ONUN yeri televizyon değil aslında... Sahne. Eğer sırf televizyondan tanıyorsanız tadına tam varamamışsınız demektir. Onu, bipler, yasaklar, makaslar olmadan seyredeceksiniz ki... Hele hele bir de arkadaşı olacaksınız... Yani benim gibi.
Huysuz Virjin’den söz ediyorum. Hemen belirteyim, o benim için hiçbir zaman Seyfi Dursunoğlu olmadı. Cinsiyetini kastetmiyorum elbet... Giyim kuşamı falan da bırakın bir kenara... Yani üstünde hangi elbisesi olursa olsun ben onu çılgın, hazırcevap, esprili, saldırgan, sivri dilli, sevimli, neşeli, çatlak biri olarak tanıdım, bildim, sevdim. Yani Huysuz Virjin olarak. Bilmiyorum ne zamanlar Seyfi Dursunoğlu olur... Meraklısı da değilim. İnsan isterse, ararsa çok ‘haza beyefendi’ bulur etrafta ama başka Huysuz Virjin yok. Ben görmedim.
İşte bu yüzden elimden gelse korumaya alacağım kendisini. Ödüm kopuyor bir gün köşesine çekilecek diye.
* * *
‘Nereden çıktı şimdi bu Huysuz Virjin methiyesi’ diyen çıkar belki. Geç bile kaldım. Orada eşi benzeri görülmemiş biri var ve sanki bu çok normal bir şeymiş gibi önünden geçip gidiyoruz. Aralarına karbon káğıdı konmuş mankenleri, şarkıcıları dilimizden düşürmüyoruz da onu atlıyoruz. Sanki arkadan Huysuz Virjin ordusu geliyor. Nerede? Taklidi bile yok. Zeká taklit edilmiyor zira.
Kaç senedir tanıştığımızı hatırlamıyorum. Çok eski. Fakat bunca zamandır aramızda bir tek ‘normal’ olarak nitelendirilebilecek konuşma geçmemiştir. Hastalıklar olur, o vesileyle aramalarda bile...
Sitem eder, eleştirir, insanın canına okur... Gülmekten ölürsünüz. Arsız yüzsüz eder adamı. Nasıl bir şeydir bu... Neredeyse yalvar yakar olursunuz ‘N’olur Huysuz mıç ağzıma!’
Benim bu kadar renkli başka tanıdığım yok.
* * *
Yıllar önce Adana’da beraber program yapıyoruz... Adana’nın köklü, tanınmış bir ailesi bizi yemeğe davet etti. Otelde bitişik odalarda kalıyoruz, her dakika beraberiz... Davet saati yaklaşınca hazırlanmak için odalarımıza çekildik. Huysuz jilet gibi takım elbisesini giymiş çıktı... Ben yine orama bir şey doladım, buramdan bir şey sarkıttım, ayağımda da kasığıma kadar çizmeler...
‘Allah seni kahretsin! Ayol hanım hanımcık bi tayyörü olmaz mı insanın bi kenarda! Ben gitmem seninle böyle’ dedi.Neticede yine beraber gittik tabii, o başka fakat hálá her görüşmemizde ‘Kız hálá bi tayyörün yok mu?’ diye sorar.
Bir de bakır mevzuu var aramızda. Yine yıllar önce... Demek o aralar bakıra merak sarmışım ki ev bakır mangal, maşrapa, kap kacak dolu... ‘Bunları bana ver’ dedi. Artık ciddiye almadığımdan mı nedir üstünde durmadım. Zaman içerisinde bakırlar hayatımdan çıktı gitti. Ne yaptım, kime verdim hatırlamıyorum bile. Asla unutmadı o bakırları. Yine her görüşmemizde ‘Nayloncuya verip yerine leğen aldın di mi’ diye başıma kakar, güldürür beni.
Oh be!
Bir sevgili dostum hakkındaki duygularımı, o sağ salimken (ve inşallah uzun yıllar öyle olacakken) ifade ettim. Herkese tavsiye ederim.
MIŞ-MUŞ
Esnek ve pratik olanlar 100 yaşına kadar yaşayacakmış.
Yani ömrün durumu ‘eski hamam eski tas’.
Kadının en büyük düşmanı yine kadınmış.
Şükür ,bilimsel olarak da ortaya kondu demek... Şimdi belki çaresi de bulunur.