1 Ağustos 2008
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek’in "Hal ve Gidiş" notu zayıf ama ekonomi-politik notu kocaman bir sıfır. Neden mi? Bakın: "1950 yılında Türkiye’nin, Kore’nin iki katından fazla kişi başına milli gelire sahip olduğuna dikkat çeken Devlet Bakanı Şimşek şu karşılaştırmayı yaptı: ’2002’ye geliyoruz, Kore’nin kişi başına milli geliri bizim 5-6 katı. Neden? Çünkü sürekli şekilde siyasi istikrarsızlık, demokrasinin sekteye uğraması, iş-aş üretenlerin önünün açılmaması sorunlarıyla karşı karşıya kaldık. Türkiye, o performansı devam ettiremedi.’" (Vakit, 11.07.08)
* * *
Ya Devlet Bakanı ekonomi-politika ilişkilerini bilmiyor ya da bizleri kandırıyor. İkisi de kötü. Hemen onarıma başlayalım: Rejim ister demokrasi olsun ister olmasın kalkınma ile, istikrar ile siyasal rejimin doğrudan doğruya hiçbir ilişkisi yoktur. Devlet Bakanı Şimşek bana inanmıyorsa Leeds Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü’nden Doç. Dr. Zülküf Aydın’a sorabilir. (Zülküf Aydın, "Demokrasi Mühendisliği ve Az Gelişmiş Ülkeler", Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 1, Yakın Doğu Üniversitesi, Lefkoşa/KKTC)
"Demokrasi ile kalkınma ve gelişme arasındaki bağlantıda önemli olan şey rejimin çeşidi değil devletin niteliği, kapasitesi, amaçları ve yapısıdır." (Zülküf Aydın ve Leftwich)
Ekonomik kalkınma ile demokrasi arasında doğrudan bir bağımlılık olsaydı Çin ile Kore’nin dünyanın en demokratik ülkesi olmaları gerekirdi. Bu iki ülkenin devsel kalkınmasının nedeni demokratik rejim değil, devlet güdümlü kapitalizm ve sendikasız işçi sınıfının sömürülmesidir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazın nedenini 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’de aramayalım. 1950’den bu yana ülkeyi sağcı ve kapitalizm yandaşı askeri cuntalar 7 yıl 208 gün yönetmiş, geri kalan 41 yıl, 139 gün boyunca sağcı ve muhafazakár hükümetler iktidarda bulunmuş. Kimse yalan söylemesin! Askeri darbelerin nedenlerini arayıp bulsun!
Ekonomik büyümeyle eşdeğer tutulan kalkınmanın gerçekleşmesi için demokratik politikalar ne zorunlu ne de yeterlidir. Kapitalizm tarihi bu yalanın en büyük yalanbozanıdır ve Hitler Almanyası ve Çin ve Kore ve falan ve filan!
Demokrasi ne kalkınmanın çaresidir ne de engelidir! Çare: İyi yönetim, iyi yönetişim!
* * *
Kapatma davasının faizleri 5.5 puan yükselttiğini belirten Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, "Siyasi belirsizliğin Hazine’ye yükü 20 milyar YTL, borsa şirketlerinin değeri de 80 milyar düştü" (Milliyet, 08.07.08) diyor. Yani siyasi belirsizliğin faturasının 100 milyar dolar olduğunu ileri sürüyor.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e göre Yargıtay Başsavcısı AKP aleyhine kapatma davası açmasa, Anayasa Mahkemesi davaya bakmayı kabul etmese, CHP muhalefet yapmasa 100 milyar dolarlık zarar faturası ortaya çıkmazdı. AKP kapatılırsa oluşacak tufanı haber veriyor. (AKP kapatılmadı n’olacak bakalım?!) Bu kafayla tek çare kalıyor: Cumhuriyeti ve ilkelerini de özelleştirmek! Partisi kapatılmadığına göre, inşallah (!) bu işi de hallederler!
Bu 100 milyarın da, ilerde meydana çıkacak 100 milyarlık zararların da tek sorumlusu vardır: İktidar Partisi AKP!!!!!!!! AKP Anayasa’yı çiğneyecek, partiler yasasını yok sayacak ama ekonomik bunalımın sorumlusu olmayacak. Kimse Cumhuriyet’e birkaç yüz milyarlık değer biçemez! Borç senedi AKP’ye aittir, kimseye ciro edemez. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e ekonomi-politikten ve Hal ve Gidiş’ten sıfırdan fazla verir misiniz?
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2008
SADECE tek bir cümle yazdım: "Ergenekon operasyonu bana 12 Mart ve 12 Eylül’ü hatırlatıyor" dedim. Daha fazlasını yazmama gerek yok. İddianame faili savcı görülecek dava sonunda iddiasında haklı olabilir, bilemem. İddialarını yargıç önünde kanıtlamak zorunda. Bir edebiyat yazarı olarak kendimi savcının yerine koyabilirim ya da bir şüphelinin yerine ve bunun üzerine bir öykü, bir yazınsal metin yazabilirim. Yarın ya da yarın artı beş yıl sonra. Edebiyatın özgürlüğüdür bu!
FAZLASI GEVEZELİK
Gazeteci eşzamanlı tanık olduğu olayı maç anlatır gibi anlatır, anlatmalıdır. Duygularını, düşüncelerini, sevgi ve sevgisizliklerini anlatımına karıştırmaz, karıştırmamalıdır.
Rakibinin yaptığı faul sonucunda ayağı kırılan futbolcuyla ilgili olarak, hakemin vereceği kararı tahmin edebilir: Sarı kart ya da kırmızı kart. Futbolun evrensel kurallarına bağlı kalarak, haydi haydi en fazla "Kırmızı kart ağır oldu" diyebilir. O kadar! En fazla bir-iki cümle. Daha fazlası gevezelik olur.
Edebiyatçının durumu yazılı-turalı paranın öteki yüzündedir. "Futbolcunun ayağının kırıldığı an"ın öyküsünü de yazabilir, romanını da. Çünkü elinde bir zaman olgusu var, bir mekán olgusu var. "Futbolcunun ayağının kırıldığı an" ile bir öykü hem başlayabilir hem sona erebilir. "Ayağı kırılan futbolcu"nun ister gerçek öyküsü yazılsın, ister uydurma-yakıştırma (fiction) öyküsü yazılsın, sonuçta yazılan metin bir öykü ise gerçek öykü bile uydurma ve yakıştırmadır.
Kimse itiraz etmesin: Edebiyat kuramından (teorisinden) söz ediyorum. Bu benim işim! Ve bütün edebiyat kuramı kitaplarında aşağı-yukarı benim yazdıklarım yazar!
ENGİZİSYONCU SORU
Ahmet Altan 22 Temmuz tarihli Taraf Gazetesi’nde kimilerinin boğazına sarılmış neredeyse boğacak. "Her konuda konuşuyorlar, tartışıyorlar, bağırıyorlar ama ’neden Susurluk’a karşı çıktınız da Ergenekon’u savunuyorsunuz sorusunu duyunca susuyorlar" diye bir engizisyoncu sorusu soruyor. Soru kime, kimlere sorulmuş belli değil.
Yazar soruyu kendilerine "laik, demokrat, solcu, çağdaş" diyenlere sorduğunu söylese de gene muhatap belli değil. Benim yaptığımı yapıp o kimsenin, o kimselerin adını verebilir. Engizisyoncu sorusunu yönelttiği kişilerin "Kim ne derse desin ben hukuktan ve demokrasiden yanayım, çetelere karşıyım" demelerini bekliyor. Bu cümleyi söylemez(ler) ise "laik, demokrat, solcu ve çağdaş" olamazlar imiş.
Kolay iş! Çünkü o cümleyi işbirliği yaptıkları günümüz İslamcıları günde beş vakit söylüyor.
ROMANCI İÇİN YAZIK
"Laikliği, demokrasiden ve hukuktan kopartırsanız gideceğiniz yer faşizmdir" de diyor. Hayali muhataplarından bir çıkıp "Laikliği ve tanımını tartışma konusu yaparsanız demokrasiden ve hukuktan koparsanız, gideceğiniz yer faşizm olmaz mı?" diye bir soru sorabilir. Bu soruya bir değil bin Ahmet Altan bile cevap veremez.
Ahmet Altan gördüğüm kadarıyla ve sanki laikliği tartışma konusu yapan, demokrasi ve hukuku laiklikten arındırmak isteyen İslamcı bir iktidarın hal ve gidişini, eylem ve işlerini savunmak için gazete çıkartıyor. Roman yazan biri için çok yazık.
Sonuçları ne olursa olsun Kapatma Davası da, Ergenekon Davası da önemsiz davalar. AKP kapatılsa da kapatılmasa da "İslamcı" yoluna devam edecek! Ergenekon Davası savcı açısından zaferle bitse de "Vesayet Rejimi" sürecek!
Çünkü (dün de yazmıştım) demokrasi ve değişim bu düzende değil bir başka yerde!
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2008
BİR düşünelim: CHP’nin beğenilmeyen fedai muhalefeti, statükocu-dinozor-fosil yazıcıların gözü pek direnci olmasaydı, 2002-2008 yılları arasında, AKP iktidarlarında ülkenin hali nice olurdu? Düşünelim bunu! CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne açtığı davalarla iptalini sağladığı yasalar uygulansaydı, AKP iktidarında ülkenin hali nice olurdu? Düşünelim bunu! Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminin YÖK’ü iktidara teslim olmuş olsaydı, imam-hatip okulları liselerin önüne geçip egemenlik kurmaz mıydı? Yeni yönetim döneminde imam-hatiplerin altın çağını yaşadığını görmeyecek miyiz? Düşünelim bunu!
Düşünelim! Düşünelim! Düşündüklerimizi düşünelim, başımız dönsün düşünmekten!
O HABERE İNANIYORUM
13 ya da 14 Temmuz tarihli Le Figaro Gazetesi’nin yazdığına göre: "Recep Tayyip Erdoğan pazar sabahı yapılan bir görüşme sırasında, yeni başlıkların açılmasını ve AKP’nin kapatılması durumunda Ankara ile görüşerek (işbirliği yaparak) 27’lerin ortak tepki göstermelerini istedi." İstemiş!
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, yaptıkları söyleşi sırasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a (Melih Aşık’ın yazısını kaynak göstererek) bu konuyu soruyor.
Başbakan "Hayır, kesinlikle böyle bir şey yok!" diyerek iddiayı reddediyor.
Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu Dışilişkiler Komisyonu’nda Türkiye’yi şikáyet eden konuşmasına göz ve kulağıyla tanıklık etmiş bir vatandaş olarak, ben, Le Figaro Gazetesi’nin haberine inanıyorum.
KAN-İRİN GÖLETİ
Ergenekon operasyonunun iddiadan davaya dönüşmesi üzerine medya kan ve irin göletinde iyice debelenir oldu. Hastalıklı zihin ve ruhların salgıları ortalığı mezbahaya çevirdi.
Alt tarafı bir "Darbe" ve "Kirli Eller" operasyonunun davaya dönüşmesi şenlik fişekleriyle kutlanıyor. Bile bile "alt tarafı" diyorum. Savcılar bu türden bir davayı son 10 yılda yüz kez açabilirlerdi. "Neden şimdi?" sorusunun dört bir yanda sorulduğunu duyduğum için "alt tarafı" diyorum.
HEDEFLERİ; 1923
Ne idiğü belli Taraf Gazetesi "Derin Cumhuriyet cinayet sanığı" diye manşet atarak, Yeni Soğuk Savaş’ta hedefin 1923 Cumhuriyeti olduğunu itiraf ediyor.
Zincirlerinden boşanmış marazlı akıl Ergenekon davasının Türkiye için milat olduğunu yazıyor: Demokrasinin önündeki en büyük engel kalkmakta imiş!Askerin vesayet çağı sona erecek imiş! Davanın sanıkları, savcının istediği gibi cezalandırılsa bile, Türkiye’de hiçbir şey değişmez ve beklenen demokrasi gel(e)mez Türkiye’ye. Böyle bir şeyi ancak demokrasiden ve Türkiye’den habersiz kalemler yazabilir. Demokrasinin Ergenekon davası ile, dahası kapatma davası ile hiçbir ilişkisi yoktur. Demokrasi başka bir yerde! Yazacağım!
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2008
SON yıllarda yayınlanan Frances Stonor Saunders’in "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" (Doğan Kitap); John Perkins’in "Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları I, 2" (April Yayıncılık) ve Mark MacKinnon’un "Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş" (Destek Yayınları) gibi kitaplar günümüzde dönen ekonomik, politik dolapları, fesat ve oyunları anlamamıza katkıda bulunuyor. Bu dolap, fesat ve oyunlara, dahası darbelere katkısı bulunan şirketokrasi şirketleri, sivil toplum örgütleri, CIA ve benzeri özel servisler, "Pentagon"lar bu türden kitapların konusu. Belgesel kitaplar.
* * *
Bu hafta İstanbul’a gelmesi gereken, birkaç yazımda adını andığım Mark MacKinnon’un kitabından söz ettim. Marc MacKinnon Yeni Soğuk Savaş’ta Sırbıstan, Ukrayna ve Gürcistan’da yapılan, Özbekistan’da yapılamayan renkli devrimleri ve bu devrimlerin hazırlayıcılarını, yapımcılarını anlatıyor. Bu hazırlayıcılar ve yapımcılardan ve bunların temsilcilerinden Türkiye’de sık sık söz ediliyor; sözcü ve temsilcilerinin görüş ve yazıları başta Zaman ve Radikal olmak üzere güzide basınımızda yer alıyor.
Kitabı özetlemem olanaksız. Okursanız Türkiye’nin içinden geçtiği Yeni Soğuk Savaş dönemini kolayca tanıyacaksınız.
Okumaya fırsat bulamayacaklar için bazı örgüt adları vereceğim, akıllarında tutmaları için:
* * *
Freedom House (Özgürlükler Evi): ABD hükümeti ve Soros tarafından finanse edilen "Özgürlükler Evi" eski SSCB’ndeki Batı yanlısı muhalif hareketlere destek vermesiyle tanınıyor. Uzunca bir süre yönetimde kalan eski CIA Başkanı James Woolsey’in yerine, 2005 yılında, şiddet içermeyen rejim değişikliği konusunda uzman olan Peter Ackerman getirildi.
The International Republican Institute (IRI-Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü): ABD Cumhuriyetçi Parti’nin uluslararası kanadı. Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki kurulu düzeni yıkmak amacıyla gençlik gruplarına eğitim ve maddi destek sağlıyor. Cumhuriyetçi Başkan adayı senatör John McCain tarafından yönetiliyor. NED (Demokrasi İçin Ulusal Bağış) tarafından destekleniyor.
The National Democratic Institute (NDI-Ulusal Demokrat Enstitü): ABD Demokrat Parti’nin uluslararası kanadı. Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki ayaklanmaları düzenleyen kuruluş. Eski dışişleri bakanı Madeleine Albright tarafından yönetiliyor. NED tarafından destekleniyor.
The National Endowment for Democracy (NED-Demokrasi İçin Ulusal Bağış): "Demokrasi Projesi" olarak da adlandırılan ve finansmanı ABD hükümeti tarafından sağlanan demokrasiyi geliştirme ajansı. NED’den bağış alan STÖ’ler Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki ayaklanmaların ön saflarındaydı.
Georges Soros. Herkes ne olduğunu biliyor.
Ayaklanmaları yöneten STÖ’ler: B92, CeSID, OTPOR, KMARA, The Liberty Institute (Ayaklanmaları kışkırtan Soros destekli STÖ), RUSTAVI 2, PORA, ZUBR.
* * *
Adını verdiğim örgütler ve temsilcileri Türkiye’de cirit atıyor. Bizim STÖ’lerle çok yakın ilişkileri var. Küçük bir dikkatle tezgahları görebiliriz. Fesadın ilginç yanı: Renkli devrimlerde muhalefetleri destekleyen fesatçılar Türkiye’de iktidarı desteklemekte.
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2008
SALI, Çarşamba ve Cuma günleri yayınlanan yazılarım şu anda okumakta olduğunuz yazının bir tür ön hazırlığı idi. Dünkü "Özdemir İnce’nin Nezaketi (!)" başlıklı yazım haziran başlarında yayınlanacaktı. Araya başka olaylar girdi. "Ben nasıl olsa gündem tutsağı değilim, gündem beni izliyor" diye düşündüm. Söz konusu yazı 25 Temmuz 2008’de değil de 25 Temmuz 2009’da yayınlansaydı da hiçbir şey değişmezdi. Örneğin hakkında konuşmak sakıncalı olmayıncaya kadar Ergenekon operasyonu ile doğrudan ilgilenmem, ama "Yeni Soğuk Savaş" ilgimi çeker. Bakın neden?
Hürriyet Gazetesi’nin Hürriyet Treni uğradığı istasyonlarda ilgi ve coşkuyla karşılandıkça İslamcı gazeteler köpürüyor. "Genç Siviller" denen bir grup var; bu genç AKP lejyonerlerinden birkaçı bazı istasyonlarda Hürriyet Treni’ni protesto ediyor. İslamcı gazeteler de sanki yer yerinden oynamış gibi bu cılız protestolara geniş yer veriyor.
Ortak akıl akıl değildir! "Ortak Akıl"ın totaliter ve faşist akıl olabileceğini akıl edemediği için kendine "Ortak Akıl Hareketi" adını veren bir koalisyon "renkli devrim"leri anımsatan mitingler düzenliyor.
Bunlar bana "Yeni Soğuk Savaş"ta anlatılan uzaktan kumandalı sivil toplum örgütlerini anımsatıyor. Bakın neden?
PSİKOLOJİ MÜHENDİSLİĞİ
Bir gazete AKP’nin kapatılma davası ile ilgili olarak "Kapatma için deliller güçsüz, iddialar fantezi" başlığını atmış. Söz konusu başlık The Washington Post, The Economist, The Times ve daha başka ABD ve İngiliz gazetelerinin bu konudaki yazılarının özeti.
Dosyanın içeriğini nereden biliyor bu gazeteler diye sormayın. Bilmelerine gerek yok, psikoloji mühendisliği yapıyorlar. The Times’a göre kapatma davasını açanlar (yani Yargıtay Başsavcılığı) hem demokrasiye hem de İslam’a karşı imiş.
Özellikle Anglo-Sakson (Anglo-Amerikan) basın, resmi ABD, ABD’nin sivil toplum örgütleri, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, her ne hikmetse, AKP’yi kayırma ve pışpışlama peşinde. Ağızlarını açıp Kuddisi Okkır cinayetinden söz etmiyorlar.
FESAT ÇUVALI TANIMI
Söz etmesinler! Ben benzetme (analoji) yolu ile, Türkiye’nin başına geçirilmek istenen fesat çuvalını tanımlamak istiyorum.
2000’li yılların başlamasından bu yana Türkiye’de olanlar, tıpkı 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde olanlar gibi bu uluslararası tezgáhı hatırlatıyor bana!..
2002 yılında AKP’nin iktidara getirilmesi ve AKP’yi iktidara getiren seçimle ilgili elektronik fesat kuşkuları renkli devrimleri anımsatıyor bana!..
Sırbistan’da, Ukrayna’da, Gürcistan’da renkli devrim iktidarı devirmek için yapıldı, Özbekistan’da iktidarı devirmek için denendi. Türkiye’de iktidarı iktidarda tutmak için yapıldı gibi. Mecnun’a Leyla’yı hatırlatan rüzgár bana hep fesatları, komploları, dönen dolapları hatırlatıyor. Komplolar, fesatlar ve dönen dolaplar da Mark MacKinnon’un "Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş"nı (Destek Yayınları) anımsatıyor.
Kitabı yeniden okuyorum. Okudukça, köşelerde yayınlanan yazıları, sivil toplum örgütlerimizi, uluslararası ve özellikle ABD kimlikli STÖ’nün temsilcilerinin konuşma ve demeçlerini, Zaman ve Radikal gibi gazetelerde yayınlanan çeviri makaleleri çok daha iyi anlıyorum. Örneğin Freedom House (Özgürlükler Evi) adını duyduğum zaman tüylerim diken diken oluyor.
(Devamı yarına)
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2008
POSTA Gazetesi’ndeki (17.05.08) köşesinin bir bölümünü benim "Tuhaf Şeyler ve Ayıcılık" (16.05.08) başlıklı yazıma ayırmış olan M. Ali Birand söyle yazıyordu: "Hürriyet Gazetesi yazarı Özdemir İnce, adı gibi inceliği olan bir insan değilmiş.
Fransız kültürüyle yetişmenin verdiği bir kibarlığı ve olgunluğu olduğunu sanırdım. Yanılmışım. Olli Rehn ve Barosso’yu ayıcılıkla suçlamış. Neden? Zira, AKP’nin kapanmasına tepki göstermişler. İlginç yazılar yazıyor.
Uluslararası ilişkilerden pek anlamıyor. AB konusunu ve genel ilişkileri sürekli komplo teorilerine dayanarak yorumluyor. Tabii o zaman da komik oluyor. Örneğin, Brookings Enstitüsü’nün Amerika’nın en önde gelen, en iyi tanınan düşünce kuruluşlarından biri olduğundan habersiz. Phil Gordon’un, Clinton döneminin başkanlık danışmanı ve Türkiye’yi de en iyi tanıyan uzmanlardan biri olduğunu da bilmiyor. İnce için, Gordon ve Brookings, Pentagon ve CIA’nın çalışanları.(!) Ucuz bir ulusalcılık mantığı..."
Güzel ki ne güzel!...
EL İNSAF! BİRAND ÇOCUK MU KANDIRIYOR
"Brooking Enstitüsü: 1916’da, kamu politikaları üzerinde araştırma yapmak amacıyla kurulan ilk araştırma enstitüsü olan "Institute for Government Research"ın (IGR) devamı. Enstitünün kurucularından ve destekçilerinden Robert Somers Brooking (1850-1932) enstitüyü yaşatmak için "Institute of Economics" ve "Brooking School" diye iki yan müessese oluşturdu. 1927’de üç kuruluş "Brooking Institution" adı altında birleştirildi. Brooking Enstitüsü 1950’lerde ve 1960’larda Federal Hükümet için çok sayıda araştırma yaptı. Beyaz Saray ile Federal Hükümet’in güvendiği bir araştırma kuruluşu olarak zengin kaynaklara kavuştu.
Şimdilerde, Başkanlık Ofisi, Federal Hükümet ve Dışişleri Bakanlığı için araştırmalar yapıyor, eğitim programları uyguluyor. Özellikle Dışişleri Bakanlığı ile yakın çalışma içinde. Araştırmacılarının çoğu Beyaz Saray eski çalışanı veya Milli Güvenlik Konseyi eski çalışanı. Enstitünün başkanı, Dışişleri’nin eski bakan yardımcılarından Strobe Talbott. Yıllık bütçesi 40 milyon dolar dolayında. Washington ofisinde 300 dolayında çalışanı var. Dış ülkelerde 50’ye yakın araştırmacısı görev yapıyor."
* * *
Bay Birand’a göre Beyaz Saray’ın, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, Dışişleri Bakanlığı’nın CIA ve Pentagon ile hiçbir ilişkisi yok. El insaf yani, çocuk mu kandırıyor?
YAZICILIK VE KİRLİ ÇAMAŞIR YIKAYICILIĞI
Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), 26 Temmuz 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Konseyi yasası ile kuruldu. Brooking Enstitüsü’nün günümüzdeki başkanı Clinton döneminin Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott. Mr. Talbott, SSCB’nin dağılması sırasında Bağımsız Devletler Topluluğu’nda ABD’nin geniş yetkili büyükelçisi ve Dışişleri Bakanı’nın özel danışmanı idi. Brooking Enstitüsü ne biçim bir STÖ’dür ki hükümetten para alıyor ve ABD devletinin kartal kanatlarıyla uçuyor? Haydi diyelim ki: Belki uluslararası ilişkileri M.A. Birand kadar bilmiyorumdur. Ancak, kirli çamaşır yıkayıcılığı ile gazete yazıcılığını birbirinden ayıracak kadar iyi Türkçe bilirim. Ha bir de şu var: M.A. Birand, Phil Gordon’u övmek için, Türkiye’yi en iyi tanıyan uzman olduğunu yazıyor. Bay Birand haklıdır: Bir ülkeyi en iyi ancak ajanlar ve casuslar bilir.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2008
TAHA Akyol’a göre Büyük Orta Doğu Projesi de ılımlı İslam da Türkiye Cumhuriyeti laikliğine "vallahi-billahi", "iki gözüm kör olsun ki!" karşı değildir! "Batılıların ’ılımlı İslam’ terimi kesinlikle laiklik karşıtı değildir; aksine, Müslüman ülkelerde laik hukukun, laik devletin, çoğulcu demokrasinin benimsenmesini, desteklenmesini amaçlamaktadır! ’Proje’ olarak Türkiye ile hiç ilgisi yoktur, Ortadoğu’daki geleneksel veya ’resmi’ teokrasilerde ortaya çıkan laik eğilimleri desteklemeyi öngörmektedir!" (Milliyet, 17.07.08)
Üstat Taha Akyol’a göre "ılımlı İslam" adıyla sanıyla kocaman bir efsanedir!
AMAÇ LAİKLİĞİ SARSMAK
İslam alimleri bireysel inanç bağlamında İslam’ın ılımlısının, mülayiminin, sertinin olamayacağını söylüyorlar. AKP’yi destekleyen, ABD güdümlü bir hareket olan "Ortak Akıl Hareketi"nin "Kayıt da yok şart da yok: Egemenlik milletindir" sloganına karşı İslamcı kesimde müthiş bir öfke var. "Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır!" diyen bu "samimi ama cahil" kesim saldırı oklarını "Ortak Akıl Hareketi"ne destek veren Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’ya çevirmiş durumda (Akşam, 18.07.08). Egemenliğin kayıtsız şartsız Allah’a ait olduğunu ileri sürüp millet egemenliğini, yani ve dolayısıyla demokrasiyi, laikliği, cumhuriyetin temel niteliklerini kabul etmeyen epeyce bir nüfus var Türkiye’de. Bu nüfus AKP tabanının artık kemikleşmiş olan ciddi bir bölümünü oluşturmaktadır.
Laiklik elbette bu türden inanç saldırılarını sınırlandırmak için var. Laiklik, devleti, milleti, bireyi dinlerin saldırısına karşı korumak zorunda. Taha Akyol’a, ABD’ye, AB’ye göre bu türden bir cumhuriyet laikliği jakoben bir laiklik, sert ve saldırgan bir laiklik; türlü nedenlerle yumuşatılması ve korumacı misyonunun törpülenmesi gerekmektedir.
ABD ve AB ülkelerinin çoğunluğu İslam’dan korkuyorlar ama Türkiye’de İslamcı saldırganlık ve yayılmacılığın karşısında salsılmadan duran bir laiklik de istemiyorlar.
IRK-İNANÇ PARSELLERİ
2 Nisan 2003 günü Türkiye’ye gelen ve "Bölgedeki tek Müslüman ve demokratik ülke olan Türkiye inşa etmeyi düşündüğümüz Irak’a en iyi model ülke. Biz de Türkiye gibi bir Irak yaratacağız" diyen zamanın ABD Dışişleri Bakanı Powell’a 12 Nisan 2003 tarihli yazımla ("Yedi Canlı Cumhuriyet", s. 31) şiddetle karşı çıkmıştım. Irak’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin devrim yasalarını çıkarıp ciddiyetle uygulamadan hiçbir şey yapamayacaklarını yazmıştım. O sırada herkes bu cümle ile mest durumdaydı. Aradan geçen 5 yıl benim ne denli haklı olduğumu göstermektedir. İslam’ı referans alan anayasası ile Irak gözlerimizin önünde can çekişiyor. ABD Irak’ı ırklar ve inançlar arasında parselledi.
KATI İSLAM’A SU KATSANA
"Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır!" diye haykıranları ve AKP’nin sinsi programını bir yana bırakacak olursak, Türkiye’nin laik düzeni kabul etmiş olan İslam’ı yeterince ılık ve ılımlı. Ama ABD ve AB nedense Taha Akyol gibi Türkiye laikliği ile uğraşıp durmakta. Türkiye’nin laik düzen İslamı yeterince ılımlı. Kafayı Türkiye laikliğine takanlar namaz vakti insanları sopayla camilere sokan, din ve ahlak polisleri kuran, kadınlara recm cezası uygulayan, hırsızların elini kesen, tek kişinin yalancı tanıklığı ile insanları idama gönderen Suudi Arabistan’ın kaynayan kazanına biraz soğuk su katsınlar. CIA, Özgürlükler Evi, Soros parası ve sivil toplum örgütleri marifetiyle bu ülkeyi laikleştirsinler, katı İslamına su katsınlar. Örneğin bir Açık Cemiyet Teşekkülü, bir TESEV’i Saudiyye, bir Akıl-ı Müşterek Hareketi, bir Jön Sivil kumpanyası kurdursunlar. Sevaptır!
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2008
’KOMPLO teorisi fesadı" da ne demek? Ne demekse ne demek! Zaten "komplo" ile "fesat" eşanlamlı iki sözcük, biri garbi ecnebice, öteki şarki ecnebice; harbisi "la conspiration"! BOP EŞBAŞKANI
Milliyet’in ağır topu Taha Akyol üstat, "ABD’nin Türkiye’yi ’şeriatı ılımlı uygulayan bir İslam devleti’ yapma projesi yoktur! Böyle bir proje Amerikan çıkarlarına aykırıdır üstelik" ("Komplo Teorisi" başlıklı yazısından, 04.07.08) diye buyuruyorlar. Eh akan sular durur! Buna "Komplo teorisi fesadı" denir.
Ama bazı suların akması durmuyor: Ilımlı İslam projesi Büyük Ortadoğu Projesi’nin çok önemli bir parçasıdır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut Başbakanı da bu BOP’un anlı-şanlı eşbaşkanıdır.
Ben şimdi bir fesat kıranlık yapacağım: ABD’nin BOP gibi bir Ilımlı İslam Projesi de vardır. İki ay önce ABD’nin Demokrat ve Cumhuriyetçi yetkililerin ağzından kendi kulağımla duydum ve konuyu kendi ağzımla tartıştım. Adamlar AKP’nin kapatılma davasına çok bozulmuşlardı.
Heyhat! ABD nereden bilecek kendi çıkarını, üstat Akyol daha iyi bilir. Kim bilir belki de adamlar benimle dalga geçiyordu. Kim miydi bu ABD’li adamlar? Bana bu adamlarla nerede ve nasıl konuştuğum, adamların ad ve görevleri ve de tanıklar kesinlikle sorulmasın.
Ben "Böyle bir projenin Amerikan çıkarlarına aykırı" olup olmadığını bilemem tabii Üstat Akyol gibi. Ama böyle bir projenin Türkiye’nin çıkarlarına düşmanca aykırı olduğunu çok iyi biliyorum.
KISIR KATIR SENTEZİ
"İslam’la Demokrasi’nin bağdaştığını Türkiye’de kanıtlamak zorundayız. Bu konuda ABD başarısız olmayı göze alamaz!"
Bu cümle haziran ayında son derece önemli bir ABD temsilcisi tarafından bana ve eşim Ülker’e söylendi. Tartışmanın konusu Ilımlı İslam ve Büyük Orta Doğu Projesi idi.
İslam’la demokrasinin bağdaştığını kendi özel yapı ve önlemleri ile Türkiye Cumhuriyeti kanıtlamış durumda. Daha doğrusu ABD ve benzerleri Türkiye’nin içişlerine burunlarını sokup ortalığı karıştırmadan, siyasal İslam horozu ötmeden önce kanıtlanmış durumdaydı.
Türkiye Cumhuriyeti ile İslam, İslam’ın gösterge ve referanslarının eksen ve bağlamında değil laikliğin mihenk taşı olduğu bir bağlamda buluşmuş idi. "Bağdaştı" ya da "uzlaştı" demiyorum özellikle. Dikkat edilirse bir sentezden söz etmiyorum. Çünkü din ile laikliğin sentezi olmaz, olur ise (?) ortaya bir kısır katır çıkar.
YULARI ABD’DE İKTİDAR
ABD ve AB laikliğin yol gösterdiği bir rejim istemiyorlar Türkiye’de. Laiklik, Kemalist Cumhuriyet’in temel direği. Türk tipi bir laiklik ve Türkiye Müslümanlığını değil de "Ilımlı İslam"ı tercih edenler Türkiye Cumhuriyeti’ne laiklik, Kemalizm, CHP ve TSK cephelerinde savaş açmış durumdalar. Bu savaş hiç de yeni değil 1923’ten bu yana sürüp geliyor. Cumhuriyet’e karşı kutsal savaş açmış olan ortaklık 2002 yılında AKP’yi iktidara getirdi. Şimdilerde TSK’nın onurunu kırmak için AKP’yi, İslamcıları, tarikatları, neo-liberalleri, eski solcu lejyonerleri kullanıyor. Amaç: Silahlı Kuvvetler’i itibarsızlaşmış, solu ve CHP’si iğdiş edilmiş, bütün kurumları İslamileştirilmiş, bir Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüş Türkiye. Ve iktidarda yularını ABD’ye teslim etmiş bir İslamcı parti. "Ilımlı İslam" işte bu!
ABD, yüzümüze söylendiği gibi, işte bu konuda başarısız olmaya katlanamaz, katlanamıyor!
(Devam edecek)
Yazının Devamını Oku