28 Aralık 2004
<B>HANİ </B>neredeyse otomobil fiyatlarında bile yılbaşı indirimine gidiliyorsa, bu hediye işini iyice abarttık demektir. Eskiden ufak tefek esprili şeyler alırdık birbirimize yılbaşı hediyesi diye... Şimdi bırakın hediyelerin büyümesini, çoluk çocuğa üst baş bile düzülüyor. ‘Eski bayramlar’ diye hayıflanmayın hiç, bayramlar yok olmadı, yılbaşına kaydı sadece. Giyim kuşam mağazalarına girilmiyor izdihamdan. 0-3 yaş çocuklar için gece elbisesi gördüm, yemin ederim. Hem de siyah. Tüllü, dantelli falan.
Kimseyi ayıplamıyorum. Benim de en sevdiğim şeydir alışveriş yapmak. Her vesileye sımsıkı sarılırım. Hele hediyeleşmek... Ben alayım, bana alsınlar, bayılırım.
Fakat bendeki bu hediye genine (Her şeyin bir geni var, bunun da vardır mutlaka) karşılık bünyemde kabiliyet genine rastlamak mümkün değildir kanaatimce. Bütün alışveriş merkezleri dolaşılır, bütün dükkánlara girilir, bütün mallar ellenir de sonunda kele tarak, dişsize diş fırçası alınır da çıkılır mı, sorarım size... Hani bir kere de birine denk düşse aldığım bir şey... Vaki değil.
Kişilere uygun hediye seçmek hakikaten bir sanat. Demek benim bu sanat dalına yatkınlığım yok. Fakat şıklık olsun diye kütük gibi çocuklarına bale dersi aldıran ana-babalar misali asla vazgeçmiyorum.
***
Hediye deyince... Kimse açık etmez ama herkes en az bir kere yapmıştır. Gelen hediyeyi paketinden bile çıkarmadan başka birine götürmekten bahsediyorum.
Daha çok ev ve düğün hediyelerinde olur. Bir ara bakarsınız ki ev zücaciyeci dükkánına dönmüş, bir bir birilerine götürmek suretiyle stoku eritme yoluna gidersiniz. Yalnız çok dikkat edeceksiniz, götürdüğünüz hediye getirenine denk gelmeyecek. İşin ucunda kaş yapayım derken göz çıkarmak da var yani.
Bayramlarda, çikolata bolluğunda da yapılır aynı şey. Fakat bunun da birtakım tehlikeleri olabiliyor. Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, babası kendisine gelen bir kutu çikolatayı almış götürmüş bir yere... Paketi açmışlar, içinden arkadaşımın babasına hitaben yazılmış tebrik kartı çıkmış.
Bir keresinde annemle benim başımıza da geldi benzer bir durum. Evde yığılmış olan çikolata paketlerinden birini alıp gittik bir ev ziyaretine... Ev sahibi teşekkür etmek için açtığında iki adet kristal kül tablası çıktı paketten. Artık güzelim tablaları kaptırdığımıza mı yanalım, yoksa çikolata paketiyle hediyelik eşya paketini ayırmaktan aciz oluşumuza mı... Hálá zaman zaman düşünürüm, ayol insan paketin ağırlığından ya da sallayınca çıkardığı sesten falan anlamaz mı...
***
Esasında lafa yılbaşı hediyesinden girip başka bir konuya değinecektim ama hediye kısmı uzadı. Diyeceğimi şöyle özetleyeyim:
Şimdi, bu yılbaşı kutlamalarını Hıristiyan ádeti diye reddedenler var di mi... Ben de diyorum ki keşke tamamen Hıristiyan ádeti olsa... O zaman belki onların o meşhur Noel yemeğini de kapmış olurduk. Hani dünyanın öbür ucundaki üyelerinin bile koşup geldiği aile yemeği geleneğini... Hiç görmedim. Ala ala sırf ışıklı çam ağacının altına hediye bırakma kısmını almışız. Gerisiyse tamamen kendi icadımız. Misal, geceyi kusmadan bitirene eğlenmiş gözüyle bakılmaması falan... Tamamen bize has.
MIŞ-MUŞ
Diyetisyenlerin ‘bir dilim incecik kepekli’ şeklinde sınırlama getirdikleri ekmek, kansızlık ve kısa boy için gerekliymiş.
Siz en iyisi bir yiyin, bir yemeyin!
*
Erdoğan, hükümetin dış politikasını ‘Dik dur ama dikleşme’ şeklinde özetlemiş.
Gerçi en son AB’nin karşısında dikleştiler ama buna karşılık Kıbrıs konusunda pek dik duramayacaklar, o başka...
*
Her hediyenin bir mesajı varmış.
Bunu en iyi, işlerin kilit noktasındaki bazı memurlar bilir.
Yazının Devamını Oku 28 Aralık 2004
HANİ neredeyse otomobil fiyatlarında bile yılbaşı indirimine gidiliyorsa, bu hediye işini iyice abarttık demektir.Eskiden ufak tefek esprili şeyler alırdık birbirimize yılbaşı hediyesi diye... Şimdi bırakın hediyelerin büyümesini, çoluk çocuğa üst baş bile düzülüyor. ‘Eski bayramlar’ diye hayıflanmayın hiç, bayramlar yok olmadı, yılbaşına kaydı sadece. Giyim kuşam mağazalarına girilmiyor izdihamdan. 0-3 yaş çocuklar için gece elbisesi gördüm, yemin ederim. Hem de siyah. Tüllü, dantelli falan.Kimseyi ayıplamıyorum. Benim de en sevdiğim şeydir alışveriş yapmak. Her vesileye sımsıkı sarılırım. Hele hediyeleşmek... Ben alayım, bana alsınlar, bayılırım.Fakat bendeki bu hediye genine (Her şeyin bir geni var, bunun da vardır mutlaka) karşılık bünyemde kabiliyet genine rastlamak mümkün değildir kanaatimce. Bütün alışveriş merkezleri dolaşılır, bütün dükkánlara girilir, bütün mallar ellenir de sonunda kele tarak, dişsize diş fırçası alınır da çıkılır mı, sorarım size... Hani bir kere de birine denk düşse aldığım bir şey... Vaki değil.Kişilere uygun hediye seçmek hakikaten bir sanat. Demek benim bu sanat dalına yatkınlığım yok. Fakat şıklık olsun diye kütük gibi çocuklarına bale dersi aldıran ana-babalar misali asla vazgeçmiyorum.***Hediye deyince... Kimse açık etmez ama herkes en az bir kere yapmıştır. Gelen hediyeyi paketinden bile çıkarmadan başka birine götürmekten bahsediyorum.Daha çok ev ve düğün hediyelerinde olur. Bir ara bakarsınız ki ev zücaciyeci dükkánına dönmüş, bir bir birilerine götürmek suretiyle stoku eritme yoluna gidersiniz. Yalnız çok dikkat edeceksiniz, götürdüğünüz hediye getirenine denk gelmeyecek. İşin ucunda kaş yapayım derken göz çıkarmak da var yani.Bayramlarda, çikolata bolluğunda da yapılır aynı şey. Fakat bunun da birtakım tehlikeleri olabiliyor. Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, babası kendisine gelen bir kutu çikolatayı almış götürmüş bir yere... Paketi açmışlar, içinden arkadaşımın babasına hitaben yazılmış tebrik kartı çıkmış.Bir keresinde annemle benim başımıza da geldi benzer bir durum. Evde yığılmış olan çikolata paketlerinden birini alıp gittik bir ev ziyaretine... Ev sahibi teşekkür etmek için açtığında iki adet kristal kül tablası çıktı paketten. Artık güzelim tablaları kaptırdığımıza mı yanalım, yoksa çikolata paketiyle hediyelik eşya paketini ayırmaktan aciz oluşumuza mı... Hálá zaman zaman düşünürüm, ayol insan paketin ağırlığından ya da sallayınca çıkardığı sesten falan anlamaz mı...***Esasında lafa yılbaşı hediyesinden girip başka bir konuya değinecektim ama hediye kısmı uzadı. Diyeceğimi şöyle özetleyeyim:Şimdi, bu yılbaşı kutlamalarını Hıristiyan ádeti diye reddedenler var di mi... Ben de diyorum ki keşke tamamen Hıristiyan ádeti olsa... O zaman belki onların o meşhur Noel yemeğini de kapmış olurduk. Hani dünyanın öbür ucundaki üyelerinin bile koşup geldiği aile yemeği geleneğini... Hiç görmedim. Ala ala sırf ışıklı çam ağacının altına hediye bırakma kısmını almışız. Gerisiyse tamamen kendi icadımız. Misal, geceyi kusmadan bitirene eğlenmiş gözüyle bakılmaması falan... Tamamen bize has.MIŞ-MUŞDiyetisyenlerin ‘bir dilim incecik kepekli’ şeklinde sınırlama getirdikleri ekmek, kansızlık ve kısa boy için gerekliymiş.Siz en iyisi bir yiyin, bir yemeyin!*Erdoğan, hükümetin dış politikasını ‘Dik dur ama dikleşme’ şeklinde özetlemiş.Gerçi en son AB’nin karşısında dikleştiler ama buna karşılık Kıbrıs konusunda pek dik duramayacaklar, o başka...*Her hediyenin bir mesajı varmış.Bunu en iyi, işlerin kilit noktasındaki bazı memurlar bilir.
button
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2004
<B>DAİMA </B>birileri birilerinden şikáyet ediyor.<br><br>Trafikte mesela... Siz öndeki arabaya küfrederken arkadaki de size küfrediyor.
Kırmızıda geçene çok kızıyorsunuz...
Neden?
O anda ucu size dokunuyordur da ondan. Yoksa kurallara uymadığından değil. Zaten sizin de ışık falan taktığınız yok pek...
Manav kesekáğıdına iki de çürük elma sokuşturduğunda köpürürken az önce kendi işyerinde birilerini kazıklayıp geldiğini düşünen yok. İnsanın kendi tükürüğünden iğrenmemesi gibi bir şey herhalde bu.
* * *
Ben herkese yapayım ama kimse bana yapmasın!
Karımı aldatayım mesela... Ama o beni asla aldatmasın!
Ben benim altındakilerin hakkını yiyebilirim, lakin benim üstümdekiler benimkini zinhar!
Ben herkesi eleştireyim ama kimse beni eleştirmesin!
En son sözü ben söyleyeyim! E, karşıdaki de aynı arzu içerisinde, ne olacak şimdi? Hiç. Bizi ilgilendirmez!
* * *
Biri birinden şikáyet ederken bir dikkat edin, tam da kendini tarif ediyordur aslında. Ama işte ‘A, sen de böylesin’ demez çıkıp da kimse. Diyen ‘ukala’, ‘terbiyesiz’, ‘dangalak’ olur. Ama onu başka bir yerde başka birine anlatıp durmanızda bir mani yoktur. Zaten o esnada başka biri de sizi, benzer sebeplerle gıyabınızda eleştiriyordur.
* * *
Biz mesela...
Yani eline kalem alanlar...
‘İnsanlar’ diye lafa başlıyoruz. Ya da ‘Türkler’ veya ‘Erkekler’ veya ‘Kadınlar’ ya da ‘İktidar’, şu, bu... Bunlar hakkında nereden varıyoruz bunca kanıya? O tespitler nereden çıkıyor zannediyorsunuz?
Kendimizden tabii ki. Ama biz de herkes gibi sütten çıkmış ak kaşık olduğumuz iddiasındayız, onun için kimseye çaktırmıyoruz durumu. Her birimiz gözlem üstadıyız güya. Halbuki bir tek kendimize bakmamız yetiyor.
* * *
Hani ‘Herkes kapısının önünü süpürse şehir tertemiz olur’ geyiği vardır ya... Onun gibi bu da işte! Ama hiç niyetimiz yok. Bize sorarsanız bizim değil karşımızdakinin kendine gelmesi gerekiyor! Daima. Dünya var oldukça biz birilerine, birileri de bize kızacak. Kimse dönüp kendine bakmayacak. Atalarımız ‘İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır’ falan da demişler ama hiçbirimizin tındığı yok maşallah!
MIŞ-MUŞ
Assolist olmaya hazırlanan Aysu Baceoğlu, poposuna silikon koydurmuş.
Hiç olmazsa neresiyle şarkı söyleyeceğinin bilincinde demek.
Hamilelik kışı seviyormuş.
Orman yangınının falan bir mevsimi olduğunu bilirdik de...
Erdoğan, Suriye lideri Esad’a ABD ve İsrail ile ilişkilerinin geliştirilmesi hususunda ‘Arabulucu olayım’ demiş.
Kola Turka’nın dağıtımını almak gibi bir şey zannediyor olabilir bunu da...
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2004
Geçen gün televizyonda <B>‘AB’ye girdiğimizi bizler göremeyiz’</B> diyordu Mesut Yılmaz... Kıbrıs meselesinin hallini görecek kuşakların ise anasından doğmasına kimbilir daha ne kadar var... Bu ikisini bastıracak bir mesele daha var ki dünya üzerindeki son canlı da bunu çözemeden gidecektir kanaatimce.
‘Erkeğin yatak sorunu.’
Sorun kendi içinde ikiye ayrılıyor.
Birincisi, kadın kısmı dert etmese de erkeğe dert olan sorunlar: Boy, en, kıvam sorunları.
İkincisi, kadını dertlendiren ancak erkeğin umurunda olmayan sorunlar: Ön sevişmenin kısa tutulması, seks sonrası popoyu dönüp horul horul uyuma.
Her er kişide bunlardan biri olmasa öteki mutlaka var oluyor ki, ne tıp çare aramaya doydu, ne dergiler gazeteler konuyu işlemeye...
En son bir de ‘cinsel zeká’ diye bir şey çıktı başlarına. Bu işlerin ardında adeta bir AB var, ha bire yeni sorun çıkarıyor.
‘Cinsel zeká’yı da yukarıdaki ikinci cins sorunlara dahil edebiliriz. Ya da yeni bir alt başlık lazım. ‘Kadının farkında olduğu, erkeğin farkında olmadığı sorun.’ Zira zekáyı tespit için hazırlanan testte şöyle bir soru var:
‘Cinsel çekiciliğinizin, partnerinizi yatağa gitmeye ve doyurucu bir cinsel ilişkide bulunmaya yöneltecek kadar yüksek olduğunu düşünüyor musunuz?’
Şimdi şu soruya ‘Hiçbir zaman’ ya da ‘Nadiren’ diyecek bir erkek çıkar mı sorarım size...
Ancak cevapları kadınlar verirse hakiki zeká tespit edilebilir. Aksi halde ki durum budur, ‘Hüsranla sonuçlanmış aşk yaşamı’ olmasına rağmen ‘Ateşli bir aşk yaşamı’ olduğunu zannetmeye devam edecektir erkek...
Her şey bir yana, testi hazırlayan seksoloğun ortaya attığı bir iddia var ki, erkeklere en-boy derdini bile unutturabilir. Boşalmak orgazm olmak değilmiş meğer. Bir erkek hayatı boyunca orgazm yaşamamış olabilirmiş.
Hadi bakalım!
Gerçi tıp erkeklerin emrinde. Bunun da hapını yetiştirirler arkadan...
Fakat bu son durumun şöyle bir faydası olabilir. Bakarsınız erkeklerde gerçek orgazmın ancak aşkla mümkün olacağı kanaati oluşur da seks yerine aşk peşinde koşmaya başlarlar. Bir şerden bir hayır doğmuş olur.
Netice olarak hakikaten dünyanın sonuna kadar, erkeklerin ve tabii dolayısıyla kadınların, yatakta daima üç nalla bir at eksiği olacaktır.
Sarışın tombul kızlar
Gün geçmiyor ki gazetelerde üç-beş araştırma neticesi birden çıkmasın karşımıza... Ben de kendi çapımda bir araştırma yaptım ve neticede bir tespitte bulundum.
‘Sarışın tombul kızların kısmeti bağlı.’
Evet, bir türlü evlenemiyorlar.
Gerçi topu topu iki denek vardı ortada ama yüzlerce kişiye bedeldiler. Zira dört koldan gayret sarf edildi evlenebilmeleri için. Bütün Türkiye canını dişine taktı lakin buna rağmen olmadı.
Geceleri yatmadık...
Yatıra mum dikenler oldu...
Evini barkını bağışlamaya kalkanlar...
Elinde takılarla koşturanlar...
Fakat işte bağlanmış kısmetlerini çözemedik kızların.
Koca uyduramayınca ‘Yılın gelini’ seçtik kendilerini teselli olarak...
Damatsız gelin dünyada ilk oluyor. Çocuksuz kadını ‘Yılın annesi’ seçmek de ilk bize nasip olmuştu. Sırf televizyonda iyi anne rolü kesiyor diye, hatırlarsanız...
Ayrıca aynı yıl içinde iki adet ‘Yılın gelini’ de ilk oluyor. Bu biraz da sizin vefasızlığınızdan tabii. İlkini unutuverdiğinizden ikincisini seçmekte bir beis görmediniz.
Kimlerden söz ettiğimi anlamışsınızdır. Tülin’le Sinem’den elbet.
Fakat hakikaten çok şıpsevdisiniz. Ben ‘Artık bu memleket Tülin’in üstüne gül koklamaz’ diyordum. Üç aya kalmaz Sinem de eşekten düşmüş karpuza döner sayenizde.
Neyse o gençtir, atlatır. Önünde koca bir ömür var. Semranım ne yapacak asıl... Bu işin sonu psikolojik tedaviye kadar varır gibime geliyor. Zaten altyapısı da mevcut... Allah şifasını versin, ne diyeyim...
Ben şimdi pür dikkat ‘Size Anne Diyebilir miyim?’i seyrediyorum. Gözüme sarışın tombul birini kestirdim. Bakalım, o da evden kocasız çıkarsa tezimin doğruluğu şüphe götürmez olacak.
SON DAKİKA!
Şu anda aldığım bir habere göre Tülin’le Caner ‘Gel Yeniden Deneyelim’ adlı bir şov programında bir araya geleceklermiş. İster misiniz bu sefer evlensinler de benim yüzüm kara çıksın... Amaan, ne yapayım, bilim adamları yumurtanın kolesterolü yükseltip yükseltmediğine daha tam olarak karar verememişken...
MIŞ-MUŞ
Suriye Cumhurbaşkanı Esad, Erdoğan’a ‘AB’ye üye olacaksınız diye çok seviniyoruz’ demiş.
AB’yi ‘Kokmuştur komşum’ diyerek bir tabağa konup gönderilecek yemek zannediyor olabilir.
Depresyon kadında daha fazlaymış. E, kafada onca tilki... Olacağı budur.
Darbeler önümüzdeki yıldan itibaren tarih kitabına giriyormuş.
Aman kimyamızdan çıktı ya nereye girerse girsin!
Erdoğan’ın Suriye gezisinde marşımız hatalı çalınmış, nizami olmayan Türk bayrakları asılmış, Erdoğan’a cumhurbaşkanı denilmiş.
Buna da şükür, Apo’nun hali hatırı da sorulabilirdi ilaveten...
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2004
Murat Çavdar
‘Merhabalar, ben matematik öğretmeniyim. Sizden bir isteğim var. Şu anda gündemde başka konular var, yeri değil belki ama ciddi bir şekilde sorun yaşadığımız bir mesele var öğrencilerimizle. Bununla ilgilenmenizi istiyorum.
Erkek öğrencilerimizin yüzde 70’i ellerinde İDDAA kuponlarıyla okulda vakit geçiriyor. Ders çalışır gibi oturuyorlar, akşam evlerinde at yarışı oynayan insanlar gibi vakit geçiriyorlar ve okulda sağda solda kulis yapıyorlar gizli gizli... Bu nasıl engellenir bilmem ama bu oyun 7. sınıflara kadar düştü. Lütfen ilgilenin.’
Vallahi ben de bilmiyorum nasıl engellenir...
Yetkililere ‘Kaldırın bu oyunu!’ desem, faydası olur mu sizce?
Ana-babalara ‘Yasak getirin çocuklarınıza!’ diye seslensem. Zaten yapabilseler yapacaklardır, benden talimat bekliyor değillerdir herhalde.
‘Yapmayın çocuklar!’ desem... Kim dinler, kim dinler beni?
İş yine size düşüyor. Yani öğretmenlere. Bizim öğretmenlerimiz, gerektiğinde hatta gerekmediğinde de nefes almamıza bile mani olabiliyorlardı Murat Bey! Bilmem anlatabildim mi...
* * *
Tuğçe
‘Merhaba, ben Tuğçe. Daha önce size mail atmıştım ödevimle ilgili, cvp yazmadınız. Sizinle mailleşmeyi gerçekten çok istiyorum, lütfen bana yardımcı olun. Mailleşerek söyleşi tarzında bir şeyler yapmak istiyorum. Bana vakit ayırıp ayıramayacağınızı öğrenmek istiyorum. Mailinizi ödevimi yetiştirmem için bir an önce bekliyorum.’
Tuğçe’cim, sorularına ancak buradan cevap verebilirim. O da çok uzun açıklamalar beklememen ve konuların diğer okurların da ilgisini çekecek konular olması şartıyla...
Mailleşmemiz imkánsız. Bir sen olsan... Hem ben sevmiyorum mailleşmeyi. Alışamadım bu yolla iletişime. Cep telefonundan mesaj da çekmiyorum kimseye. Sonunda sap gibi tek başıma kalacağım herhalde ama ne yapayım, yazışmayı değil konuşmayı seviyorum.
* * *
Çiğdem Karal
‘Geçtiğimiz hafta sonu bir film seyrettik ‘dvd’ adı Maleena idi. Kocası savaşta olan ve sonra orada ölen bir kadın.
Kadın çok güzel ‘harbi boş’ ve hikáye İtalya’da bir kıyı kasabasında Birinci Dünya Savaşı zamanlarında geçiyor. Kadını öyle bir hale getiriyorlar ki, sonunda fahişe oluyor. Rahatlamıyor kasaba kadınları ve savaş bitince kadını kasaba meydanında saçını kesip döverek cezalandırıyorlar. Ve hiçbir erkek de yardımcı olmuyor.
Kadınlar yapıyor bunu, biz!’
Şimdi ‘Sırf bize mahsus değilmiş mi bu kadınlar arası düşmanlık’ diye sevineyim mi yoksa ‘Dünyanın neresine gitsek kurtuluş yok’ diye üzüleyim mi kestiremedim. Ama film Birinci Dünya Savaşı’nda geçiyor diyorsun... Ondan sonra oralarda köprünün altından çok sular aktı. Bizde ise namus anlayışı dipfirizde. Anneannemin zamanında dondu kaldı. Son kullanma tarihi de gelmedi ki meretin kaldırıp atalım... ‘Sonsuz’ mu yazıyordur nedir?
MIŞ-MUŞ
Nilgün Belgün, ‘Hayatıma giren erkeklerle orkestra kurulur’ demiş.
Yine de bir fikir vermiyor bize... Bunun iki gitar bir davuldan oluşanı da var, yüz kişilik senfoni orkestrası da...
Rum-Yunan ikilisiyle Denktaş, Annan Planı’na cephe açmış.
‘Doktor ‘Ne isterse yesin’ dedi.’ Bence Kıbrıs’ta artık durum budur.
Bakanlar Kurulu ‘sürpriz karar’ almazsa 2005’te en uzun tatil 4 günmüş.
Erdoğan gözden düşerse bundan düşer işte!
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2004
<B>ÇOK </B>şükür tam istediğimiz gibi oldu.<br><br>AB’den müzakere günü almamızdan bahsediyorum ancak metinde yer alan şartlar açısından falan değil. Gerçi onlar da sonunda istediğimiz gibi oldu ama benim dediğim bu değil. İşin şekline şükrediyorum ben. O metin baştan istediğimiz gibi hazırlansaydı, bizim heyet güle oynaya imza atıp gelseydi, sokaktaki adam için bunun öyle pek de kıymeti olmayacaktı. Fakat değil mi ki Erdoğan görüşmelerin orta yerinde ‘Kalkın gidiyoruz!’ dedi... İşte budur bizim için önemli olan!
Bizden önce AB’ye giren ülkeler ne yaptılar bu aşamalarda bilmiyoruz. Fakat bizimki tam Türk’e yakışır biçimde oldu. Şükretmem bundan. Başka türlüsü pek sıradan, pek havasız olacaktı. En önemlisi, bize yakışmayacaktı. ‘Erkek’ milletiz zira.
Sokakta konuşulanlar sizin de kulağınıza geliyordur.
‘Bi varmış bizimki masaya...’
Hatta Erdoğan’ın Balkenende’nin gözüne bir yumruk indirdiğini söyleyenler de var.
Yani bizi seve seve almalarından ziyade bizim döve döve girmemiz daha arzu edilir bir durum. Bu sebepten abartabildiğimiz kadar abartıyoruz.
‘Erdoğan bi kodu, oturttu!’
17 Aralık ‘AB’den müzakere tarihi aldığımız gün’ olarak değil de ‘Erdoğan’ın Avrupa’ya posta koyduğu gün’ olarak geçecektir tarihe, bundan emin olabilirsiniz.
* * *
‘Erkek’ milletinin erkekleri müzakerelerde masaya vurdukları gibi, ölümle burun buruna geldiklerinde ağlamazlar da. Ağlayana ne olduğunu şu meşhur gala yangınında gördük. Emrah’tan bahsediyorum. Kamuoyu oy birliğiyle karizmasının çizildiğine karar verdi ya...
Oysa başımıza ne geliyorsa erkeklerin bir türlü ağlayamamasından geliyor. Bir ağlayıp rahatlasalar, ne maçlarda birbirlerini bıçaklayacaklar, ne karılarını dövecekler. ‘Erkekler ağlamaz’ diye diye canavarlar yarattığımızın farkında değiliz.
‘İnsan’ olan ağlar arkadaşlar!
Korkar da, kaçar da...
İnsanoğlunun erkeği kadını olur, ‘insan’ın olmaz!
Emrah iyice gözüme girdi ağladıktan sonra. Esas her şartta, her ortamda baston yutmuş gibi duran erkekler çok itici ve komik oluyorlar. Bize etten kemikten adamlar lazım, ruhsuz robotlar değil.
MIŞ-MUŞ
Ecevit ‘Başarı varsa tüm iktidarlarındır’ demiş.
Lakin masaya kim vurdu?
Tren rayları kışa hazır değilmiş.
Oysa hatırlarsanız yazın ne iyiydiler!
Gül ‘Artık yeni bir Türkiye var’ demiş.
İzin verseler de bakanlıktaki o teleskoptan biz de baksak sıraya girip o yeni Türkiye’ye... Nasıldır, nerededir...
Eğitimde derslik açığı bir türlü kapatılamıyormuş.
Maşallah üreme sistemimizde bir sorun yok demek.
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2004
<B>KOCA </B>koca adamların, boyunlarında kravatları, ayaklarında ayakkabıları, yere yatıp musiki dinlemek suretiyle hastalıklarından kurtulmayı beklemesiyle Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi beklemesi aynı güne denk geldi. Gazetenin bir sayfasında Avrupa’ya ‘Merhaba’ denirken, öteki sayfasında milletvekilleriyle bürokratlar transa geçmiş yatıyorlardı.
Bazen olur, resimlerin alt yazıları karışır... Neyse ki bu sefer olmamış. Yoksa bir bakmışsınız yere yatmış iyileşmeyi bekleyen vekillerin fotoğrafının altında ‘Avrupa’ya Merhaba’ yazıyor. Hayır, bize göre hava hoş da, ‘Bizimle alay ediyorlar’ diye su koyuvermeye kalkabilirdi AB liderleri... Gerçi bu halde de koyuvermeyecekleri ne malum.
* * *
Aldım başımı gidiyorum ama haberi kaçıranlar vardır belki. Efendim Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu diye bir grubun üyelerinin iddiasına göre, kişinin burcuna uygun bir makamda icra edilen müzik, çeşitli hastalıklara iyi geliyormuş. Mesela, İkizler burcundaki Bülent Arınç’ın ateşli hastalıklarına İsfahan makamı birebirmiş.
Ama öyle ‘bir yandan patates soyarken koy kasedi dinle’ şeklinde değil. Grubun TBMM Tören Salonu’nda gerçekleştirdiği gösterinin fotoğrafında da gördüğümüz üzere yere yatılıp birtakım hareketler yapılıyor müzik eşliğinde.
Aslında AB üyesi ülkelerde akıl olsa bize dahil olmaya çalışırlar. Bakın sırf bu bile olsa vaadimiz... Yani ‘Burcunuza göre müzik dinletmek suretiyle hastalıklarınızı tedavi edeceğiz’ desek, bu bile yetmez mi koşa koşa gelmelerine? Onlar bize ne vaat ediyorlar kuzum? Bilen var mı? İşte ateş düşürmeye yarayan bir makamları bile yok. Allah bilir ilaç içiyorlardır ateşleri çıkınca.
* * *
Marifetimiz bu kadar olsa... Tehlike anında organlarımızın kendisini yok etmesi var mesela... Dokuz yıl önce, geçirdiği trafik kazası nedeniyle hastaneye yatan genç, dokuz yıl sonra böbreğinin birinin yerinde olmadığını fark edince yeniden hastaneye koştu biliyorsunuz... SSK ‘Böbreği vücut yok etmiştir’ demiş. Demek vücut baktı ki böbrekte hasar var, imha etme yoluna gitti.
Şimdi sorarım size, bu güç başka hangi ülke insanına bahşedilmiştir?
Gerçi bilmiyorum, Türkiye’ye üye olurlarsa onlara da otomatikman geçer mi bu güç... Çünkü bizde doğuştan var bu. Onun garantisini veremeyiz AB’ye. Onlar yine klasik yöntemlerle tedavi olmaya devam edebilirler yani, bunu da dürüstçe belirtmiş olalım.
MIŞ-MUŞ
Baykal ‘2. sınıf üyeliği Meclis kabul etmez’ demiş.
1. sınıf üyeliği ise muhalefet icabı Baykal’ın içi götürmez.
Meyve-sebzenin yanı sıra günde 100 gr. çikolataya izin veren diyet, 7 yıl fazla yaşatıyormuş.
Kaymaklı kadayıf diye ben buna derim!
AB Komisyon Başkanı, ‘Türkiye sempatik olsun’ demiş.
Aşkolsun! Güzellik yarışmalarına gidip de ‘sempatik hareketleriyle herkesin gönlüne giren’ (fakat dereceye giremeyen) güzellerimizi unutuyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2004
Galada yangın çıktığını duyunca hiç şaşırmadım. Bekliyordum zira. Bir gün olacaktı. Bilmiyorum hiç yolunuz düştü mü bu tip organizasyonların yapıldığı yerlere... Kendinizi yatıra geldim zannedersiniz. Yer gök mum. Geçenlerde de oluyordu aynı şey... Fakat vuku bulandan farklı olarak ben tek başıma yanıyordum.
Şimdi şöyle... Davetlerde adet oldu, yere girişten itibaren kırmızı halı seriyorlar, kenarına da mumları diziyorlar. İnsan altında kırmızı halıyı görünce ister istemez salınarak yürümeye başlıyor. İşte bu salınma esnasında eteğim bir o mumu, bir öbür mumu yalıyormuş meğer.
Hayır, halı dediğiniz 80 santim genişliğinde bir şey... Tam ortasından asker ciddiyetinde yürüyeceksiniz ki mumlara değmeyesiniz. Hani neredeyse sirkte gösteriye çıkmışsınız gibi, ateşe değmeden geçeni alkışlayacak etraftakiler.
Hadi buraya kadar neyse. Yani yangın bu, mumdan çıkmasa elektrik kontağından çıkacak. Esas bundan sonrası ‘Burası Türkiye’ dedirtiyor insana. Efendim yangın çıkışları kilitliymiş, iyi mi?
Annem geldi aklıma. Hırsızın gözüne sıkılacak spreyi elbise dolabının en ücra köşesinde saklıyor. Hırsızı gördüğünde ‘Bi dakika evladım’ deyip bir sandalye çekecek dolabın önüne, üstüne çıkacak, bir torbaya koyup kaldırdığı spreyi arayıp bulacak, sandalyeden inip adamın gözüne sıkacak.
Ama yangın çıkışlarına bakınca, annemin yaptığı normaldir.
*
Buyurun, ‘Burası Türkiye’ dedirten bir hikáye daha...
Bir gün bir bakıyorsunuz ki böbreğinizin biri yok. Yani yokmuş meğer. Yok, doğuştan değil, bir ara biri almış gitmiş.
‘Nasıl olur?’ demeyeceksiniz, oluyor işte.
Siz siz olun, bir sebeple hastaneye düştüğünüzde, çıkarken böbreklerinize bir bakın yerinde duruyor mu... Artık en yakın röntgenciye mi koşarsınız... Etinizin, böbreğinizin üstüne denk gelen yerinde yara izi olmaması bir maná ifade etmiyor, söyleyeyim. Cerrahi aletler çok gelişti şimdi. Kaba etinden girerek kalbe kadar gidip işini gören aletler var.
Gerçi yerinde olmadığını anladığınızda ne olacak, o da var. Getirip yerine koyacak halleri yok. Mahkeme deseniz üç-beş sene sürer. Sonunda da büyük ihtimalle sizi böbreğinize sahip olmamakla suçlarlar. Çok zayıf bir ihtimal olarak ufak bir tazminat alabilirsiniz. Bu durumda ‘Hiç olmazsa bedavaya gitmedi’ diye sevinin!
Neyse ki her organın nakli olmuyor. Yoksa evlerimize içi boşaltılıp kurutulmuş av hayvanları gibi dönecektik demek.
*
Sevgili okur!
Yakın zamanda sizin ya da bir yakınınızın başına bir felaket geldiyse... Ne bileyim kaçırılma olur, iftiraya uğrama olur, tecavüz olur... Her neyse, sakın dert etmeyin! Aslında başınıza devlet kuşu kondu demektir.
‘Gülay Yaman’ adını duymayan kaldı mı?
Kaldıysa da yakında kalmaz. Kapak kızı olması için teklif almış zira. Ayrıca dizi oyuncusu, sunucu, şarkıcı vs.
Belki politikaya da girer. Bir heyet gider Ereğli’ye, ‘Sizi aramızda görmekten şeref duyacağız’ der, kucağına bir demet de çiçek bırakır... İçlerinden biri ezilen kadınların hakkından falan bahseden bir konuşma yapar... İşte bu. Kadıncağızın bir kabahati yok, sistem böyle.
Neydi o... ‘Önce hüplet, sonra gümlet’ miydi?.. İşte onun gibi bir nevi... Kadın önce dul, güzel ve özgür olduğu için milletin diline düştü, şimdi aynı sebeplerden aynı milletin başının tacı olmak üzere.
Evet, burası Türkiye arkadaşlar!
MIŞ-MUŞ
Evlilik erkeğe ilaç gibi geliyormuş.
Sonra aşırı dozdan zehirleniyorlar, o başka.
Dolmabahçe Sarayı’nın eklentisi olan Musahiban Dairesi’nin, Erdoğan’a çalışma ofisi olarak tahsis edilmesi üzerine CHP ‘Erdoğan padişah mı?’ demiş.
Hayır, ‘Canlandırma’ yapıyor.
‘İnleten lezzetler’ sloganlı sucuk reklamına isyan varmış.
Esas firmanın sahibi isyan etmeli... Kadınlar bakkaldan o sucuğu istemeye utanıyorlar.
Anneler oğullarını sevgilileri sanıyormuş.
Olsun... Bir süre sonra kadınlar da kocalarını oğulları sanıyorlar zaten.
Emeklilik ikramiyesi kalkıyormuş.
Sonunda işini bilmeyen memur kalmayacak hakikaten.
Yazının Devamını Oku