Anne bağırıyor: “Yemek hazır.” Efe, “Yemeyeceğim.” diyor.
“Aç kalırsın bak!” diyor anne. Efe hiç oralı olmuyor. Anne televizyonu kapatıyor ve zorla Efe’yi masaya oturtuyor.
Anne fırından yemeği çıkartırken, Efe bir soru soruyor. Anne “Bir dakika meşgulum. Birazdan sor.” diyor.
Ama anne farketmiyor ki kızdığı hareketi kendisi de yapıyor. Biraz önce çocuğunun film izleme etkinliğini bölen anne, kendisinin işi bölününce sinirleniyor.
Çocuk da haliyle “Ne iş?” diyor.
SUÇLU KİM?
Baba eve geliyor ve görüyor ki TV kumandası kırılmış. “Kim kırdı bunu?” diye soruyor. Çocuklar da “Ben kırmadım.” deyip birbirini suçluyor.
Baba farketmiyor ki kendisinin suçlayıcı sorusu, çocukların da birbirini suçlamasına sebebiyet veriyor.
Anaokulu saat 16.00’da kapanıyor.
Ama birçok veli çocuklarını almak için geç geliyor. Öğretmenler de bu yüzden okulda beklemek zorunda kalıyor.
Okulun yöneticileri sorunu çözmek için iki bilim insanına başvuruyor.
Prof. Uri Gneezy ve Prof. Aldo Rustichini sorunu para cezasıyla çözmeye karar veriyor.
Geç kalan veliler her 10 dakika için 3 dolar ödeyecek. Bu da ayda 360 dolar eder.
Bu karar velilere bildiriliyor ve sonuç izleniyor.
Sizce geç gelme sayısı artmış mıdır azalmış mıdır?
SONUÇ
Bu noktalara dikkat edilmezse, çocuk öğrenme tutkusunu kaybedebilir ve dış referanslı yetişebilir. Nedir bu kritik noktalar?
Çocuklarınızı ödülle motive etmeyin!
Çocuğunuza ödülle ders çalıştırmaya ya da ödev yaptırmaya çalışırsanız, çocuğun derse olan ilgisi azalacaktır. Örneğin, “Ödevini yaparsan, bilgisayarla oynayabilirsin.” dediğiniz an, çocuk ödevi araç olarak görmeye başlayacak ve ilgisi azalacaktır. Amaç bilgisayar olacaktır. Ödevi yapmak zaten çocuğun sorumluluğudur. Ödül verilirse, çocuk ödevi sorumluluğu olarak görmeyi bırakacaktır.
Ceza, çocukları ödüllendirir!
Çocuğunuza ceza ile iş yaptırmaya çalışırsanız, aslında ödüllendirmiş olursunuz. Çocuğa o işi yapmama hakkı verirsiniz. Örneğin, “Ödevini yapmazsan, bilgisayar yok sana.” derseniz, çocuk “Tamam, bilgisayar ile oynamam, ödevi de yapmam.” der. Ödevi yapmamak meşrulaşır.
Çocuğun zekasını övmeyin!
Çocuğun zekasını överseniz, “Aferin benim akıllı oğluma/kızıma!” derseniz, çocuk başarısını zekaya bağlar. Zeki olarak etiketlenen çocuk da bu etiketi kaybetmemek için başarısız olma ihtimali olan işlerden kaçar. Çünkü başarısız olursa, aptal hisseder. Risk almaz. Onun için zekayı değil, çalışmayı önplana çıkartın. Bu durumda başarısız olursa, çalışarak daha iyi yapabileceğine inanır.
Çocuğu övgü ile motive etmeyin!
Bir yıl boyunca John Wooden’u antreman sırasında gözlemliyor ve oyuncularına söylediği her şeyi kaydediyor.
Yanıt aradıkları soru basit: John Wooden ne yapıyor ki UCLA basketbol takımı 10 defa şampiyon olarak ve 88 kez üst üste maç kazanarak dünya rekoru kırıyor?
ANALİZLER
Saatler süren analizden sonra 2326 tane farklı kod buluyorlar. Yani, Wooden 2326 farklı söylemde bulunmuş.
Bu söylemleri grupluyorlar ve ortaya çok şaşırtıcı bir şey çıkıyor.
Wooden’un söylemlerinin sadece %6’sı övgü.
Başka bir deyişle, Wooden oyuncularını çok az övmüş.
Peki, bu kadar az övgüyle bu başarıyı nasıl sağlıyor? Övmek yerine ne yapmış?
Prof. Curt Richter, fareleri tek tek içi su dolu kaplara koyuyor.
Fareler yüzerek kurtulmaya çalışıyor. Ama maalesef fareler yoruluyor ve boğularak can veriyor.
Prof. Richter, farelerin ortalama 15 dakika yüzdüğünü keşfediyor.
Deneyin ikinci kısmında, bir grup yeni fareyi tekrar suya bırakıyor ama bu sefer 15 dakika dolmadan önce kabın su miktarını artırıyor.
Su miktarı artınca fareler yüzerek kabın dışına çıkıp boğulmaktan kurtuluyor. Yani, Richter bu farelerde “Ben başardım” duygusu yaratıyor.
Daha sonra aynı fareleri tekrar su dolu kaba koyuyor. Sizce “Ben başardım” duygusuna sahip fareler, bu sefer ne kadar yüzmüştür?
Normalde 15 dakika yüzen fareler bu sefer tam 72 saat yüzüyor.
Neden?
Sabah 7.30’da buluştuk. Ben direkt binanın içine doğru yöneldim ama o da ne? Hoca korta yöneldi. “Nereye hocam?” dedim.
GERÇEK ÖĞRENME SAHADA OLUR
Korta, dedi. Ben de “Nasıl yani? İlk önce sınıfta tenis hakkında bilgi vermeyecek misiniz?” dedim.
Biz öğretmen eğitimlerinde ilk önce üniversitede 4 yıl eğitim veririz, ondan sonra adayları okula göndeririz. Öyle direkt sahaya inilmez, dedim.
Hoca “Gerçek öğrenme sahada olur. Bilgi sınıfta kazanılan, sonra uygulanan bir şey değildir. Bilgi uygulama sırasında öğrenilir.” dedi.
Hoca çıldırmış olmalı, dedim.
DOĞRUSU NE?
Hoca raketi bana verdi ve tut, dedi. “Hocam raketi doğru şekilde nasıl tutacağım?” dedim.
Tutan dizileri analiz ettiğimizde görüyoruz ki her bölümün bir hikayesi var ve bütün bu küçük hikayeler tüm dizinin genel hikayesini besliyor.
Yani, altta temel bir hikaye var ve her bölümdeki küçük hikayeler bu ana hikayenin bir parçasını oluşturuyor.
Örneğin, “The Mentalist” dizisinde ana karakter ailesinin katilini arıyor ama her bölümde de ayrı bir cinayet çözüyor.
Derslerde bu şekilde kurgulanmalı. Her dersin genel ana bir hedefi olmalı ve her ünitenin de özel bir hedefi olmalı. Her ünite kendi içinde bütün olmalı ve aynı zamanda dersin genel hedefine hizmet etmeli.
Örneğin, tarih dersinin genel hedeflerinden bir tanesi “Tarih belirli bir bakış açısı ile yazılır.” olmalı ve öğretmen 1. Dünya savaşını işlerken, hem İngiltere’nin (kazanan), hem de Almanya’nın (kaybeden) bakış açısını irdelemeli.
ÇATIŞMA
Her dizide bir hikaye olması yetmiyor. Bu hikayenin iyi kurgulanması da gerekiyor. Yani, hikaye gerçek bir çatışma üzerine kurgulanmalı.
İyi dizilerde her bölümde bir çatışma çözülür ve dizinin geneli de başka bir çatışmayı çözer.
Çocuklar için en iyi öğrenme yöntemi de “oyun”.
Anaokul öğretmenlerinin % 85’ninden fazlası da kadın.
Yani, çocukların oyun yoluyla öğrenmesinden çoğunlukla kadınlar sorumlu.
Ama gelgelelim çocuk, oyun, kadın ve öğretme ile ilgili kültürel kodlarımız genellikle olumsuz.
Nasıl mı?
ÇOCUK
Çocuk olmak olumsuzdur hep.
Çocuk gibi konuşma, deyip kızarız.