Pakize Suda

Cep telefonları dinlensin!

16 Aralık 2004
<B>MİLLİYET’</B>ten <B>Yaprak Aras, Özkan Güven, Elif Berköz,</B> farklı mesleklerden isimlere <B>‘Kriterleri siz belirliyor olsaydınız Türkiye’nin AB’ye girmesi için neleri yerine getirmesini isterdiniz?’</B> diye sormuşlar. Cevaplar <B>‘Hay ağzınıza sağlık’</B> dedirtiyor insana. Eğitim ve kültür sanatla ilgili olanlar tamam da insana önce matrakmış gibi gelen ama bence hakikaten dikkate alınması gereken önerilere bayıldım esas.

Okumamış olanınız vardır diye birkaçını alıyorum buraya.

Rıfat Ababay diyor ki:

‘‘Burası Türkiye, yok öyle!’, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’, ‘Ben mi kurtaracağım bu memleketi’, ‘Adam sen de, salla başını al maaşını’, ‘Çalsın ama iş yapsın’, ‘Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme’, ‘Ağır ol molla desinler’, ‘Karı mısın sen, ne gülüyorsun öyle?’, ‘Benim memurum işini bilir’, ‘Yapan yapıyor’, ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’, ‘Götürdün mü, deveyi hamuduyla götüreceksin’, ‘As bakalım beş kişiyi Taksim’de bir daha yapıyorlar mı?’, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’, ‘Biz adam olmayız’ gibi deyişlerin kullanılması yasaklansın.

Hanıma ‘baağyaan’, engelliye ‘özürlü’, blue jean’e ‘kot’ demek yasaklansın. Rögar yerine ‘logar’ diyen, ‘direkman’ diye adres tarif eden cezalandırılsın. Okuduğunu anlamayan, okur-yazar kabul edilmesin.’

Sonra Tuna Kiremitçi’nin şu önerisi de harika:

‘Esmer kadınların saçlarını sarıya boyatması mutlaka engellenmeli.’

Mine G.Kırıkkanat’
ınki de... ‘Şan eğitimi almış müezzinler istihdam edilmeli.’

Erdil Yaşaroğlu’
nunki ‘Hepimizi alsınlar bir Semra Hanım’ı almasınlar AB’ye’ önerisi...

*

Heves ettim, ben de sayacağım birkaç tane...

Pencerede oturup gelen geçeni seyretmek yasaklansın.

Burnunu, kulağını karıştıranlar, ayak parmaklarıyla oynayanlar cezalandırılsın.

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler, çocuğu yetiştirecek ehliyeti haiz olup olmadıklarının belirlenmesi için sınavdan geçirilsin.

Aklı fikri, kendinin ya da onun bunun bacak arasında olanlar bir sene boyunca bir eve kapatılıp ha bire seviştirilsinler. Bu hadise hayatlarında sıradan bir hale gelirse rahatlayıp işlerine güçlerine bakarlar belki.

‘İstanbul kara teslim’ cümlesi tarih olsun.

Cep telefonları dinlensin; sırf ‘N’aber?’, ‘İyilik, senden n’aber?’ diyaloğunu gerçekleştirmek için hatları meşgul edenler cezalandırılsın.

Ne öpüşmeye, ne kucaklaşmaya benzeyen, dünyanın en samimiyetsiz selamlaşma biçimi ‘yanakları birbirine değdirme’ yasaklansın.

Son olarak, gazete köşelerinde ‘Şu yasaklansın’, ‘Bu cezalandırılsın’ şeklinde ahkám kesmek yasaklansın. AB’ye mi giriyoruz. Faşizm mi geliyor?

MIŞ-MUŞ

Beynimiz 10 bin çehreyi hafızaya kaydediyormuş.

Görünce ‘Kimdi bu?’ diye düşündüklerimiz yedekte demek.

*

Japonya’da bir şirket, özellikle bekár erkekler için kadın kucağı şeklinde yastık geliştirmiş.

Japonlar boşuna iş yapmaz; demek en çok şefkatimize muhtaç erkek kısmı... Bi daha günahını almayın adamların!

*

Uykuya beden değil beyin ihtiyaç duyuyormuş.

Zaten uykusu gelen bir kalça pek mantıklı olmazdı.
Yazının Devamını Oku

Vurun kahpeye!

14 Aralık 2004
<B>PEK </B>matah insanlar değiliz vesselam... <B>‘Namus’</B> sözcüğü kafalarda yeniden tanımlanmadıkça olacağımız da yok. Şu Karadeniz Ereğlisi’nde olanlar yüzünden celallendim yine.

Haberdarsınızdır herhalde... Kaç zamandır gündemde. 32 yaşında, babasından kalma kömür ocağını işleten dul ve güzel bir kadın yaşıyor Ereğli’de.

Bu kadar.

Birtakım insanlar için bu kadarı káfi. Yani kadının dul ve güzel olması. ‘Vurun kahpeye’ demek için uygun şartlar oluşmuş bulunuyor. Evet, bu devirde hálá...

Gülden Aydın gitmiş, konuşmuş kadınla... Ve kadının sevgilisi olduğu söylenen erkeklerle, sokaktaki insanlarla... Hürriyet Pazar’da okumuşsunuzdur. En çok şu dikkatimi çekti Aydın’ın dedikleri arasında: ‘Çarşı pazarda rastladığım tüm kadınlar modern giyimli. Genç kızlar ve erkekler samimi ve özgür dolaşıyorlardı. Ama Gülay’a onlar da tepkili. Anne ve babaları gibi onlar da mahallenin namusu peşindeler!’

İşte budur Türk insanının hali. Kafaların bir yarısı ‘Kalk gidelim’ derken öteki yarısı ‘B.k yeme otur’ diyor. Kıyafetler son moda, lakin namus anlayışı ‘Annemin margarini’ durumunda.

* * *

En çok kadınlar düşmanmış Gülay’a. Hiç şaşırmadım. Bütün güzel kadınları, özellikle Gülay gibi özgür olanları potansiyel tehlike olarak görüyorlar çünkü. ‘Hepsini bir meydanda topladık, gelin taşlayın’ dense taşı alan koşar. Vazgeçilmez olmanın yolu budur çünkü birçok kadın için. Etrafta eli yüzü düzgün kadın kalmayınca adam karısına mahkûm olacak!

Kasabada yaşadığı için gelmedi bunlar Gülay’ın başına... İstanbul’un göbeğinde de birçok kadın yaşıyor benzer durumları.

Türkiye’de, küçük bir çevrenin dışında, bırakın hoşlandığınız erkeklerle ilişkiye girmeyi, cinsiyetini göz önüne almaksızın arkadaşlık etmeniz bile mümkün değil. Etmeye kalkan bedelini ödüyor bir şekilde. İlla farkında olacaksın karşındakinin ‘erkek’liğinin... Ateşle barut durumunda olunduğunu unutmayacaksın.

Aslında biz devamlı seksi düşünen bir milletiz. Özellikle ‘namus namus’ diye bağıranların hiç aklından çıkmıyor. Bunların kadın olanlarının, erkeğe bakınca başka bir şey gelmiyor aklına. Ki bucak bucak kaçıyorlar. Kendilerini tutamama ihtimali çok kuvvetli zira. E namus (!) elden gitsin de istemiyorlar.

Erkeklere gelince... Onların durumunu ‘Bana vermeyen ölsün!’ şeklinde özetleyebiliriz.

Netice olarak, Gülay vesilesiyle gördük ki ‘Bu cephede yeni bir şey yok!’


MIŞ-MUŞ

Depresyon kalıtımsal olabilirmiş.

E, dedenizden para pul, gayrimenkul kalırken iyi miydi?

Seda Sayan, ‘Gökhan’la ayrılırsak çocuk yüzünden ayrılırız’ demiş.

Bu 1.80 boyundaki ‘Çocuk’ yüzünden de olabilir tabii.

Magazin müdürleri, ‘Bize yeni yıldızlar gerekiyor’ demişler.

Zeynep Sağıroğlu’yla Gülay Yaman yetiştiler işte!
Yazının Devamını Oku

Her başı belada erkeğin...

12 Aralık 2004
<B>‘HER başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.’<br><br></B>Bilmiyorum ne derece doğru... Kadınlar açısından iyi midir kötü müdür onu da kestiremedim. Zaten pek de önemi kalmadı. Fi tarihinde yapılmış bir tespit. Şimdi yenisi var. ‘Her başı belada erkeğin tepesinde bir kadın vardır.’

Aslında eskiden beri durum budur. Siyah-beyaz Türk filmlerini hatırlarsınız... Hepsinde mutlaka kombinezonla gezen bir metres olurdu. Adamcağız bunun isteklerini yerine getirebilmek için zimmetine para geçirir, sonunda da hapsi boylardı.

Artık eşler de metreslere benzedi. Basından takip ediyorsunuzdur emekli paşanın başına gelenleri... Hanımefendi habire almış, devlet habire ödemiş. Paşaya da pirincin taşını ayıklamak kaldı şimdi.

* * *

Aslında durumumuz çok zor. Şöyle... İnsanoğlu birtakım zaaflarla donatılıp salıverilmiş ortaya... Sonra da ‘ahlak’ diye bir kavram icat edilmiş. Tam iki arada bir derede bırakılma hali.

Kadın kısmı mesela... ‘Takma takıştırma, sürme sürüştürme’ geni var resmen. Bunu anlamak için 3 yaşında bir kız çocuğunu takip etmeniz yeterli.

Kadın dergilerini açıp bakın... ‘Takıp takıştırın, sürüp sürüştürün’den başka bir şey var mı? Vardır herhalde bu dergilerin yaratıcılarının bir bildiği... Uzaydan gelmedi bu insanlar.

Fahişeliğin nedeni de bu değil midir? Parayı alır almaz kendilerini hangi dükkánlara attıkları malum. Hiç kitapçıya ya da tiyatroya falan koşturanını gördünüz mü?

* * *

Erkeklerin zaafı da buradan otomatikman çıkıyor ortaya... Kadın.

İki cinsin uyum içerisinde olduğu tek konu bu belki de. Zaafları puzzle’ın parçaları gibi tamamlıyor birbirini.

Gerçi araba, tekne, şu bu için yapmayacağı şey olmayan erkekler de var. Fakat hiç olmazsa ‘Otuz iki tane teknem olsun’ demezler. Kadını ise takıya doyuramazsınız. Sırf sayı olarak değil. Mesela elma büyüklüğünde tek taş yüzük yapılsa, alır takır, ‘Karpuz kadar olanı yok mu bunun?’ diye de sorar.

‘Sosyetik’ olarak nitelendirilen kadınların fotoğraflarına bakmaya korkuyorum. Kendilerinden değil elbet, elbiselerinden ürküyorum. Ve de buna bağlı olarak sonlarından... Bir insanın hayatında ne giyeceğinden daha önemli bir hadise yoksa ve artık giyilecek ne varsa giymiş bulunuyorsa... Benim gördüğüm, yeryüzündeki hiçbir modacı tatmin edemeyecektir bir süre sonra bu arkadaşları... Sonları hüsrandır.

* * *

Netice olarak şu hayatta kimimiz ‘zaaf’ların pençesinde, kimimiz ‘ahlak’ın korumasında yuvarlanıp gidiyoruz. Birinciler ikincileri enayi yerine koyuyor, ikinciler birincileri ayıplıyor, falan filan. Fakat her şey kadınların başının altından çıkıyor, ona üzülüyorum. Bir tek savaşları onlar çıkarmıyor, o kadar.

MIŞ-MUŞ

Bahçeli, ‘AKP kendi ipini çekiyor’ demiş.

İyi ya... Ne diye uyarırsınız.

Kofi Annan, Kıbrıs sorununun çözümü yönünde yeni bir girişimde bulunmaya hazırlanıyormuş.

‘Boşa kürek çekmek’ diye bir deyimden haberi yok tabii adamcağızın.

Sosyetenin ünlü kadınları bir defilede mankenlik yapmışlar.

O esnada orgazm olmuşlardır mutlaka.
Yazının Devamını Oku

Mahkemeye gitmek istiyorum

11 Aralık 2004
Semra Hanım’ı seyrederken geldi aklıma. İnsan sadece kendi mağduriyeti için mi başvurur İnsan Hakları Mahkemesi’ne? Ben mesela Ata adına gitmek istiyorum mahkemeye. Bir kadın bir adamı eziyor, ufalıyor, zincire vuruyor... Ama o onun annesiymiş. Bana ne? Ben onu görmüyorum ki. Benim gördüğüm, ortada hak ve özgürlükleri elinden alınan birinin varlığı. Kim tarafından kime yapılırsa yapılsın.

Adam kendini koruyamıyorsa, silkelenemiyorsa, cesaret edemiyorsa, ‘Hey ne oluyor!’ diyemiyorsa karşıdan bakanlar da mı bir şey yapamaz yani.

Gidip müşahede etme imkánım olmadı gerçi ama Amerika’da kötü muamele ediyor diye köpeğini elinden alıyorlarmış adamın... E, bizde de geçenlerde annesi tarafından dövülen çocuğu alıp yuvaya verdiler. Şimdi ben de bu Ata’yı kurtarmak istiyorum işte.

Yaş haddi var mıdır?

Yani kurtarılma yaşı geçmiş midir Ata’nın?

*

Hadi bu Semra Hanım’la oğlunun durumu reyting amaçlı danışıklı dövüş diyelim. Adına mahkemeye gitmek istediğim başkaları da var. Mesela karısına hesap veren erkekler... Ki sayıları bir hayli kabarık. İnce ince hesap veriyorlar. Kaçta nereden çıktılar, nereye gittiler, yanlarında kim vardı... İçimden bir isyan dalgası yükseliyor. ‘Bana ne’ diyemiyorum. Fakat onlar alışmış. Sorgusuz sualsiz yaşayamayacaklar neredeyse. Sudan çıkmış balık gibi olacaklar bir gün kesilirse...

‘Kocam kızar’ diyen kadınlar adına da gitmek istiyorum mahkemeye. ‘Babam bırakmaz’ diyen kazık kadar olmuş adamlar için de.

Başında gardiyan olan herkes adına gitmek istiyorum. Yasaklarla yaşayan herkes adına...

‘Töre cinayeti tehdidiyle yaşayan onca kız varken’ falan diyebilirsiniz. O ayrı. O başlı başına bir yara. Benim dediğim, hemen dibimizde, her an şahit olduğumuz, basit, alıştığımız ama insanı içten içe sinir eden baskılar...

Ben galiba bir tek buna dayanamıyorum. Tahakküme. Başka her şeyi tolere edebilirim.

Kar geliyor (Muş) (Mu)

Bu senenin modası ‘Kar söylentileri.’

Artık ‘Büyük deprem beklentisi’ out, ‘Kar beklentisi’ in.

‘Salıya geliyormuş.’

‘Yok, salı yağmur, çarşamba kara dönecek.’

Şu satırları kaleme aldığım perşembe günü için de kar öngörülmüştü lakin pencereden bakıyorum, şeffafı yoksa bunun, kar mar yok ortada.

İlk ‘Kar geliyor’ dediklerinde gittim bir kar çizmesi aldım kendime. O gün bugündür her sabah pencereye koşuyorum ilk iş. E, akşamdan birileri ‘Yarın geliyor’ da demiş... Fakat nafile.

Hayır, yağacaksa yağsın, yağmayacaksa da bilelim. İşimize gücümüze bakalım.

Meteoroloji ‘Kışın ortasındayız, nasıl olsa yağar, biz tedbiren her gün ‘Yarın geliyor’ diyelim de...’ şeklinde düşünüyor herhalde. O da ne yapsın... ‘Kar geliyor’ dediğinde biz zaten karın ortasında mahsur kalmış durumda olacağımıza... Nasreddin Hoca’nın çocuğu testiyi kırmadan önce dövmesi gibi...

‘Ne yapalım, yağmazsa yağmaz... Bir çizme aldın diye...’ diyebilirsiniz. Lakin öyle değil. Karın hiç meraklısı olmadığım gibi şu anda önemli bir konuya parmak basıyorum.

Siz ‘kar’ denince evinize kapanıyorsunuz, farkında mısınız?

Söylenti çıktığı akşamlar sokaklar bomboş oluyor. Sırf sokaklar olsa iyi de... Bütün eğlence yerleri, restoranlar, kafeler... Hepsi sinek avlıyor. Oralardan ekmek yiyen, komisinden taksi şoförüne kadar binlerce kişi ‘kar’ lafını duyunca psikiyatra koşacaklar artık neredeyse.

Onun için ya yağsın, savsın sırasını, ya da fısıltı gazetesi sussun!

Hava durumunu bildirenler de ‘Kar geliyor’ deyivermesinler ilk laf olarak...

Biz çünkü haberin başını dinliyoruz sadece. Onlar gerisini anlatırken çoktan telefona sarılmış ‘Yarın kar geliyormuş ona göre’ diyor oluyoruz. Sonra bakıyoruz Erzurum’a yağmış bir tek.

Yine ne demek istediğimi anlatamamış ve sizi ‘Erzurumluların canı yok mu!’ diye bağırtıyor olabilir miyim acaba?

MIŞ-MUŞ

Erdoğan yabancı gazetecilere AB üyeliği konusunda Türkiye’nin kırmızı çizgilerini anlatmış.

Yeşil çizgilerin yanında lafı mı olur.

Ortaöğretimde sınıf geçme sistemi yine değişmiş.

Sürekli deneme-yanılma yöntemi... Yanılmadığımızı gören olacak mı bakalım bir gün.

İncirlik’te ABD’ye ait 90 atom bombası olduğu iddia edilmiş.

A, gözümle görsem inanmam!

Ebru Gündeş, ‘İnsan hem seksi hem masum olamaz’ demiş.

Ama hem cahil hem bilge olunuyor çok şükür.
Yazının Devamını Oku

Mahkemeye gitmek istiyorum

11 Aralık 2004
Semra Hanım’ı seyrederken geldi aklıma. İnsan sadece kendi mağduriyeti için mi başvurur İnsan Hakları Mahkemesi’ne?Ben mesela Ata adına gitmek istiyorum mahkemeye. Bir kadın bir adamı eziyor, ufalıyor, zincire vuruyor... Ama o onun annesiymiş. Bana ne? Ben onu görmüyorum ki. Benim gördüğüm, ortada hak ve özgürlükleri elinden alınan birinin varlığı. Kim tarafından kime yapılırsa yapılsın.Adam kendini koruyamıyorsa, silkelenemiyorsa, cesaret edemiyorsa, ‘Hey ne oluyor!’ diyemiyorsa karşıdan bakanlar da mı bir şey yapamaz yani.Gidip müşahede etme imkánım olmadı gerçi ama Amerika’da kötü muamele ediyor diye köpeğini elinden alıyorlarmış adamın... E, bizde de geçenlerde annesi tarafından dövülen çocuğu alıp yuvaya verdiler. Şimdi ben de bu Ata’yı kurtarmak istiyorum işte.Yaş haddi var mıdır?Yani kurtarılma yaşı geçmiş midir Ata’nın?*Hadi bu Semra Hanım’la oğlunun durumu reyting amaçlı danışıklı dövüş diyelim. Adına mahkemeye gitmek istediğim başkaları da var. Mesela karısına hesap veren erkekler... Ki sayıları bir hayli kabarık. İnce ince hesap veriyorlar. Kaçta nereden çıktılar, nereye gittiler, yanlarında kim vardı... İçimden bir isyan dalgası yükseliyor. ‘Bana ne’ diyemiyorum. Fakat onlar alışmış. Sorgusuz sualsiz yaşayamayacaklar neredeyse. Sudan çıkmış balık gibi olacaklar bir gün kesilirse...‘Kocam kızar’ diyen kadınlar adına da gitmek istiyorum mahkemeye. ‘Babam bırakmaz’ diyen kazık kadar olmuş adamlar için de.Başında gardiyan olan herkes adına gitmek istiyorum. Yasaklarla yaşayan herkes adına...‘Töre cinayeti tehdidiyle yaşayan onca kız varken’ falan diyebilirsiniz. O ayrı. O başlı başına bir yara. Benim dediğim, hemen dibimizde, her an şahit olduğumuz, basit, alıştığımız ama insanı içten içe sinir eden baskılar...Ben galiba bir tek buna dayanamıyorum. Tahakküme. Başka her şeyi tolere edebilirim.Kar geliyor (Muş) (Mu)Bu senenin modası ‘Kar söylentileri.’Artık ‘Büyük deprem beklentisi’ out, ‘Kar beklentisi’ in.‘Salıya geliyormuş.’‘Yok, salı yağmur, çarşamba kara dönecek.’Şu satırları kaleme aldığım perşembe günü için de kar öngörülmüştü lakin pencereden bakıyorum, şeffafı yoksa bunun, kar mar yok ortada.İlk ‘Kar geliyor’ dediklerinde gittim bir kar çizmesi aldım kendime. O gün bugündür her sabah pencereye koşuyorum ilk iş. E, akşamdan birileri ‘Yarın geliyor’ da demiş... Fakat nafile.Hayır, yağacaksa yağsın, yağmayacaksa da bilelim. İşimize gücümüze bakalım.Meteoroloji ‘Kışın ortasındayız, nasıl olsa yağar, biz tedbiren her gün ‘Yarın geliyor’ diyelim de...’ şeklinde düşünüyor herhalde. O da ne yapsın... ‘Kar geliyor’ dediğinde biz zaten karın ortasında mahsur kalmış durumda olacağımıza... Nasreddin Hoca’nın çocuğu testiyi kırmadan önce dövmesi gibi...‘Ne yapalım, yağmazsa yağmaz... Bir çizme aldın diye...’ diyebilirsiniz. Lakin öyle değil. Karın hiç meraklısı olmadığım gibi şu anda önemli bir konuya parmak basıyorum.Siz ‘kar’ denince evinize kapanıyorsunuz, farkında mısınız?Söylenti çıktığı akşamlar sokaklar bomboş oluyor. Sırf sokaklar olsa iyi de... Bütün eğlence yerleri, restoranlar, kafeler... Hepsi sinek avlıyor. Oralardan ekmek yiyen, komisinden taksi şoförüne kadar binlerce kişi ‘kar’ lafını duyunca psikiyatra koşacaklar artık neredeyse.Onun için ya yağsın, savsın sırasını, ya da fısıltı gazetesi sussun!Hava durumunu bildirenler de ‘Kar geliyor’ deyivermesinler ilk laf olarak...Biz çünkü haberin başını dinliyoruz sadece. Onlar gerisini anlatırken çoktan telefona sarılmış ‘Yarın kar geliyormuş ona göre’ diyor oluyoruz. Sonra bakıyoruz Erzurum’a yağmış bir tek.Yine ne demek istediğimi anlatamamış ve sizi ‘Erzurumluların canı yok mu!’ diye bağırtıyor olabilir miyim acaba?MIŞ-MUŞErdoğan yabancı gazetecilere AB üyeliği konusunda Türkiye’nin kırmızı çizgilerini anlatmış.Yeşil çizgilerin yanında lafı mı olur.Ortaöğretimde sınıf geçme sistemi yine değişmiş.Sürekli deneme-yanılma yöntemi... Yanılmadığımızı gören olacak mı bakalım bir gün.İncirlik’te ABD’ye ait 90 atom bombası olduğu iddia edilmiş.A, gözümle görsem inanmam!Ebru Gündeş, ‘İnsan hem seksi hem masum olamaz’ demiş.Ama hem cahil hem bilge olunuyor çok şükür.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

9 Aralık 2004
<B> Zeynep Ediz Alantuğ, Orhan Guthan, Özgür Yıldız, Erol Yıldırım, Murat Göl, Süreyya Sarp Yatak, şemsiye, klozet konusundaki fikirlerinize, önerilerinize, ‘Zihni Sinir’liklerinize teşekkürler. Özellikle Erol Bey... Göndermiş olduğunuz fotoğraftaki klozet hakikaten istediğimden de öte. Bilgisayar, faks, telefon falan... Sırf okuma değil çalışma imkánı da veriyor. Türk’ün aklının orada geldiğine dair söylentileri de göz önüne alırsak bize çok uygun.

***

Nur Erkoç

‘Hakikaten bu mektuplar geldi mi?
(‘Cem Yılmaz’a Mektup’la ilgili P.S.) Yoksa onları konusuz kalmamak için siz mi uydurdunuz diye bayağı düşündüm.’

Evet hakikaten geldi. Tek tük gelmeye de devam ediyor. Bu arkadaşlar Allah bilir Aziz Nesin’in o ünlü saptamasını haksız bulup kızıyorlardır. Bir de bizzat kendilerinin bu saptamanın misali olduklarını bilseler...

***

Deniz Pınar

‘Size acı bir haberim var. Kızım bir süre önce size yeme bozukluğu hakkında bir mail attığını ve sizin de karşılık olarak o güzel yazıyı yazdığınızı söyledi. Ne yazık ki kızımla birlikte bu hastalıkla savaşan en yakın arkadaşı dün vefat etti. 16 yaşında ve 29 kilo olarak hem de. Biz de zaten kızımızı bir süre önce bir hastaneye yatırdık, 32 kilo olarak. Ama tedaviler ne yazık ki şu ana kadar netice vermedi ve ben çok korkuyorum.’

Duydunuz mu kızlar!

Ama galiba kızlardan önce basının duyması gerekiyor. Bir zayıflama çılgınlığıdır gidiyor... Yalan yanlış diyet reçeteleri, habire gözümüze sokulan mankenler... ‘38 bedenden büyük kadın lüzumsuz kadın!’ olacak neredeyse.

Kızlar, siz toplayın bari aklınıza başınıza! Bir noktaya geldikten sonra geri dönüşü yok bunun. Pişman olduğunuzda iş işten geçmiş oluyor. Ha ‘Genç öleyim, cesedim yakışıklı olsun’ diyorsanız, 29 kilo bir beden yakışıklı da olmuyor, ona göre!

***

Deniz Ergen

Size cevap vermiyor, mektubunuzu aynen yayımlıyorum:

‘Evliliğe başlamak, bitirmekten daha kolaydır.

Eğer size evlilikten söz eden anneniz ve babanızsa durum son derece vahim demektir.

Sakın para için evlenmeyin. Çünkü çok daha iyi koşullarda borçlanmanız mümkündür.

Eğer evlilik eğlenceli bir şey olsaydı, nikáhı belediye memuru kıymazdı. Evli bir çiftin aynı konuda EVET dedikleri son yer nikáh masasıdır.

Evlilik güzel bir arkadaşlığı sona erdirmenin en kestirme yoludur.

Aşkın gözü kör olabilir ama evlilik insanın gözlerinin faltaşı gibi açılmasını sağlar.

Eğer erkekler, kızlarla flört ettikleri dönemdeki davranışlarını evlendikten sonra da sürdürebilselerdi boşanmalar azalır, iflaslar artardı.

Ne zaman ve nerede evlendiğinizi hatırlamanız kolaydır ama neden evlendiğini kimse hatırlamıyor.

Aşk, yaşamın ışığıdır ve faturasını evlilik sırasında ödersiniz. Eğer eşinizde hata bulmuyor ve tartışmıyorsanız artık boşanmışsınız demektir.

Her başarılı erkeğin arkasında dırdırcı bir kaynana vardır. Her başarılı kadının arkasında ise aşağılık kompleksinden kıvranan bir erkek vardır.

Eğer birisi eşinizi ayartırsa intikamınızı almak için birlikte yaşamalarına izin verin.

Masallarda insanlar birbirlerine áşık olur, evlenir ve ömür boyu mutlu olurlar. Zaten bunlara masal denmesinin nedeni, öykünün sonunun böyle bitmesidir.

Ama siz yine de evlenin. Eşiniz iyi ise mutlu olursunuz, kötüyse filozof...’

Kimin ürünüyse bu, aklına fikrine sağlık.


MIŞ-MUŞ

Baykal, ‘Avrupa’nın kuması olmayız’ demiş.

Zaten kendi kuması kendine yeter adamcağızın...

*

Erdoğan, AB konusunda ‘Başımız dik’ demiş.

Lakin boynumuzdan aşağısı rakkase.

*

Manken ajansları, servisçi tarafından kaçırılan Zeynep için ‘İstesin onu hemen top model yapalım’ demişler.

Ona ‘top model’ demezler ‘hop model’ derler.
Yazının Devamını Oku

Asabi milletiz

7 Aralık 2004
<B>BUGÜN </B>yine önemli bir konuya parmak basacağız.<br><br><B>‘Kadına yönelik şiddet.’ Kadına yönelik şiddet deyince, tabii ki insanın aklına önce koca dayağı geliyor.

Fakat çok şükür benim yaşadığım çevrede ‘koca’dan ‘karı’ya yönelmiş bir şiddet yok. Buna karşılık erkeğe yönelik şiddetin maşallahı var. Şiddetten sopayı kafaya indirmeyi anlamıyorum ben... Öyle bakışlar vardır ki mesela, dayağı tercih edersiniz. Kadın kısmının yaptığı budur. Ve de yasaklar, baskılar, takipler, vırvırlar, kıskançlıklar, burundan getirmeler, acısını çıkarmalar, vs. Bunlar şiddet değil de nedir?

Fakat kocasından dayak yiyen kadın da var tabii. Gerçi şu yukarıda saydıklarımı bünyesinde barındıran kadını dövmez de ne yapar insan... Ama olmaz tabii. Olmamalı.

Aslında dayak denen olayın karşı tarafın baştan çıkarmasıyla pek ilgisi bulunmuyor kanaatimce. Bazı insanların doğuştan eli yatkın oluyor dayağa. Hani resim yeteneği gibi. E, besleyici yan etkenler de var tabii. İktidarsızlık, işte başarısızlık, patron tarafından ezilme, takımın yenilmesi falan... Bu durumda kadının gözünün üstünde kaşının olması yeterli oluyor.

İktidarsızlık deyince... Aslında yatak odasına başımızı uzatıp baktığımızda kadın kısmının dayakçı olması daha normal görünüyor. Nasıl anlatsam... Kadın kısmının çoğu o malum yolculuğa çıkıyor, ancak gideceği yere varamıyor. Haliyle karşısındakinin kafasına bir şey indirse yeridir.

***

Aslında her şey boş. Dernekler, toplantılar, eğitim, şu bu... Biz asabi milletiz. Düğün yaparız, daha gelinle damat gerdeğe girmeden bakarsınız iki taraf birbirine girmiş, oğlanın dayısı kızın amcasını dövüyor. Siz hiç karşısındakine tuttuğu takımın meziyetlerini sakin sakin anlatan birine rastladınız mı? Ama döve döve anlatanı çok görmüşsünüzdür. Ne ayrıcalığı var kadının? Hatta nazı en çok ona geçtiğinden, affedileceğini bildiğinden en rahat ona girişiyor.

Bu affetmek mevzuu da çok önemli. ‘Kocamdır, döver de sever de’ zihniyeti yok olmadıkça erkeğin havadaki elini indirmek mümkün değil.

Kadınlar üç gün durumdan şikáyetçi olsalar, ‘Döver idi lakin kocam idi’ deyip eve geri dönüyorlar. Siz de karı koca arasına giren kara kedi olarak ortada kalakalıyorsunuz.

Netice olarak yıllar geçecek, kuşaklar değişecek ancak o zaman... Fakat bu arada elbet boş duracak halimiz yok. Belki ‘A, doğru söylüyor dövmeyeyim’ diyen biri çıkar umuduyla dayağın iyi bir şey olmadığını söyleyip duracağız.

Sevgili okurlar, konu çok önemli olunca ben böyle oluyorum. Yani sulu. Padişahın, zil takıp oynayan halkı görünce zamları durdurması hadisesindeki gibi... Burada ‘halk’ ben oluyorum. Bakarsınız erkekler de ‘padişah’ olur.


MIŞ-MUŞ

Kanadalılar striptizci kıtlığı çekiyormuş.

E, o soğukta normaldir.

*

Türkiye’de deniz, göl ve akarsu bitiyormuş.

Bi de ‘doğayla başa çıkılmaz’ derler; bakın biz yok etmeyi bile başardık!

*

Gül ‘Biz hazırız, AB şaşkın’ demiş.

Doğru. Oynamak istemeyen kadın hikáyesindeki gibi ‘Yerim dar’, ‘Yenim dar’ bahanelerinden sonra ‘Ben oyun bilmem ki’ diyebilir!
Yazının Devamını Oku

Kadınlar, erkekler ve Hitler

5 Aralık 2004
<B>BAZEN </B>birileri bir yazı gönderiyor... Bakıyorum... Bir yerden hatırlıyorum ben bunu... <B>‘A, benim yazı!’</B> Fi tarihinde yazmış, unutmuş gitmişim. Reha Muhtar’a da gitmiş geçenlerde bir tanesi. İsimsiz olarak. Kadınlar hakkında ahkám kestiğim bir yazı... Reha köşesinde yer verirken yazının bana ait olduğunu tahmin ettiğini de belirtiyor. Yazıdaki tespitlerin bir erkekten çıkmasının zaten mümkün olmadığını da... Onu böyle düşünmeye iten üç sebep var. Benimse bunlara bir itirazım yok ama cevabım var.

Bir: ‘Bütün kadınlar birbirlerini rakip olarak görürler’ demişim.

Reha, erkeklerin bundan bihaber olduklarını iddia ediyor.

Ah Reha’cım! Sen evli değilsin de bir şeyden haberin yok. Evli arkadaşlarına bir sor bakalım. Öyle iyi bilirler ki... Seneler boyu her bir dişi kuş için başlarının eti yenmiştir zira. Anaları, kız kardeşleri için bile. Yani cinsel rekabet şart değil.

İki: ‘Kadın, çalıştığı yerde üstünün kadın olmasını istemez’ demişim.

Reha’ya göre erkekler bundan da bihaber.

Bunun için bir şey diyemeyeceğim. Bileni de vardır bilmeyeni de. Bilmeyenlere bir kıyağımız olsun, öğrensinler sayemizde. Hangi meslek dalında olursa olsun daima kazanların kaynadığı işyerinde bu bilgiden bir gün yararlanırlar.

Üç: ‘Aldatılan kadınlar genellikle boşanmak yerine bir çocuk daha yapmayı tercih ederler. Tersi durumda ise erkekler, kadınlar kadar akıllı olmadıklarından bunu gurur meselesi yapar ve kadını boşamaya kalkarlar’ demişim.

Reha, ‘Aldatılan bir erkeğin karısını boşamak yerine bir başka çocuk yapmamasını ‘akılsızlık’ olarak niteleyecek dünyada tek bir cins vardır. O da kadındır’ diyor.

Yıllar sonra, yaptığım bir hatayı düzeltme fırsatı verdiğin için teşekkürler Reha’cım. Bir erkeğin, karısını boşamak yerine çocuk yapmamasını asla ve asla akılsızlık olarak değerlendirmiyorum. Tersine kadınların da aynen böyle davranması gerektiğini düşünüyorum. Fakat nasıl olduysa ‘akıllı’ sözcüğünün sonuna bir parantez açıp ünlem işareti koymayı unutmuşum.

* * *

Reha bir sonraki yazı gününde de konuya devam ediyor. Belirttiğine göre erkekler de öteki erkekleri rakip olarak görür ve kıskanırlarmış. Ve bunun temelinde bilinçli ya da bilinçsiz kadın cinsi yatarmış. Bu tespitlerini perçinlemek için Hitler’in hayatından örnekler de veriyor. Hatta Yahudi soykırımının altında bile kadın merkezli erkek egosunun yattığını ileri sürüyor.

Doğrudur. Yani erkekler de başka erkekleri kıskanır ve rakip olarak görebilirler. Zaten olması gereken de budur. Azıcık kıskançlık ve rekabet duygusu, iş hayatında da özel hayatta da iyidir. Her gün bir aspirin içmek nasıl faydalıysa... Fakat kadınların durumu, kutunun tamamını içip komaya girmek gibi. Hakikaten kederden gebermek üzereler.

Hitler’e gelince... Kendisini insan sınıfına sokmadığından, ondan yola çıkarsak yanlış yerlere gideriz gibime geliyor. Ama o bir kadın olsaydı, o zaman tamamdı. Yok yok, şaka... Kadınlara o kadar da yüklenmeyelim.

Teşekkürler Reha Muhtar...


MIŞ-MUŞ

Enflasyon yine düşüşteymiş.

Fakat nedense bizde yine his yok.

Mars’ta su var hayat yokmuş.

Allah’tan umut kesilmez; bizde de yıllarca hayat var su yoktu hatırlarsanız...

Erdoğan, ‘AB ile çelik çomak oynamıyoruz’ demiş.

Evcilik gibi bir şey oynuyoruz:

- Müsaitseniz size geleceğiz.

- Biz müsaitiz de siz gelmeye müsait değilsiniz.
Yazının Devamını Oku