20 Temmuz 2008
CHP ve sol üzerine yazdığım yazılara aldığım olumlu tepkilerden ikisini, hiçbir değişiklik yapmadan, bilgi ve ilginize sunuyorum. Olumsuz tepkiler ilgilendirmiyor beni. "CHP ile ilgili yazılar için bir şeyler yazmak istedim hep ama son cümlen ile noktayı koymuş oldun. Ben sol çevrede yetişmiş ve büyümüş bir insanım. Hayatımda son seçimler hariç hiç CHP’ye oy vermedim. Tercihimi sosyalist partilerden yana kullandım. Son seçimlerde ise benim tepki oyum CHP’ye oldu. Çevremdeki tüm solcu arkadaşlarıma, CHP’yi beğenmiyorsanız TKP var, ÖDP, DSP, İP, SHP var. Bu partilere verin ama bağımsız, örgütsüz sol olmaz, bağımsızlardan yana olmayın diye debelenip durdum. Ne mi oldu, bütün light solcular sandığa gitmedi, solcular ise bağımsızlar, AKP arasında tercih yaptılar. Medya gücü, yeni yeşil sermaye ve arkalarındaki güçle tarihin en büyük faşizmini yaşarken, solcuların, affedersin ama dangalaklığını kendime yediremiyorum. Ne halt edeceğimi de bilmiyorum. Kendimi uzun zamandır salağa dönmüş hissediyordum. Solcu arkadaşlarımın, CHP olsaydı daha kötü durumda olurduk demesini hazmedemiyordum uzun zamandır. Büyük bir gazetenin herkes tarafından sevilmeyen ama saygı gören bir köşe yazarı tarafından bu düşüncenin dillendirilmesi çok hoşuma gitti, o kadar." (Ali T.S.)
SUÇLAMAYI BIRAKTIM
"Bugünkü yazınızı okudum. Ve uzun zamandır ortaya koyduğum bir çekinceyi tekrar düşünmeme neden oldunuz. Benim de özellikle CHP başta olmak üzere birtakım sosyal demokrat/sol partilere oy vermeme sebebim vardı. Ben Sayın Baykal’dan veya başka kişilerden nefret etmek yerine daha ilginç bir sebep bulmuştum kendime. "Delegelerini önseçimle seçmeyen hiçbir partiye oy vermem" diyordum. Bence hálá haklı bir sebep.
Hele memleketim Bursa’ya CHP’nin yıllardır genel merkez kontenjanından 1. sıraya aday gösterdiğini düşünürsek. Fakat bugünkü yazınızdan sonra, her ne kadar haklı olsam da desteklediğim siyasi görüşten oyumu esirgememe gerek olmadığını düşünmeye başladım.
Kaldı ki size mektup gönderen kişi de özellikle CHP’nin muhalefette bile olsa yaptıklarını çok güzel işaret ediyor. Genelde CHP suçlanıyor memleketin bugünkü halinden ötürü.
Bunun insafsızca olduğunu düşünüyorum ama dürüst olmak gerekirse şöyle bir bakınca bu hataya çok kolay ben de düşmüşüm. Artık var olan hataların zamanla düzeltilebileceğini daha iyi görüyorum. CHP başta olmak üzere solu suçlamayı kendi payıma bırakıyorum.
Bugünkü yazınız için size teşekkür ederim. Solculara/sosyal demokratlara yaptığınız çağrının altına imzamı atıyorum." (Serdar E. Bilgisayar Bilimi Bölümü’nde doktora öğrencisi, ABD)
MARAZLI TAVIR
Ali T.S.’nin sözünü ettiği son cümlemi tekrar yazıyorum: "Başta seçmenler olmak üzere sol anakarasının mutlaka dezenfekte edilmesi gerekiyor!"
Sol ve sosyal demokrat seçmenin CHP ve sola ders vermek için AKP’yi ve bağımsız adayları desteklemesinin politik değil marazlı bir tavır olduğunu düşünüyorum. Seçmen, partileri güzellik kraliçeliği seçimi için podyuma çıkmış kızlar gibi görmekten vazgeçmeli artık.
"Avantacı kene"ye söyleyecek hiçbir sözüm yok. Kendince uygun zamanda, dereyi geçerken, AKP’yi sırtından atacağını biliyorum.
CHP gerçek seçmenle kucaklaşmak istiyorsa, partiler yasası ile seçim yasasını (özellikle barajını) değiştirecek yasa önerisi hazırlayabilir. Hemen, tez elden!
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2008
RADİKAL Kitap’ta (27.05.07) yayınlanan bir söyleşide, Nobel Ödüllü (1998) Portekizli yazar Jos Saramago, Cem Erciyes’in bir sorusunu şöyle yanıtlıyor(du): "Demokrasiye inanmıyorum, gerçek bir demokrasiyle yönetildiğimizi düşünmüyorum. Demokrasi halka belli aralıklarla oy verdirmek ise, tamam. Ama bence bu kozmetik bir operasyondan ibaret, bir aldatmaca. Kitleler harekete geçip sandık başına gidiyor ama ondan ötesi siyasetçilerin elinde. Onların büyük başarısı insanları demokrasinin böyle olduğuna inandırmaları. O zaman ben de sormak istiyorum, dünyada totalitarizme doğru giden bir rejim var, adı küreselleşme. Peki halk mı karar verdi küreselleşmeye? Mesela IMF, Dünya Bankası demokratik kurumlar değil. Bunları biz seçmedik ki. Onlar kendi aralarında oturuyorlar, bizim düşüncelerimizi almadan bizim için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veriyorlar."
SOSYALİST DEVRİM
Yirminci yüzyılın en büyük filozoflarından, yapıtında demokrasiye çok önemli bir yer ayırmış olan Cornelius Castoriadis ise demokrasiden ne anladığını şöyle açıklıyor:
"Sosyalist devrim, bir toplumun her aşamasında demokrasinin gerçekleşmesinden başka bir şey değildir." (Magazine Littraire, No: 463, Nisan 2007)
Cornelius Castoriadis sosyalist devrim üzerinden demokrasiyi tanımlamakta. Demokrasi olmadan sosyalist devrimin gerçekleşemeyeceğini söylüyor. Demek ki bütün sosyalizmler totaliter ve antidemokratik olmayabilirmiş. Demek ki demokrasi sadece liberalizm ve kapitalizme özgü bir nitelik de değilmiş.
Yani demokratik sosyalizm olabileceği gibi totaliter, antidemokratik, ceberrut kapitalizmler de olabilirmiş. Bence, eşitlikçi ve sosyal adaletçi olduğu için sosyalizmin demokratik olma olasılığı, sıradan kapitalizmin demokratik olması olasılığından çok daha fazla.
HANGİ DEMOKRATİKLEŞME
Not etmişim: Günlerden 8 Temmuz 2008. Haber Türk televizyonunda saat 21.00-21-45 arası. Fuat Keyman ve ısmarlama anayasa hazırlama komisyonundan Levent Köker adlı iki öğretim üyesi Türkiye’nin 2002’den bu yana geçtiği demokratikleşme sürecini öve öve bitiremiyorlar. Hangi demokratikleşme? Programı yöneten kimse bu soruyu sormayı akıl edemiyor. Gerçekten hangi demokratikleşme? Partiler yasası mı, seçim yasası mı, çalışma hayatıyla ilgili yasalar mı demokratikleşti, vergi yasaları mı, gelir dağılımı mı demokratikleşti? İstanbul Belediyesi’nin grev yapan sendikalı işçilerine polis dayak atmıyor mu? Eğitim ve öğretimde, kadın ve çocuk haklarında, düşünceyi açıklama düzeyinde, basın-yayın hayatında ne gibi demokratikleşmeler oldu? Bu sorulara olumlu yanıt vermek mümkün değil! Peki Türkiye nasıl demokratikleşti sayın öğretim üyeleri? "Ayıp" diye bir şey var! Yok mu?
12 MART’LA YARIŞIYORLAR
Türkiye’nin demokratikleşmesi(!) iki olayda sınıfta kaldı ve belge aldı: AKP’nin kapatılması davasında anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getiren Anayasa Mahkemesi AKP ve hempaları tarafından yargı darbesi yapmakla suçlanıp karalanmadı mı?
Ergenekon operasyonunda tanık olduğumuz antidemokratik, yasa ve hukuk dışı uygulamalar 12 Mart ve 12 Eylül operasyonlarıyla yarışmıyor mu? Nasıl demokratikleşme bu?
Jos Saramago ve Cornelius Castoriadis haklı değil mi?
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
AŞAĞIDA okuyacağınız metin 12 Temmuz 2008 günü saat 11.35’te Kubilay G. adlı bir okur tarafından gönderilmiş. Birkaç sözcük değişikliğinin dışında mesajı olduğu gibi yayınlıyorum: VURUN BAYKAL’A
"Menderes’in ilk hükümeti kurduğu gün olan 22 Mayıs 1950 yılından bugüne tam 21.232 gün geçmiş. 707 ay 22 gün ya da 58 yıl 62 gün... Bu sürenin 92 ay 3 gününü, yani 7 yıl 208 gününü cunta hükümetleri ile geçirmişiz. Geri kalan sürenin 15.104 gününde; yani 503 ay 14 gün başka bir deyişle 41 (kırk bir) yıl 139 gün boyunca Menderes - Demirel - Özal - Çiller - Akbulut - Yılmaz - Erbakan - Gül - Tayyip gibi sağ görüşlü ve muhafazakár arkadaşlar direksiyondaymış.
Bizim aslan demokratlar ne mi yapmış? 4 yıl 242 günü sağ partilerle yapılmış koalisyonlar ile olmak üzere topu topu 3.365 gün yani 112 ay 5 gün veya 9 yıl 80 gün iktidar olmuşlar.
Peki, geride kalan 58 yılda, ülkemizin çağdaş dünyanın, bilimin, sanatın bu kadar geri kalmasının sebebi kim olabilir sizce... Söyleyeyim, Baykal!!! Çünkü en iyi bildiğimiz şey muhalefet yapmak, ama kendimize... Yahu adamlar Yıldırım Akbulut gibi bir adama sempati duydu, Erbakan gibi bir garabete bile oy verdi, destek çıktı, biz bir türlü beğenemedik Baykal’ı... Evet, ben de sevmiyorum adamı... Ama her pozisyonda da CHP’ye ve başkanına kafa göz girişmek nedir? Biz birbirimizi yerken adamlar ha bire yeni lider çıkardı. Bunu yaparken lider karizmasıymış, yetenekmiş, demokrasiymiş demediler. Onlar için önemli olan ideolojilerinin iktidar olmasıydı. Biz böyleyken, RTE çıkıp CHP’nin çakılı bir çivisi olmadığını da söyler, Fırat ağa travma yaratan devrimlerden de bahseder. 58 yılın sadece 4.5 yılında tek başına iktidar olmuş bir ideoloji şu günlerde ülkenin içerisinde bulunduğu durumun tek sorumlusu olarak gösteriliyor ve biz yani Atatürk gençleri de her durumda Baykal’ı tekmeleyerek destek veriyoruz AKP’ye... Sevmesek de, içimiz el vermese de CHP hálá bizim bu ülkenin partisidir. Adam gibi bir alternatif çıkartamadığımız sürece, son 7 yıldır memleket için çok elzem konularda yasalaşması planlanan bazı kanun ve kararnamelerin önünde tek başına duran, onun dışında özgürlükçü görülen hiçbir sosyalist partinin yer almadığı kavgalar veren, her yaptığı siyasi uyarı eninde sonunda gerçekleşen bir partiye köstek olmamalıyız.
41 yılda ülkeyi bu hale getiren zihniyet hálá iç dinamiklerinden yeni ürünler çıkartabiliyor (Abdüllatif Şener). Ve bu halk her şeye rağmen yine de illa ki "sağ" diyebiliyor. Çünkü, solu bitirmek için her gün CHP’ye vuran kişilere bizler de katıldık."
MEGALOMANİYİ BIRAK
Kubilay G. yazının altına "Buyurun hükümet listesi" diye 19. cumhuriyet hükümeti olan birinci Menderes kabinesinden (22.05.1950), 60. Recep Tayyip Erdoğan (22.07.2007) hükümetine kadar bir liste eklemiş. Bunu da bilginize sunmak isterim.
Konuya tekrar döneceğim ama şimdilik bu son bölüm. Kendini gerçekten "sol" olarak tanımlayan seçmen CHP’den ne istiyor? Onun elinden gelen bu kadar! Ama TKP var, ÖDP var, DSP var, SHP var, İP var. Onlar da CHP gibi solu temsil edemiyorsa "sen" kendin(i) temsil edecek bir şey yap! Gevezeliği, bozgunculuğu ve megalomaniyi bırak artık!
Başta seçmenler olmak üzere sol anakarasının mutlaka dezenfekte edilmesi gerekiyor!
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2008
Yeni Şafak: "Dut Enternasyonal: Sosyalist Enternasyonal toplantısında faşist damgası yemekten korkan Baykal, Atina’daki sosyalistlerden CHP’yi eleştirmeme garantisi alamayınca Ayaş’taki Uluslararası Dut Festivali’ne gitti." (30.06.08) Birgün: "Baykal, CHP’yi kapattı-dünyaya; CHP’nin statükocu çizgisinin tepki alacağını anlayan Baykal, Sosyalist Enternasyonal’e gitmiyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen ise AKP’yi Enternasyonal’de CHP karşıtı lobi yapmakla suçladı." (30.06.08)
Star: "Dut Yemiş Sosyal Demokrat; Baykal ’CHP sosyal demokrat değil’ eleştirilerini duymamak için Başkan Yardımcısı olduğu Sosyalist Enternasyonal’in Atina zirvesine katılmak yerine Ayaş Dut Festivali’ne gitti." (30.06.08)
Taraf: "Dünya solunu da terk ettiler; Dünya solunun çatı örgütü Sosyalist Enternasyonal’in hedefi olan CHP Lideri Deniz Baykal, partiye karşı bir karar tasarısı çıkma ihtimaline karşı yürüttüğü pazarlıktan sonuç alamayınca toplantının yapılacağı Atina’ya gitmeme kararı aldı." (30.06.08)
UTANÇ VERİCİ İLKELLİK
Sadece bu dört gazetede değil, çoğunda bu konuda acınası ve düzeysiz yorumlar ve suçlamalar var. Hele o "Dut" ve "Enternasyonal" sarakalarının utanç verici ilkelliği!
CHP’nin Sosyalist Enternasyonal ile takışması Türkiye’nin hangi yaşamsal sorunlarından kaynaklanıyor, ilkin bunu yanıtlayalım:
1. Başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in temel ilkeleri; 2. Ulusal devlet; 3. Kıbrıs; 4. Kuzey Irak ve Irak’ın bütünlüğü; 5. PKK; 6. Fener Patrikhanesi’nin ekümenikliği iddiası ve Rum Ruhban Okulu; 7. Yabancıların Türkiye’de mal edinmesi ve bunlar gibi irili ufaklı sorunlar.
Bu sorunlar CHP’nin özel sorunları değil, Türkiye’nin sorunları. Giderilmeleri konusunda AKP, Sosyalist Enternasyonal’in Avrupalı üyelerinin talimatlarını emir sayıyor; oysa tanık olduğum gibi CHP Türkiye’nin çıkarlarını savunmak için bu Avrupalı üyelerle kıran kırana mücadele ediyor.
Sosyalist Enternasyonal’in Avrupalı üyeleri kim? Avrupa Parlamentosu’nun ve Avrupa Birliği’nin üyeleri. Yani Sosyalist Enternasyonal; Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Birliği’nin Türkiye karşıtı politikalarını bir başka boyutta uyguluyor.
CHP ONLARDAN SOLDA
Sosyalist Enternasyonal; AP’nin, AB’nin Türkiye’nin çıkarlarına aykırı politikalarına ve uygulamalarına karşı çıktığı için CHP’yi üyeliğinden atacakmış! Atsın!
Bunu Sosyalist Enternasyonal yöneticileri söylemiyor (söyleseler ne olur?), "sol"un yeminli düşmanları ve AKP’nin hınk deyicileri ileri sürüyor. Ayrıca Sosyalist Enternasyonal’in neresi sosyalist? Marksist olmadan nasıl sosyalist olunuyor; özel mülkiyeti ve kapitalizmi savunarak nasıl sosyalist kalınıyor?
Sosyalist Enternasyonal’de ciddi bir sosyal demokrat parti bile yok.
Bilmeden gevezelik ediyorlar!
Sosyalist Enternasyonal "Herkes emeğinin karşılığını almalı!" bile diyemez!
Sosyal devlet dünyanın dört bir yanında iğdiş edilirken ne yapıyor Sosyalist Enternasyonal?
Hiçbir Sosyalist Enternasyonal üyesi CHP’den daha solda değildir! Daha solda diyen varsa ilk taşı atabilir!
(Cuma’ya devam edecek.)
Yazının Devamını Oku 15 Temmuz 2008
CHP hakkında yayınladığım yazılara üç türlü tepki geldi: 1. Çoğunlukta yazıları onaylayan tepkiler;
2. Beni ve CHP’yi bir kaşık suda boğmak isteyen birkaç yazı;
3. Yazılarımı onaylayıp CHP ve başkanından daha etkin bir sosyal politika üretmelerini bekleyen mesajlar.
Yazıları yazmaktaki amacım buydu zaten. Ben de CHP’nin kendini yenilemesini, daha etkin bir politika üretmesini isteyenlerdenim. Ayrıca, CHP’yi etkisizleştirmek ve AKP’ye alternatif olabilecek oluşumları engellemek isteyen uluslararası bir merkezin (merkezlerin) beyin yıkama operasyonları üzerine dikkat çekmek istedim, istiyorum.
SOSYAL ŞOVENİSTLER
Örneğin, "CHP’yi örgütten atmayı düşündüğü" ileri sürülen Sosyalist Enternasyonal neyin nesidir? Bu konuda kim(ler) ne biliyor, bilenler arasında kimler gerçekleri tersyüz etmek peşinde? Bu konuda onarım amaçlı bir özet vermem gerekiyor:
Birinci Enternasyonal: 1864’te kurulan Uluslararası İşçi Birliği. Başlangıçta bir sendika hareketiyken Brüksel (1868) ve Basel (1869) kongrelerinden sonra kolektivist tezleri benimsedi. 1868 İngiltere seçim yenilgisinden sonra Marx ve arkadaşları, İngiliz sendikalarının desteğini yitirdiler. Bakunin anarşizmi etkin duruma geçti. Bunun üzerine Marx’çılar genel merkezi New York’a taşıdılar. Philadelphia konferansı, 1876’da Birinci Enternasyonal’i feshetti.
İkinci Enternasyonal: 1889’da Paris’te kuruldu ve sosyal demokrat partileri bünyesinde topladı. Bunların en güçlüsü Alman Sosyal Demokrat Partisi idi. II. Enternasyonal de reformizm ve devrim, sömürgecilik, milliyetçilik ve parti örgütleme konularında bölünmeye uğradı. Bir bölümü Marx’çı, bir bölümü ise revizyonist idi. Revizyonistler işçi iktidarını değil, Batı emperyalizminin sağladığı zenginlikten pay istiyorlardı. Bunlara sosyal şovenistler de denir. Nitekim 1914’te Alman Sosyal Demokrat Partisi ve İngiliz İşçi Partisi, savaş kredileri lehinde oy verdiler. Böylece ideali havaya uçan II. Enternasyonal parçalandı.
II. Enternasyonal de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından yana idi. Bu düşünceye sadece Fransız Jean Jaures (savaş çıkmadan bir suikasta kurban gitti) ile Lenin karşı çıkmıştı
Üçüncü Enternasyonal: Sovyetler Birliği’nin 1919 yılında Stalinist partilere kurdurduğu enternasyonal ya da komintern; daha sonra kominform (1943-1956).
Dördüncü Enternasyonal: Troçkistlerin 1938’de kurduğu enternasyonal.
Sosyalist Enternasyonal: 1917’de Rus Devrimi ile parçalanan II. Enternasyonal’in yerine önce 1923’te, daha sonra 1951’de Frankfurt’ta yeniden kuruldu. Büyük ölçüde II. Enternasyonal’in revizyonist ve sosyal şovenist partilerinin geleneğini sürdürmektedir.
NEO-LİBERAL SİLAHŞOR
Günümüz Sosyalist Enternasyonal’inin işçi sınıfı ve partileri ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. 1980’lerde Soğuk Savaş’ın parçası ve kapitalist refah devletinin savunucusu olan bu örgüt, daha sonra neo-liberalizmin silahşoru oldu; işçi sınıfının kazanılmış haklarına karşı çıkmaya başladı ve küreselleşmenin saflarına iltica etti.
Sosyalist Enternasyonal’de yer alan partilerin, 1914’te savaş kredisini onaylayan ve Sevr’in (Sevres) uygulanmasından yana tavır koyan II. Enternasyonal partilerinden pek farklı olduğu söylenemez. Fransa, İtalya, Almanya ve Birleşik Krallıklar gibi dört üyesi Kosova savaşında yer almıştı. Irak’ın işgaline ses çıkarmadıkları gibi kimileri katkıda bulundular.
Sosyalist Enternasyonal herhangi bir nedenden dolayı CHP’yi eleştiremez, atamaz! Ama biz CHP’ye böyle bir örgütte neden yer aldığını sorabiliriz!
(Ve yarın devam edeceğiz.)
Yazının Devamını Oku 13 Temmuz 2008
CHP’ye oy vermeye hazır bir kitlenin, Genel Başkan Deniz Baykal ve parti programındaki yetersizlikler dolayısıyla oy vermediği safsatasına elbette katılmıyorum. CHP’nin yeterli muhalefet yap(a)madığı iddialarına da katılmıyorum. CHP umut vermiyormuş... Neyin umudunu verecek? AKP ile yarışabilmek için onun gibi kömür ve erzak mı dağıtmalı? O zaman AKP’den ne farkı olur. Tek merkezden, uzaktan kumanda ile yönetilen, CHP’yi kuşatan müthiş bir fesat çemberi var. Tarih önünde sorumluluğu olan bir edebiyat yazarı olarak bu fesat çemberini ihbar etmek zorundayım. Çünkü Hürriyet Gazetesi’nde yazdığım her satır, ölümümden sonra bana hesap soracak. Gazete yazıcılarının büyük bir bölümünün böyle bir sorunu ve etik sorumluluğu yok.
111 YASA İÇİN ANAYASA MAHKEMESİ
Bu nedenle CHP’nin yürüttüğü yasa(l) muhalefetini, mücadelesini sizlere aktarmak için CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’na başvurdum. Gelen bilgiyi sizlerle paylaşıyorum:
"AKP döneminde toplam 111 yasa dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI istemiyle başvurduk. Bu başvurulardan 62’si sonuçlandı. Bu 62 karardan 36’sında iptal kararı, 11’i için de yürürlüğün durdurulması kararı verildi. Buna karşılık, 13 dava CHP’nin başvurusu aleyhine sonuçlanarak, Anayasa Mahkemesi’nce reddedildi. Ayrıca 2 davada da yürürlüğün durdurulması istemi kabul edilmedi. 49 dava ise halen devam etmektedir...
CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurması sonucu iptal edilen veya yürürlüğü durdurulan konuların bazıları şöyledir:
Emeklilerden sağlık katkı payı alınması; Zorunlu emeklilik yaşının 61 olarak belirlenmesi; Taşıtlardan bir kereye mahsus ek taşıt vergisi alınması; Kızılağaçlıkların orman sayılan yerler kapsamından çıkarılması; Federasyon faaliyetlerini yürütecek kimselerin yüksekokul mezunu olmalarının şart koşulması; TESK’te iki dönemdir görevde olan başkanların seçimlere katılmasının önlenmesi; Belediyelerin okul öncesi eğitim kurumu açabilmesi; Yeni kurulan üniversitelerin kurucu rektörlerinin Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan’ın önereceği üç isim arasından seçilmesi; TÜBİTAK’ta boş bulunan bilim kurulu üyeliklerine Başbakan tarafından atama yapılması; Yurtdışından yardım alan derneklerin dolaylı yoldan bu yardımı siyasi partilere aktarmalarına imkán verilmesi; Kurulması öngörülen Kamu Denetçiliği kurumuna atama yapılması; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme iznini kaldırdığı tarihten geriye doğru bir ay içinde, kıyı bankalarındaki hesaplarını (off-shore hesaplarını) mevduat hesaplarına dönüştürenleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nca sağlanan mevduat güvencesi kapsamından çıkarılması; Cumhurbaşkanı’nın seçiminde gözetilmesi gereken toplantı yeter sayısı ile ilgili TBMM kararı."
AVANTACI SEÇMENİN CHP’YE İHTİYACI YOK
Vicdan sahibi hiç kimse, CHP’nin TBMM’de ve yargı organlarında muhalefet görevini yerine getirmediğini kolay ileri süremez. Geçenlerde Beyoğlu’nda bir satış görevlisiyle konuşuyorduk. O da CHP’yi eleştiriyordu. Bunun üzerine, "CHP Taksim Meydanı’nda bir miting yapsa ve ’Bizim iktidarımızda herkes emeğinin karşılığını alacak’ dese oyu yüzde kaç artar?" diye sordum. Bana, "Hiç artmaz!" diye cevap verdi.
Avantacı seçmenin ne CHP’ye ne de yeni bir TİP’e ihtiyacı var! Ama CHP ve TİP türünden bir sol partinin her zaman hazırlıklı ve donanımlı olması gerekiyor. Doping ve Viagra istemez!
Yazının Devamını Oku 12 Temmuz 2008
BAŞKALARINA acı çektirmekten hoşlanan, başkalarına acı çektirerek doyuma ulaşan kimseye sadik denir. Türkçede sadik yerine kullanılan sadist sözcüğünü Fransızca sözlüklerde bulamazsınız, çünkü yoktur. Evet, CHP sadik olarak tanımlayabileceğimiz bir ulusal ve uluslararası saldırıya hedef olmakta. Bunu görmemek için kör, anlamamak budala olmak gerek.
CHP’den kimler, hangi kurum ve kuruluşlar nefret ediyorlar, bu yazıda kısaca değineceğim.
BAZILARININ ÖNÜNDE ÖRGÜTLÜ, ETKİLİ ENGEL
1. ABD: Kemalizm ve cumhuriyet devrimlerini özdeşleştirdiği CHP’yi, en büyük siyasal ideali ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) önünde en etkili örgütlü engel olarak gördüğü için.
2. Avrupa Birliği: Kıbrıs, Ermeni, Kürt, azınlıklar, ülke bütünlüğü konularında, kendi politikaları karşısında CHP’yi en büyük engel gördüğü için.
3. IMF ve Dünya Bankası: Koyun gibi güttükleri iktidara engeller çıkartıp eleştirdiği için.
4. İslamcılar: CHP, cumhuriyeti ve cumhuriyet devrim ve kazanımlarını yılmaz ve yorulmaz bir bağlılık ve dikkatle savunduğu için.
5. Nurcular ve Fethullahçılar: CHP, cumhuriyeti ve cumhuriyet devrim ve kazanımlarını yılmaz ve yorulmaz bir bağlılık ve dikkatle savunduğu için.
6. AKP: İslamlaştırma ve şeriat siyasetinin önündeki en büyük engel olduğu için.
7. MHP: Türk-İslam sentezi ile milliyetçilik kavramının uyuşmazlığına ayna tuttuğu için.
8. DTP: Ulus devletin kurucusu ve temsilcisi olduğu, cumhuriyet devrim ve kazanımlarını savunduğu için.
9. Geçmişte, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde burnu sürtülen solcular nefret ettikleri cumhuriyet ve halkçılığı temsil ettiği için.
Bunlara başkalarını da ekleyebiliriz. Yukarıdaki 9 maddede yer alanlarda olduğu gibi, yapacağımız eklentilerde de CHP karşımıza bir tür "engel" olarak çıkacaktır.
SINIRSIZ ŞEREFSİZLİK VE SOSYALİST ENTERNASYONAL
Son zamanlarda bir de CHP’nin Sosyalist Enternasyonal’den atılma dalaveresini çıkardılar. CHP’yi Sosyalist Enternasyonal’den atacak üyelerin hangisi gerçekten sosyalist, sosyal demokrat acaba? Kalemini AKP iktidarına satmış bir "rate" yazıcı, Avrupa Birliği’nin sol kanadını temsil eden Sosyalist Enternasyonal ile CHP’yi karşılaştırıyor:
1. SE üyeleri "Birey ve azınlık haklarına saygı duyar", CHP saygı duymaz imiş;
2. SE üyeleri "Tarafsız bir adalet sistemi ve bağımsız hukuku savunur", CHP savunmaz imiş;
3. SE üyeleri "Bütün ayrımcılıklara özellikle cins, ırk, etnik köken, cinsel yönelim, din, dil, siyasal ve filozofik inançlar temelinde yapılan ayrımcılıklara karşı mücadele" eder, CHP mücadele etmez imiş;
4. SE üyeleri "İktidarı ele geçirmek için askeri güç kullanmaktan sakınır", CHP bütün siyasetini asker üzerinden yapar imiş.
* * *
Yukarıdaki iftiraları bir mukayese olanağı sağlamak için aktardım. Alçaklık ve şerefsizliğin sınır tanımadığı şu günlerde, örneğin Yunanistan’ın PASOK’u ile CHP’yi karşılaştırmanız için.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
MURAT Belge’nin yazılarını en iyi Vakit Gazetesi değerlendiriyor yıllardır. Adı geçen gazetenin hakkını teslim etmemek dürüstlük olamaz. Her hafta bir-iki yazısından alıntı yaparlar. Benim yazılarımdan da alıntılar yaparlar ama beni yerden yere vurmak, ne melun bir yaratık olduğumu ortaya çıkarmak için? Oysa Murat Belge’nin yazılarından kendi tezlerini desteklemek için yararlanırlar. Murat Belge yazılarını Vakit Gazetesi’nin davasını desteklemek ya da savunmak için yazmasa da sonuçta Vakit Gazetesi onu kendisiyle buluşturuyor.
VAKİT KAÇIRMIYOR
7 Temmuz 2008 tarihli Vakit Gazetesi, Murat Belge’nin 6 Temmuz 2008 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanan "Gelişmenin helezonu" başlıklı yazısını da atlamamış. Vakit, bu yazıdan alıntıladığı bölüme trajik bir başlık atmış: "Belge’den birilerine tokat gibi cevap".
"12 Mart darbesinde ben ’Parti-Cephe davası’nda yargılanmıştım. Epey kalabalıktık. İddianamenin askeri savcılık tarafından yazılması bir yıl kadar (belki biraz az, belki biraz fazla, tam hatırlamıyorum) zaman aldı. O gün ve o koşullarda kimsenin aklından geçmedi, iddianamenin yazılmasının niçin bu kadar uzadığını sorgulamak ya da insanların bir yıl tutuklu kalıp iddianame beklemesinin ’hukuk dışı’ olduğunu söylemek. Ama yalnız ’o gün’ ve ’o koşullar’ değil; şimdi bunları söyleyenler ne zaman bir askeri mahkemenin ve sıkıyönetimin davranışını eleştirdiler?"
DÜŞÜKYAPMIŞ DARBE
Bu cümle nasıl oluyor da zekásı ve donanımı dillere destan Murat Belge’nin kaleminden çıkıyor, hayret!
AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatılma davasıyla ilgili herhangi bir özel yazı yazmadım. "Yargı darbesi!" sabuklamalarına karşı sadece Anayasa Mahkemesi yasal görevini yerine getirmekten kaçabilir mi diye bir soru sordum.
Ergenekon operasyonu konusunda tek bir sözcük bile yazmadım. İddianamenin okunmasını bekliyorum. Ergenekon operasyonu, düşük yapmış bir darbeyi ortaya çıkartır ve sorumluları cezalandırılırsa bu sonuca en azından Murat Belge kadar sevinirim.
Ama şimdi Murat Belge’nin saçmanın ötesine geçen iddiasını teşhir etmek zorundayım.
TRAJİK BİRÇÖKÜŞ
Murat Belge, 12 Mart darbesi ve onun sıkıyönetim mahkemesinin bir tavrı ile bir sivil mahkemenin tutumunu aynı kefeye koyuyor. Demek ki Ergenekon operasyonunda görev alan savcı ve yargıçların, 12 Mart rejiminin savcı ve yargıçlarından herhangi bir farkı yok.
12 Mart döneminde askeri savcılığın iddianamesini geciktirmesini eleştirmek yasa dışı bir eylem olabilirdi. Elimde o dönemle ilgili bir arşiv bulunmadığı için somut bir örnek veremeyeceğim. Ancak Ergenekon operasyonunun hukuk dışı uygulamalarının eleştirisine 12 Mart’tan örnek getirerek karşı çıkmak, Murat Belge’nin değil ama AKP kalkanı İslamcı basının aklına yaraşır. Ne var ki ve ne yazık ki Murat Belge yaptığı bu işi kendine yakıştırıyor. Trajik bir entelektüel çöküş ve iflas durumu ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Murat Belge, Kuddusi Okkır cinayetini de 12 Mart’tan bir örnekle mazur göstermeli artık! Yoksa Vakit Gazetesi’ni, İslamcıları, Nakşileri, Nurcuları, Fethullahçıları, AKP’lileri, ikinci cumhuriyetçileri, yeni mürtecileri gücendirir! Haydi Murat Belge göster kendini!
Yazının Devamını Oku