4 Eylül 2004
Gözünüz aydın kızlar!<br>Yasanız hayırlı olsun! Harama uçkur çözen kocanızı yeniden hapse attırabileceksiniz. Bir ara bunlara bir serbestlik tanınmıştı, uçkurları ellerinde gezer olmuşlardı. Fakat bundan böyle zevkü sefa sadece mahpusu cefayı göze alanlara...
‘Neden yalnız kadınların gözü aydın?’ diye bir soru gelebilir aklınıza. Ben bugüne kadar yanına polis alıp baskına giden bir erkeğe rastlamadım zira. Aldatılmayı kendilerine yediremediklerinden öyle davul zurnayla duyurma yoluna da gitmezler. Kadın kısmıysa bunu dünyanın tamamıyla paylaşmazsa içi rahat etmez.
Zaten duyduğumuza göre zinanın tekrar suç sayılması talebi de kadınlardan gelmiş. Vekiller yaz tatilinde Anadolu’yu gezerlerken kadınlar yollarına çıkıp yalvarmışlar, ‘Aman zina suç olsun!’ Güya yani... Pek inanmadık gerçi ama çok da akıl almaz bir durum değil. Yani atış varsa da isabetli; evli kadınların çoğu ister aldatan kocasını hapse attırmayı... Büyük bir kısmı aşktan meşkten umudu kestiğinden, haşá zina etmeyeceğinden, hani zinaya idam cezası getirilse daha da memnun olur. Bu arada öteki kadın da asılacak tabii. Hatta onu iki kere asmalı.
‘Bekára karı boşamak kolay, konuşup duruyorsun’ diyeceksiniz. Hayır efendim, hiç de değil. Sadece bekárlar daha tarafsız oluyor bu mevzularda, hepsi bu.
Neyse...
Olsa ‘Devlet nerede?’ diye bağıran insanlar topluluğuna pek yakışacak bu yasa.
‘Kocamın/karımın uçkuruna da devlet yapışsın!’
‘Kocam/karım elden gidiyor, devlet uyuyor mu?!
‘Biz aile olmayı beceremedik, devlet destek verip bizi bir arada tutsun!’
Hay hay!
Devlet buyurdu geldi yatak odanıza...
Evliliği cendereye çevirmek için tarafların gayreti yetmedi devlet tuz biber olarak devreye girdi.
*
Şimdi bu dediklerimi ‘Karısını/kocasını aldatmak isteyenlere zorluk çıkarılmasın!’ şeklinde yorumlayanlar olacaktır. Katiyen değil oysa. Hatta yasada bazı istisnalar var; mahkemelerin ayrı yaşama kararı verdiği eşlerden biri zina yaparsa ceza daha az olacakmış mesela... Halbuki istisna falan olmamalı. Adamı üç sene, beş sene öyle bağırtmalı ki sonunda o beğenmediği karısını hap diye yutacak hale gelmeli. Aile birliği yeniden tesis edilmeli böylece.
Çiftler evlenirken ‘Malların paylaşımı’ gibi ‘Bedenlerin kullanımı’ için de bir taahhütname imzalamalı. Hani madem bir işe kalkışıldı, kendimizi aşalım oldu olacak.
*
Şaka bir yana... Benim TCK’ya konmasını istediğim tek bir madde var.
‘Kimse kimsenin malı değildir.’
Benim kocam duracaksa beni sevdiğinden dursun, devletten korktuğundan değil.
‘Ama her yerde durumlar senin çevrendeki gibi değil’ diyebilirsiniz. Yani çok mu ahlaksızlar var netice olarak? E, zaten onların ne işi var evlilikle? Kadın ya da erkek, çocukların başında olmaları zararlı. Aile içinde tutulmaları değil, mümkünse tez günde toz olmaları sağlansa daha iyi olur.
Hem ben size bir şey diyeyim mi... Bu yasanın, 24 saatin 12 saatini zinayla geçiren kaymak tabakası mensuplarına ucu değmez. Tıpkı büyük götürenler yurtlarda gezerken baklava çalanların senelerce içeride yatmaları gibi... Yine üç beş garibanın başına patlayacak kabak.
*
Bir de merak ettiğim bir şey var... Şimdi bu yasadan sonra polis yine, deniz kenarına park etmiş çay içen iki arkadaşın arabasının içine yarı beline kadar girerek ‘Gösterin bakayım kimliklerinizi, bu senin neyin oluyor?’ diyecek mi? Hatta azarlayacak mı, hatta kadını muayeneye götürecek mi?
Zavallı medeni insanlar ‘Memur bey! Bizim yetiştiğimiz çevrede iki arkadaş, biri ya da ikisi de evli olsa bile beraber çay içip sohbet edebilirler; kadınla erkek her şartta, daima ateşle barut değildir’ diye izahatta bulunmaya çalışacaklar mı?
Eğer bunlar olacaksa, hakikaten yazıklar olsun bu iktidara!
MIŞ-MUŞ
Rusya Devlet Başkanı Putin ‘Komünizm güzel bir rüyaydı’ demiş.
Bizim bir kısmı rahmetli olmuş büyüklerimiz içinse kábus.
Bekárlık insanı çabuk öldürüyormuş.
‘Rahat battı’ dedikleri bu olmalı.
İran’da cansız mankenler de örtünecekmiş.
Hatta kurda kuşa birer paçalı don uydursalar iyi olacak.
CHP ‘Karadelik komisyonu’ kurmuş.
‘Sarıdelik’ içinse başka planları var.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2004
<B>‘NE olacak bu memleketin hali?’<br><br></B>Yılların dillerden düşmeyen sorusu...<br> Her kesimden vatandaşın fikir yürütmeye doyamadığı konu...
Memleketin perişan hali konusunda hepimiz hemfikiriz de iş en önemli meselelerini sıralamaya geldiğinde ı-ıh... Türkiye’nin en iyi on kebapçısını seçmek kadar kolay değil on meselesini bulup çıkarmak. Herkes ayrı telden çalıyor.
Sağlıkla eğitim hariç tabii. Bu ikisi fiks. Hatta söylene söylene sakız olmuş, değerini kaybetmiş. Gerçi ‘Biraz açar mısınız?’ deseniz kimsenin derine inecek hali yok ama bellemişiz işte bir kere... Hani bir gün çareler, çözümler üretilir de bu ikisi mesele olmaktan çıkarsa, topluca eşekten düşmüşe döneriz herhalde.
Diğer meselelere gelince... Dediğim gibi, iki kişinin aynı fikirde olduğu görülmemiş. Atalarına ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dedirtmiş bir toplumun evladı, elbet ucu kendisine dokunmayan meseleye ‘mesele’ demeyecektir. İşte bunun içindir ki kimsenin ‘en önemli mesele’si kimseninkine uymaz.
‘Çöpleri çok erken saatte topluyorlar’ diyebilir mesela biri... Bu yine de iyi. Hiç olmazsa bütün mahalleyi ilgilendiriyor. Bir başkası üst kattaki komşunun oğlunun müziğin sesini fazla açtığını söyleyebilir Türkiye’nin en önemli meselesi olarak...
***
Fakat ben onlar gibi yapmayacağım. Hakikaten Türkiye’nin çok önemli bir meselesini dile getireceğim.
Kaldırım.
Evet kaldırım.
‘Olmayan şeyin meselesi mi olur?’ da diyebilirsiniz tabii. Doğrudur. Bir İstanbullu olarak beş metre kesintisiz devam eden kaldırıma rastlamadık henüz. Bundan sonrası için de umudumuz yok.
Arabalar park etmediyse çukur kazılıp bırakılmıştır; parkeler sökülmediyse yağmurda çökmüştür; tümsekler oluşmadıysa aniden kaplamadan vazgeçilmiş, kaldırım tabiat anaya terk edilmiştir vs.
Bir de her yağmur sonrası Kızılırmak’a dönecek kadar yoldan aşağıda ya da üzerine çıkmanın dağcılık bilgisi gerektirdiği kadar yukarıda olma durumu var.
Kısacası, bizim çektiğimiz bir yana, kaldırım kaldırım olalı Türkiye’deki kadar zulüm görmemiştir. Gelen vuruyor, giden vuruyor.
Ben kendi hesabıma AB’ye yazmayı düşünüyorum. Kaldırımlara standart getirilmesini şart koşsun! AB de bir tuhaf ha... Kınayı yasaklıyor da şu kaldırımların halini görmüyor... Bu halimizle bizi aralarına alırlarsa, onların da medeniyetinden şüphe edeceğim.
MIŞ-MUŞ
Terör ilk defa treni hedef almış.
E, düşenin dostu olmazmış.
*
İki yıl sonra piyasaya çıkacak olan ilaç sigarayı bıraktırıyor, kolesterolü düşürüyor, kilo verdiriyor, diyabeti önlüyormuş.
O da benim gibi ne iş olsa yapıyor demek...
*
Zina tekrar suç oluyormuş.
Yani bedenlere ipotek geliyor öyle mi?
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2004
<B>SEREN Serengil </B>yine döktürmüş.<br><br><B>‘Anlat Savaş Abi’ne’</B> demiş <B>Savaş Ay... </B>O da anlatmış. ‘Giyim, çatal bıçak tutmak öğreniliyor ama bir tek şey var, görgü. O öğrenilmiyor. Aileden gelen şeyler var bende. Kalitede, görgüde, altyapıda alternatifim yok.’
‘En kültürlü assolist benim.’
‘Turgut Özal’a da çok hayrandım. Benzin istasyonlarında şampanya satılmaya başlanmıştı sayesinde mesela.’
Ve daha neler neler...
Hindistan’ı Ortadoğu’ya taşımalar...
Aydın Menderes’i Adnan Menderes’in kardeşi yapmalar...
Mehmet Ağar’ı ANAP’ın başına getirmeler...
Adnan Menderes’in çok önemli adam olduğunu resmine bakıp anlamalar...
Derin(!) tarih bilgisini anneannesinin İtalyan olmasına bağlamalar...
Reiki yapmayı çok akıllı olmayla ilişkilendirmeler...
Erbakan’ı fizik profesörü yapmalar...
Sorbone’u Amerika’ya taşımalar...
Kaçırılacak röportaj değildi. Daha önceki haftalarda Asuman Krause ve Helin Avşar’la yapılanlar da öyle... Fakat ben Seren’e gelinceye kadar bunları danışıklı dövüş röportajlar zannediyordum. Fikrimce Savaş demişti ki, ‘Öyle cevaplar vereceksiniz ki okur gülecek ağlanacak halinize...’ Onlar da kabul etmişlerdi. ‘Aferin’ demiştim kızlara. Hiç kompleksleri yoktu demek. Numaradan saçmalamak da bir yetenek işidir diye takdir de etmiştim ayrıca.
İşte ta ki Seren’i okuyuncaya kadar...
Neden uyandım Seren’de?
Kızın referansı var zira. Yani daha önceki röportajları... Hani ‘Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır’ misali...
‘A, bu bizim bildiğimiz Seren’ dedim. Demek Helin’le Asuman da sahiciydi öyle mi!
Aslında tam burada ‘Oha oldum’ çok uygun olacak ama bana yakışmaz. ‘Dondum kaldım’ diyeyim ben yine.
Bravo Savaş Ay’a!
Karşısındakinin böyle tavan yapmasını (yoksa taban mı demeliyim) sağlayabilmek her röportajcının harcı değil.
Fakat hálá içimde bir şüphe var. Bu kadar da olmaz, olmamalı diyorum. Kızlardan kimini tanıyıp sevmiş olmamdan, kiminin çocukluğunu bilmemden mi artık...
MIŞ-MUŞ
Sigara, erkeği kısır yapıyormuş.
Doğuya sigara yardımı yapılsın!
*
Kırıkkale’de yük treni devrilmiş, Afyon-İzmir seferini yapan trenin makinisti ise eğrilen rayları son anda fark edip treni durdurmuş.
‘Ok yaydan çıkmak’ deyiminin ‘Tren raydan çıkmak’ şeklinde değiştirilmesini öneriyorum.
*
AB için kritik günlerdeymişiz.
Trenimize, şuyumuza buyumuza bakınca, AB’nin durumu bizden daha kritik görünüyor.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2004
<B>DEPREM </B>tellalları atağa kalktılar yine. Hani beş senedir ciddi, derin araştırma içerisindelerdi, bitirdiler, vahim neticeyi bildiriyorlar desem... Bu kaçıncı netice? Senede iki tane netice çıkıyor. Biri ötekini tutmayan... Bilmiyorum artık ara ara ne esiyorsa... Hayır, çağıra çağıra getirecekler ona yanıyorum.
Aslında hesap sormayı bilen bir millet olsak öyle zırt pırt aklına geleni söyleyemeyecek kimse... Fakat işte basın dahil yok böyle bir ádetimiz. Mesela hiçbirimiz ‘1999’da yılbaşına kadar İstanbul’u yerle bir edecek yakışıklı depreme ne oldu?’ diye sormuyoruz. Felaket gerçekleşmedi ya... Oysa o korkulu bekleyiş de az yıkıcı değil. Hepimiz ruh sağlığımızı kaybettik.
Sonra şiddetle indirim yaptılar eksik olmasınlar... 7.6’yı beklemeye başladık hep beraber.
‘Ne oldu abi, fayla pazarlık mı ettiniz?’ diye sormak lazım.
‘Yok, bilimsel araştırma’ diyeceklerdir tabii. Peki 9.2 neydi? Kahve falı mı?
* * *
Ben artık kendim araştırma yapıyorum. Mesela gemiyle yapılan sismik araştırmalarla depremin zamanı, büyüklüğü, fayın kaç bölümde kırılacağı söylenemezmiş, bunu öğrendim.
Yine öğrendiklerime dayanarak şunu sormak istiyorum: ‘9.2’lik bir deprem, değil Türkiye’de, dünyada olmuş mu?’
Eğer depremseverlerin dediği çıkar da son olarak karar kıldıkları 7.6’lık deprem gerçekleşirse, şimdiden Allah hepimize rahmet eylesin! Zira İstanbul’da bu büyüklükteki depreme dayanacak çok bina olduğunu sanmıyorum. Hele bazılarına deprem bile gerekmiyor, önünden ağır vasıta geçmesi yeterli.
Güçlendirme meselesine gelince... Palavra. Daha devlet, hastanelerini, okullarını güçlendiremedi. Neyse ki Allah dağına göre kar verirmiş, bizim de bu ataletimiz karşısında onların söylediği büyüklükte depremin gerçekleşme ihtimali sadece binde 8.7. Ben demiyorum, öteki uzmanlar diyor.
Uzmanlardan alınmış başka rakamlar da var elimde ama pazar pazar sıkmayayım sizi rakamlarla!
İşin kötü yanı, bu depremsever arkadaşlar inandırıcılıklarını kaybettiler. Yarın doğru bir şey söyleseler kimse inanmayacak. Hani bina çatırdamaya başlasa, ‘Bunların uydurmasıdır’ diye yerimden kalkmayacağım. O durumdayım.
Nedir amaçları, bir anlasak... Hayır, bende zaten paranoya var. ‘Kalkınmamızı istemeyen dış güçler’e bağlayacağım neredeyse meseleyi... Öyle ya, yıkıcı depremin eli kulağında olduğu ülkeye turist mi gelir, yatırım mı yapılır? Topluca oynatmamız da cabası.
Ya da kimsenin günahını almak istemem ama yıkıcı deprem beklentisinin kimlere yol, su, elektrik olarak geri döndüğünün bir araştırması mı yapılmalı, bilmiyorum.
* * *
Ben kendi hesabıma bu deprem meselesini hallettim. İyimser uzmana inanıyorum. İşte bu kadar! İnanmak için kapı gibi gerekçem de var. Bugüne kadar kötümserlerin değil iyimserlerin dediği çıktı. Bundan álá gerekçe mi olur?
MIŞ-MUŞ
Bush, Irak için ‘Durumu yanlış hesapladık’ demiş.
‘Yanlış hesap Bağdat’tan döner’ diyen çok ileri görüşlüymüş.
Fikret Hakan; Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik için ‘Kifayetsiz muhterisler’ demiş.
Yeni bir filme başlarken birilerinin adını anma ihtiyacı hissedenlere ne deniyor peki?
Üzerinde Britney Spears’ın diş izlerinin durduğu sakız açık artırmayla satılacakmış.
Hayır, biz taklitte sınır tanımayız. Yarın Tarkan’ın, üzerinde pisliğinin durduğu tuvalet káğıdını çıkarırız ortaya, ondan korkarım.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2004
Bir şeyden zevk almak istiyorsanız, o şeyin içyüzünü bilmeyeceksiniz. Yıllar içerisinde böyle bir kanaat oluştu bende. İnsanları da yakından tanımayacaksınız. Tanıdıkça daha çok sevdiğim pek az kimse olmuştur bugüne kadar. Ha, sizin engin hoşgörünüz varsa bilmem.
Esas şu içyüzü meselesi... ‘Perde arkası’ daha doğru tabir galiba. Her neyse...
Mesela şarkıcı olmayacaksınız. Oldunuz diyelim... Asla bir müzikli mekána gidip doya doya eğlenemezsiniz artık. Şarkıların ne hüznüne ne coşkusuna kaptırabilirsiniz kendinizi... Ne de mumların aydınlattığı mekánın büyüsüne... Az önce orada komilerin çatallarla bardakları parlattıkları gelir aklınıza...
‘Sizin için varım’ der sahnedeki sanatçı... ‘Bütün şarkılar sizin için.’
‘Tabii tabii’ dersiniz, az önce kuliste para pazarlığı yapılmış olduğunu düşünürken.
Sayarsınız, bu kaçıncı şarkı... ‘Yorulmuştur şimdi...’ Yüzünden anlamaya çalışırsınız, memnun mu değil mi... Kemancıya ters mi baktı, tesisata mı taktı... Kendiniz sahne alsanız daha az yorulursunuz.
Oysa bu işlere bulaşmış biri değilseniz ne güzel eğlenirsiniz. Farkına varmazsınız ki sazların şarkıları televizyondaki maça yetişmek için biraz hızlı çaldıklarının...
*
Bir filmde rol almışlığınız da olmayacak ki televizyonun karşısına yayılıp dizilere kaptırabilesiniz kendinizi.
Aksi halde adam kadını terk etmiş giderken ‘Yönetmen tam burada ‘Arkanı dönüp uzaklaşıyorsun’ demiştir’ diye düşünürsünüz. Ya da ‘Kadının yüzüne kötü ışık vermişler, şiş çıkmış.’
Gerçi bunlar herkesin bildiği şeyler... Ama göz görmeyince insan kendini bal gibi de kaptırabiliyor. Yoksa kerli ferli adamlar ‘Amil Bey’e fazla eziyet etmeyin’ diye yolumu keserler mi?
*
Kafe, restoran, bar vs. işleten arkadaşınız olmayacak.
Arkadaşlar bir süre sonra birbirlerinin işlerine vákıf olduklarından sonunda öyle bir kıvama gelirsiniz ki gittiğiniz herhangi bir mekánda garsona ‘Ben müesseseye yük olmayayım, azıcık peynir ekmeğiniz varsa bana yeter’ diyebilirsiniz.
Bir tabak yemeğin önünüze ne şartlarla geldiğini bilmediğiniz günleri özlersiniz.
Bir bardak suya şükreder hale gelirsiniz. Zira bilirsiniz ki aşçı izinli değilse bulaşıkçı kaçmıştır, bulaşıkçı kaçmadıysa dolap arızalanmıştır vs. Haftanın üç-dört günü hepsi birden olur.
Falanca yemeği hazırlamak öyle meşakkatlidir ki... Sabit giderleri o kadar yüksektir ki... Zaten öyle az kazanıyorlardır ki... Ki oğlu ki. Lokmalar boğazınıza dizilir.
*
Gazete işine de bulaşmayacaksınız. Yoksa o kahve eşliğinde keyifli okumalarınız son bulur. En azından köşe yazarlarına burun kıvırma lüksünüz kalmaz. Öyle hemen bilgisayarın başına oturup eleştiri döşenmeler falan... Eliniz varmaz.
Bir de artık bazılarının ‘samimiyet’ini yememe durumu hasıl olur ki en kötüsü budur.
Dediğim gibi... Tadınızın kaçmasını istemiyorsanız hiçbir şeyin arkasına geçmeyeceksiniz.
Unutmadan yazayım dedim
Gerçi önümüzde seçim falan yok ama elimdeki ‘Oy vermeyeceğim politikacı tipi’yle ilgili özellikler listesine bir madde daha ekledim de şu sıralar... Seçime kadar araya bin türlü mevzu girer, unutur giderim, aklımdayken belirteyim.
Kucağına çocuk alan politikacıya oy yok benden!
Hani kameraları görünce en yakındaki çocuğu kapıp hoplatmaya başlıyorlar ya...
‘Bakın sevgi doluyum!’
Fakat ben art niyet dolu olduğumdan mıdır artık, bunu çok ucuz bir şov olarak görüyorum. Haliyle çabaları ters tepmiş oluyor.
Hayır ‘çocuk’ diye deli olduklarını bilsem... Hakikaten çocuk görünce kucağına alıp sevmeden duramayan insanlar vardır... Fakat işte adamın adı çıkacağına canı çıksın, politikacılarınkine inanasım gelmiyor. Ayrıca bu vesileyle yaratıcılıktan ne denli yoksun olduklarının sinyalini verdikleri için de oyumu alamayacaklar.
‘O kucakladı, ben de kucaklayayım.’
İnsan kafa yorar, yeni bir şey bulur... Demek ‘icraat’ta da birbirlerini taklit edecekler. Zaten ediyorlar da. Şöyle köklü reformlar mı gördü bu gözler... AB’nin ittirip kaktırması da olmasa.
MIŞ-MUŞ
Hareketsiz oturmak kasları imha ediyormuş.
Allah’tan umut kesilmez, ortada kas kalmayınca imha sırası yağlara gelir belki.
Koyunlar birbirlerine baka baka stres atıyorlarmış.
Pek farkımız yok; biz de aynı yolla depoluyoruz.
Milli Eğitim Bakanı ‘Güncele duyarsız eğitim artık bitti’ demiş.
Biri beni çimdiklesin!
DÜZELTME
Perşembe günü ‘Süleymanoğlu’ adıyla mail atan okuruma verdiğim cevapta, doğrusu ‘Evliliklerde boşanmayı istemeyen tarafın daha çok kadın olması da bu yüzden zaten’ olan cümle, ‘Evliliği istemeyen tarafın daha çok kadın olması...’ şeklinde çıkmıştır. Haliyle cevabın diğer bölümüyle bir çelişki oluşmuş ve ortaya manasız bir durum çıkmıştır. Düzeltir, manalandırırım efendim!
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2004
<B> Süleymanoğlu<br><br>‘(.</B>..<B>) Bugünkü yazınızda yazmışsınız... </B>‘İlişki bitecekse karşımdaki bitirmeden ben bitiriyorum.’ <B>Ben bunu yapamıyorum, bitiremiyorum. O kadar alıştım ki ona, onsuz olamıyorum. Belki de bir gün bitecek, şimdi yaşamam gereken acıları erteliyorum. Ertelemek mi, yoksa bir an önce bitirip kanayan yaraları acilen sarmak mı gerekiyor, bilmiyorum, çıldıracağımmm.’
Önce hemen şunu söyleyeyim, çıldırmazsın. Böyle sudan bir sebeple çıldıran olmadı bugüne kadar.
Derdine gelince... O ayrılık acısını illa ki yaşayacağını düşünüyorsan henüz gençken yaşaman, yeni ilişkilere yelken açabilecek durumda olman açısından isabetli olur.
Ayrılık acısına bir de ‘Ben n’olcam şimdi’ üzüntüsü eklenmesin. Kadınlar en çok buna üzülüyorlar zira. Evliliği istemeyen tarafın daha çok kadın olması da bu yüzden zaten.
* *Ê *
F. Birlik
‘Okurunuz söylediğinde (Hayatımı abur cubur şeyler yazarak tamamlarsam yazık olacakmış) çok haklı. Size bir okurunuz bir tavsiyede bulunmuş, siz ona bile tahammül edemiyorsunuz. Sarışın Hanım. (...) Okuyucularınız sizi seviyor Sarışın Hanım.’ (...)
Siz bütün hitaplarınızda karşınızdakinin cinsiyetini ve rengini vurgular mısınız?
‘Kumral Bey’ diye hitap ettiğiniz arkadaşınız var mı mesela?
* *Ê *
Metin Ünsal
‘Ben şu atlet Süreyya Ayhan’dan bahsedeceğim. Sizce bu yaptığı doğru mu? Avrupa Şampiyonası’nda da yapmadığı ne malum? Şimdi koskoca bir ülkenin onuruyla oynanmadı mı? Bizim vergilerimizle kendisine verilen kaç tane altın, ev ne olacak? Bence hepsi hemen geri alınmalı. Sonra da mahkemeye verilmeli. Kadın veya erkek olması hiç fark etmemeli. Lütfen adalet için bu konuya el atınız.’
Bakın ben bu konuda bir şey söylemek istemiyorum. Hakikaten doping yaptı mı, yoksa kocası, marazi sevgisiyle karısının idrarını bile ellerden sakınıp kıskandı mı belli değil.
Bir sporcu için katılmanın en büyük hedef ve şeref olduğu olimpiyatlarda bulunamamak, Süreyya Ayhan’a, eğer suçluysa en büyük ceza olmuştur zaten.
* *Ê *
EP
‘Çok güzel, çok içten yazıyorsun. Aynı kendin gibi. Ama 20 Temmuz tarihli yazın üzerine başıma gelenleri hiç sormadın... Aşkolsun.’
Gözünüzü seveyim, bana böyle ‘Bilmemkaç tarihli yazın’ demeyin! Tarihlerle hiç ilgim yok. Yazının başlığını söyleyin ki hatırlayayım.
Şimdi soruyorum işte!
Ne geldi başına?
Fakat bir şartla soruyorum. İyi bir şeyse anlat, yok değilse, duymak istemiyorum.
* *Ê *
Heygi
‘(...) Eylülün 5’inde evleniyorum. Söylediğin ve yazdığın her şey aklımda. Yine de bana tavsiye edebileceğin şeyler varsa seve seve okurum ve emin ol uygularım. Çünkü sen doğru söyleyensin, çünkü sen söylediğini bilensin, çünkü sen bizdensin.’
Sana tek bir tavsiyem var, bütün okuduklarını unut! Bize bakma sen... Yaptığımız geyiktir. Bu işlerde tavsiye falan işe yaramaz. Her ilişki özeldir. Sen hele bir evlen... Zaman içerisinde kendi kendine en faydalı tavsiyelerde bulunursun. Ben de şimdi Özal misali ‘Benim okurum işini bilir’ diyeceğim. Allah mesut etsin!..
MIŞ-MUŞ
Michael Jackson beyaz bir kadına dönüşmek istiyormuş.
!!!! (Beyaz bir kadının hayreti).
Borsada kadınlar daha akıllı oynuyormuş.
E, işin içinde ‘oyun’ olunca...
Recai Kutan’a kira fazla gelince yazlığında oturmaya başlamış.
Şimdi bunu duyunca... Biz dürüst politikacı istediğimizden emin miyiz?
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2004
<B>ONUN </B>yeri televizyon değil aslında... Sahne. Eğer sırf televizyondan tanıyorsanız tadına tam varamamışsınız demektir. Onu, bipler, yasaklar, makaslar olmadan seyredeceksiniz ki... Hele hele bir de arkadaşı olacaksınız... Yani benim gibi. Huysuz Virjin’den söz ediyorum. Hemen belirteyim, o benim için hiçbir zaman Seyfi Dursunoğlu olmadı. Cinsiyetini kastetmiyorum elbet... Giyim kuşamı falan da bırakın bir kenara... Yani üstünde hangi elbisesi olursa olsun ben onu çılgın, hazırcevap, esprili, saldırgan, sivri dilli, sevimli, neşeli, çatlak biri olarak tanıdım, bildim, sevdim. Yani Huysuz Virjin olarak. Bilmiyorum ne zamanlar Seyfi Dursunoğlu olur... Meraklısı da değilim. İnsan isterse, ararsa çok ‘haza beyefendi’ bulur etrafta ama başka Huysuz Virjin yok. Ben görmedim.
İşte bu yüzden elimden gelse korumaya alacağım kendisini. Ödüm kopuyor bir gün köşesine çekilecek diye.
* * *
‘Nereden çıktı şimdi bu Huysuz Virjin methiyesi’ diyen çıkar belki. Geç bile kaldım. Orada eşi benzeri görülmemiş biri var ve sanki bu çok normal bir şeymiş gibi önünden geçip gidiyoruz. Aralarına karbon káğıdı konmuş mankenleri, şarkıcıları dilimizden düşürmüyoruz da onu atlıyoruz. Sanki arkadan Huysuz Virjin ordusu geliyor. Nerede? Taklidi bile yok. Zeká taklit edilmiyor zira.
Kaç senedir tanıştığımızı hatırlamıyorum. Çok eski. Fakat bunca zamandır aramızda bir tek ‘normal’ olarak nitelendirilebilecek konuşma geçmemiştir. Hastalıklar olur, o vesileyle aramalarda bile...
Sitem eder, eleştirir, insanın canına okur... Gülmekten ölürsünüz. Arsız yüzsüz eder adamı. Nasıl bir şeydir bu... Neredeyse yalvar yakar olursunuz ‘N’olur Huysuz mıç ağzıma!’
Benim bu kadar renkli başka tanıdığım yok.
* * *
Yıllar önce Adana’da beraber program yapıyoruz... Adana’nın köklü, tanınmış bir ailesi bizi yemeğe davet etti. Otelde bitişik odalarda kalıyoruz, her dakika beraberiz... Davet saati yaklaşınca hazırlanmak için odalarımıza çekildik. Huysuz jilet gibi takım elbisesini giymiş çıktı... Ben yine orama bir şey doladım, buramdan bir şey sarkıttım, ayağımda da kasığıma kadar çizmeler...
‘Allah seni kahretsin! Ayol hanım hanımcık bi tayyörü olmaz mı insanın bi kenarda! Ben gitmem seninle böyle’ dedi. Neticede yine beraber gittik tabii, o başka fakat hálá her görüşmemizde ‘Kız hálá bi tayyörün yok mu?’ diye sorar.
Bir de bakır mevzuu var aramızda. Yine yıllar önce... Demek o aralar bakıra merak sarmışım ki ev bakır mangal, maşrapa, kap kacak dolu... ‘Bunları bana ver’ dedi. Artık ciddiye almadığımdan mı nedir üstünde durmadım. Zaman içerisinde bakırlar hayatımdan çıktı gitti. Ne yaptım, kime verdim hatırlamıyorum bile. Asla unutmadı o bakırları. Yine her görüşmemizde ‘Nayloncuya verip yerine leğen aldın di mi’ diye başıma kakar, güldürür beni.
Oh be!
Bir sevgili dostum hakkındaki duygularımı, o sağ salimken (ve inşallah uzun yıllar öyle olacakken) ifade ettim. Herkese tavsiye ederim.
MIŞ-MUŞ
Esnek ve pratik olanlar 100 yaşına kadar yaşayacakmış.
Yani ömrün durumu ‘eski hamam eski tas’.
Kadının en büyük düşmanı yine kadınmış.
Şükür ,bilimsel olarak da ortaya kondu demek... Şimdi belki çaresi de bulunur.
Erbakan lisede ‘Türkçü’ymüş.
İlk ne zaman ‘Arapçı’ olduğuysa bilinmiyor.
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2004
<B>HİÇ </B>lafı dolandırmadan direkt konuya giriyorum... Rahmetli <B>Uğur Mumcu </B>gibi derin devlet işlerine merak sarmamı isteyen okur var. Yemin ederim. Evet, bu da geldi başıma. Artık nasıl olduysa... Baktılar baktılar benden uygununu göremediler mi?.. Yoksa düşmanlarım benden kurtulmanın yolunu mu buldu?.. Netice olarak birilerinin ayağına basmam, ciddi manada bir şeyleri su yüzüne çıkarmam isteniyor.
Hayatımı abur cubur şeyler yazarak tamamlarsam yazık olacakmış. Bana değil tabii, memlekete.
‘Lütfen Türkiye ve hatta dünya için bir şeyler yapın!’
Şimdi aldı mı beni bir telaş... Bir yandan elimden geleni ardıma koyuyor olmanın vicdan azabı, öte yandan ‘korku dağları bekler’...
Şöyle orta bir yol bulsam... Yani öyle bir konuya parmak bassam ki... Başım, hem belaya girmese hem de okura karşı dik olsa...
* *Ê *
Neyse, okur ‘mesela’ diyerek konu da öneriyor.
‘Sigarayı ele alın’ diyor biri. Dünyayı sigara şirketleri yönetiyormuş. Sigaradan elde edilen gelir çok yüksek olduğundan sigarayı bırakmamız birçok kişi ve kurumun işine gelmiyormuş. Artık nasıl yapıyorlarsa, orasını belirtmiyor, mütemadiyen içmemiz sağlanıyormuş. Bu gerçeği vurgulamak suretiyle gençlere sigarayı bıraktıracakmışım.
Şimdi ben tam şeyttiremedim, hakikaten tehlike arz ediyor mu bu konu?
Gerçi ‘para’ olan yerde mutlaka ‘tehlike’ vardır da... Acaba bulaşsam mı yoksa bir köşede rahat rahat yaşlansam mı ona karar veremiyorum.
Hay Allah’ım!.. Ne güzel bir kadın-erkek mevzuu attıracaktım şimdi... Şu mailleri okumayayım diyorum... Hayır insan etkisinde kalıyor ister istemez. Okur beni bir nevi taçlandırmışken nasıl görmezden geleyim...
* *Ê *
Tamam, olayın üstüne gideyim de... Adamlar paketlere ‘Sağlığa zararlıdır’ diye yazdılar zaten, daha ne yapsınlar? Fakat tabii her ülkeye aynı muamele olmaz. İnsanoğlu çeşit çeşit. Biz cesuruzdur mesela. ‘Bu düğmeye basarsanız ölürsünüz’ deseler istisnasız hepimiz basarız. Onun için her geçen gün sigara satışları artıyor olabilir Türkiye’de. Bizi vurmak istiyorlarsa değişik bir yerden vuracaklar.
Mesela şu atasözü başka hangi ülkede var?
‘Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister ne onduğunu.’
Ne demek bu?
Kardeş, kardeşin kendinden daha iyi durumda olmasını istemez.
Kardeş için böyle de konu komşu, arkadaş için farklı mı? Katiyen. O halde sigara paketlerinin üzerine şöyle yazılacak:
‘Dikkat! Bu sigaranın satışından elde edilen gelir, en yakın dostunuzun cebine girmektedir.’
Bakın kimse para verip sigara alıyor mu o zaman...
Bilmiyorum, tatmin edebildim mi okurumu... Ettiysem Tanrı beni korusun!..
MIŞ-MUŞ
Her takımın büyücüsü varmış.
Fakat takım gibi büyücünün de iyisi kötüsü olduğundan netice değişmiyor.
Erdoğan, Rize’de ‘Allah’ın yerine yakışır evler yapın’ demiş.
Mimaride yeni boyut!
Bodrum’un kalabalığına altyapı dayanamamış.
Altyapının duygularını paylaşıyorum.
Yazının Devamını Oku