24 Ağustos 2008
TARİKATÇI ağızlara bakacak olursak Kurtuluş Savaşı’nı tarikatlar kazanmıştır. İslamcılara inanacak olursak birinci Meclis şeyh ve hocalarla dolu olduğu için demokrasinin doruklarında dolaşmaktadır. Ancak Kemalizm tarikatlara ihanet etmiş, onları kapatmıştır! * * *
30 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı tekke ve zaviyeleri kaldıran yasa durup dururken ortaya çıkmamıştır. Bu yasa Şeyh Said İsyanı’yla, Şeyh Said İsyanı da hilafetin kaldırılmasıyla ve Musul sorunuyla ilgilidir. Musul sorunu ile Şeyh Said İsyanı’nın gerisinde Musul petrollerine el koymak isteyen İngiltere vardır:
3 Mart 1924: Hilafetin kaldırılmasını ve Osmanoğulları hanedanının yurtdışına çıkartılmasını öngören 431 sayılı yasa.
20 Eylül 1924: Musul Sorunu Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. Sınırda Türk ve İngiliz askerleri arasında gerginlik çıkması üzerine Cemiyet 29 Ekim’de geçici bir sınır belirledi.
17 Kasım 1924: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu.
13 Şubat 1925: Şeyh Said ayaklanması, Genç sancağının Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde Şeyh Said’in himayesine sığınan kanun kaçaklarının jandarmalara ateş açmasıyla başladı.
4 Mart 1925: Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edildi.
15 Nisan 1925: Şeyh Said Varto yakınlarındaki Carpuh Köprüsü’nde yakalandı.
14 Mayıs 1925: Yakalanan isyancıların yargılanmasına Şark İstiklal Mahkemesi’nde başlandı.
29 Haziran 1925: Ölüm cezasına çarptırılan Şeyh Said ve 47 asi lider idam edildi.
* * *
Resmi Tarih’in yazdığına göre, siyasal etkinliklerde rol oynayan, toplumda her türlü yeniliğe karşı çıkan tarikatların, Cumhuriyet yönetiminde bir yeri ve etkinliği olmamalı idi. Doğu illerinde patlak veren Şeyh Said İsyanı’nın gerisinde İngilizlerin kışkırttığı tarikatlar yer almaktaydı. (Gayri Resmi Tarihler ne yazıyor acaba?)
Mustafa Kemal, 30 Haziran 1925 tarihinde şöyle konuşuyordu:
"Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat (yol) uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat başkanları bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile algılayacak ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin bundan böyle olgunluğa eriştiklerini kabul edeceklerdir."
* * *
Mustafa Kemal, Ankara’ya döndükten sonra ilk olarak bu konuda bir hükümet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması karar altına alındı. Ancak, doğuda kurulan İstiklal Mahkemesi kendi bölgesindeki tekke ve zaviyeleri kapattığı için 677 sayılı yasanın artık çıkartılması gerekiyordu.
Yasa Konya milletvekili Refik Koraltan ve beş arkadaşının önerisiyle 30 Ekim 1925 tarihinde çıkartıldı.
Günümüzde Şeyh Said İsyanı’na merhametle yaklaşanlar, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yerden yere vuranlar, 677 sayılı yasanın çıkartılmasını aymazlık olarak görenler ve bu nedenle kendi resmi tarihlerini yazanlar, artık tarikatların TÜSİAD gibi, Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği gibi, TÜRK-İŞ gibi tüzel kişilik olarak tescil edilmesini istiyorlar. (İlk yayın: 29.09.06) (Devam edecek.)
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2008
ÇOK bilmişler tayfası, CHP’nin 14 Mayıs 1950’den itibaren halkın teveccühünü kazanamadığını söylerler ve kestirmeden "sol"u da mahkûm ederler. Bu bilmişlik karşısında CHP de, "sol" da mahcup mahcup boyun büker. Ne yapsınlar, tarikatlardan mı, yoksa şeyhlerden mi, düğünlerde gelinin boynuna 20 kilo altın takan, damadı dolarlarla dekore eden feodalite kalıntısı aşiretlerden mi şikáyet edecekler, yoksa onlara mı sığınacaklar?
Hele karşılarına sabuklamayla karışık İdris Küçükömer ve Kemal Tahir yorumları da çevik kuvvet olarak çıkartılmışsa ne yapsın zavallılar?
* * *
17 Eylül 2006 tarihli Hürriyet Pazar’da yayınlanan "Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritası"nı gördünüz mü? Bir de ana nitelikli, horanta sahibi tarikatlar var: Nakşibendilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Bayramilik, Rıfailik, Melamilik, Kadirilik, Halvetilik... Bunların yanı sıra zaman zaman batıp çıkan tarikatlar da vardır. Örneğin, 1950’lerde Ticanilik ünlüydü. Atatürk’ün heykel ve büstlerine saldırırlardı.
* * *
İsmailağa cemaati kuburunun patlaması üzerine yapılan yorumlar, sorunun artık bir dönüm noktasına geldiğini, bıçağın kemiğe dayandığını gösteriyor. Gazetelerde okuyoruz, televizyonlarda izliyoruz, radyolarda dinliyoruz: Tarikatlar aslına bakarsanız barış içinde Allah’ı arama yolları imiş; Cumhuriyet tarikatları, tekke ve zaviyeleri kapatarak büyük bir suç işlemiş; tarikat ve cemaatlerin bugünkü durumu yasaklamanın, cart curt etmenin etkili olamadığını, olamayacağını gösteriyormuş... Peki ne yapılacakmış?
Cumhuriyet’in yaptığının tersini yapmak ve tarikatlarla iyi geçinmek gerekiyormuş.
İslamcılar, tarikatçılar, Cumhuriyet karşıtları böyle fetvalar veriyorlar ve Emre Kongar dışında kalan aydınlarımız, bu muhteremlerin karşısında, "Biz ettik siz etmeyin" tarzıyla el ovuşturuyorlar.
Ayıptır! Mademki Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları’nı yanınıza almak ve gerektiğinde haziruna hatırlatmak aklınıza ve işinize gelmiyor, bari Cumhuriyet’i rahat bırakın.
Cumhuriyet’e karşı öylesine bir psikolojik savaş açılmış ki Anayasa’nın "İnkılap kanunlarının korunması" ile ilgili 174. maddesini ve bu maddede sayılan 8 adet devrim kanununu kimse anımsamıyor, anımsamak istemiyor. Anımsamak utandırıyor ve korkutuyor.
Efendim, tarikatlar sosyal nitelikli imiş! Peki Cumhuriyet ne nitelikli?
Ayıptır! 1946’dan itibaren Adnan Menderes ve Demokrat Parti tarafından başlatılan ihanet, Cumhuriyet ve demokrasiyi teslim almış durumda ama hálá yasakçı(!) ve jakoben(!) Cumhuriyet suçlanmakta... Ah, ah! Şu AB, TSK’yı iyice bir iğdiş etse, iş tamam olacak!..
* * *
Trajikomik olan şu ki 30.11.1925 tarihinde kabul edilen 677 sayılı kanun tasarısı, Demokrat Parti’nin dört kurucusundan biri olan Refik Koraltan (ötekiler: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü) ve beş arkadaşı tarafından hazırlanıp önerilmişti. Yasanın adı "Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Önlenmesi ve Kaldırılmasına Dair Yasa" idi.
Şimdi millet kuyruğa girmiş, tarikat şeyhlerinden, cemaat hocalarından bu yasadan dolayı özür dilemek için yarışmakta. Güya tarikatlar sivil toplum örgütleri imiş! 1925 öncesinde ve sonrasında fesat yuvaları olan tarikatlar ancak "sefil toplum örgütü" olabilirler. (İlk yayın: 27.09.06) (Devam edecek.)
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2008
BUGÜN bir katmerli yanlışı düzelteceğiz: "Paradigma", "empati" gibi fiyakalı sözcükleri seven İslamcı münevveran, gazeteci ve yazarlar sınıfı, bin yıllık tarikatlara "Sivil Toplum Örgütü" (STÖ) kılıfı giydirmeye bayılıyor. Sivil Toplum Örgütleri’ne bayıldıklarından değil, en iyi tebdil-i kıyafet olanağı olduğu için. Siz hiç Nakşibendi tarikatının Yatağan Santralı’yla, barajlarla, nükleer artıklarla, vb. ilgilendiğini duydunuz mu?
* * *
Keşke Sivil Toplum Örgütü olsalar da Cumhuriyet’le barışsalar, ya da keşke Cumhuriyet’le barışsalar da Sivil Toplum Örgütü olsalar. Ne yazık ki durum böyle değil.
Temeli dünya nimetlerini terk etmeye, yani "zühd"e dayanan tasavvufun İslam dünyasında ortaya çıkışının temelinde, Hz. Muhammed’in ölümünü izleyen yıllarda İslam fetihlerinin yol açtığı aşırı zenginleşme yatar.
Dünya nimetlerinden kaçmak için kuruldular, kısa süre içinde "kara şirket" oldular.
* * *
Arapça’da yol anlamına gelen tarikat sözcüğü, başlangıçta sufinin Allah’a ulaşmak için izlediği mistik yolu ifade ediyordu. XI. yüzyıldan başlayarak, bir tasavvuf büyüğünün adı etrafında örgütlenmiş topluluklar ortaya çıkmaya başladı. Başlangıçta sufinin isteğine bağlı olan gönüllü ibadet, evrad ve zikirler belirli kurallara bağlandı ve şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan manevi makamlar ortaya çıktı. Başlangıçta kendi yollarını kendileri seçen sufiler, daha sonra bir tarikata girmek ve mürşide bağlanmak zorunda kaldılar. Zamanla her tarikatın "adap-erkán" denilen kendi iç kuralları oluştu ve aralarındaki farklılıklar belirginleşti. Ve bireysellik de, özgür irade de sona erdi, köle düzeni başladı.
Sufi ile Allah ve Kuran-ı Kerim arasına şeyhler, mürşitler ve rehberler girdiği andan itibaren yozlaşma ve sapma başlamıştır. Bütün tarikatlar tasavvufun yozlaşmış hallerinden biridir. Yüzlerce tarikat arasında ancak biri kaynağa sadık olabilir, onun dışında kalan bütün tarikatlar gerçek kaynaktan sapmadır. Ama hangisi sadık?
Tarikatların Kuran ve sünnetten sapma olduğunu ileri süren İslam bilginleri var.
Şu anda tasavvuf ile tarikat aynı şey değil artık. Günümüzde gerçek İslam’ı temsil etmeyen tarikatların çevirdiği siyasi ve ekonomik fesatlar, bu yazının konusu değil.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, TBMM’nin bir tarikatlar konfederasyonu olduğunu söylüyor.
* * *
Bu yazının konusu, tarikatların birer Sivil Toplum Örgütü olmadığı. İş sadece İslamcı çevrelerde kalsaydı bu yazıyı yazmazdım. Dolap çevirmek onların en doğal hakkı. Tarikatların, tarikatların içinde yer alan cemaatlerin birer Sivil Toplum Örgütü olduğunu sanan; tarikatlar, cemaatler ile demokrasi arasında ilişki kuran üniversite hocaları, gazete yazarları ve politikacılar var. Bu nedenle bu "kara balon"un patlatılması gerekiyor.
STÖ’lerin İngilizce karşılığı NGO’lardır, yani Non-Governmental Organization. Hükümet dışı, hükümetlere karşı bağımsız örgütler. Türkçe’deki "sivil" sözcüğü de "İslami örgüt"ü içermez. Bir İslami örgüt, en azından bir piyade alayı kadar sivillikten uzaktır.
Öte yandan şeyh-mürit ilişkisinin olduğu yerde eşitlik ve özgürlük olmadığı gibi müridin özgür iradesinden de söz edilemez. Kestirmeden söylemek gerekirse, tarikatlarda demokrasinin "D"si bile söz konusu değildir. Durum böyle olduğu için ancak tarikat mensubu üniversite hocaları ve şeyh müridi gazete yazarları, tarikatların STÖ olduğunu söyleyebilir. (İlk yayın: 26.09.06) (Devam edecek)
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2008
BAZI mesajlar beni kuşkuya düşürüyor: Bu insanların beynine çip mi yerleştirmişler, yoksa belli bir hedefe programlanmış robotlar mı? Yahya Selçuk adlı okurcu da bunlardan biri. Bakın yazılarımdan nasıl bir sonuç çıkarmış:
"CHP tam senlik bir parti, kullanılma tarihi geçmiş, çağdaşlaşmaya çalışmadığı için çağdışı kalmış..."
CIA’nın insanların ve robotların kafasına yerleştirdiği çiplerde var bu cümle.
"Sana ulaşan okurlarını horlayıp onları bir boktan anlamayan yerine koyduğun..."
Doğrusunu söylemek gerekirse, insanlara ve halka a priori saygım, sevgim yoktur. Özellikle de beyninde bir CIA çipi bulunan Yahya Selçuk gibilere.
ÖZGÜR BİLİNÇ YOK
Vatan Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan’ı "Tarikatların etkin olduğu ülkede demokrasi olmaz!" (11.08.08) ve "Tarikatların gölgesinde göstermelik demokrasi!" (12.08.08) yazılarından dolayı kutlamak istiyorum. Daha önce de bu konuya değinmiş miydi anımsamıyorum, ama Türk siyasetinin irinli yarasını işaret ediyor.
Türk siyasetine, seçim sistemine ve seçim sonuçlarına tarikatlar açısından baktığımız zaman Türkiye’nin bir feodalite ve aşiret devleti olduğu, seçmenlerin henüz özgür bilinçle tanışmadığı görülecektir. Türkiye’nin modern devletini henüz kuramadığı ve kuruluşun önündeki en büyük engelin de gene tarikatlar olduğu... Nerede kamuoyunu yoklayıp duranlar?
Bu nedenle AKP’nin kapatılması davasında ve ardından Ergenekon davasında bugüne kadar söyleyecek bir laf bulan gazete yazıcıları, tarikatlar ile ilgilenecekler mi? Hiç sanmam, bu konuyu kulakla idare edemezler, ciddi ciddi okumalara girişmeleri gerek.
Ben "Türkiye’nin en büyük düşmanı tarikatlardır!" diye yazayım da en azından bu cümlenin yanlış (!) olduğunu kanıtlamaya kalkışırlar.
1950’DEN BERİ SUÇ
Anayasa’nın 174. maddesi tarafından korunan 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair devrim yasası, tarikatları yasaklamıştır.
Daha açık ve okunaklı yazacak olursak: 30 Kasım 1925’ten bu yana tarikatlar yasaklanmıştır.
Peki fiilen yasak mıdır? Hayır!
1950’li yılların başında Adnan Menderes tarafından Nurculuk serbest bırakılarak Anayasa ilga edilmiş ve 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı kanun yok farz edilmiştir.
1950 yılından bu yana gelmiş geçmiş bütün Yargıtay Başsavcıları, Cumhuriyet Savcıları suç işlemiş ve işlemektedirler.
UZLAŞMAK İÇİN DEĞİL
"Uzlaşma! Uzlaşma!" diye höykürenler Cumhuriyet’in en önemli dayanaklarından biri olan 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı yasanın iptal edilmesini istemektedirler. O zaman Cumhuriyet düzeninin yapıları, İslamcı düzenin yapıları olan tarikatlarla bir arada yaşayacaktır; Cumhuriyet düzeni yok olacaktır.
Cumadan itibaren 22, 23, 24, 26, 27 Ağustos günleri 2006 yılında yayınlanan bir tarikat dizisini yeniden yayınlayacağım. Ve ondan sonra devam edeceğim: Uzlaşmak için değil elbette!
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2008
TÜRK basınında paraya "arpa" diyen ve yem torbalarını arpayla doldurmak peşinde birtakım malumattıraş vardır. Örneğin, günümüzde, AKP’nin rezil politikalarını gözlerden saklamak için 1923-1950 arasında CHP hükümetlerinin demokrat olmayışlarını ileri sürüp ortalığı toz-duman ederler.
Gerçeklerin dedikleri gibi olmadığını anlatmak için canım çıktı. Karşınızdaki insanların niyeti bozuk ise elinizden bir şey gelmez.
11. SAYFADAKİ ŞEMA
Bu kez elimde sağlam bir kanıt var: "Medeniyetler Çatışması"nın yazarı Samuel P. Huntington’ın "Üçüncü Dalga, 20. Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma" (Kıta Yayınları). Sonuç pek parlak olmasa da çeviriyi ünlü Prof. Dr. Ergun Özbudun yapmış.
Kitabın 11. sayfasında şöyle bir şema var:
- Birinci uzun demokratlaşma dalgası: 1828-1926
- Birinci ters dalga: 1922-1942 (yani demokrasiden uzaklaşma, Öİ)
- İkinci, kısa demokratlaşma dalgası: 1943-1962
- İkinci ters dalga: 1958-1975 (yani demokrasiden uzaklaşma, Öİ)
- Üçüncü demokratlaşma dalgası: 1974 -
Samuel P.Huntington 1922-1942 yılları arasında bazı demokratik devletlerin (Almanya, İtalya) bu konumlarını koruyamadıklarını, bazı yeni kurulan devletlerin konjonktürler nedeniyle işe demokrasiyle başlayamadıklarını söylüyor. O yıllar arasında, demokrasiyle gerdeğe giren yeni bir devlet yok!
BİR YALAN BAKTERİSİ
Aynı adamlar, bu kez, son yıllarda, AKP’nin şu anda alternatifsiz olduğunu ileri sürüyorlar. AKP gerçekten alternatifsiz mi yoksa böyle bir yalan bakterisi mi enjekte ediliyor insanların kafasına.
İslamcı seçmen tarikatlar tarafından denetleniyor, Kürt milliyetçisi seçmen PKK tarafından yönlendiriliyor ise Alevi seçmen CIA ve ortakları tarafından ne yaptığını bilmez hale getirilmiş ise aydınlar 12 Mart ile 12 Mart döneminin dayağını yemiş burjuva solcuların ağıtlarına kanmış ise kuşkusuz AKP’nin alternatifsiz olduğu ileri sürülebilir.
Ancak utanç ve hicap duygusuyla dile getirilebilecek bu aksiyomlar, bu varsayımlar, zafer işaretleri yapılarak neşe işinde ilan ediliyor. Yüz karası!
DERENİN NERESİNDESİNİZ
Efendim, yüzde 46.7’lik AKP’nin alternatifi vardır ve bu alternatifin oy oranı yüzde 42.05 değildir. Alternatif aynı yerde otlayan siyasal partiler değildir. Karşı yakanın siyasal partileridir. CHP ile AKP derenin iki yakasında mı bulunuyor? Bulunuyor! Siz derenin neresindesiniz? Eğer sizler falanca holdingin filanca holdingi iç etmek ya da iflas ettirmek için çevirdiği dolaplardan şikáyet ediyorsanız, siz hiçbir yerdesiniz!
Falanca holdingin filanca holdingi yeme ve ezme stratejileri kapitalizmin şanındandır. Holdingler barış içinde birlikte yaşama "gayreti içinde" iseler bu sisteme kapitalizm denemez.
* * *
Alternatif sizlersiniz, CHP değil!
AKP’ye alternatif yok demek, "Ben yokum, yaşamıyorum!" demektir.
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2008
"CHP Gibiyim" adlı yazım için iki e-posta örneği vereceğim: "Miadı dolmuş bir partiyi savunmaya gerek yok. Artık cevap vermiyor hale duruma." (Yasin Kocatürk)
"Senin gözünü çapak bağlamış. Bütün dünya gördü sen hálá görmemekte direniyorsun. CHP bugün artık resmen faşist bir partidir." (Ahmed Doğaner, Hollanda’dan)
Kendi başlarına helanın yolunu bulamayacak iki adam! Bre Ahmed Doğaner, ben ne yazmışım: "Sürünün su içtiği yerden su içmem. Sürünün gecelediği yerde gecelemem!" Bu ne demek: "Bütün dünyaya rağmen ve bu dünyanın karşısında bir varlığım!" demek.
Ancak Yasin Kocatürk ile Ahmet Doğaner gibileri yabana atmayın. Yalanın bulaştırıcısı ve yayıcısı bunlardır. CHP’yi saran karabüyü kırıldığı zaman CHP cazgırlığı yapacak olanlar da bunlardır.
KİM? GRAHAM FULLER
Size bir kitaptan söz edeceğim: Yılmaz Polat’ın "CIA’nın Muteber Adamı" (Ulus Dağı Yayınları.) "CIA’nın Muteber Adamı" kim? Graham Fuller: CIA ajanı, Türkiye’deki CIA şefi, ABD casusu, Türkiye hakkındaki yüzeysel casus bilgisini paraya tahvil eden bir açıkgöz, Türkiye’ye gelen ilk Barış Gönüllüleri’nden biri.
Bu Graham Fuller, ABD’nin Türkiye’deki çıkarları konulu bir rapor hazırlıyor Pentagona. Sonuçta Türk-Kürt-İslam sentezli ılımlı İslam’a varıyor. Sözünü ettiğim kitapta yer alan bazı Graham Fuller cümleleri aktarıyorum:
"Atatürk’ün düşünceleri çağı için son derece güçlü düşüncelerdi, ama onun sayesinde yaratılmış olan, kendisine entelektüel güven duyan bugünün güçlü Türkiyesi artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü hatta İslam’ın günlük yaşamdaki yerini yeniden düşünebilmelidir." (S.8)
"Oysa bugün Türkiye’nin İslami düşünce ve eğilimleri konusunda daha esnek olabilmesi mümkündü? Geçmişteki radikal laiklik politikaları döneminde İslam’ın yaşamımızdan nasıl dışlanacağı adeta fikri sabit haline gelmişti." (S.8-9)
VE FULLER’İN YARDIMCILARI
Ilımlı İslam konusunda Graham Fuller’in yardımcıları, esin kaynakları kimlerdi? Prof. Sabri Sayarı (Şimdi Sabancı Üniversitesi’nde), Henry Barkey, Fethullah Gülenciler, Morton Abramowitz, Richard Perle, Douglas Feith, Bülent Ali Rıza, Zeyno Baran, Soner Çoğaptay, Rumi Form ve Prof. Zeki Sarıtoprak, Ömer Taşpınar ve onun kadrosundan Yasemin Çongar, Ruşen Çakır, Ali Aslan... (Bk: "CIA’nın Muteber Adamı")
"Fuller’in görüşleri, Türkiye’de, İkinci Cumhuriyetçi olduğunu söyleyen bir grup eski komünist yeni dinci yazar-aydın-akademisyen tarafından çabucak benimsenip desteklendi. Bu destek rastlantısal değildi. Kapalı kapılar ardında ılımlı İslam tezi, Kürtçülüğü de içine alarak ağını planlı bir biçimde örüyordu." (S.9)
ILIMLI İSLAM NEYE KARŞI?
Yılmaz Polat’ın kitabında kanıtladığına göre, Graham Fuller’in ılımlı İslam’ı 1923 Cumhuriyeti’ne, Cumhuriyet laikliğine, Mustafa Kemal’e, Atatürk’e, bağımsız Türkiye’ye, Türkiye’nin üniter devletine, Kemalizm’e karşıdır.
Ilımlı İslam’ın amacına erişmesi için CHP, Kemalizm ve Kemalistler, Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler ortadan kaldırılmalıdır. Ilımlı İslam’ın karşısındaki engeller bunlardır.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2008
CHP’ye kimler oy vermiyor, CHP’ye kimler oy verdirmiyor?<br><br>İslamcılar, CHP laiklik ilkesi başta olmak üzere Cumhuriyet devrimlerinden ayrılmadığı ve onları savunduğu için, oy vermiyorlar. Kürt Milliyetçileri, CHP üniter devleti savunduğu için oy vermiyorlar.
Döne döne aşırı sağın hizmetine giren burjuva kökenli eski solcular (Bir kez daha yazıyorum: Burjuva kökenli eski solcular) İslamcıların ve Kürt milliyetçilerin oyunu alamadığı için CHP ile dalga geçiyorlar.
Laiklik ve üniter devletten ödün vermeyen bir CHP bu iki kesimin oyunu alabilir mi? Yoksa kendi programına ihanet etmekle kalıp avcunu mu yalar? İkincisi olur!
NEDEN OY VERMİYORLAR
İslamcıların ve Kürt milliyetçilerin CHP’yi sevmemeleri kendi açılarından haklı nedenlere dayanıyor. Siyaset gayri meşru olarak etnisite ve dine indirgenmiş ise, bu etnisite ve din bir yabancı’ya, bir öteki’ne neden oy versin? Ey yetersiz ve yeteneksiz toplum ve siyaset bilimcileri, kim kimi yabancılaştırıyor, kim kimi ötekileştiriyor? Aranızda Türkiye İşçi Partisi’ni bilenler ve hatırlayanlar var mı, TİP neden kapatıldı?
Peki İslamcı ve Kürt milliyetçisi olmayan seçmenin önemli bir bölümü neden CHP’ye oy vermiyor? Yani Aleviler, işçiler, köylüler, memurlar, türlü çeşitli kadınlar?
(Bu arada, ayrı ve bağımsız bir bölümde inceleyeceğim tarikat gerçeğini kavramaya ön hazırlık olmak üzere: "Tarikat Sapmadır, Sivil Toplum Örgütü Değildir" (26.09.06); "Tarikatlar ve Devrim Yasaları" (27.09.06); "Tarikatların kan davasının nedeni" (29.09.06); "1950’den bu yana tarikatların intikamı" (30.09.06); "Demokrasinin önündeki engel: Tarikatlar" (01.10.06) başlıklı yazılarımı Hürriyet arşivinden ya da "Hürriyetim"in "Özdemir İnce’nin tüm yazıları" bölümünden okuyabilirsiniz.)
CIA ŞEFİNİN RAPORU
Mark Mackinnon’un "Renkli Devrimlerin Sırrı: Yeni Soğuk Savaş" (Destek Yayınları) adlı kitabını okumuş muydunuz? Orada adı geçen ve ABD Federal hükümeti, Pentagon, CIA tarafından desteklenen bütün STÖ’ler: Freedom House (Özgürlükler Evi), IRI, NDI, NED, George Soros ve Açık Toplum Enstitüsü. Bunlar CHP’yi düşman sayarlar!
Şimdi elimizin altında olan-biteni iyice anlamamızı sağlayacak usta işi bir kitap var: Yılmaz Polat’ın "CIA’nın Muteber Adamı" (Ulus Dağı Yayınları).
"CIA’nın Muteber Adamı" = Graham Fuller! CIA ajanı, Ilımlı İslamcı Graham Fuller!
CIA’nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller Pentagon hesabına yıllar önce "Türkiye’nin İslam Köktendinciliğinin Geleceği (The prospects for Islamic Fundementalism in Turkey)" adlı 90 sayfalık bir rapor hazırlamıştı. Bu raporun mimarlarından biri de Profesör Sabri Sayarı (Boğaziçi Üniversitesi. Georgetown Üniversitesi, RAND Corporation, Heath Lowry, Sabancı Üniversitesi) idi.
Graham Fuller’in ılımlı İslam’dan nemalanacak Amerikan çıkarları (s. 1-6) listesini ayrıntısıyla okuduğunuz zaman programın önündeki en büyük engelin CHP olduğunu anlayacaksınız.
ABD ÇIKARLARININ HEDEFİ
CHP 12 Mart’tan bu yana ABD çıkarlarının hedefinde bulunuyor. Bu ABD Türkiye’de CHP karşıtı 5. kol yaratmaz mı? "Baykal gitmezse CHP’ye oy vermem!" bataklığına insanları CIA’nın ürettiği 5. koldan başka kim sokabilir!
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2008
"CHP gibiyim; her şeyi tenkit ediyor, hiçbir şey yapmıyorum." (Dinç Bilgin, Zaman, 10.08.08, S.6)<br><br>"Baykal’ın her sözü beni ürkütüyor." (Ahmet Türk, Taraf, 11.08.08, S.11) "Dolmabahçe görüşmesinde Başbakan, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı anlaşmış görünüyor. Böyle gitmez. Bütün bunlara teslim olursak Türk devleti çözülür dediler. Hiçbiri bu tarihsel sorumluluğun altına giremezdi. Normalleşmeyi onlar sağlayacaklar ki Türkiye dünyada hak ettiğimiz yeri bulsun. Yalnız CHP dışında kalarak kendi tasfiye sürecini başlattı." (Serdar Turgut, Yeni Şafak, 11.08.08., S.13)
"CHP’ye verilen her oy parti prens ve prenseslerini, kral ve soytarılarını koruma altına almaya yarıyor, laikliğe inanan halkı aynı zor kaderi yaşamaya mahkûm ediyor." (Sabri Güler adlı vatandaşın, 10.08.08 tarihinde dünyaya saldığı elektronik posta. Manifestonun altında Önder Sav’ın fotoğrafı, fotoğrafın üzerinde de "Bu adama oy yok" yazısı.)
Pek ender çıktığım tıkınma dünyasında, Türkiye’yi ve Anayasa’yı savunduğu için Onur Öymen’in eski komünist ve sosyalistler tarafından faşist olmakla suçlandığına tanık oldum.
İNSAF ARTIK!
Bu iddialar arasında sadece Serdar Turgut’unki ciddiye alınabilir: Eğer CHP de Dolmabahçe toplantısına davet edilmiş olsaydı. Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik karşıtı odak olmakla suçlanan (ve kanıtlanan) bir partinin Genel Başkan’ı ile Genelkurmay Başkanı halvet olacaklar; Anayasa Mahkemesi’ndeki davadan devletteki konumu sayesinde kurtulan Cumhurbaşkanı kararlara ortak edilecek... Sonra, bir gazetenin genel yayın yönetmeni, CHP’yi katılmadığı bir toplantıda alınan kararları paylaşmadığı (!) için suçlayacak. İnsaf artık! Gelecekte neyin ne olacağı belli olmaz. Bakarsınız: Tasfiye sürecine gireceği ileri sürülen CHP sayesinde devlet ayağa kalkabilir; normalleşmeyi sağlayacağı ileri sürülen üçlü, bakarsınız Yüce Divan önünde hesap verir.
İŞKENCEDE SÖYLEMEM
Hayatımın hiçbir döneminde sürünün su içtiği yerden su içmedim, gecelediği yerlerde gecelemedim. Bu nedenle her türlü psikolojik sivil savaş darbe ve şerbetlerine karşı şerbetliyim. Hayatımın hiçbir anında "vur abalıya!" demedim. Hayatımın hiçbir döneminde CHP’li olmadım, bir kez, 1973 seçiminde yüzde 33.29 oy alan CHP’ye oy verdim. Bir kez de SHP’ye. Buna karşın seçimlere girdiği sürece Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) oy verdim; seçimlere girmeye başladığından bu yana da kendi partime oy veriyorum.
İşkence tezgáhında bile ağzımdan alamayacakları bu itirafı CHP’yi savunabilmek için yapıyorum. Adalet için yapıyorum!
KARABÜYÜ AYİNİ GİBİ
CHP’nin kurban edildiği sapık bir karabüyü ayinindeyiz sanki: Hálá bir káşanede oturmakta olan müflis bir işadamı, para işlerinden mahkûm olmuş bir medya patronu halini tasvir için CHP’yi kullanıyor. Ayıptır! CHP ve Deniz Baykal, üniter devleti savundukları için Ahmet Türk’ün kıyma makinesinde kıyılıyorlar.
Kuşkusuz CHP, "Aşağıya din-iman, yukarıya han-hamam" düzenine yakışmıyor!
CHP’nin kapısına kilit vuruluncaya kadar bu insanlar rahat etmeyecekler. Kim bu insanlar, yarına!
Yazının Devamını Oku