Pakize Suda

Kısa yazılar

1 Mart 2008
HERKES MEMNUN!

26 Şubat’ta gazeteler, bir gün önce üniversitelerde yaşanan kaosa yer verdiler sayfa sayfa. Fakat Murat Pazarbaşı’nın çektiği tek kare fotoğraf (26 Şubat/Radikal) hepsinden iyi anlatıyordu yaşananları.

Bir kız öğrenci...

Başında türbanı...

Bütünüyle görünen türbanın üstünde bir peruk. Öylesine konduruluvermiş.

Türban isteyene türban, saç isteyene saç!

Herkes memnun mu?

Memnun herhalde!

Ya da herkes mutsuz.

İYİ Kİ HERKES BİZE BENZEMİYOR

Norveç’in Kuzey Kutbu yakınlarında bulunan bir adaya "Kıyamet Kasası" denen bir sığınak yapılmış.

İçine milyonlarca bitki tohumu konacakmış.

Orada tam 200 yıl donmuş olarak yaşayacakmış tohumlar.

Yeryüzünde küresel bir felaket yaşanması durumuna karşı tahıl çeşitliliği güvence altına alınmış olacakmış böylece.

Laf olsun diye değil, sahiden, içten gelerek "İyi ki varsınız" demek istiyor insan.

İyi ki dünya bizden ve bize benzeyenlerden ibaret değil.

BİR BURNUNUZ KALIYOR GERİYE

Saman nezlesi...

Basit bir şey yani. Adı bile "çer çöp."

Fakat tıp dünyası basite almamış, bunun da ilacını bulmuş.

Lakin prospektüsünü okumaya kalktım geçenlerde...

Aman Allah’ım!

Endikasyonları tek satır, kontrendikasyonları, yan etkileri, uyarıları, önlemleri iki sayfa!

Şöyle söyleyeyim, burnunuz dışında vücudunuzun tamamını feda edeceksiniz!

Hani ne derler... "Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmez."

Ya da hiç okumayacaksınız. Göz görmeyince gönül katlanıyor.

SABANCI GİBİ

Türkiye’nin 2007 yılı zenginler listesi açıklanmış.

Zengin denince ilk akla gelen iki aileden birini, Sabancı soyadını arıyor gözler...

Hayret, 27. sırada!

İlk sırada M.Emin Karamehmet var.

Ama "insanın adı çıkacağına canı çıksın" durumu, adın sadece kötüye çıkmasıyla ilgili silinmezlik hali değil galiba.

Bana göre daha yıllarca zengin denince Sabancılar gelecektir akla.

Nasıl "Karun gibi" demekten vazgeçmediysek... Oysa kimbilir ne Karun’lar gelip geçmiştir o zamandan bu zamana...

BETON GÖZÜ OKŞUYOR

Bir soru sorulsa biz "Çılgın Türkler"e...

"Güzelleştirmekten ne anlıyorsunuz?" diye...

Eminim verilen cevapların ilk sırasına "Beton dökmek" oturacaktır.

Parklara, bahçelere bakın, beton, toprağa, ağaca, çiçeğe nasıl büyük fark atıyor görün!

Gerekçe olarak şu ağlanası cevaba bile razıyım: "Sulamak istemiyor, çamur yapmıyor, bakımı kolay."

Daha beteri, betonu çiçekten de ağaçtan da daha çok göz okşuyor.

Maalesef.

DİKKAT!

Hastalıklar hayatın gerçeği elbet.

Fakat dizilerde biraz fazla mı çıkıyor karşımıza nedir...

Hayır, tamam gözyaşı lazım da... Belirtilere fazla girilmese... Hele ki bir doktora danışılmıyorsa...

Oradan duyduklarıyla kendine teşhis koyanlar var. Daha da kötüsü umutsuzluğa kapılan hastalar var "Acaba benimki de mi nüksetti" diye...

Biraz daha dikkat lütfen.

AŞKIM

Yasaklara karşıyım ama şahsi anayasamı bir kereliğine delmek istiyorum.

"Aşkım" sözcüğü yasaklansın!

Bugüne kadar çok içi boşalan sözcük gördük fakat "Aşkım"ın yanından geçemez hiçbiri.

İkinci sıradaysa "Bebeğim" var.

Bu ikisini duymak istemediğim gibi, kullanan babam olsa ilişkimi kesmek istiyorum.

MIŞ MUŞ

ÆBergüzar Korel "Sanat sevişmek değildir" demiş.Ama sevişmek sanattır, kabul edelim.

ÆBir profesör hastadan bıçak parası alırken yakalanmış.Adam yine de tok gözlüymüş, bıçağın yanısıra onca alet edavat var ameliyathanede!

ÆEski Playboy güzeli Türk erkeklerini övmüş.Bizimkiler dış pazarda kapış kapış!
Yazının Devamını Oku

Gel beraber beni sevelim

28 Şubat 2008
"HER áşık aslında kendine áşıktır" desem...<br><br>"Hadi oradan!" dersiniz. Fakat vallahi öyle.

Hayır, bilimsel açıklaması falan yok.

Bakın, tecrübe denen şey bilimden aşağı değildir!

Hem şimdi konuşturmayın beni... Ne yapmıştı bilim adamları hatırlarsınız...

Kalp ilacı bulduk diye dayadılar Viagra’yı kalp hastalarına... Adamlar gitti gider fakat penisler "yıkılmadık ayaktayız" diye bağırıyor... O zaman anladılar ki meğer iktidar hapıymış buldukları.

Benim de yaptığım bundan farklı bir şey değil.

Yıllardır kadınla erkeği eviriyorum, çeviriyorum, ilişkilere bir oradan, bir buradan bakıyorum, deneye yanıla... En son işte gördüm ki insan aslında kendine áşık oluyor.

Şimdi şöyle...

Kadın, erkek fark etmez, kişi zaman zaman kendisini tapılası bir yaratık olarak görür. Artık hangi hormonun etkisiyle, bilinmez.

Öyle sever, öyle beğenir ki kendini, bunu birisiyle paylaşmak ister. Tıpkı "Çok güzel bulgur pilavı yaptım gel beraber yiyelim" diye komşusuna seslenen Hayriye Hanım gibi, etrafından gözüne kestirdiği birini çağırır: "Gel beraber beni sevelim."

Ezberinde aşkın iki kişilik olduğu da vardır ya... Fakat işte "iki kişilik"ten anladığı "İkimiz bir olalım beni sevelim"dir.

Ama bunun farkında değildir elbet. Karşısındakine áşık olduğunu zanneder.

"Hayatımın erkeğini/kadınını buldum!"

Ne şans!

Hayatınızın erkeğinin Yeni Zelanda’da değil de aynı ofisin aynı odasında, karşı masada konuşlanmış olması!..

* * *

"Nesini sevdin?"
diye sorarlar áşıklara...

Aslında cevabı yoktur bunun. Fakat herkes makul veya mantıksız bir cevap verir.

Kimi edebiyat parçalar... "Gözlerinde yıldızların izini buldum."

Kimi daha gerçekçidir... "Gülerken bembeyaz dişleri görünüyordu."

Fakat en doğrusu, yani tezime en uygun olanı şudur: Beni sevmesini sevdim.

Bakın insan kendini değil de karşıdakini sevse hakikaten, o ilişkide hoşgörüden, şefkatten, anlayıştan geçilmez. Kıskançlığın ise esamisi okunmaz.

Ha ana-baba, ha sevgili yani.

Sizi bilmem, ben böylesine rastlamadım hiç.

Peki, ayrılmak isteyen tarafın yakasına yapışıp "Sen beni nasıl terk edersin!" diye bağırmak, hesap sormak neyin nesi zannediyorsunuz?

O hálá kendine áşıktır, ötekinin buna eşlik etmiyor olmasına dayanamıyordur!

Dikkat edin, insan kendinden hoşnut olmadığı dönemlerde kimseyi sevemez. Ayrılıklar da o döneme denk gelir zaten. Kendinden bıkmıştır aslında.

Dur bakalım daha neler keşfedeceğim!

MIŞ-MUŞ

Adalet Bakanı Şahin, "AB yetkilileri bizi görür görmez 301’i soruyor" demiş.Şu AB’yi Allah gönderdi!

Üniversitelerde kargaşa sürüyormuş.Çık çık çık: Bize kargaşa yakışıyor mu hiç!

Niğde-Ulukışla’da yeni bir bitki keşfedilmiş.Fakat en zengin "ot" çeşidinin Ankara dolaylarında bulunduğunu tahmin ediyorum.
Yazının Devamını Oku

’Yeter’ diye bağırabilirim ancak

26 Şubat 2008
HERHALDE gerekliydi bu harekát...<br><br>Onlardan iyi bilecek değilim. Bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen alternatif çözümler üretecek halim de yok.

Hem konu hassas... Kimler kızar, kimler incinir, bilemem.

Üstelik çoğunluğun ölme ve öldürme histerisine kapıldığını görüyorken...

Çıkıp "Ben harekát sevmem" demek olmaz.

Ama sevmem.

Ölüm vardır orada çünkü.

"Ölüm bazen gereklidir."

"Vatan uğruna ölmek şereftir."

Tamam, bunları duya duya büyüdük, tamam da...

Ben kadınım.

Bütün kadınlar, çocuk sahibi olmasalar da, bir yanlarıyla "ana"dırlar.

Analar, kimsenin, hele çocukların ölmesini istemezler.

Zaten onun için daima analara değil babalara haber veriyorlar ya acı haberi... Son şehitlerimizden birinin annesi anlatıyordu, kapıya gelenler ısrarla babayı görmek istemişler. Onlar da biliyorlar yani.

"Vatan sağolsun" diyenler de babalardır daha çok.

Kadınlar da ister elbet vatanın sağ olmasını...

Ama yetmez.

Çocuklarının da sağ olmasını isterler. Dillendiremediklerine bakmayın siz.

Erkekler için ölme, öldürme erkekliğin bir parçasıdır biraz da... Ama kadınlar yabancıdır bu duyguya.

* * *

Televizyonlar programlarını ağırlaştırdılar şehitlerin ardından... Harekát kararı alındığında yapmalıydılar bunu belki de.

Belliydi çünkü.

Ölecekti çocukların bazıları.

Hani ne derler... "İki kere iki dört."

Ama böyle konuşmam doğru değil!

Madem iş bu noktaya geldi... Şimdi destek gerekli oradakilere... Moral...

Bağırmalıyım.

"Haydi aslanlar!"

"Vurun, yıkın, geçin!"

Fakat yapamam, kimse kusura bakmasın.

Yalan söylemiş olurum. Çocukları kaçırıp evde saklamak istiyorum çünkü, gerçek duygum bu!

Hayır, bunun son olduğunu bilsem...

Bir daha oralardan baskın, mayın, ölüm haberlerinin gelmeyeceğini...

Son noktayı koyacak olduğunu bu harekátın...

Bir gayret bağıracağım.

Ama bağıramıyorum.

Mavi, yeşil badanalı odaların duvarlarında asılı fotoğraflarına bakıyorum çocukların...

Gözlerine...

85 yıldır "vatanın bölünmez bütünlüğü"nü bir türlü garantiye alamamış, bu çocukları 30 yıldır savaşmak durumunda bırakmış herkese lanet okuyorum.

Bağıramıyorum.

Bağırırsam, çocukların ölümüne sebep olmuş gibi hissederim kendimi...

Bağırsam bağırsam "Yeter!" diye bağırabilirim ancak.

MIŞ-MUŞ

Türkler uzaylıymış.En çok Mustafa Topaloğlu bozulacak bu işe, bir ayrıcalığı kalmadı zira.

Davut Güloğlu ayrıldığı eşinden çocuk bekliyormuş.E, Türkiye’de her şey yavaş işler biliyorsunuz, boşanma ilamı henüz yatak odasına ulaşmadı demek!

İmanlı erkekler sanal álemde kuma arıyorlarmış.İnternet ve kuma... Bir zamanların viski ve lahmacun ikilisi gibi biraz.
Yazının Devamını Oku

O gitmiyor, siz gönderiyorsunuz

25 Şubat 2008
Telefonuna geç cevap verdiğinde "Neredesin" derken aslında "Yanında kim var" diye soruyorsunuz... "Yanında kim var" demek "Yanında o mu var" demek... "Yanında o mu var"ın anlamı "Neden yanında o var"... Her zaman takıntı haline getirdiğiniz bir "o" var, değil mi? Yaptığınız onu başkalarından sakınmak değil, kendinizi onun çevresindekilerle kıyaslamak aslında. Kıyasladıkça sarsılıyorsunuz. Size "ait" olan dişiyi veya erkeği sizden daha hoş, daha alımlı, daha başarılı, daha esprili, daha zeki...sizden "daha" birinin etkilemesi ihtimalini düşünüyor, bu düşünceye katlanamayarak yarışmaya başlıyorsunuz. Sizi eksikliklerinizle, acizliklerinizle birlikte seçenleri kalem kullanmadan yazdığınız senaryolarla bunaltıyorsunuz. Paranoyanın sınırlarını zorlayarak ürettiğiniz akıl almaz sorularla onu nefessiz bırakıyorsunuz. Verdiği cevaplara asla inanmayarak sabrını tüketiyorsunuz.

***

Sizi tanımıyor artık. Bıktırıyorsunuz kendinizden. Sizi seçtiğine pişman ediyorsunuz onu. Artık sığınacak bir liman olmaktan çıkıyorsunuz. Omuzlarında, yüreğinde taşınması giderek imkansızlaşan bir yük haline dönüşüyorsunuz. Herkesin üstüne çıkma ve herkese hükmetme çabanız, o böyle bir şey yapmazken sizin kendinizi başkalarıyla kıyaslamalarınız, bir türlü dengeleyemediğiniz hırslarınız belki de hayatınızın "şansı" olan dişinin veya erkeğin sizi terk etmesine neden oluyor. Gidiyor... Hatta belki de hiç aklında yokken sizin "farkına varmasını" sağladığınız "daha"nıza sığınıyor. Yüreğindeki "yük"ten kurtuluyor.

Çünkü hayat yeterince zor.

***

Yukarıdaki satırlar maalesef benim değil.

Taraf gazetesinden Funda Özgür’ün satırları. Kesip sakladığım yazılarından birinden bir bölüm... Nasıl da doğru anlattıkları... Hepimizin yaptığı tam da bu değil mi? Bizi bırakıp "daha"ya gittiğinde "Ben demiştim!" diyoruz bir de. Oysa onu gönderen biziz ona. İnsan okuyunca kendine geliyor. Fakat ne zaman? Yine bildiğimizi yapacağız eminim. Funda Özgür’e gelince... Bana göre öyle biri yok. Takma isim bu. Ve bu satırların yazarı bir erkek. Ünlü bir yazar. Üslubundan tanımadınız mı? Benimki "tahmin" gerçi ama büyük ihtimalle "tam isabet"! Yok, söylemem kim olduğunu. Bana düşmez.
Yazının Devamını Oku

G noktası

24 Şubat 2008
ELÁLEM kadının neresiyle uğraşıyor bakın... Neyse ki komşuda pişiyor bize de düşüyor, yoksa bizimkilere kalsak hálá vajinaya "kuku" diyorduk.

Efendim duymuşsunuzdur, İtalyan bilim adamları G noktasının varlığını ultrasonla belirlediler.

Bugüne kadar var olduğu söyleniyordu fakat gözüyle gören yoktu. Kadınların beyanına kalmıştı ki bir kadının bu hususlarda doğruyu söylediği pek duyulmuş bir şey değildir.

Sahiden de "soğuk kadın" olarak anılmaktan korktuğu için midir artık, seks sırasında yeri göğü inletir kadın. Erkeğin yalan beyanı ise daha çok hadiseden sonra, arkadaşlar arasındaki sohbet sırasında gündeme gelir.

Uzatmayayım, varlığından emin olunsa bile yeri tam olarak belli değildi G noktasının. Yine kadının beyanıydı söz konusu olan. Fakat "Biraz aşağı...", "Biraz sağa..." şeklinde, kadının yönlendirmelerinden hareketle, tam üstüne basamasalar da bir bölge tespit etmişlerdi bilim adamları.

Fakat içlerine sinmedi demek.

Hazır alet edevat da bu kadar gelişmişken... Neticede G noktasının fotoğrafını çektiler.

Yani isterseniz fotoğrafçıya değil ama doktora gidip G noktanızın fotoğrafını çektirebilirsiniz. Albümde mezuniyet fotoğrafınızla görümcenizin oğlunun sünnet fotoğrafı arasında bir yere yerleştirirsiniz artık.

Hatta büyütüp çerçeveletip duvara bile asabilirsiniz. Ele güne karşı. Zira bilim adamlarının son tespitine göre her kadında yokmuş G noktası.

Yani kadın kısmı "G noktalı" ve "G noktasız" diye de ikiye ayrıldı durduk yerde anlayacağınız.

Hayır, başka ülkeler için önemli olmayabilir de bizde çok değişik şekillerde tezahür edebilir "noktasızlık" hali.

Mesela bakmışsınız damat, yeni gelini babasının evine geri götürmüş... "G noktası yok bunun!"

Sonra, "Bi türlü bulamadın şunu Hasan!" diye terslenen kadına bundan böyle, "Senin G noktan yok kızım!" diye cevap verme imkánı bulacaktır erkek.

Mahkemeye kadar gidebilirler...

"Yaz kızım! Mehmet kızı Leyla’da G noktasının bulunup bulunmadığının ultrasonla tespitine..."

"Sadece bazı şanslı kadınlarda var"
diye duyurdu gazeteler... Sahiden de şanslılar. Artık bırakın aklı, bilgiyi falan, güzelliğin bile yetmediği "can pazarı"nda bir ilave referans olabilir G noktası.

TÜRKÇE SÖZLÜK

AŞAĞIDAKİ bir mini sözlüktür.

Naçiz yazarınız, bazı sözcükleri günün anlam ve önemine uygun olarak yeniden tanımlamıştır.

AKP 1. Cici. 2. Kaka.

ASKER İcraatından sual olunmaz.

ATATÜRK Can simidi.

BAŞÖRTÜSÜ 1. İslamcıların rüyası. 2. Laikçilerin korkulu rüyası.

CHP Mezar taşında yazıt.

DEMOKRASİ Türkiye’nin nüfusu kadar tarifi vardır.

KAMUSAL ALAN Başörtüsüyle girilince "dumura uğrayan" yer.

LAİK Arka sayfa güzelinin ta kendisi.

LAİKLİK Arka sayfa güzelinden yana olma hali.

LİBERAL Sağı solu belli olmayan kimse.

MUHAFAZAKÁR Arka sayfa güzelinin, mesela Ahsen Yenge gibi olmasını savunan kimse.

ÖZGÜRLÜK Bir adet Vakko eşarp.

MIŞ-MUŞ

Sanayiciler ekonomi için acil önlem istemişler.İlla bir tarafımız açık kalacak. Kadının başını kapatalım derken ekonominin kıçı açıldı demek!

Beyni okuyan başlık geliyormuş.Ayol ben beynimde ne var biliyorum zaten, bana karşımdakinin beynini okuyan başlık lazım.
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

23 Şubat 2008
KARDAN ADAM

Kardan adam yaptınız mı hiç?

Yapmadıysanız da yapılanları görmüşsünüzdür.

Peki bunların arasında karikatürlerdekine benzeyenine rastladınız mı hiç?

Yani yusyuvarlak, tostoparlak, sevimli?

Benim gördüğüm kardan adamların her biri ben diyeyim ucube, siz deyin hilkat garibesiydiler.

Baktım, bu sene de değişen bir şey yok.

"Şu çılgın Türkler kardan adam yapmayı beceremiyorlar" desem 301’e girer mi acaba?

En iyisi "Bu konuda kendimizi aştık, modern heykel tadında kardan adamlar yapıyoruz" diyeyim.

GECENİN ÖRTÜCÜLÜĞÜ

Gündüz programları "günah keçisi" oldu.

Hedef tahtası.

Kalitesizliğe örnek verilecekse gelsin gündüz programları!

Pür dikkat izliyorum akşam programlarını... Hani masa etrafında toplanıp konukların ağırlandığı... Oralarda yapılan belden aşağı esprilerden biri, gündüz programlarından birinde yapılsa memleket ayağa kalkar "Bu ne rezillik!" diye.

Yine memleket ayağa kalkıyor ama alkışlamak için.

Anlamadım ben... Gecenin örtücülüğü burada da geçerli demek!

ERKEK MECNUN OLMUYOR

Televizyon dizilerinde entrika, şiddet, mafya, terör, şu bu var ama en çok aşk var.

Hem de Leylá ile Mecnun tadında.

Yanıp tutuşan, asla vazgeçmeyen, sonsuza kadar sevecek olan erkekler var.

Kadınlar bunları seyrede seyrede iyice Leylálaşırken, erkekler Mecnunlaşmıyor bir türlü.

Erol Taş’ı sahiden kötü adam, "Tecavüzcü Coşkun"u sahiden tecavüzcü sananlar da hep kadınlar mıydı acaba?

SEKSE DAHİL

Sevgilinin omuzuna elini atmak...

Saçlarına dokunmak...

Masanın üstündeki elinin üstüne elini koymak...

Kadınlar için "sevgi dokunuşları" olan böyle bir sürü şey, erkekler için "sekse dahil" galiba.

Nerede bir çift görsem, kadın dokunmak istiyor, erkek kalabalıklar içinde olmaktan rahatsız.

KİMSE İLAÇ DEĞİL

Zaaflarınız, korkularınız, takıntılarınız var...

Ruh haliniz çalkantılı...

Gel-gitleriniz var...

Altından kalkamadığınız sorunlarınız var...

Günlük sıkıntılarınız var...

Bütün bunlar sadece size mahsus değil.

Sevdiğiniz adam/kadın da tıpkı sizin gibi.

Ama siz onun "kahraman" olmasını istiyorsunuz.

İnsan biraz da "çare" olarak görür çünkü sevgiliyi.

Bütün mesele bu galiba.

Kimse "ilaç" değil.

Unutmayın o da "kurtarılmayı" bekliyor.

KUŞ KONDURMAK

"Söz Müzik Teoman"

Teoman’
ın, yorumcu olarak içinde olmadığı albümü...

14 Teoman şarkısı, 14 ayrı yorumcu.

Zor iş.

Başkasının sevdirdiği şarkıyı okumak... Kuş kondursanız olmaz.

Fakat bana göre İrem Candar "Duş"ta kuşu kondurmuş, öteye de geçmiş.

MIŞ MUŞ

ÆYonca Evcimik, Türk örf ve ádetlerine uygun oyuncak bebekler üretmiş.Günün mana ve ehemmiyetine de uygun aynı zamanda.

ÆErdoğan "Liberaller bizi anlamıyor ki" demiş.Gerçi başta anladılar ama yanlış anladılar.

ÆBergüzar Korel sunuculuk yaptığı ödül töreninde gaf üstüne gaf yapmış.Sonuç?Ödül töreni bütün gazetelerde tam sayfa.Yani, bundan sonraki ilk ödül töreninde Bergüzar Korel yine sunucu.

ÆBaykal Erdoğan’a "Laikliği sana emanet etmem" demiş.Bir yandan da "Hırsıza anahtar teslim edeceksin" diye bir laf vardır...
Yazının Devamını Oku

Kara bakış

21 Şubat 2008
TELEVİZYONLARDA "hava muhalefeti" lafını duydunuz mu bilin ki annem pencerenin önünde dövünüyordur! Hadi sisi geçelim, kar, yağmur oldu mu karaları bağlar anacım. Bu defa da sürpriz yapmadı, pencerenin önünde dövündü durdu. Pencerenin önünde olmadığı zamanlardaysa televizyonun karşısındaydı.

Televizyonlar malum... Karın yağmakta olduğunu birinci haber olarak veriyorlar. Uzun uzun anlatıyorlar, "Trabzon’a da yağıyor, Sivas’a da yağıyor, Eskişehir’e de yağıyor..."

Hayır Antalya’ya yağsa anlarım da, Eskişehir’e, Erzurum’a yağmazsa eğer çıkıp bağırmak lazım. Üstelik temmuz ayında değiliz.

Yalan olmasın, "Son dakika gelişmesi" olarak verdiğini bile duydum bir tanesinin... Belki "Şok şok şok!" diye veren de olmuştur!

Neyse, ben yine anneme döneyim.

Aslında hak vermiyor değilim. Kendini bildi bileli en basit, normal doğa hadisesi afete dönmüş bu memlekette.

Bir de "Teyakkuzdayız" falan gibi lafları duyunca...

Biliyor ki üç-beş kardan adam imalatıyla geçip gitmeyecektir bu kar.

Fakat bunu bilen bir tek annem değil elbet. Herkes biliyor. Biliyor ama telaşlanmıyor. Annemi görense, çığ yola çıkmış son hızla bizim eve doğru geliyor zanneder.

Bunu ifade edeyim dedim bir ara... Aklım sıra komiklik de yapacağım... "Ben baktım, çığ tehlikesi beklenen yerler arasında bizim apartman yok" dedim.

Demez olaydım!

70 yaş üstü ana-babası olanlar bilir. Dualarında bile kendileri için bir şey dilemeyi en sona bırakır o kuşak insanları. Fakat annemin, kuşağım ve şahsım için benzer şeyleri düşünmediğini bu vesileyle öğrendim kısacası.

* * *

Gelelim benim karla ilişkime.

Ufak çaplı bir sarsıntı da ben geçirdim diyebilirim.

Bildiğiniz nedenlerden.

Kar "trafik" demekti...

Kar "iptal" demekti...

Kar "hayatın sekteye uğraması" demekti...

Kar "çamur" demekti...

Kar "kolu bacağı kırma ihtimali" demekti...

Şehirde buydu kar.

Karın en yoğun olduğu gece biz yine, annem "toplumsal", ben "bireysel" olmak üzere karamsarlığımızı yarıştırırken kardeşim aradı. "Bizim sokakta parti var" dedi.

Nası yani?

Basbayağı partiymiş.

Kadınlı erkekli bir grup, ellerinde içkileri, kaldırımda, yağan karın altında, tutan karın üstünde, müzik eşliğinde eğlenip gülüşüyorlarmış.

Ruh halimden utandım.

"Bir şey yapmam lazım" dedim.

Ama ne?

Bakın yaratıcılığıma hayran olacaksınız şimdi!

Bahçeye indim ve kardan adam yapma işine giriştim. Yaptım demiyorum bakın... Giriştim.

Sokma akılla yedi adım gidebilirmiş insan ancak.

Sokma coşkuyla da kardan adamın beline kadar gelinebildiğini bizzat görmüş oldum.

MIŞ-MUŞ

ÖDP Genel Başkanı Uras, "Baykal solun Necmettin Erbakan’ı" demiş.Keşke olsa! O hiç olmazsa yüzde 47’lik bir partiye neden oldu.

Ekmek şişmanlatmıyormuş.Bir gün siyanürün de aslında zehir olmadığını duyarsam şaşırmam herhalde.
Yazının Devamını Oku

NE TUHAF...

19 Şubat 2008
DİZİ Dili ve Edebiyatı mı demeli artık... Dizilerde herkes kitap gibi konuşuyor.<br><br>Çocuklar bile. Köylüsü, ağası... Hepsi. Şiveler bozuluyor ama özneler fiiller yerli yerinde.

Dil sürçmesi yok...

Duraksama yok...

Cümleleri yarım bırakma yok...

Arada öksürmek, hapşırmak, esnemek yok...

Herkes sırayla konuşuyor...

Kimse ötekinin lafının arasına girmeyor...

Yani kısaca hiçbir şey hayattaki gibi değil.

Üst baş deseniz mum gibi.

Evin içinde topuklu rugan çizmeler falan...

Saçlr yapılı...

Maykajlar tamam...

Bunun da hayatla ilgili yok pek.

Fakat bütün bonlara rağmen bize herşey çok doğalmış gibi geliyor.

Bize benzemeyen insanları bizden biriymişler gibi görüyoruz.

"Evet" yerine "hı-hı" deseler halbuki...

"Hayır" yerine "ı-ıh" ya da "çık" sesi...

Bir ağızdan konuşsalar...

Herkes birbirinin lafını kesse...

Kafasını kaşısa biri...

Ödeki burnunu silse...

Ayağını altına alsa otururken...

Biri bir şey anlatırken öteki lakasız bir konuy atlasa...

Öksürseler, hapşırsalar, esneseler...

Yerken ağızlarını şapırdatsalar...

Kahveyi höpürdeterek işseler..

Dişini karıştırsa biri...

Eve gelince soyunup eşofmanlarını giyseler...

Makyaplarını silseler...

Devrik cümleler kursalar...

Ne diyeceklerini unutsalar...

Televizyonun sesiyle, sokaktan geçen satıcının sesi birbirine karışsa...

Kapıyla telefon aynı anda çalsa...

Yani hayattaki gibi olsa her şey...

Ne yabancı gelir kimbilir... Hatta seydemeyiz belki de. Dayanamayız.

Sizce de tuhaf bir durum değil mi?
Yazının Devamını Oku