Pakize Suda

Herkes kendine yanıyor

8 Ocak 2008
CENAZELERDE herkes kendi ölümüne ağlarmış aslında. Doğruluk payı büyük bana sorarsanız.

Bir de "en yakınlar" var ki onların kendine ağladığı kesin. Kendi ölümlerine olmasa da kendi durumlarına ağlıyorlar.

Karı-kocalardan bahsediyorum daha çok. Özellikle kadınlardan. Dikkat edin, kadınlar "Beni bir başıma koyup nerelere gidiyorsun" diye ağlarlar daha ziyade. Esas olarak giden için üzüleni pek az gördüm.

Bu da insana ait bir duygu olmalı... "Her türlü felakette önce kendini düşünmek."

Eğitim ve gelir seviyesi yükseldikçe biraz ilkelmiş gibi görünen bu durumun da değişeceğini düşünüyor insan ama değil. Herkeste var bu "Şimdi ben n’olucam" korkusu, bu "daha çok kendine yanma" durumu.

En son Göksel Kortay’ın Ayşe’ye verdiği röportajı okuyunca iyice emin oldum bundan.

Beni çok etkileyen ölümlerden biridir Kerem Yılmazer’inki. Ölüm şekli bir yana, karı-koca arasında artık görmeye pek alışık olmadığımız türden güçlü bağı öğrenince iki kere üzülmüştüm.

Yine ağladım okurken.

Kerem Yılmazer’e...

Etle tırnak gibi olmuş iki insanın ayrılma biçimine...

Göksel Kortay’ın acısına...

Koşup gitmek, derdine ortak olmak istedim; sarıp sarmalamak, "Ben buradayım" demek. Bilirsiniz işte o duyguyu...

Fakat bir yandan da şunu düşünmeden edemedim:

"En çok kendine yanıyor insan."

Belki kocasını Göksel Kortay kadar seven yoktur. Ama işte o bile...

"Bana bunu nasıl yaptın? Beni bırakıp nasıl gittin? Göksi’ne nasıl layık gördün?" diye bağırıyormuş gecenin bir yarısı.

En çok yalnızlığın içini acıttığını söylüyor... "Benim yaşamımın temel direği yıkıldı. Benim, dünyam başıma yıkıldı."

Sahiden insanın koşup gidesi geliyor. Fakat bir yandan da bir adam bir gün aniden, feci bir şekilde bu dünyadan göçtü gitti.

Bir daha Göksel Kortay gibi "zorla" bile olsa nefes alamayacak. Onun yaptığı hiçbir şeyi yapamayacak.

Esas acı olan bu değil midir?

Yanlış anlamayın, kimseyi ayıplamıyorum, suçlamıyorum, hatta bu durumu tuhaf bile bulmuyorum.

"Biz"den bahsediyorum sadece. Hepimizden.

Bir insanlık hali olarak, gidenin "gitmiş" olmasından çok "Bizi bir başımıza koyup gitmesine" yanışımızdan. O kadar.

MIŞ-MUŞ

İstanbul barajlarının ancak yüzde 26’sı dolabilmiş.

Doğanın da bize gıcığı var herhalde. Baksanıza iki aydır yağan şey "ahmak ıslatan"mış.

Avustralya’da 59 yaşında bir bahçıvan, sperm bağışıyla 27 çocuk yapmış.

Bahçıvan "tohum ekme" hadisesini fazla özümlemiş.

Ahmet Ercan "Ege’de 7 şiddetinde deprem olabilir" demiş.

İstanbul’dan sonra yeni ekmek kapımız Ege!
Yazının Devamını Oku

Aşk nüksetmez

6 Ocak 2008
AŞK kaldığı yerden devam eder mi?<br><br>Hadi bakalım! Günün sorusu!

Üç yıllık aşktan sonra bir yıl önce ayrılan Azra Akın’la Kıvanç Tatlıtuğ’un "aşklarına kaldıkları yerden devam edecekleri" haberini okuyunca...

Bana da pek mümkünmüş gibi görünmüyor.

Biten aşk başlamaz!

"Kaldığı yerden" diye bir durum söz konusu olamaz!

En zirvede olduğu dönemde ayrılmış bile olsanız (gerçi kimse o dönemde ayrılmaz ama) aradan yıllar geçtikten sonra artık aşk orada, o bıraktığınız yerde değildir.

Zaman işi bitirmiştir.

Ayrıca "gözden ırak gönülden ırak!"

Zamanında istediği kadar "büyük", "masalımsı", şu bu olsun aşkınız... Olmaz diyorsam olmaz! Tecrübe konuşuyor burada!

Şaka bir yana, bunun bilimsel bir açıklaması da vardır mutlaka. Bünye istemiyor "eski"yi.

Yani arkadaşlar, boşu boşuna sevgilinizi eski sevgilisinden kıskanmayın!

Şu hayatta sizin için en tehlikesiz varlık "o"dur!

Onun dışında herkesten kıskanabilirsiniz. Hiç olmayacakmış gibi görünenlerden bile. Bu vesileyle hemen şunu da belirteyim, "olmayacak biri" yoktur. Siz uygun görmeyebilirsiniz, sevgiliniz uygun görür.

Ne diyordum... Ha, bir tek eski sevgiliden zarar gelmez.

"Fakat işte barışmışlar" diyeceksiniz.

"Barışılmaz" demedim ki ben size!

Barışma olabilir. Nadiren de olsa...

Ne zaman?

"İşler kesat" olduğunda...

"Hiç yoktan iyidir" düşüncesiyle...

Öylesine...

Bir "kırıntı" kaldıysa onu da yok etmek, bir daha adını anmamak, iyice tarihe gömmek üzere...

* * *

Fakat "eski eşle yeniden" durumu her zaman mümkündür bakın.

Ama aşka kaldığı yerden devam etmek üzere falan değil.

En çok çocuklar sebebiyle...

Sonra yaşlılık günlerinin hesabıyla...

Bir de, dolaşılır, gezilir, heves alınır; bakılır ki aslında kimsenin kimseden pek farkı yoktur, "Bari çoluğun çocuğun başında olayım" denir.

Yoksa aşktan değil.

Gelelim bu yazının kaleme alınmasına vesile olanların durumuna...

Bir: İstisnalar kaideyi bozmaz!

İki: Bakın bakalım ne kadar sürecek! (Temennim değil, fikrimdir)

Üç: Tamam ilişki başlamış olabilir yeniden ama "aşk var mı aşk?" diye sormak lazım.

Son olarak, "Aşk nüksetmez" diyorum. Yani aynı kişiyle.

MIŞ-MUŞ

Almanya’da yaşayan bir kadının evlenmek için para gönderdiği Antalya’daki nişanlısı başkasıyla evlenmiş.Neticede yüzde yüz sahtekár değil adam, parayı yememiş, evlenmiş!

Kadın viagrası için testler başlamış.Nafile! Kadına iyilik etmek istiyorsanız erkeği "adam" edeceksiniz.

Düşünce okuyan cihaz geliştirilmiş.Sigara yetmedi yalan yasağı geliyor.
Yazının Devamını Oku

Karışık

5 Ocak 2008
Annemden duyardım...<br><br>"Ayaklar baş oldu" derdi. Anlayamazdım.

Şimdi anlıyorum. Anlamakla kalmıyor, her dakika söylemek istiyorum. Hangi yana baksam...

"Ayaklar baş oldu."

Bu topraklarda yaşamak hem kolay hem zor. Kolay, çünkü başarılı sayılmak için göz boyamanın yeterli olduğu bir yer burası.

Ama göz boyamak yerine ağzınızla kuş tutmayı seçerseniz, zor.

11 ülkenin 11 şehrinde yapılan araştırmaya göre, Türklerden umutlusu yokmuş.

Peki bu iyi bir şey mi?

Umudun olduğu yerde gerçekleşmemiş arzular var demek değil midir?

Dün kurulan ülke olsak anlarım ama bugün hálá sadece umut iyi mi?

Çocukluğumdan bu yana şahit olduğum değişiklikleri saymamı isteseler, ilk sıralara "ayva"yı yerleştiririm.

Ne yamru yumru, çürük çarık görüntüsüyle öteki meyvelerin arasında, ne de buruk ötesi tadıyla damakta yeri vardı. Belki de "ayvayı yemek" lafı oradan çıkmıştı. Ayvayı yemek hakikaten "ayvayı yemek"ti. Namusunu marmelat kurtarırdı. Ama artık marmelat yapmaya kalkışmak ayvaya hakaret olur.

Geçmiş yılın dökümünü yapmayı bu defa fazla mı abarttık ne... Tamam çok olaylı yıldı, o ayrı. Benim dediğim, bir tek ev kadını Nebahat Hanım’ın 2007’de neler pişirdiğini sayıp dökmediğinin kalması.

Beni seviyor musun?

Karşınızdakine bunu sormaya başladığınızda aslında sizin sevginiz azalmaya başlamış demektir.

"Bilişim çağı" falan derken hálá kapıdan kalaycının geçiyor olması ne tuhaf!

"Bu ilişki nereye gidiyor?" diye soran erkeğe rastladınız mı hiç?

Bu replik kadınındır.

Ama bu, erkeğin bu soruyu aklından geçirmediği anlamına gelmez. Geçirir. Eğer o malum "mutlu son"a doğru gidiyorsa frene basabilmek adına.

Kadın, Nasreddin Hoca misalidir. Hani testiyi kırmadan önce dövmüş ya çocuğu... Aldatılmadan önce gözdağı verir erkeğe... Erkek zanneder ki bir aldatırsa dünyanın sonu gelecek. Hiçbir şey olmaz oysa. Erkek kıymete biner aksine.



Sağlıklı beslenme belası evleri ev olmaktan çıkardı. Ne fırından yeni çıkmış poğaça kokusu duyuluyor artık ne de bol yağın içerisinde kızarmakta olan patlıcanla biberin cızırtısı... Göbek salata iyi hoş da varlığı kapının dışından hissedilmiyor ki...



Sahi... Bin Ladin’den ne haber?

Öldü mü, kaldı mı, nerede?

"Dünya İstihbarat Kraliçesi ABD"nin tacını geri almak lazım.



Her yakınlaşmada erkek "Benimle yatacak", kadınsa "Benimle evlenecek" diye düşünür. Genellikle erkeğin düşüncesi gerçekleşir.

MIŞ MUŞ

Gül, Köşk’e gelen bütün yasaları onaylamış.Sürpriz yok yani.

Seksi oyuncu Lindsay Lohan, 24 saatte üç ayrı erkekle öpüşürken görüntülenmiş.Belki ön eleme yapıyordu kadın?

İnsanoğlunun uçan otomobil hayali gerçek oluyormuş.Demek düşen otomobili de görecek bu gözler!
Yazının Devamını Oku

Gitmek zengin işidir

3 Ocak 2008
BİLİYORUM kusabilirsiniz... Şu "terk edip gitme" konusundan.

Fakat ben başka bir tarafından dokunacağım bugün hadiseye.

Her "Alırım başımı giderim" diyen gidebilir mi?

Ruhsal açıdan değil dediğim, sahiden kıçını kaldırıp gitmek kolay mıdır?

Tuzunuz kuruysa bir şey diyemem ama aksi halde zordur.

Günde en az bir kere gitmeye niyetlenen fakat her seferinde oturduğu yerde oturan biri olarak söylüyorum bunu.

"Nedir seni bu kadar sık niyetlendiren şey?" derseniz...

Yok canım, öyle "derin meseleler" değil! Benimkisi hani şu meşhur "içimizdeki çocuk" yüzünden. Çocukluğunuzu düşünün... Günde kaç kere işaret parmağınızı orta parmağınızın üstüne bindirmek suretiyle arkadaşlarınıza "Boz!" dediğinizi hatırlıyor musunuz? Benimki o hesap.

Bakıyorum, falanca belediye sokak köpeklerini katletmiş... Küsüyorum, gitmeye kalkıyorum.

Ya da "Falanca filancayla yattığı için yerinden kimse kıpırdatamaz onu" diyorlar yine küsüyorum.

Böyle şeyler... "Önemsiz" yani.

Fakat gördüğünüz gibi buradayım hálá.

Gözüm yemiyor zira gitmeyi.

Gitmeden önce yapılması gerekenleri aklımdan bir geçiriyorum ki... Kalıp göz yummak, hoş görmek, alışmak bunun yanında çocuk oyuncağı!

Bir kere ev ne olacak?

Tamamen kapatılacak mı?

Eşyalar atılıp, satılıp, dağıtılıp bütün hayat bir valize sığdırılacak öyle mi?

Nasıl olacak bu?

Ben ki çöpü bile atmayıp saklama taraftarıyken...

Evi muhafaza etmeye kalksam...

Bu ne demek?

"Gitmedin say" demek.

Yani ev sahibinin mızıldanmalarıyla, patlayan borularla, tamir isteyen çatıyla falan ta oralardan uğraşmaya devam etmek demek.

İğne deliğine girseniz bulur, sorunu iletirler size.

Sırf elektrik, su, doğalgaz abonmanlığının devri için o vezneden bu vezneye mekik dokuma işi bile gitmekten vazgeçirtebilir insanı. Hani, Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne bile razı olur oturursunuz.

Aslında o mekik dokuma durumları bir yandan da memleketi terk etme sebebidir, o ayrı.

Sonra borçlar harçlar kapatılacak falan...

Hem ben o gittiğim yerde ne iş yaparım?

Ne bir gazetede küçük bir köşe ayarlayacak tanıdığım var... Kendime bir "Dobra Dobra" işi bulsam, karşımda Sacit Aslan’la, Gönül Yazar, bir de Semiha Yankı olmadıktan sonra, seyirci anlasa bile ben ne anlarım o programdan!

Diyeceğim, gitmek aslında zengin işidir. Yapacağı şey bir tek uçağa binmektir onların. Mesela zaten oralarda da bir kurulu düzeni olanlar için gitmenin nesi zor olsun? Giderler, gelirler, giderler, gelmezler... Bir telefonla her şeyi hallederler...

Ha, ya da tamamen züğürt olacaksınız. İzmir’de bir "kaptan" ayarlamak için bekleyen Somalililer gibi.

İkisinin ortasındakiler için gitmek lükstür, hayaldir.

Fakat tuzu kuru olan neden gitsin, o da var tabii.

MIŞ-MUŞ

Butto’nun partisi cinayetten seçim zaferi çıkarma peşindeymiş.Seçim zaferi arzusundan cinayet çıkmış olmasın da... İmza: Komplo teorisyeni Pakize.

2008 terörle mücadelede sonuç alma yılıymış.Ocak ayı genelde "mangalda kül bırakmama" ayıdır. Aralıkta ayaklar yere basar.

Fazıl Say’ın annesi AKP hükümetini övmüş.Savaş ve Barış.
Yazının Devamını Oku

Kadınlar komik erkek sevmez

1 Ocak 2008
KADINLAR komik erkek severmiş!<br><br>Nereden çıktı bu? Kim uydurdu?

Hiçbir kadından duymadım bugüne kadar.

Tamam, seven de vardır mutlaka... Maço erkeği seven bile olduktan sonra... Fakat bir genelleme yapılabilir mi?

Ha, illa yapılacaksa tam tersi söylenebilir: "Kadınlar komik erkek sevmez!"

Eski Türk filmlerini düşünün... Esas erkeğin bir de komik olan en yakın arkadaşı vardır mutlaka. Ama esas kızı kim kapar daima?

Sonra kızlı erkekli arkadaş gruplarını bilirsiniz... Bir süre sonra herkes eşleşir, komik erkekler daima açıkta kalır. Kızları onlar eğlendirir oysa ama seçilen ötekiler olur.

*

Peki nereden çıkıyor bu inanış?

Mesela, Cem Yılmaz’la Beyaz’ın hiç sevgilisiz kalmayışından olabilir mi? Çünkü genellikle onların kız arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğraflarının tepesine atılıyor bu başlık.

Peki, onların komik oldukları için seçildiklerini kim söyledi?

Gelmiş geçmiş bütün kızlara sordunuz, "Beyaz çok komik, onun için" dediler öyle mi?

Ya da bu adamların kızlara habire komiklik yaptığını nereden çıkarıyorsunuz?

Sevişirken, "Dur bak aklıma bi fıkra geldi" mi diyorlarmış?

Uydurmayın arkadaşlar!

Ha, ama "Kadınlar zeki erkek sever" derseniz, anlarım.

Ünlü olmalarına bile yormam yanlarında her zaman güzel bir sevgililerinin olmasını... 35 yaşında bekár, sağlıklı, eli yüzü düzgün olup da sevgilisi olmayan bir adam gösterin bana! Muhasebeci, bankacı, tornacı... Ne olursa olsun! Ha, manken olmaz da sevgilisi, mahalleden biri olur, ya da işyerinden, çevresi neresiyse oradan.

*

Neticede komik adamların da illa bir sevgilisi olacak. Kıro, ciddi, sinirli, melankolik, yakışıklı, akıllı, salak bütün erkeklerin olduğu gibi. Ama bu "Kadınlar komik erkek sever" demek değildir.

Tekrar söylüyorum, tam tersine komiklik yapan erkek pek çekici gelmez kadınlara. Kadınlar romantizm sever çünkü ve her dakika komiklik yapan erkekle romantizm zordur.

Ha, yerinde, sağlam espri yapabilen erkeği herkes sever elbet ama bu da "Kadınlar komik erkek sever" şeklinde özetlenemez.

Kime sordunuz hem?

Kaç kadına?

Ciddi bir araştırma neticesidir de bu, benim mi haberim yoktur?

MIŞ-MUŞ

AKP, vekillerine dil eğitimi verecekmiş."Kasımpaşa ağzı" dersinin hocası belli.

Yeni dönem Popstar Alaturka’nın sadece İstanbul seçmesi 2 bin 500 kişiyi ağırlamış.Bu memleket hiçbir zaman popstar sıkıntısı çekmeyecek çok şükür!

İstanbul’da bir imam, cuma namazında "Kadınlar nefsine hákim olamaz, karılarınızı çalıştırmayınız" diye vaaz vermiş.Aslında, "Ben nefsime hákim olamıyorum, karılarınızı görürsem kendimi tutamayabilirim, siz onları tutun bari" demek istiyor.
Yazının Devamını Oku

Yılbaşı ağacı

31 Aralık 2007
HİÇ yılbaşı ağacım olmadı. Biraz üşendiğimden, biraz utandığımdan, en çok da baskıdan. Her niyetlendiğimde kardeşim "Deli misin?" diye sordu.

Derinlerde bir yerde ben de hadiseye pek akıllı işi gibi bakmadığımdan herhalde, "Neden delilik oluyormuş?" şeklinde cevap vermek aklıma gelmedi hiç.

Bu seneye kadar.

Bu sene öyle bir kıvama geldim ki hani hükümet yasak koysa gizli gizli kuracaktım ağacı.

Yaptım nitekim.

Hem de bilumum gerekli malzemeyi kardeşime aldırtmak suretiyle!

İntikamım acı oldu anlayacağınız!

Bir gün en sakin halimle, sanki maydonoz siparişi verir gibi, "Gelirken bana bi yılbaşı ağacı alsana" dedim, o da en sakin haliyle, her zaman yaptığı bir işmiş gibi "Olur" dedi.

Demek bunca yıl yolunu bilememişim!

Uzatmayayım, kurduk ağacı.

Kurduk dediysem lafın gelişi...Nerede hata yaptıysak, ağaç bir tarafından rüzgar yemiş gibi yan yatmış durumda.

Ama olsun!

Bu ona bir doğallık veriyor. Tabiatta bir tarafa meyletmemiş ağaç var mıdır?

Yoktur!

Neticede kendisine doğal süsü vermiş plastik çam ağacımız salondaki yerini aldı.

Şimdi gelelim esas meseleye.

Şu minik lambalara.

Bakın, bugüne kadar şurada burada bunların her türlüsünü görmüştüm. Göz kırpar gibi bir yanıp bir sönenini...Sırayla yanıp, sırayla sönenini...Mors alfabesi gibi iki uzun bir kısa yanıp sönenini...Hepsi birarada olanını da görmüştüm. Ama en fazla birkaç dakikalık periyotlardı bunlar. Hergün değişik bir ritm tutturanına hiç rastlamamıştım. Evet, bu da geldi başıma. Daha doğrusu bunu da icat etmişler. Şöyle söyleyeyim, bizim lambalar haftanın günlerinden haberdar! Pazartesileri mesela, bir yarısı yanıp sönüyor, öteki yarısı sürekli yanıyor; salı günleri hepsi birden bir yanıp bir sönüyor, sonra birkaç dakika yanık durup tekrar hareketleniyorlar; çarşambaları başka bir şey...

Birara kardeşimden şüphelenmedim değil. Hani eski yılların özürü gibi, bana hoşluk olsun diye, yedi çeşit lamba aldı, hergün gizlice değiştiriyor mu diye...Değilmiş. Yemin etti.

Ailecek lambaları takipteyiz şimdi. Kardeşim uğrayamadığı günler telefon açıp soruyor, anlatıyorum lambaların durumunu.

Bugüne kadar evine yılbaşı ağacı kuranların bir bildiği varmış meğer. Fakat herkesin lambası bizimki gibi midir, bir ucuz kıytırık ışık demetinin geldiği nokta bu mudur hakikaten, merak içerisindeyim.

Ben bu ağacı kaldırmam kolay kolay. Zaten öteki yılbaşına ne kaldı...12 ay bir şey!..
Yazının Devamını Oku

2008’de neler olacak

30 Aralık 2007
Meydan meydan dolaşıp halka hitap eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e "Cumhurbaşkanı’nın El Kitabı" adlı mini bir kılavuz hediye edilecek. Bülent Ersoy’un tek taş yüzüğü boğazına kaçacak, oradan gidip safrakesesine yerleşecek, hayatını safra taşı olarak sürdürecek.

*

Ajda Pekkan’ı 2008 yılı da eskitemeyecek.

*

Her yıl bir vesileyle analarımızı anmayı ihmal etmeyen (Bir vatandaşa "Ananı da al git", dağdakilere "Ananın yanına dön") Erdoğan, bu defa yine bir vatandaşa "Kabaramazsın kel Fatma, annen güzel sen çirkin" diyecek.

*

Angelina Jolie, sonunda Kamboçya’nın tamamını nüfusuna geçirecek.

*

Bush’un gittikçe birbirine yaklaşan iki gözü bu yıl üst üste binecek.

*

Popstar Alaturka adı değişerek devam edecek.

"Çöpçatan Alaturka"

Artık sonu geldiği söylenen PKK’nın yerine muhtemelen yeni bir belamız olacak. Olmazsa milletçe sudan çıkmış balığa döneriz vallahi!

*

Tarkan "takım elbiseli, başı tıraşlı, yüzü tıraşsız"
yeni imajıyla, gittiği yerlerde "popstar"dan ziyade "mafya çömezi" olarak ağırlanacak.

*

Binbir Gece’nin Onur’u, dizide beladan kurtarmadığı insan kalmayınca memleketi kurtarmak üzere siyasete girecek.

*

Deniz Baykal,
CHP’yi zimmetine geçirecek. O sağ biz selamet!

*

Hülya Avşar,
bir kadının en güzel yaşının 45 olduğunu iddia edecek. 2009’da iddiasını 46 olarak değiştirecek.

*

2008 de ötekiler gibi hiçbir dileğimize kulak asmayacak, bildiğini okuyacak.

*

Yukarıdakiler de dahil hiçbir kehanet doğru çıkmayacak.

MIŞ-MUŞ

Erdoğanlar, Beyaz Melek’i izlemişler.Aslında Kabadayı daha uygundu.

Barlara sigara yasağı geliyormuş.Hastanelere ilaç yasağı gibi bir şey bu!

Bulgur fiyatı pirinci sollamış.Dimyat’a pirince gidenlere bulgurun ikinci isyanıdır bu.

Aldatma en çok iş arkadaşlarıyla gerçekleşiyormuş.Tembeliz yani.
Yazının Devamını Oku

Her telden

29 Aralık 2007
Bu topraklarda Cem Yılmaz’ın bir tek rakibi var bana göre... Bülent Ersoy! Çirkin kadınların yaşlılığı güzel kadınların yaşlılığından daha güzel oluyor.

İki kadın düşünün... Biri güzel, öteki çirkin. İkisini de yıllarca görmüyorsunuz... Sonra bir gün yeniden karşınıza çıktıklarında çirkin olan gözünüze daha güzel görünecektir.

Belki de bu durum "Büyük beklentilerde hayal kırıklığının da büyük olması" meselesidir.

20 yaşında çirkin bir genç kız, 35 yaşındaki çok güzel bir kadından daha çekicidir. İnanmazsanız ikisini erkeklerin bol olduğu bir topluluğun içerisine sokun, gözlerin hangisine çevrildiğini görün.

Bazı kadınların erkeksizliğe hiç tahammülü yok. Sevgili manasında değil... İlla her bulundukları ortamda ufak ufak flört edebilecekleri en az bir erkek olacak! Ancak o zaman neşeleri yerine geliyor. Kadınlıkları hen an dürtüklenecek illa ki.

Hani "En İyi On"lar "Kare As"lar var ya... Kebapçıdan tutun da çiçekçiye kadar hani... O listelere giren bir daha hayır etmiyor. Rehavete mi kapılıyorlardır nedir... İnsan bir heves girdiği kapıdan hayal kırıklığıyla çıkıyor.

Siz hiç eve mahkûm oldunuz mu?

Artık gözleriniz iyi görmediği için kitap gazete okuyamaz hale geldiniz mi peki? Kapısı bayramdan bayrama çalınan bir "cam önü ihtiyarı" oldunuz mu hiç?

Dışarıya çıkmaya mecali olmayan, olsa da artık sokakları canı çekmeyen bir geçkin?

Çok da küçümsemeyin televizyondaki gündüz programlarını. O programların adeta hayat kurtardığı evler var.

Fakat içerikleri bu mu olmalı?

"Kesinlikle hayır!" diyemiyorum doğrusu.

Galiba hayatın bir döneminde "Beterin beteri"ni duymak, görmek daha iyi geliyor insanlara. Neşe, umut, coşku "nispet" gibi algılanabiliyor.

Bir "tek taş" çılgınlığıdır gidiyor... Gazetelerde tam sayfa ilanlar, televizyon reklamları... Bense artık tek taşın modasının geçtiğini düşünüyordum. Daha doğrusu tek taşı her zaman "Taktığı hiçbir takıyı kendisi almayan kadınlar"la özdeşleştirdiğim için, bilmiyorum hangi safiyane düşünceyle, o kadınların çok gerilerde kaldığını zannediyordum. Şimdi bu kadar "teşvik"ten irkiliyorum doğrusu. Nedense yine kimse tek taşını kendi almayacakmış gibime geliyor.

Aslında seyirci, hayran, seçmen, okur, taraftar v.s. olarak pek de vefalı sayılmayız.

Unutuveririz. Kimleri unutmadık ki...

Fakat bir yandan da bazı insanların sonsuz kredisi var gönlümüzde. Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum, mesela birinin yirmi yıldır dillere düşmüş bir şarkısı yok, öteki fi tarihinde başarılı bir televizyon programı yapmış, ondan sonra yaptıkları artık onun suyunun suyu... Ama bakıyorsunuz "gönüllere kurdukları tahtlar" sapasağlam duruyor.

"Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır" deyip terk etmeden sabırla bekliyoruz.

Onlarsa sermayeden yemeye devam ediyorlar.

Bütün "yola çıkışlar" çok haklı nedenlere dayanıyor. Fakat bütün "yola çıkanlar" yoldan sapıyorlar nedense.

İsmine bakarsanız yılların siyasi partisi. Fakat yapılanması sürüyor. Bir yapılansa, hedefi elbet bütün siyasi partiler gibi memlekete hayırlı işler yapmak!

Gazetelerden takip ettiğimize göre epey yol aldılar sayılır. Şöyle söyleyeyim, nalın biri var, iş üç nalla bir at bulmaya kaldı!

Bir bulsalar kim tutar onları!..

Fakat bu arada atı alan Üsküdar’ı geçti, o ayrı mesele.

Nasıl ölmek isterdiniz?

Bu soruya "Uzun uzun yatağın tadını çıkararak" diye cevap verene rastlamadım. Herkes ani ölmek istiyor.

E, artık bu umumi arzuyu Tanrı’nın dikkate alması lazım!

MIŞ MUŞ

ABD’de kuş pisliğine basan adam 6 milyon dolar tazminat almış.Demek oralarda da kuş pisliğiyle "kısmet" arasında bir bağlantı var.

Ünlü popçu Britney Spears’in son aşkı Adnan isimli bir Türkmüş.O halde fotoğraflarına iyi bakın, yengenizi bir daha öyle yarı çıplak göremeyebilirsiniz!

Ankara’da bir kadın, postadan kocasının iki yıl önceki kaçamağına ait sevişme CD’si çıkınca boşanmak için mahkemeye gitmiş.Adamın da isteği zaten buysa "orgazm sevişmeden iki yıl sonra geldi" denilebilir.

Yazının Devamını Oku