okurun şu meşhur "pazartesi sendromu"na ilaç gibi gelebilir.
Bazen de bir pazar günü hiç olmadığınız kadar ciddi olabilirsiniz. Biraz plajda takım elbise giymiş gibi olursunuz ama... Kalabalığın arasında kaynamaktan iyidir!
*
İnsanın hayatı "faili meçhul"lerle dolu.
Fakat bilim polisten hızlı!
Bir bir buluyor "failleri."
Kolesterolün nedeni yumurta...
Kanserin nedeni sigara...
Diyabetin nedeni obezite.
"Klasik"lerin yanında "Kalitesiz uykunun nedeni gece yapılan cep telefonu görüşmeleri" gibi güncel teşhisler de var. En son "kalp krizine korkaklığın da neden olabileceği"ni okudum mesela.
Denizde kum bizde "faili meçhul."
Çöz çöz bitmiyor. Bakalım sırada ne var.
*
Bir yerde yemektesiniz...
Etrafınıza dikkat edin. Bir kadın bir erkek, iki kişilik masalara... Biri masadan kalktığında öteki mutlaka telefona sarılıyor.
"Aferin!" diyebilirsiniz... Birbirlerinin yanında iş görüşmesi falan yapma nezaketsizliğini göstermedikleri için. Fakat ben sizin kadar iyi niyetli değilim galiba, aklıma "başka şeyler" geliyor.
*
Aşurelere hálá not veriliyor mu evlerde?
Okuldan gelirdim... Buzdolabında irili ufaklı aşure káseleri... Her biri bir komşudan gelmiş. Kiminin cevizi bol, kiminin narı az... Kiminde incir var, kiminde kayısı yok... Kiminin buğdayı diri, kimi sulu...
Ama o zaman çok da farkında değildim bunların. Hepsi aşureydi işte. Değerlendirmeyi yapanlar büyüklerdi. "Müzeyyen Hanım’ın aşuresi iyi", "Neclá Hanım’ınki idare eder", "Ayten Hanım’ınki yenecek gibi değil."
Şu anda dolapta yine aşure var. Ama sadece bir káse. Ve iyi mi kötü mü bilmiyorum. Kıyıp da tadına bakamıyorum çünkü. Bitmesinden korkuyorum. Durabildiği kadar duracak orada. Kapağı her açtığımda içimi bir hoşluk kaplayacak.
MIŞ MUŞ
ÆOrhan Pamuk’a isteyen herkes dava açabilecekmiş.Saçmalamaya doymadık!
ÆMars’ta bir yaratık görülmüş.Biri erkek biri dişi, iki yaratık görülmedikten sonra "hayat" var sayılmaz!
ÆNüfusun yarısı 28 yaşın altındaymış.Herbirimiz nüfusun yarısıyla "ayrı yüzdelerin insanıyız!"
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2008
BİR general eşinden ayrılmış.<br><br>E, normaldir. Bu devirde evli kalan haber olacak neredeyse. Fakat bir fark var. General eşinden ayrılmadan önce askerlikten ayrılmış.
"Dul olma yasağı" var herhalde dedim ilk duyduğumda. Değilmiş. Sadece general "ince fikirli"ymiş.
"Mesleğim yara almasın" diye düşünmüş.
Boşanınca mesleğin yara alması!
Allah Allah!
İnsan "evlilik terapisti" falan olur da... Hani boşanmak "kelin merhemi olsa" durumuna düşürür adamı...
Fakat askerden bahsediyoruz.
Ne yani... Dul adama vatan teslim edilemez mi?
Ya da ne bileyim, dul erkek iyi silah kullanamaz belki de!
Belki bilim adamlarının "çayı limonlu içenler iyi baba olamaz" falan gibi bu hususta da tespitleri var!
Ne bileyim...
* * *
Fakat general aslında "Yakışık almaz" demek istedi herhalde.
"Herhalde"si fazla, beyanı da bu yönde zaten.
"Üzerimde general üniforması varken uygun olmazdı" demiş.
Doktor gömleği, avukat cüppesi, işçi tulumu... Bunları sorarsanız hepsi boşanmaya uygun! Yani boşanmanın "laubaliliğine" mi desem, "ayıbına" mı, "şerefsizliğine" mi... Denk düşüyorlar!
Bir tek asker üniforması... I-ıh!
* * *
General böyle düşünmekte haksız değil tabii.
Biz, yani siviller, öyle yük bindirdik ki askerin omzuna...
Asker korkmaz, ağlamaz, acıkmaz, kaçmaz, yılmaz derken general de "Herhalde boşanmaz da" diye düşündü zahir.
* * *
Ben hálá durumu tam algılayabilmiş değilim arkadaşlar!
Onun için size de bir şey anlatamamış olabilirim.
Hani "Mantığın bittiği yerde..." diye başlayan bir laf edilir askerlikle ilgili... Demek general, mantığı başlattığı yerde askerliği bitirdi!
MIŞ-MUŞ
Budapeşte’yi Türkiye’nin başkenti yapan Charlize Theron, gafıyla dünyada alay konusu olmuş.Alayı falan bilmem, bu vesileyle bütün gazetelerin başsayfasında birbirinden güzel fotoğraflarını gördü bütün dünya, onu bilirim.
Tapu çalışanı, kadın satıcısı çıkmış.Bu da rahmetli Özal’ın, "Benim memurum işini bilir" kapsamında herhalde.
Kadın için zayıflık değil para önemliymiş.E, para olunca zayıflık da geliyor zaten; "şişman zenginler" eski karikatürlerde kaldı.
Erdoğan, "Tartıştığımız konular Berlin Duvarı’nın öncesinden kalma" demiş.Haklısınız da... Derdimiz Berlin Duvarı’ndan da eskiye, Cumhuriyet öncesine gitmemek!
Yazının Devamını Oku