Hep aynı mekánlara gitmenin, hep aynı çevrelerde bulunmanın dostluklarla, alışkanlıklarla olduğu kadar kendini emniyette hissetmekle de ilgisi var mıdır?
"Yabancı"dan korkuyoruz.
Fakat en büyük ihanetleri çoğu zaman "kaçtıklarımızdan" değil "koştuklarımızdan" görmemiz ne tuhaf!
*
Bu topraklarda yaşayan öğretmenlerin, doktorların, tamircilerin, muhasebecilerin, şoförlerin, avukatların, mühendislerin, terzilerin hepsi işinin ehli midir?
Hayır.
Böyle olması çok mu gariptir?
Yoo. Hepimiz insanız.
Peki bazı kurumların neden "asla hata yapmayacağı" varsayılır ısrarla?
O kurumlardakilerin, işinin ehli olmayan öğretmenlerden, doktorlardan, tamircilerden, muhasebecilerden, şoförlerden, avukatlardan, mühendislerden, terzilerden ne farkı vardır?
*
Farkında mısınız, artık neredeyse kimse yakınlarının "normal ölümü"ne razı değil.
Trafik kazası, uçak kazası, hatta kalp krizi... Hepsinin altında "bir şey" aranıyor.
"Kendiliğinden ölmek" sıradan insanların sonu çünkü!
Öldürülmek oysa... Önemli kılıyor gideni. Bir "statü" sağlıyor.
Peki hepimiz, yani bütün "köşeciler" o ciddiyete ciddiyet mi katmalıyız illaki? Mesela bir pazartesi günü "Rahat!" demenin ne zararı olur okura?
Kendini hafta arasında mutlaka ciddi konulara girmek zorunda hissedenlere seslenmek istiyorum..
Şart değil!
Pazartesileri de gevşeyebilirsiniz cumartesiler gibi!
Bu, hem sizin hem okurun şu meşhur "pazartesi sendromu"na ilaç gibi gelebilir.
Bazen de bir pazar günü hiç olmadığınız kadar ciddi olabilirsiniz. Biraz plajda takım elbise giymiş gibi olursunuz ama... Kalabalığın arasında kaynamaktan iyidir!
*
İnsanın hayatı "faili meçhul"lerle dolu.
Fakat bilim polisten hızlı!
Bir bir buluyor "failleri."
Kolesterolün nedeni yumurta...
Kanserin nedeni sigara...
Diyabetin nedeni obezite.
"Klasik"lerin yanında "Kalitesiz uykunun nedeni gece yapılan cep telefonu görüşmeleri" gibi güncel teşhisler de var. En son "kalp krizine korkaklığın da neden olabileceği"ni okudum mesela.
Denizde kum bizde "faili meçhul."
Çöz çöz bitmiyor. Bakalım sırada ne var.
*
Bir yerde yemektesiniz...
Etrafınıza dikkat edin. Bir kadın bir erkek, iki kişilik masalara... Biri masadan kalktığında öteki mutlaka telefona sarılıyor.
"Aferin!" diyebilirsiniz... Birbirlerinin yanında iş görüşmesi falan yapma nezaketsizliğini göstermedikleri için. Fakat ben sizin kadar iyi niyetli değilim galiba, aklıma "başka şeyler" geliyor.
*
Aşurelere hálá not veriliyor mu evlerde?
Okuldan gelirdim... Buzdolabında irili ufaklı aşure káseleri... Her biri bir komşudan gelmiş. Kiminin cevizi bol, kiminin narı az... Kiminde incir var, kiminde kayısı yok... Kiminin buğdayı diri, kimi sulu...
Ama o zaman çok da farkında değildim bunların. Hepsi aşureydi işte. Değerlendirmeyi yapanlar büyüklerdi. "Müzeyyen Hanım’ın aşuresi iyi", "Neclá Hanım’ınki idare eder", "Ayten Hanım’ınki yenecek gibi değil."
Şu anda dolapta yine aşure var. Ama sadece bir káse. Ve iyi mi kötü mü bilmiyorum. Kıyıp da tadına bakamıyorum çünkü. Bitmesinden korkuyorum. Durabildiği kadar duracak orada. Kapağı her açtığımda içimi bir hoşluk kaplayacak.
MIŞ MUŞ
ÆOrhan Pamuk’a isteyen herkes dava açabilecekmiş.Saçmalamaya doymadık!
ÆMars’ta bir yaratık görülmüş.Biri erkek biri dişi, iki yaratık görülmedikten sonra "hayat" var sayılmaz!
ÆNüfusun yarısı 28 yaşın altındaymış.Herbirimiz nüfusun yarısıyla "ayrı yüzdelerin insanıyız!"