Pakize Suda

Memleketi hafta başı kurtarırız

18 Eylül 2004
Her sene bu zamanlar bakarım hangi kanalınki daha güzel... Yok, programlar değil, ‘Yeni yayın dönemi açılış partileri’ Ve tabii ki kızlar. Nefes keseni olsun, bakışları üzerinde toplayanı olsun... Herkesin dört gözle beklediği günler vardır, benimki de bu işte! Sanıyorum kızlarınkiyle örtüşüyor. Onlar da belli ki dört gözle bekliyorlar. Hani bir nevi malın teşhiriyse iş, açılış partilerinden alá pazar yeri yok.

Fakat bazı hain kanallar, bile bile aynı güne denk getiriyorlar partilerini. Bu sene Kanal D, Star, TRT günler torbaya girmiş gibi aynı gün yaptılar açılışı. Kızlar da haliyle tercih yapmak durumunda kaldılar. Halbuki her gün biri açsaydı kızlar da her gün açsalardı... Pardon, yani her gün bir partiye katılsalardı diyorum...

Gazeteler de tabii aynı güne yığılma olunca fotoğraf hususunda ince eleme sık dokuma yapmak zorunda kaldılar. Herkese nasıl yer versinler... Gördüğüm kadarıyla eleğin üstünde kalanlardan biri Tuğçe Kazaz’dı. En fotoğrafı çekilesi ve de gazeteye basılası kızın Tuğçe Kazaz olduğu hususunda bütün gazeteler birleşmiş demek ki hangisini açsam üzerine geçirdiği pembe çamaşır torbasını mor bir kuşakla leğen kemiğinin üzerinde büzdüğü kıyafetiyle baş köşedeydi.

Doğa Bekleriz’in ise en sonunda ‘Göstermeyene ekmek yok’ gerçeğinin farkına varmış olduğu tepeden tırnağa transparan elbisesinden belliydi. İlk mükafatını onca davetli arasından sıyrılarak gazetelere geçmek suretiyle aldı nitekim.

En şıklardan biri de Seray Sever’di. Hem elbisesini kendi dikmiş... ‘Nereden anladın?’ derseniz, mezurayı boynunda unutmuştu. Ne yani, boynunun iki yanından aşağı sarkan şey mezura değil miydi?

Şimdi memleketin meselelerini canının bile üstünde tutan bazı sevgili okurlarım köpürüyorlardır. E, bugün cumartesi... Memleketi kurtarmaya bile bir gün ara vermek lazım. Hafta başında dinlenmiş, zinde bir vaziyette daha iyi kurtarırız inşallah!

İnsanoğlu streç filmin hizmetinde!

İçinizde, streç filmle girdiği mücadeleden galip çıkmış biri var mı?

Mevzua pat diye girdim ama bu bir tepki herhalde... Filmin kendisini pat diye kullanmak bugüne kadar kısmet olmadığından...

Yıllardır uğraşırım, daha bir karışını bir yiyecek kabının üzerine germişliğim yoktur. En çok yılmayışıma hayret ediyorum. Belli ki bu meret yola gelmeyecek, bırak yakasını! Ama hayır... Her seferinde inat ve umutla yeniden başlıyorum.

Önce kenarını buluyorum ki en kolay kısmı bu. Çünkü bir önceki denemede asla bir seloteyp misali muntazam kesip bırakmaya muvaffak olamadığımdan bütün deformasyonuyla ortada duruyor oluyor.

Sırada, bulduğum kenarı tırnak darbeleriyle kazımak ve ittirmek suretiyle rulodan ayırmak var. Fakat heyhat! Canın bedenden ayrılması daha kolaydır herhalde.

Neyse, zor ama başardım diyelim... Sıra istenen ölçüde streç filmin tedarikine geliyor. Gerçi kutunun üzerinde ‘Kullanmak istediğiniz uzunlukta streç filmi kutu dışına çekiniz, kutunun kenarı ile keserek ayırınız’ yazıyor ama ben buna sadece filmle ilk tanıştığımız gün kandım. Nerede öyle tuvalet káğıdı gibi çek gelsin... Herhalde herkes kendi yöntemini geliştirmiştir. Ben mesela kutusundan çıkardığım ruloyu, az önce yakalamış olduğum kenarın iki ucundan tutup halı silkeler gibi silkeliyorum. Artık ne kadar film lazımsa... Rulo karnıma, kasığıma ya da dizime inene kadar sallıyorum.

İşte tam bu noktada bir asistan gerekiyor ki bir bıçak darbesiyle filmi gövdeden ayırsın. Eğer evde asistan kadrosu yoksa artık ne yaparsanız yapın nafile. Bugüne kadar bankonun üzerinde atılmayı bekleyen muhtelif büyüklükte streç filmi toplarının birikmesinden öte bir sonu olmadı hikáyenin.

Netice olarak hayatı kolaylaştırdığı rivayet edilen streç film için ben ancak ‘İnsanoğlu streç filmin hizmetinde!’ diyebilirim. Yoğurt kapakları bile bunun yanında sütten çıkmış ak kaşık.

MIŞ-MUŞ

TCDD Genel Müdürü, hızlandırılmış tren faciasından 2 ay sonra görevden alınıyormuş.

Büyüklerimiz bunu da ‘Acele işe şeytan karışır’ diyerek açıklarlar herhalde.

Devlet Bakanı Şener, ‘Şarabın kadehteki görüntüsünü severim’ demiş.

Aşk gözlerde başlar; benden söylemesi.

Batık bankacılar artık zaman aşımıyla kurtulamayacakmış.

Fakat demokrasilerde çare tükenmez, merak etmesinler.

Evlilikte zorla ilişki tecavüz sayılacakmış.

İyi de bunu yargıya duyuracak kadını nerede bulacağız, mesele o.
Yazının Devamını Oku

Herkes kendi yasasıyla doğuyor

16 Eylül 2004
<B>ŞİMDİ </B>yine hayvansevmez okurlarımı kızdıracağım. Gerçi Hürriyet okurunun hayvan sevmeyeni yoktur; ama tek tük de olsa çıkıyor işte. ‘Çocuklar dururken köpekler için ağlıyorsunuz’ diyen... Eskiden ‘İnsan ikisini de sevemez mi, biri ötekinin alternatifi midir’ falan diyordum, şimdi ‘Belediyeler çocukları zehirlemeye başlarsa onlar için de ağlarız’ deyip geçiyorum.

Ama vallahi hayvan sevmeyenleri ötekiler kadar yadırgamıyorum.

Ötekiler kim?

Sadece kendi hayvanını sevenler. Sokaktan edinmiş olsalar ona da razıyım da bunlarınki cins köpek merakı. Hatta ‘marka’ diyorum ben. Prada çanta gibi. O yıl başka cinsin modası varsa eskisini kapıya koyabilirler. Ya da yaşlanmış köpeklerini eskidi diye birine verebilirler, daha da kötüsü uyutturabilirler.

Yani kendi köpeklerini seviyorlar demek de yanlış aslında. Onlar için modayı takip etmenin bir parçası köpek edinmek. Tablo satın almak gibi falan. Bazılarını dekorasyon dergilerinde görüyorsunuzdur. Evin çeşitli köşelerinde değişik aksesuvarların arasında şık bir köpek ilavesiyle...

***

Bu tiplerin sitelerde oturanlarına getireceğim lafı.

Çoğu sitenin kapısında bir iki sokak köpeği vardır. Güvenlik görevlileriyle site sakini birkaç hayvanseverin beraberce baktığı... Aşılanmış, kısırlaştırılmış. Bir parça yemek artığı, iki okşama karşılığı sitenin gönüllü bekçiliğini yaparlar.

Sözünü ettiğim, kendi hayvanını sever gibi görünenler bu köpeklere takıktırlar. Neymiş, köpeklerini dolaştırmaya çıktıklarında bu köpeklerin saldırısına uğruyorlarmış. Gerekçeleri budur. Hayvan sahibi olmalarına rağmen köpeklerin davranışlarından bihaber olduklarından, aslında bu köpeklerin maksadının onlarınkiyle oynamak olduğunu anlayamazlar tabii.

Zavallı hayvancıkları tekmelerler, sopayla döverler, daha da olmazsa belediyeye şikáyet edip zehirletirler. Sitede hayvan sevmeyen yandaşları da zaten bolca mevcuttur.

Böyle çok feryat eden mektup geliyor hayvanseverlerden. En son Sarıyer’de bir sitede yaşayan okurumdan geldi. Sarıyer Belediyesi gece yarısı aşılı, ameliyatlı iki köpeği yok etmiş. ‘Gelin açtığınız çukuru kapatın’ deseniz üç aydan önce göremezsiniz yüzlerini ama işin ucunda, can almak olunca gece mece demiyorlar demek.

Hayvan Hakları Yasası’ymış...

Yasa falan fasa fiso. İnsanlar kendi yasalarıyla doğuyor. Bazılarınkinde maalesef ‘Kendinden başka hiçbir canlıyı sevmeyeceksin!’ yazıyor.

MIŞ-MUŞ

Ali Babacan’ın oğlu tahtırevanla geldiği sünnet düğününde tahta oturmuş.

İyi ki bir de kardeşini boğdurtmadı.

*

En zengin ile en yoksulun arası iyice açılmış.

Dünya yuvarlak, bakarsınız açıla açıla bir gün buluşmuşlar...

*

Mutlu evliliğin anahtarı kadındaymış.

...da kilit o kilit değil.
Yazının Devamını Oku

Deve ‘Nerem doğru ki’ demiş

14 Eylül 2004
<B>BİR </B>şeyin de altından bacak arası meselesi çıkmasın... Vaki değil. İşte yine tacizli, lezbiyenli bir hikáye! Malumunuz, altın madalyalı haltercimiz Nurcan Taylan ve antrenör Mehmet Üstündağ ile üç kız sporcu arasında bir kavga yaşandı. Yankısı hálá sürüyor.

Yadırganacak bir durum değil aslında. Hakikaten kavgayı, dövüşü seven insanlarız. Maçta, Meclis’te, her yerde girişiriz birbirimize... Düğünde bile halay çekerken birden nasıl olursa olur bakarsınız kızın dayısı, oğlanın amcasının gözünü patlatmış...

Ben kavgadan ziyade şu ‘başarıya gölge düşme’ durumuna takıldım. Tacizci olduğu söylenen antrenörüyle ilişkisi olduğu iddia ediliyor ya Nurcan’ın... Bu durumda olimpiyatta aldığı altın madalyaya gölge düşmüş oluyormuş. Şimdi bu kız hilesiz hurdasız, dopingsiz, bileğinin hakkıyla almadı mı o madalyayı? Aldı. Peki daha ne? Halteri kaldırmadan ya da kaldırdıktan sonra kiminle ne türlü bir ilişki yaşarsa yaşasın, bu Atina’da kaldırdığı ağırlığı hafifletir mi? Sapla samanı karıştırmak değil de nedir bu?

Hem size bir şey diyeyim mi, galiba bizde başarı için antrenörle yakın temas şart. Bakınız Süreyya Ayhan ve de Yasemin Dalkılıç. Başka türlü motive olamıyorlar demek. Sevdiğimiz öğretmenin dersine daha çok çalışırdık ya... Bu kızlarımız da koca hocalarla daha bir şevkle sarılıyorlar işe herhalde.

***

Gelelim taciz olayına...

Üstündağ çalıştırdığı kızları taciz etmiştir, etmemiştir, bilemem. Ama ben tacizci olmayan çok az erkek gördüm hayatımda, bunu söyleyebilirim.

Hangi kültür seviyesinde olursa olsun... Ha, üslup farkı olabilir arada... Bir de hangi noktada durması gerektiğini bilen olur, bilmeyen olur, o kadar.

Mesela ben, bir erkeğin, iş arkadaşı bir kadını her gün tepeden tırnağa süzmesini, kadının giydiğine, taktığına, makyajına, saçına habire iltifat etmesini de taciz olarak nitelendiriyorum. Fakat erkekler de salak değil tabii, bundan hoşlanmayacak kadının yok denecek kadar az olduğunu biliyorlar. Hatta bunu kadınları çalıştırmanın iyi bir yolu olarak gören ve kullanan yöneticiler var.

Hal böyle olunca halterde yaşananlar karşısında küçük dilimi yutacak kadar şaşkınlığa uğramadım doğrusu.

Türkiye’de hangi taşı kaldırsanız altından benzer olaylar çıkacaktır. Bakarsınız bilime de gölge düşer, sanata da, medyaya da.

Netice olarak... Deveye sormuşlar ‘Boynun neden eğri?’, ‘Nerem doğru ki’ demiş deve...


MIŞ-MUŞ


Devlet Bakanı Şahin, ‘Marifet ağır kaldırmak değil ağır olmaktır’ demiş.

Şık cümle hakikaten... Bir de ‘Ağır ol molla desinler’ vardı di mi?

*

Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın oğlunun düğününe katılmamış.

Tarih tekerrürden ibaretmiş; Özal-Demirel, Sezer-Erdoğan... Böyle gidecek herhalde.

*

İslami basının ünlü kalemleri de zina cezasına karşılarmış.

Lakin Başbakan herkese karşı.
Yazının Devamını Oku

Kitaplar erkek defterler kız

12 Eylül 2004
<B>OKULLA </B>ilişkinizi keseli kaç yıl olursa olsun bu dünyadan göçüp gidinceye kadar ucu size değmeye devam edecektir.<br><br>İşte mesela yarın yeni bir öğretim yılı başlıyor. Hazırlıklı olun! İki tabaka mavi, iki tabaka kırmızı kaplama káğıdı alın, kız bebeklere pembe patik, erkek bebeklere mavi patik misali kitaplarınızı mavi, defterlerinizi kırmızı káğıtla kaplayın!

Sahi, bana hep kitaplar erkek, defterler kız gibi gelmiştir. Bizim kuşağın annelerinin genellikle babalardan daha az okumuş, daha kendi halinde, daha iddiasız olmasına karşılık, babalarının, arkadaşlarıyla siyaset, ekonomi, dünya meseleleri falan konuşan taraf olmasından mı artık... Boş defterleri kız, her sayfası yazı, resim dolu kitapları erkek olarak bellemişimdir.

Feministler kızacak şimdi ama bu bir çocuk aklı... Hem belki de kitaplar daha ciddi yüzlü, defterler daha cıvıl cıvıl olduğu içindir. Daha da rahatlamak istersek... Kitapların sabit fikri, statükoyu, defterlerinse yeniliklere, öğrenmeye açık oluşu temsil ettiğini düşünmüş olabilirim.

Nesneleri dişi-erkek diye ayırmak saçma mı geldi?.. Gelmesin. Benim icadım da değil zaten. Türk müziği sazlarında bile var. Klarnetin ‘erkek saz’ olduğunu biliyor muydunuz mesela... Ses olarak önde olduğu için... Buradan hareketle erkeğin kadından daha çok sesinin çıktığını anlamış oluyoruz. Tabii ki volüm olarak. Yoksa bir klarnetin aralıksız ne kadar süre sesi çıkabilir... En uzun nefes, sürse sürse ne kadar sürer... Oysa mesela udu tın tın tın aralıksız sonsuza kadar tıngırdatabilirsiniz. Bilmem anlatabildim mi...

* * *

Hakikaten laf lafı açıyor... Ne diyordum ben? Ha, defterlerinizi, kitaplarınızı kaplayın, etiketlerinizi yapıştırın, kokulu kokusuz kalemlerinizi, silgilerinizi tedarik edin... Diyecek değilim elbet.

Aslında keşke şimdi yapıyor olsak bütün bunları. O zamanlar tadını tam çıkaramamıştık. Ben şahsen oflaya poflaya yapardım o kaplama işini falan. Okula da oflaya poflaya giderdim zaten.

Öğrenim çağını ileriki yaşlara çekmek en doğrusu aslında. Aklı oyunda, aşna fişnede, derslerden başka her yerdeyken alıp okula tıkıyorlar insanı... Oysa 30’dan, 40’tan sonraya alacaksın okuma işini. Durup oturduktan sonraya. Sindire sindire öğrenecek adam...

Ben mesela şimdi oramda buramda birtakım arazlar başlayınca biyolojiye neden yeteri kadar çalışmadığıma hayıflanıyorum. İyice belleseydim dolaşım sistemini, boşaltım sistemini... Şimdi olsa, yutarım vallahi.

Tarih deseniz... İhtiyarlar habire geçmişten söz etmeye bayılıyorlar. Onlara tarih okutmanın tam zamanıdır işte!

‘Giderayak öğrenmenin ne faydası var?’ demeyin. İnsan ömrü uzuyor. 150 sene yaşayacaksak öğrenim görme yaşı bal gibi de 40’lı yaşlara alınabilir.

İpin ucunu kaçırdım. Ben ‘Hazırlıklı olun’ derken, ‘Yarın okul servis araçları trafiğe çıkıyor, sinir sisteminizi hazırlayın’ demek istemiştim. Mevzu buydu.

MIŞ-MUŞ

Ayşe Arman’ın kızı olacakmış.

E, ‘dişi’ kadının dişi çocuğu olur.

Bilim ‘ilk görüşte aşk’ı kanıtlamış.

İyi hoş da bilim bir de geriden gelmese...

Tren biletlerine artık isim yazılıyormuş.

Kazaların önünü almaya niyetleri yok demek.
Yazının Devamını Oku

Babama mektup

11 Eylül 2004
Sevgili Babacığım,<br>Mektubuma çok sevdiğin trenlerle ilgili bir iyi bir kötü haberle başlıyorum. Kötüsü, trenler habire devriliyor. Hani raydan çıkmayanı yok gibi. Gideceği yere varabilen treni ilin valisi karşılayıp makinistin boynuna çiçekten kolye takacak neredeyse.

İyi haberse çok şükür bu sebepten başı derde giren yetkili yok. Görevinden istifa eden falan olmadı. Hep beraber trafik canavarının demiryollarına musallat olduğuna kanaat getirdik, oturuyoruz. Hükümet ilaveten ‘kem gözler’i icat etti.

YAZ UĞRADI

Bu yıl yaz temmuzun ortasında gelip ağustosun ortasında gitti. Gelemeyeceğini haber verip gitti desem daha doğru olacak. Buna da şükür, cepten arayıp söyleyebilirdi de.

Biz de kavrulmaya meraklı değiliz elbet ama insan gördüğünden geri kalmak da istemiyor. Ben esas turizmi düşünüyorum. Ne güzel Allah’ın güneşiyle idare ediyorduk durumu. Yanına en fazla şiş kebap kattıydık. Her yıl böyle olacaksa güneşin yerine bir şey koymak lazım. Çalışmak icap edecek yani. O da bize uymaz, ona yanıyorum.

BEDENLERİMİZ DEVLETLEŞİYOR

Zina suç oluyor. Yani hırsızlık, gasp, cinayet gibi... Evli olduğu halde başkasıyla sevişen hapse girecek.

Bilmiyorum, sırf sevişmeyi mi kapsıyor?.. Belki aynı mekánda bulunmak da zina sayılacaktır. Erkek kısmı karşı kaldırımdan giden kadının saçının ucunu görünce tahrik olduğuna göre işyerinde falan bir odanın içinde sesini kokusunu duyunca neler olmaz... ‘Ön zina’ sayılabilir bu gibi haller. Ne bileyim, zinanın safhaları olabilir... Ara zina, ana zina...

Şimdi böyle söyleyince herkesin zina etmesinden yanaymışız gibi algılıyor sevgili yasakseverler. Tabii ki öyle değil. Asla. Ama ‘Bu konuda devlet yasağı olmamalı’ diyoruz, hepsi bu.

Bir zamanlar pijama, don bile dikerdi devlet. Sümerbank’ı hatırlarsın... Sonra elini eteğini çekti neyse birçok yerden. Fakat bedenlerimiz devletleşiyor şimdi de.

CİPLE GEZEN UTANSIN

Öyle bir ülke olduk ki babacığım... Yani birilerine bakınca topraktan para fışkırdığını zannedebilirsin. Bilmiyorum, belki de petrol çıktı bir yerlerden de haberimiz yok. Arap şeyhi gibi adamlar türedi zira. Üzerlerinde beyaz entari yok gerçi ama dünyadaki otomobil üreticileri bunlara yeni model yetiştiremiyorlar.

Üretiyorlar, gönderiyorlar, bir ay sonra bakıyorsun ‘out’. En son Hummerları demode yaptık. Şu günlerde parayla sonradan içli dışlı olanların hepsi kamyonete biniyorlar. O ‘pikap’ dediklerimizden... Ama bildiğin gibi değil, çok şık. Değeri 200 milyar diyeyim, sen anla.

Fakat nereden icap etti, kamyonet ihtiyacı neden hasıl oldu bilmiyorum. Daha arkasına hiç olmazsa bir kesekáğıdı üzüm ya da ne bileyim bir ekmek koyup evine götürene rastlamadım. Etiler-Ulus arasında bomboş seyredip duruyorlar.

Neyse... Netice olarak hálá ciple gezenler utançtan yerin dibine girecekler yakında.

ÖNCE KABARIYOR SONRA İNİYOR

Her yıl olduğu gibi bu yıl da adli yıl göğsümüzü kabartan bir konuşmayla açıldı. Allah’tan bir yıl içerisinde çeşitli vesilelerle göğsümüz ine ine eski haline geliyor. Yoksa maazallah çatlar insan.

Açılışla ilgili en güzel sözü Oktay Ekşi ‘müsamere’ benzetmesi yapmak suretiyle söylemiş oldu. Hakikaten müsamere gibi. Sahnede en ağır hamasi şiiri okuyan çocuk bakarsın iki saat sonra komşunun çocuğundan dayak yemiş ağlıyor; bu da onun gibi.

Aslında daha gerçekçi konuşmalar yapmak lazım. Her yıl yaşananlardan ders alarak... Misal bu yıl yargı mensuplarına tadilat, tamirat, boya badana işleri için ödenek sağlamanın lüzumundan söz edilebilirdi.

Mektubuma son verirken ellerinden öperim babacığım. Yeniden yazabilmek umuduyla.

MIŞ-MUŞ

Eşiyle arasını düzelten Tamer Karadağlı ‘Güzel günler önümüzde’ demiş.

Vallahi gördüğümüz kadarıyla arkasındaki günler de pek fena değilmiş Karadağlı’nın...

Zihnin en yaratıcı olduğu yer yatakmış.

Belli... O ne çok pozisyon icadı öyle...

Televizyon gençlere cinselliği aşılıyormuş.

Allah’tan dengeleyici unsur olarak başbakanımız ve partisi var.

Çocuk sahibi olanın zekásı azalıyormuş.

Her yaptıklarına karşı çıkıyoruz ama dört çocuklu bazı büyüklerimizin mazereti var demek.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

9 Eylül 2004
SERKAN

‘Kardeşim sizi anlamak mümkün değil. Yanlış bir şey için ceza getiriliyor, siz ‘
Hayır ceza olmasın’ diyorsunuz. Zinaya meyilli olan insan evlenmeyecek zaten. Evlilik, birbirini seven iki insanın birbirini satmayacaklarına dair verdikleri sözdür. Sözünün arkasında durmayan, adam değildir. Adam olmayana da her türlü ceza mübahtır. Saygılarımla.’

Beyefendi, bu laflar iyi hoş da hayatın kendisi öyle değil. Dünyanın bin türlü halinin olması gibi insanın da bin türlü hali var. Aşk meşk işlerinin adam olmakla olmamakla bir ilgisi yok. Yarın sizin de başınıza gelebilir. Sevginin sözü senedi olmaz. Hem zina suç sayılmayınca herkes iç çamaşırını eline alacak diye bir şey yok. Siz yine yapmazsınız, olur biter.

Hem sonra bütün medeni ülkelerde zina suç değilken bizde neden olsun? ‘Medeni olmadığımız için’ diye cevap verilebilir tabii. Ben de derim ki: ‘Buradan başlayalım hiç olmazsa...’

*

D.Çırakoğlu

‘Bence devlet önce
‘vatandaşı aldatma’yı kanunla yasaklamalı.’

Hay ağzınıza sağlık! Doğru söze başka ne diyebilirim ki...

*

Adı bende saklı bir okurum

‘Sizce flört eden iki insan beraber olmuşlarsa... Kadın evlenmeyi bekliyorsa... Ve adam birden dönüp
‘Ben mi istedim sadece yatmayı, sen de istedin. Evlenmek istemiyorum, vazgeçtim’ dese ne olur? Kız için adam ilkse?

...

Öyle üzüntü içerisindeyim ki...

Sizce
‘Bu işi hallet’ demeli miyim, yoksa bırakayım gitsin Allah’ından bulsun mu?’

Aynı bedende kültür çatışması!

Kızım, belli ki bekaretin önemli olduğu çevrede yetişmişsin ve sen de büyüklerin gibi düşünüyorsun. Ama buna rağmen kalkmış, sevgiliyle cinselliğin de özgürce yaşandığı ortamdaymışsın gibi davranmışsın. Şimdi adam yan çizince iki arada bir derede kaldın tabii.

Bence bu tarafa kesin geçiş yap. Yani kızların namuslu olup olmadıklarına zarına bakarak karar verilmediği yere.

Yani ‘düşünce’ olarak demek istiyorum. Yoksa ‘Amasya’nın bardağı biri olmazsa biri daha’ şeklinde cinsel özgürlüğün suyunu çıkar demiyorum. Gerçi beden senin bedenin ama bence senin içinde bir yer her zaman öteki kültüre ait olacağından acı çekersin.

Son olarak sana bir şey diyeyim mi... Bu kokuşmuş zihniyet kızları da erkekleri de yalana dolana teşvik ediyor. Bekaret önemli olunca erkekler mecburen ‘evlenme vaadi’ yalancısı oluyorlar. Kızlar da kızlık zarını tehdit unsuru olarak kullanıyorlar. ‘Madem yattın, zorla alacaksın beni!’

Son bir şey daha... Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi ‘verme-alma’ şeklinde algılamaktan vazgeçtiğimiz gün ortada mesele kalmayacaktır. Sen şimdi üzülüp sızlanmaktan vazgeçersen mesela, bu yolda bir adım atılmış olur.


MIŞ-MUŞ

Yargıtay 1. Başkan Vekili ‘Yargı leke kaldırmaz’ demiş.

Merhumu biz de öyle bilirdik ama...

*

Kasırgaların da faydası varmış.

Kasırgasız günlerin kıymetini bilme açısındandır.

*

Güzellik kavramı doğmadan önce beyinde oluşuyormuş.

Estetikten yoksun binalara falan bakınca, bizde doğduktan hemen sonra yok oluyor zahir.
Yazının Devamını Oku

Yüzümüz yok

7 Eylül 2004
<B>SAVAŞ Ay </B>bir süredir Sabah Cumartesi için röportaj yapıyor. Kimlerle... Çok da donanımlı oldukları iddia edilemeyecek, yani verecekleri cevaplarla okuru güldürmeleri garanti olan, şarkıcı, manken ya da magazin basınında yer ala ala ünlenmiş bazı kadınlarla... (Neden hiç erkek yok, hakikaten...)

Geçenlerde kadınların cehaleti karşısında ‘Bu kadar da olmaz’ diyen bir yazı yazmıştım hatırlarsanız... Şimdi aynı konuya girmek neden gerekti... Mutlu Tönbekici’nin yüzünden.

Pazar Vatan’daki köşesinde bu kızların tekrar tekrar küçük düşürülmesinin manasızlığından söz ediyor Tönbekici.

İçlerinde benim de olduğum, konuya atlamış kadın köşecilere de dokunduruyor, ‘Kızlarımızın birbirinden harikulade cevapları bilhassa kadın köşecilerimizin her birine tek tek malzeme sağladı’.

Doğru. Bakın mesela Mutlu Tönbekici’ye bile sağlamış oldu. Şimdi bana ikinci kere sağlıyor. Allah bilir daha da uzar gider.

Kızların cehaletine şaşmamızı, bıyık altı ve bıyık üstü gülmemizi de pek hoş karşılamıyor Tönbekici. Bunda da haklı. Hakikaten okuyunca adeta titredim ve kendime geldim. Herkesin cehaletinin başladığı bir nokta vardır üstelik. Soruların biraz ağırlaşmasına bakar. Dolayısıyla herkesin, cevaplarıyla güldüreceği, bilgi, birikim, zeká açısından bir üst sınıf mutlaka vardır. Yani ‘Gülme komşuna gelir başına’ denilebilir.

Tönbekici’nin işaret ettiği gibi, kızların hali zaten yıllardır bildiğimiz hal. Onun söylemediğini ben söyleyeyim, bizimki biraz da habire aynı fıkraya gülmek gibi bir şey oluyor.

***

Ama bir dakika... Kendimi mazur göstereceğim ya...

Benim gülmem, başımı arkaya atıp ağız dolusu gülme değil ki. Utana sıkıla, istemeyerek, ezile büzüle bir gülme. Hani düşene gülmeye benzer bir şey. Tutamaz ya hani insan kendini... ‘6 ay önce de düşmüştü o zaman gülmüştüm, artık gülmeyeyim’ de diyemez.

Hem o kızların ‘küçük düşme’ gibi bir endişeleri de yok ki. Hani kıyıda köşede kendi halinde yaşayan birileri olurlar, zorla ortaya çıkarılıp cehaletleri afişe edilir, o zaman bu işi yapanı hep beraber ayıplarız. Ama Allah bilir ‘N’olur abi beni al bu hafta’ diye Savaş’ın yoluna çıkıyorlardır. Röportajın yayımlandığı gün arkadaşlarıyla telefon trafiği sürüyordur... ‘Gördün mü tam sayfayım Sabah’ta!’, ‘Sağ alttaki fotoğrafta şahane çıkmışım!’

Yani fazla üzme kendini sevgili Mutlu Tönbekici. Onlar halinden memnun. Hem de düştükleri durumun farkında oldukları halde... Hiçbiri o kadar da aptal değil. O markaları akılda tutmak bile mesele. Ben tutamıyorum şahsen. Zaten şaşırmamız, kızmamız falan biraz da bu yüzden. O yabancı markaları ezberleyen, Atatürk’ün doğum tarihini de aklında tutabilir. Yani doğuştan gelen eksiklikleriyle alay edip küçük düşürmeye çalışan yok onları... En basit bilgileri, hem de kaç defa bu eksiklikleriyle gündeme gelmelerine rağmen, hálá edinmemiş olmalarını ayıplıyoruz. Ha, bak ‘Bu kızlara çarşaf çarşaf yer ayırıp habire prim yapmalarına sebep olmayın’ dersen çok haklısın.

Ama işte okurun da ihtiyacı var demek... Aynı önce yandan yandan, kendimize bile çaktırmadan bakıp sonradan tiryakisi olduğumuz ‘Bir Sevda Masalı’ tarzı televizyon programları gibi... Önce kıza kıza, sonra bayıla bayıla okuyoruz işte. Savaş Ay şahane bir gazetecilik örneği sunuyor olmayabilir; ama kabul edelim ki iyi bir ticari iş çıkardı ortaya.

‘Peki Türk basınının gele gele geldiği nokta bu mudur?’

Hakikaten esaslı soru. Ama hiçbirimizin bu soruyu sormaya yüzü yok.


MIŞ-MUŞ


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, vatandaşa, depreme karşı oturduğu binanın üst katını satın alıp yıkmasını önermiş.

Hatta binanın tamamını da yıkabilirsiniz ki deprem geldiğinde yıkacak bir şey bulamasın.

*

Yeni yasada flört de yasakmış.

Şimdi sırada ‘haftalık yatış programı’nın hazırlanıp çiftlere dağıtılması var.
Yazının Devamını Oku

‘Enflasyonu düşürdük aldatmayı kaldırdık’

5 Eylül 2004
<B>UZAYDAN </B>ses gelmiş.<br><br>Vallahi... Çığlığa benzer bir şeymiş. Buralarda devletin işaret ettiğinden başka biriyle sevişeni hapse atacağını duydular belki de... ‘Oha oldum!’ mu diyorlar artık, ne diyorlarsa...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Aldatmaya engel olacağız’ demiş konuyla ilgili olarak en son... Demek denildiği kadar var. Yani ‘işler tıkırında’ diye bir söylenti var ya... Hal böyle olunca sıra bu işe geldi demek. Yatak düzenine...

Aldatma yasağı!

‘Avlanma yasağı’ gibi bir şey. Bakarsınız senenin belli aylarında kalkar yasak. Ne bileyim, olur mu olur.

* * *

Fakat kabahat bizde. Yani medyada. Bu álemde ‘aldatma’dan daha çok yazılan çizilen bir konu var mı? Sorduğuma bakmayın, ‘yok’ demek istiyorum. Okur mektupları deseniz... Neredeyse başka derdi olan yok. Güzin Abla’yı okuyorsunuzdur... Üçüncü sayfa haberleri keza.

‘Aldatan kocasını haşladı.’

‘Aldatılan koca dehşet saçtı.’

Belli ki Türkiye’nin aldatmayla ilgili bir meselesi var. Durum böyleyken iktidar salak mı? ‘Biz bu aldatmayla ilgili bir şey yaparsak artık bizi top yıkamaz’ diye düşündüler tabii.

En son Bakanlar Kurulu toplantısında bakanın biri elini kaldırmıştır... ‘Aklıma acayip bir fikir geldi Başbakanım...’

Hakikaten acayip.

‘Aldatmaya devlet engeli.’

Yarın seçim meydanlarında kürsüden bağırırlar...

‘Enflasyonu düşürdük, aldatmayı kaldırdık!’

* * *

Hangi ülkeleri örnek almış olacağımızı duymuşsunuzdur... Uganda, Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, İran, Irak, Malezya, Bangladeş, Yemen, Lübnan, Cezayir, Suriye, Arap Emirlikleri, Sudan, Nijerya, Çad, Kamerun, Nijer, Mali.

‘Onlardan ileri mi gideceğiz’ dediler herhalde... İnsan aslında birilerinden geri kaldığına hayıflanır. Bunlar tersine...

Bu hükümette görevli olsam bir öneri de ben getiririm... Cinsel ilişkilere düzenleme getiren ülkeler olarak bir örgüt kurulmasına öncü olsun Türkiye! Nasıl OPEC falan var... Artık ‘Birleşmiş Aldatanı Yakan Ülkeler Topluluğu’ mu olur, ‘Birleşmiş Birleşme Bekçisi Ülkeler Birliği’ mi...

* * *

Benim korkum yasağın ters tepmesi ki olacağı budur. Bize bir şeyi yasak etmeyecekler. Öyle kurallar, yasalar falan sevmeyiz.

Kemerini bağlayan var mı?..

Çimlere basmayan?..

Üst geçit dururken altından geçmeyen?..

Vergi kaçırmayan?..

İşte şimdi korkarım ‘aldatma patlaması’ yaşarız.

Dün de bu konuyu yazdığımı biliyorum. Doyamam ki... Bakarsınız salıya da bunu okumak durumunda kalırsınız.


MIŞ-MUŞ

Çin’de aşk, ders programına girmiş.

O da bir şey mi, bizde devlet protokolüne girdi.

İngiliz koca, aldatan karısını otomobille ezmiş.

Ne yapsın adamcağız, onların devleti aciz olduğundan iş başa düşmüş.

Kadir İnanır, zinadan bekár kalarak korunuyormuş.

Zina, iki bekár insanın nikáhsız beraberliğini de kapsadığı zaman kendini hadım ettirecek herhalde.
Yazının Devamını Oku