19 Şubat 2008
BU aralar başka konu zor.<br><br>Türban mıdır, başörtüsü müdür... İşte o malum mesele akıllara ipotek koydu adeta. Başka bir şey düşünemiyoruz. Ben mesela... Kendi hesabıma noktayı koymak istiyorum fakat bırakmıyorlar!
"Hangi yana baksam durur karşımda" vaziyeti var.
İşin ilginç yanı, yorumları okumakla yetinilmiyor. Adeta cevap hakkı doğmuş gibi, "Ona öyle demezler" diye araya girmek istiyor insan.
Bakalım nereye kadar gidecek.
* * *
Mesela, başı kapalı kadınların ortak dertlerinden birine takıldım en son.
Hemen hepsi "başı kapalı kadın" olarak görülmekten şikáyetçi. Yani sadece bununla anılmaktan.
"İlahi!" diyesi geliyor insanın.
Sanki başka kadınlar daha derin tanımlamalarla anılıyorlarmış gibi!
Başı açık ya da kapalı, bütün kadınların derdi bu.
Belki erkeklerin de.
"Başı kapalı."
"Sarışın."
"Kel."
"Şişko" vs.
İlk bakışta, görünüşte ne dikkati çekiyorsa o!
Yani başörtüsüne vurgu yapılmasının altında dini inanca dikkat çekmek veya aşağılamak ya da "ötekileştirmek" gibi amaçların yattığına inanmıyorum pek. Varsa da amacı bu olanlar, sayıları azdır.
Sadece en belirgin özellikleriyle tarif ediliyorlardır kısacası. Hepimize yapıldığı gibi. Ama başı kapalı kadınlar, aslında için için kendi kendilerini ötekileştirmiş olabilirler bakın. Bu sebeple "işkilli" denecek kadar hassasiyet gösteriyor olabilirler.
Fakat keşke aksi olsa.
Yani birine "başı kapalı kadın" derken onun inancının, dünya görüşünün, siyasi kimliğinin altı çiziliyor olsa keşke. Kadının derinliğine inilmiş olur, fena mı?
"Kel"den de, "şişko"dan da, "sarışın"dan da iyidir.
* * *
Başı kapalı hemcinslerim kusura bakmasınlar ama son günlerde biraz da "hazır hatırım sorulmuşken" psikolojisi içerisinde konuşuyorlar galiba.
Hepimizin ádetidir. Rahmi Koç’a sorsanız şimdi, "Para sıkıntın var mı?" diye, yok demez, 65 yıl önce bir kere babasının onu okula nasıl harçlıksız yolladığını anlatır.
Ha, başı kapalı olduğu için üniversiteye gidememesi bir kızın, az zulüm müdür, insanın bütün hayatının akışını etkileyen bir durumdur üstelik.
Bunda hemfikiriz.
Ama anlattıkları bu değil ki. Onlara bakarsanız neredeyse sokakta yürüyememişler, sinemaya gidememişler.
Galiba biraz da röportajı yapanların "gayret"i var işin içinde. "Biraz daha acı lütfen!"
Diyeceğim, bir abartmadır gidiyor.
İki taraflı.
Bir taraf türbanın üniversitelerde serbest olmasıyla dünyanın sonunun geldiğini, öteki taraf yıllardır dünyanın sonunu yaşadığını anlatıp duruyor.
MIŞ-MUŞ
Mars, hayat için fazla tuzlu çıkmış.Mars’ı kaldırıp yerine Türkiye’yi koyun, tuzlu sözcüğünü de tırnak içerisine alın.
Newsweek, dev Türk bayrağını kapak yapmış.Bizim ne büyük millet olduğumuzu sonunda anladılar demek!
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2008
ÇOCUKLUĞUMU düşünüyorum... <br><br>Bir de bu günleri... Bir liste yapsam... "Neler değişti" diye... Hani ne derler, "Buradan köye yol olur".
Değişmeyen bir tek şey var, o da "memleketin hali"
Ve elbet her birimizde var olan memleketi kurtarma azmi ve kararlılığı!
Kuşaktan kuşağa aktarıla aktarıla sürüp gidiyor.
Hassasiyetimize şükretmek mi lazım artık...
Yoksa "Huyumuz batsın" demek mi...
Ya da hiçbir dönemde, memleketi kurtarma işini bize bırakmayan bir büyüğe sahip olamayışımıza hayıflanmak mı... (Bu arada Başbakan’ımız hálá insanları rahatlatacak bir şey söylemiyor.)
Hepimizin içine işlemiş... Bir an vazgeçsek memleket batacak maazallah!
Herkes kendi işi için bu kadar sorumluluktan çatlıyor olsa belki de memleketin halini düşünmeye gerek kalmayacak ama zor tabii. Memleketi kurtarmak daha kolay.
Bir kere kimse sizden bir neticeye varmanızı beklemiyor. Sonsuza kadar sadece ahkám kesebilirsiniz.
Sonra disiplin isteyen bir iş değil, mesai saati diye bir şey yok, ofise tıkılmak zorunda değilsiniz... Hatta meyhanede falan olmanız daha iyi. Yıllardır en verimli çalışmalar oralarda yapılıyor zira.
Sonra en sevdiğiniz şeyi, "dedikodu"yu da katabiliyorsunuz kurtarma işinin içine... Memleketin durumuyla ilgili söylenti alışverişinde bulunmak suretiyle.
Ondan sonra daha da çok sevdiğiniz "birilerini suçlama" hadisesini unutmayalım.
Bakın, memlekete olmasa bünyenize faydası vardır bunların. Kişisel dertlerinizden uzaklaşır, stresinizi atarsınız.
Bir de önemli bir iş yapmış olmanın gururunu yaşarsınız.
* * *
Şu içinde bulunduğumuz günler, "Ne olacak memleketin hali"ciler için adeta altın değerindedir!
Memleket memleket olalı böylesi kurtarılacak hale düşmemiştir!
Yani insan ne kadar kurtarsa azdır!
Elinde örtüyle kapı arkasında beklemekte olan kadınlar, üniversitedeki yasak kalkar kalkmaz başlarını örtüp sokaklara dökülecek, hatta başı açık hemcinslerine saldıracaklardır!
Zaten geçenlerde bir kadın, başı açık olduğu için taksiden indirilmiştir!
Ayrıca adamın biri Akmerkez’de namaz kılmıştır!
Daha ne olsundur!
* * *
"Sen dalga geç, dönülmez noktaya geldiğimizde görürsün gününü!" diyeceksiniz.
Tamam, dalga geçiyorum ama size güvendiğim için. Rejimi değiştirmeye falan niyeti olan varsa bunu size rağmen gerçekleştirmesi mümkün değildir biliyorum. Bu güvenden gelen bir aymazlık var bende. Bu bir.
İkincisi, kızların üniversiteye başı örtülü girmesinin "rejimin sonunun başlangıcı" olacağını düşünmüyorum sahiden.
"Sen siyaset bilimcisi misin?" diyenler olacaktır... Peki aksini iddia edenlerin hepsi o dediğiniz midir? Nereden biliyorlar?
Hem bu yasak sonradan konmamış mıydı zaten?
E, o zaman neden korkuyoruz?
Ha, şu "siyasi simge" meselesi...
Peki kızlar başını açınca ne olacak?
"Simge gitti, siyaset bitti" mi olacak yani?
Herkes derhal fikrinden vazgeçecek öyle mi?
E iyi, kolaymış bu işler!
Hem yıllardır başları açık... Sorun yok mu yani?
Başörtüsü simge değilse bile biz simge yaptık onu. Hani bir laf vardır "Delinin aklına taş getirmek" diye...
Son olarak...
İlla bir şeyden korkacaksak çetelerden korkalım bence. Çok korkalım. Hem onlardan korkmakla memleketteki her türlü marazadan bir çırpıda korkmuş oluruz.
MIŞ-MUŞ
H. Avşar, "Tarkan benden daha büyük marka değil" demiş.Keşke kimse marka falan olmasa... Marka olan inzivaya çekiliyor.
Fast food, iyi kolesterole iyi gelmiş.Kimse yüzde yüz kötü değildir!
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2008
GÜLÜŞÜNÜZE GICIKSA BİRİ
Atalarımızı "Yiğidi öldür hakkını yeme" demek durumunda bırakan şartlar hálá mevcudiyetini sürdürmekte.
Mesela gülüşünüze gıcık oluyorsa biri, ölüme çare bulmuş olsanız nafile!
Hiç tınmıyor.
Yok sayıyor sizi.
Bu ülkede en büyük sorunlardan biri bu bence.
*
O, DOĞRUCU
Ortalık türlü söylentilerle çalkalanıyor.
İnsanlar sokakta...
Bir belirsizlik...
Bir korku...
Bütün bunlara aklı başında iki çift laf ederek engel olabilecek biri var.
Ama o biri bunu yapmak yerine "Hedefe er ya da geç ulaşacağız" diyor mesela.
Kabahat bizde belki. "Yalan da olsa söyle" diyoruz, "Bir teselli ver."
O ise doğrucu.
Ama biz anlamak istemiyoruz.
*
TEPİNMESEK
Güzellik kraliçesi adaylarının değişmez bir dileği vardır hani... "Savaşların olmadığı, barış dolu bir dünya" derler.
Ben de "var olmak için" (öyle felsefi anlamda falan değil, mesela patronun gözünde, arkadaşların arasında, aile içinde var olmak) illáki öndekini itmek, bağırmak, zıplamak, tepinmek zorunda kalmadığımız bir hayat istiyorum.
Fakat benimki de en az kraliçe adaylarınınki kadar ütopik, biliyorum.
*
ARANIYOR!
En büyük hayali bir müzikalde oynamak olmayan bir ünlü aranıyor!
Bulursanız bana haber verin, dişimi kırıcam!
Memlekette müzikal yok ama "yıldızlar" sırada!
*
SİS
Bakıyorum en güzel İstanbul fotoğrafları siste çekilmiş olanlar.
Sis güzelliğine güzellik mi katıyor İstanbul’un, yoksa çirkinliklerini mi örtüyor, kestiremedim.
*
ŞARKILAR DAHA MAHREM
Ne yapmış Teoman?
İki kadınla sevişmiş.
E, ne var bunda?
Birçok erkeğin yaptığı, bütün erkeklerin istediği, fırsatını kolladığı, hiçbir erkeğin hayır diyemediği şey değil mi bu?
Hiç kafana takma Teoman!
En fazla kıskanıyorlardır seni.
Ha sevişirken görünmüş olmaktan mı rahatsızsın?
Onu da boşver!
Şarkı sözleri var ya... Ruhun çıplaklığı yani... Bütün duyguların ortaya saçılmışlığı... Onlar daha mahrem belki de.
*
BİRAZ SARHOŞLUK İYİDİR
Bir de şu sarhoşluk mevzuu...
Gece dışarı çıkılacak ama içilmeyecek öyle mi?
Ya da içilse de sarhoş olunmayacak!
E, ne anladım ben bu işten?
Kafam bir hoş olmayacaksa...
Karaciğerimi yorduğuma değmez!
Hem kabul edelim duyarlı insanların pek öyle ayık kafayla kaldırabileceği yer değil buraları.
Ayrıca Teoman’ın "damardan" şarkıları var; ağzına içki koymayan tapu kadastro memuru kılıklı adamların nesi var? (Tapu kadastro memurlarının protestosunu göze aldım.)
*
PROTOKOL MASASI
Belki yüzlerce martı... Denizin üstünde dönüyor, çığlık atıyorlar.
Olağanüstü bir durum var belli ki. Bir balık sürüsü olmalı...
Şahane bir görüntü.
Fakat görüyorum ki yalnız benim için. Önümdeki masada oturan iki genç kadın, refleks olarak bile dönüp bakmıyorlar o hareketliliğe.
Denizde olup biten hiçbir şey ilgilerini çekmiyorsa neden illaki camın önündeki masaya oturmak istediler acaba?
Ha, protokol masası oluyor değil mi cam önündekiler!
MIŞ MUŞ
ÆTürk kadınına ayda bir cinsel ilişki yetiyormuş.Ne yapsın kadıncağız, arz olmayınca talebi kısıyor demek!
ÆZeki kadın alkolizme daha yatkınmış.İdrakın dayanılmaz ağırlığı!
Æİngiltere’de yapılan bir araştırma, erkeklerin, televizyonu seksten daha fazla sevdiğini ortaya çıkarmış.E, televizyonda ötekindeki gibi "risk" yok en azından!
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2008
NASIL olsa konuyu ciddi olarak ele alan çok. Bunun verdiği rahatlıkla ben makaraya alabilirim o zaman. Şu "dört eş" meselesi...
Olsa nasıl olur?
Yani bizim buralarda...
"İki’den yola çıkarak neler olacağını az çok kestirebiliyoruz" diyeceksiniz. Fakat bu tamamen farklı bir durum. Bu defa her şey "yasal!"
* * *
Yasal da...
Bir de alışkanlık denen şey var ki kurtulmak için birkaç kuşak geçmesi lazım. Bizimkilere hemen yarın "Buyurun dört kadın!" dediğinizde eminim, hálá eski alışkanlıkla birinden ötekine "iş yemeği" deyip de giderler.
* * *
Başka ne yaparlar...
Binayı 150 kat yapmasına izin verildiği halde 151. kaçak katı yapmaktan kendini alıkoyamayan müteahhit misali gizli bir "beşinci kadın" edinirler.
* * *
Yine alışkanlıkla, bakmışsınız her bir kadına öteki üçü için "Sadece çocuklarımın annesi" masalını anlatıyorlar...
* * *
En çok davetiyelerde, şurada burada nasıl yer alacağını merak ediyorum yeni aile modelinin...
"Recep Tayyip & Emine & Zehra & Kübra & Tuğba Erdoğan."
Böyle mi mesela?
Zarflar büyük tutulacak demek...
Anılırken de "Erdoğan beşlisi" olarak anılacaklar herhalde.
"Neden Başbakanımızı örnek verdin, o öyle şey yapmaz" diyenler olacaktır şimdi. Ayol burada yasal bir durumdan söz ediyoruz, neden olmasın?
Ayrıca Atatürk nasıl şapkayı önce kendi taktıysa, Erdoğan da topluma örnek olmak açısından ilk adımı atan bile olabilir.
* * *
Bu yeni modelde kadınlar arasında kaç göç durumu söz konusu olmayacağından, herhalde hep beraber sokağa da çıkılacaktır.
Bu durumda arabanın ön koltuğuna hangisi oturacak?
Bakın bu çok önemli meseledir bizim memlekette. Gelin-kaynana arasındaki iktidar savaşında bile adeta bir cephe oluşturmaktadır ön koltuk!
Şimdi dört kadın...
En büyük kavga bundan çıkar bana göre.
Tamam, padişahların yüz kırk dört karısı vardı fakat o zamanlar arabaya doluşup Boğaz’a inmek diye bir şey yoktu. O garipler haremde kuzu gibi yayılır beklerlerdi. Bilmiyorum, gravürlerin yalancısıyım.
Neyse, belki bunu da sevişme gibi sıraya koyarlar.
* * *
Sevişme deyince...
Eğer dört kadın aynı evde ikámet edecekse sokaktaki arabaların alarmı susmaz vallahi!
Ne aláka, anlatayım.
Şimdi, erkek hangi kadının odasındaysa o gece, o kadın ötekilere "Bakın beni bir başka ’seviyor’" mesajını göndermek için yerli yersiz, yüksek perdeden çığlık atacaktır.
E, ötekilerin ağzında tıkaç mı vardır, onlar da sıraları geldikçe daha fazla bağıracaklardır. Daha fazla, daha fazla derken mahallede durulmaz!
MIŞ-MUŞ
Tarkan çocuk istiyormuş.
Prosedürün ilk adımı bu! Basına bildirmek!
Suudi Arabistan’da din polisi, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde kırmızı gül satışını yasaklamış.
Gülmeyin komşunuza!
KAYIP ARANIYOR
Aslında hayvanına sahip çıkamayanlara çok kızıyorum ama hayvan dostu olarak çığlığı duymamazlık da edemem. 8 yaşında, erkek, beyaz, Golden Redriver Bebek’te kaybolmuştur.
Görenlerin acil olarak 0.212 263 49 31/0.535 553 74 38 No’lu telefona bildirmesi rica olunur.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2008
ÇOK gerildik şu malum mevzudan. Yine aynı mevzudan gevşeyelim diyorum biraz. Bölündük ey halkım!
Fakat "bölünme" bir nevi sağ gösterip sol vurdu.
Hakkári dolaylarından geleceği beklenirken Ankara’dan çıktı!
* * *
9 Şubat bundan böyle bayram olarak kutlanır mı acaba?
Yuppiii! Bir tatilimiz daha oldu!
* * *
Üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkmasını "özgürlük" olarak yorumlayanlar var.
Düşününce doğru geliyor. Sahiden de örtünmek daha özgür kılabilir kızları. Hatta peçeyle tavan yapabilir özgürlük! Bir nevi, tebdili kıyafet gibi bir şey çünkü. Sevgilinin kolunda babanın yanından geçilip gidilebilir rahatça!
* * *
"Özgür kız" imajı da değişti tabii şimdi. Nil Karaibrahimgil ayağında şortu, sırtında çantasıyla dağ bayır gezerdi hatırlarsanız...
Şimdi "özgür kız" çene altı!
* * *
Dün, içinde genç kızlık fotoğraflarımın bulunduğu albümü aldım kucağıma... Eteklerim bir karış!
Tövbe tövbe!
Sevabımızı günahımızı düşünen devlet büyüklerimiz yokmuş başımızda tabii... Vermişiz günahı, vermişiz günahı!
* * *
Merdivenleri silen Sultan Hanım sordu...
"Abla, kanun çıkmış okullarda herkes başını örtecekmiş doğru mu?"
"Doğru" dedim, "Ama eksik. Okula gitmeyenler de örtecek başını. Bütün kadınlar."
"Kanun çıktı" yerine "Kanunun cılkı çıktı" demek daha doğru olacak galiba!
* * *
Pazar günü Hürriyet’te Soner Yalçın, AKP’li bakan eşlerinin örtünme hikáyelerini kaleme almıştı. Hemen hepsi evlendikten sonra örtünmüş.
Fakat ben orada başka bir noktaya takıldım esas. Bir ayrıntıya.
Gül Ailesi, 29 yaşındaki oğulları Abdullah’la evlendirmek üzere, Özyurt ailesinin 14 yaşındaki kızları Hayrünnisa’ya talip olmuşlar.
14 yaşında bir kız çocuğuna talip olmak!
Belki de aileler kızlarını "büyüdükten sonra" değil de "büyüyünceye kadar" tesettüre sokmalılar. Kemikleri gelişinceye kadar görücülerden saklamak için!
* * *
Bölünme bazen iyidir.
Bu millet nice badireyi bölünme sayesinde atlatmıştır. Bir amaç için yola çıkanlar bölüne bölüne yok olmuşlardır.
Bakarsınız "İğneliler" ve "Bağcıklılar" olarak bölünmüşler!
Sonra bunun "Toplu iğneli"si var, "Çengelli iğneli"si var...
MIŞ-MUŞ
Bayındırlık ve İskán Bakanı’na göre tapu memurları bahşiş alabilirmiş."Benim memurum işini bilir"in bir başka ifadesi.
Katar Emiri, İstanbul’da arazi arıyormuş.Bizim Emir haber yollamıştır... "Dükkán sizin."
Marmara depremi için 6 senaryo varmış.6’sı da enkaz altında geçiyor!
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2008
GAZETELERİN sağlık sayfalarında sık sık karşımıza çıkan konulardan biri de uykusuzluk. Ya da kalitesiz uyku. Kalitesiz uyku bir nevi "varlık içerisinde yokluk" durumu oluyor. Uyku var ama yok gibi. Uyuyorsunuz ama sabah dinlenmiş değil dayak yemiş gibi kalkıyorsunuz.
Fakat çaresi yok değil. Yine gazete sayfalarında okuyoruz neler yapılması gerektiğini.
Okuyoruz da... Benim o tavsiyelerden çıkardığım netice şu: Uyumaktansa uyumamak evladır!
Mesela ne diyorlar bakın:
- Yatmadan önce bir şey yemeyin.
- Uyku öncesinde sıvı almayın.
Yani?
Yanisi şu hayattaki en büyük keyfimizden vazgeçeceğiz. Televizyonun karşısında atıştırmaktan yani. Öyle Devlet Senfoni Orkestrası’nın konserine gitmiş gibi oturacağız.
Kendini tutamayacağını düşünenler oturma odasının duvarlarına "Yiyecek içecek getirilmesi yasaktır", "Kabuklu, kabuksuz her türlü fıstık yasaktır" gibi muhtelif uyarı levhaları asabilirler!
- Yatak odasında televizyon seyretmeyin!
Nası yani?
Ayol bu memlekette yatak odasına da bir tane televizyon koymamış tek bir aile yok.
Ayrıca benim bildiğim, televizyonun, değil uyku kaçırmak, uyku ilacına eş bir etkisi vardır insan üzerinde. Televizyon seyrederken tatlı tatlı uykuya dalmamış tek bir kişi gösteremezsiniz. Bu yüzden yuvaların yıkıldığı bile oluyor hatta. "Kocam devamlı televizyon karşısında uyuyor" diye mahkemeye koşan çok kadın var.
- Alkolü sınırlayın
- Kafein tüketimini azaltın
- Egzersiz yapın
Yani "no keyif, no problem"
- Yatmadan önce stresinizi yok edin.
Oldu canım!
Zaten bu diş fırçalamak gibi bir şeydir! Çocuklarınızı küçük yaştan alıştırın!
- Stresini yok ettin mi kızım?
- Ettim anne.
Tövbe tövbe!...
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2008
E, sevgililere akıl vermenin zamanı geldi yine. 14 Şubat’ta nereye gitsinler, ne giysinler, ne yesinler, ne dinlesinler, ne alsınlar, hatta nasıl sevişsinler... Dört koldan hizmet başladı.
Ben de boş duracak değilim bu hizmet yarışında!
Başlıyorum nitekim.
Ey sevgililer!
Dikkatli olunuz.
14 Şubat aslında ilişkiler için çok tehlikeli bir gündür!
Mesela, o güne kadar defalarca tekrarladığınız fakat ciddi bir sorun yaratmayan bir davranışınız Sevgililer Günü’nde affedilmez hataya dönüşebilir.
Diyelim buluşmalara hep geç gidiyorsunuz... Kasıtlı değil elbet, yolla zamanı denk düşüremeyenlerdensiniz. Fakat 364 gün sizi bu halinizle seven sevgilinizin, Sevgililer Günü’nde patlaması işten değildir.
Bir bakmışsınız ayrılmışsınız.
Bir de hediye, kutlama, şu bu konularında "beklentiler" büyük tutulduğundan "karşılaşılanlar" küçük gelir taraflara...
Yine bir bakmışsınız ayrılmışsınız!
Erkekler!
"Bir demet çiçek yeter" palavradır, sakın inanmayın!
Hayır, dağ başında herkesten uzak yaşıyor olsanız tamam da şu arkadaşlar yok mu...
Şöyle söyleyeyim, hani "Kişi refikinden azar" diye bir laf vardır... Yani, kısaca, kızlar içten içe "Sevgilisinin gözünde kim daha kıymetli" yarışına girmişlerdir aralarında. E, kıymet dediğiniz de parayla ölçülür bu devirde.
Diyeceğim, kızcağızı "küçük" düşürmeyin arkadaşlarının yanında!
* * *
Sevişmeyin!
Evet, 14 Şubat’ta sevişmeyin.
Yine şu beklentinin büyük olması durumu...
Siz o gün Sevgililer Günü olduğunu biliyorsunuz fakat esas sevişme hadisesini gerçekleştirecek olan bedeniniz, şuranız, buranız bundan haberdar mı? Beyniniz istediği kadar "Bu özel bir sevişmedir" diye sinyal göndersin, onlar her zamanki gibi olacaklardır.
Yani sizin planladığınız gibi bir sevişme gerçekleşmeyecektir büyük ihtimalle, haberiniz olsun!
Hatta yatak odaları için tavsiye edilen "dekor ve kostüm" hadisesi tamamen ters tepebilir. Bakmışsınız erkek o tuhaf kırmızı külotu görünce, "üstün yararlılık gösterme mecburiyeti" psikolojisiyle kasılmış kalmış!
Kadın deseniz kırmızı mumların yalazına dalmış gitmiş...
Netice... Performans her zamankinin altında!
* * *
Şunu da söyleyeyim, son birkaç Sevgililer Günü’nü aynı sevgiliyle kutladıysanız bu sene için hiçbir "etkinlik" düşünmeyin!
Değil masadaki mum, restoranı ateşe verseler sizin romantizm hortlamaz!
Her şeyin hakikaten bittiğini anlamak istiyorsanız, bir diyeceğim yok elbet, buyurun test edin!
Bir tavsiyem daha var.
Aman o gün her şeyin kalp şeklinde olmasına özen gösterin!
Kustunuz diyelim... Kalp şeklinde!..
MIŞ-MUŞ
Türbanın esin kaynağı Audrey Hepburn’muş.Bir yandan Batılılaştığımızı iddia edenlerin kastettiği buymuş demek!
Aşırı cep telefonu kullanmak spermleri etkiliyormuş.Aradıkları yumurtaya ulaşamıyorlar mıdır artık...
Türban yüzünden okuyamayanların oranı yüzde birmiş.Yüzde birlik bir soruna bile kellesini koyan hükümete saygı duyunuz!
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2008
İnsanı diğer canlılardan ayıran ne var? Bir ilkokul bilgisi olan düşünme yetisinden başka elbet.
"Canı yanmadan da feryat edebilmesi" olabilir mi mesela?
Peki kaç kişi var böyle?
Dünya, sayıları az da olsa "ucu kendine dokunmayan meseleler için akıl yoran, mücadele veren, emek harcayan insanlar" üzerinde duruyor bana göre.
*
Taraf’ta Kandil’den yeni dönen Yasemin Çongar’ın köşesinde okudum. Terörün bilmediğimiz mağdurlarını. İradesi dışında dağa çıkmış, taraf olmuş, sırtları yük taşımaktan yara içinde, günlerce aralıksız yürümekten bitap düşmüş katırları. Bazıları dayanamayıp uçurumdan aşağı bırakıverirmiş kendini.
Ağladım desem onlar için de...
Başım belaya girmez umarım. Katırların etnik kökeni yok neyse ki!
*
Bazen çok komik şeyler oluyor.
Mesela "kutuplaşmalar" karşısında en ateşli yazıları kaleme alanlar, bakıyorsunuz bir film üstüne mesela tartışmaya girmişler.
Birinin "iyi" dediğine öteki "kötü" diyor.
"Ne var bunda?" diyeceksiniz.
Bir şey yok elbet.
Fakat sırf bu yüzden köşelerin dışında da neredeyse iki düşmana dönüşmeleri... İyi ki iki ayrı siyasi görüşün mensubu değiller. Ya da iki ayrı ırkın, dinin... Mazallah ellerini kana bulayacaklar demek!
*
Harita bakmayı sever misiniz?
Yola çıkmayacaksınız, aklınıza takılan bir şey de yok... Sadece zevk aldığınız için açıp bakmaktan söz ediyorum.
Ben yaparım zaman zaman.
Açarım haritayı... Bir sürü yer kestiririm gözüme. Kaçmak için. Hepsi de Türkiye’de ama. Başka yerde sürekli yaşayamam. Türkiye’de fakat "tamamen başka şeyler"in konuşulduğunu ümit ettiğim yerlerdedir gönlüm. Sonra teknoloji denen canavarın her yeri aynı kıldığını düşünürüm, moralim bozulur. Sırf günün birinde bana alternatif yaşam oluşturma ihtimaline karşı elli sene geride bekleyecek hali yok hiçbir yerin. Biliyorum ama ne yapayım...
*
Atlas Dergisi tam benim gibiler için bir ilave vermiş bu ay.
Türkiye Atlası.
Hem detaylı hem pratik. Çantada taşınabilir büyüklükte ama ciltli falan şık bir kitapçık.
Hani o katlanır haritaları açıp bakmak meseledir ya... İki kolunuzu iki yana olabildiğince açarsınız, yine de beceremezsiniz, bir ucundan birinin tutması gerekir hani neredeyse... Veya önünüzde bir masa olmalıdır illáki... Bu öyle değil. Bir elinizde çayınız, kahveniz ötekiyle çevirin, bakın.
Meraklısına tavsiye ederim.
*
Din...
Laiklik...
Atatürk...
Bu konular her yerde, herkes tarafından tartışılmalı mıdır hálá emin değilim.
Kahvede, evde, ya da ne bileyim takside yapılan tartışmalardan söz etmiyorum elbet, televizyonlardaki her türlü programda (bizimki de dahil) konuşulmalı mıdır bu "hassas" konular?
Tamam herkes her konuda fikir beyan edebilir, etmelidir de, ama iki şarkı arasında, ya da bir yandan pırasa dolması yaparken de mi olmalıdır bu?
Hani programımızda o var, bu var, bu da var gibisinden... Yasak savar gibi...
Meramın tam olarak anlatılamaması ihtimali bir yana, bazı kavramların içinin boşalmasından korkuyorum en çok.
MIŞ MUŞ
ÆEbru Gündeş "40 yaşına gelince ben de botoks yaptırırım" demiş.
Şimdilik silikonlarla idare ediyor.
ÆBaykal "Laikliği biz koruruz" diyen Erdoğan’a "Sana laikliği emanet etmem" demiş.
Korkarım sonunda "yorgan gidecek kavga bitecek."
Yazının Devamını Oku