Özdemir İnce

Kitap, çağdaş devlet ve toplum

1 Ekim 2008
"İyi günler özdemir bey..ben ??.. anadolu lisesinden ???? okulumuza yeni bi kütüphane kurduk ve daha gelişmesini tamamlayamadı..okulumuz olarak bu konuda çok istekliyiz fakat bir türlü kitap temin edemiyoruz..sizinde yardımlarınıza ihtiyacımız var.. eğer bu konuyla ilgilenirseniz -ki ilgilenmenize gerçekten ihtiyacımız var- cevabınızı bekliyorum..şimdiden çok teşekkürler.." * * *

Yukarıdaki elektronik mektup bir Orta Anadolu ilçesinden geldi. Bir kız öğrenciden. Yazdığı gibi yayınlıyorum. Aslında bir tek e-posta değil, her gün birkaç tane gönderiyor.

Öğrencinin yaşadığı ilçe hakkında internette araştırma yaptım: İlçenin nüfusu 50 bin dolaylarında. Tarım ve hayvancılık ekonomisinde önemli bir yer tutuyor. Buğday, arpa, çavdar ekiliyor. Şeker fabrikası olduğundan şekerpancarı da yetiştiriliyor. İlçede ayrıca tuğla, gıda ve yem fabrikaları var. Ama buna karşın "Devlet Hastanesi’nde uzman doktor sıkıntısı had safha"ya gelmiş.

* * *

Gazete yazıcıları, edebiyat yazarları okuduğunuz mektup benzeri mektuplar alırlar. Aralarından bazıları kendi kitaplarını gönderir. Kimileri de bizim Yazı İşleri Müdürlerinden Doğaner Gönen gibi kitap toplayıp kendi memleketine gönderir.

50 bin nüfuslu bir ilçenin Anadolu Lisesi öğrencileri neden yazarlardan, gazetecilerden kitap isterler? Yazarlar ve gazeteciler nereden bulacaklar kitabı? Bulsalar kaç kitap bulacaklar? Ayrıca belli bir programa bağlı olarak gönderilmeyen kitaplar bakalım okul kütüphaneleri için uygun olacak mı? Bunları düşünürüm ben. Ben tutup sol ağırlıklı 20-25 kitap göndersem, bir başkası irticai kitaplar gönderse ne olacak, başka biri porno gönderse?

* * *

Düşünün ki 50 nüfuslu Anadolu Lisesi’nin bir kitaplığı yok! Mimar kütüphaneli bir lise binası çizmemiş, yaptıran böyle bir gereksinim duymamış, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı kendi yayınlarını okul açılmadan lisenin kütüphanesine göndermemişler. Öğrenciler kütüphane kuruyorlar!

Peki öğrenci velileri, okul-aile birliği ve öğretmenler ne yapıyorlar? Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinde okul kütüphaneleri için para yok mu? İnternette fotoğrafını yayınlayan belediye başkanının belediyesi okul kitaplıkları için para ayırmıyor mu? Ama ilçenin mutlaka bir futbol takımı vardır ve belediye bu takım için uçan kuştan bile para topluyordur.

* * *

Bu ilçede belediyenin ramazan çadırı yok mu acaba? İlçenin zenginleri fitre ve zekátları için neden okulları düşünmezler; camilerin önünde para toplayanlar topladıkları paraların bir bölümünü neden okullara vermezler?

Okullarda kitaplık yoktur ama Milli Eğitim Bakanlığı bilgisayar dağıtmakla övünür. Kitaplığı olmayan okullarda bilgisayar ne işe yarar? Umberto Eco’nun da dediği gibi bilgisayar "kitap"ın değil ancak ansiklopedinin yerini tutar.

Okullarımızın içine düştüğü kötü durumun kuşkusuz en büyük sorumlusu Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Ama öğrenci ailelerinin, velilerinin ve okul-aile birliklerinin de sorumluluğu az değil.

Önemli not: Mektubu yazan öğrenci yazım kurallarını mutlaka iyi öğrenmeli!
Yazının Devamını Oku

Tersine bir politik bilinç örneği

30 Eylül 2008
’BEN, 2 kız çocuklu bir aile babasıyım. Hazırlıkla beraber, 5 yıllık Mersin Turizm İşletmecilik ve Otelcilik mezunuyum. Yaklaşık 1 yıldır işsizim. Haliyle, maddi olarak problemler yaşıyor, özellikle kredi kartı borçlarımı ödemekte zorlanıyorum? / Siz, AK Parti’yi kömür, un, şeker vb. ürünler dağıtmakla, halkı da göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalı diye suçluyor, dolayısıyla oyunu satmakla eleştiriyorsunuz? / Sizin, ne kadar maaş aldığınızı ve ne kadar rahat bir hayat yaşadığınızı herkes biliyor. Madem her şeyin doğrusunu biliyorsunuz; bu kardeşinize bir yardımda bulunun da ben sizin ne kadar hümanist, yazdıklarınızdaki gibi halkı düşünen, iyiliksever insanlar olduğunuzu göreyim. Ve, çevreme, sesimin gittiği her yere; sizlerin ne kadar duyarlı insanlar olduğunuzu haykırayım...

Hesap Numaram: ???

Not: İş konusunda bana yardımcı olursunuz diye, ekte CV’mi gönderiyorum?’

ERDOĞAN’DA DA AYNI MANTIK VAR


Yukarıdaki elektronik mektup bana Mersin’den geldi. Gönderenin adını ve banka hesap numarasını vermiyorum. M.K. şimdi İstanbul’da Ümraniye’de oturuyor. Verdiği bilgiye göre İngilizceyi çok iyi, Almancayı orta derecede biliyormuş. 1969 doğumlu olan M.K., önce bir holdingde süreli yayınlar sorumlusu imiş; sonra Kızılcahamam’da bir otelde ön büro müdürü olarak çalışmış. Daha sonra Mersin, Alanya ve Kemer’de yaptığı görevler: İşletme Müdürü, Ön Büro Şefi, Shift Leader, Receptionist...

M.K. kendi yazdığına göre çok donanımlı bir insan. Herhangi bir üç yıldızlı bir otele müdür olabilir, en azından. Ancak tersine işleyen bir siyasal mantığı var. Aynı mantık Başbakan Erdoğan’da da var. CHP başta olmak üzere muhalefeti eleştirirken "Onlar da erzak, onlar da kömür dağıtsınlar" diyordu. İşsizliği sona erdirecek önlemler almıyor, üretimi artırmıyor, sonra da halkı muhalefetin de doyurmasını isteyeceksin! O hesap!

Bu mantık epeyce yaygın: "Acaba biz de mi dağıtsak!" diyen CHP’li aydın kadınlara rastladım. Halk çalışmadan oturacak, oyunu en çok rüşvet ve sadaka dağıtana verecek! Dünyada benzeri görülmemiş bir siyasal yapı, ahlak ve mantık!

TESETTÜRLÜ OTELE GENEL MÜDÜR OLSANA

M.K. yanlış insana başvuruyor. Ben iş bulma kurumu muyum, yoksa herhangi bir siyasal partinin yetkilisi miyim? Bütün bu yetenek ve donanımlarına karşın bir insan otelcilik gibi bir alanda işsiz kalıyorsa buna bir şey diyemem. Ama bana pek inandırıcı gelmiyor! Aynı bilinç sapmasını benim kazandığım paradan söz ederken de görüyorum. Ona ne benim kazandığım paradan. Daha otuzuna varmadan holding ve gazete yönetenler, beş parasız gemi sahibi olanlar, devlet bankalarından alınan kredilerle gazete ve televizyon sahibi olanları neden aklına getirmiyor? Ben kimseye "bidon kafalı", "göbeğini kaşıyan adam" demedim. Ama bu deyişleri kullanan arkadaşların haklı bir nedenleri olduğunu düşünüyorum.

M.K. "Madem her şeyin doğrusunu biliyorsunuz; bu kardeşinize bir yardımda bulunun da ben sizin ne kadar hümanist, yazdıklarınızdaki gibi halkı düşünen, iyiliksever insanlar olduğunuzu göreyim. Ve, çevreme, sesimin gittiği her yere; sizlerin ne kadar duyarlı insanlar olduğunuzu haykırayım?" diyor.

İçinde bulunduğu durumu bu cümleyle özetleyen bir insan, 5 yıldızlı bir tesettür otelinde kolayca genel müdürlük görevi bulabilir.
Yazının Devamını Oku

Solun karşısındaki engeller ve çengeller

28 Eylül 2008
CHP’ye kimler oy vermiyor?CHP, laiklik ilkesi başta olmak üzere Cumhuriyet devrimlerini savunduğu için İslamcılar; üniter ulus-devleti savunduğu için Kürt milliyetçileri. Durum böyleyken, Doğu ve Güneydoğu’dan oy alamadığı için sapkın aydınların alay konusu oluyor.

CHP’nin oy alamamasını elit görüntüsüne bağlayanlar var. Peki işçi sınıfının kurduğu 1960’ların Türkiye İşçi Partisi de mi elit görünüşlüydü, halka yukarıdan bakıyordu?

CHP, laiklik ve Cumhuriyet devrimleri ile üniter ulus-devleti savunmaktan vazgeçse İslamcılardan ve Kürt milliyetçilerinden oy alabilir mi, yoksa kendine ve Türkiye’ye ihanet etmekle kalıp avucunu mu yalar?

İslamcıların ve Kürt milliyetçilerinin CHP sevmezliği kendi açılarından çok mantıklı. Gayri meşru olarak siyaset, dine ve etnisiteye indirgenmiş ise referansı din ve etnisite olan kitle CHP ya da başka bir partiye neden oy versin?

İslamcıların ve Kürt milliyetçilerinin dışında kalan kitlenin önemli bir bölümü neden CHP’ye oy vermiyor? Bu sorunun yanıtının önemli bir bölümü Türkiye sınırlarının dışında, ABD’de, AB’de, gizli örgütlerin çevirdiği fesatlarda.

NİZAMÜLMÜLK TAKTİĞİ

Ortanın solunda (sosyal demokrat) sayılan CHP’den sola doğru gittikçe iş daha da karmaşıklaşıyor. İşin içine önyargılar, hurafeler girmeye başlıyor. Nizamülmülk’ün XI. yüzyılda Siyasetnáme’de Mazdek için uydurduğu yalan, son yüzyılda sola karşı da kullanılmıştır. Güya Mazdek, "Karılarınız da sizin mallarınızdır. Onların mallarınız gibi herkese mubah olması, kim hangi kadını dilerse kimsenin engel olmaması, helal sayılması gerekir" demiş. Mazdek dinine inanan biri evine geldiğinde, kapıda bir yabancı şapka görürse, içeri girmez, yabancı işini bitirinceye kadar ortalıkta dolaşırmış. İsteyenler Siyasetnáme’in Mazdek ayaklanmasıyla ilgili Kırk Beşinci Faslı’nı okuyabilirler.

HALKIN DEĞERLERİ!

Sol, "halkın değerlerine saygı göstermediği için" halkın sevgisini kazanamıyormuş. Nedir halkın değerleri Allah aşkına, bir bilen varsa söylesin? AKP ve geleneksel sağa göre her türlü laiklik karşıtı düşünce, hareket, hurafe halkın değeridir.

Bir sol parti halkın siyasallaşmasına, geri kalmasına yol açan değerlere neden saygı göstersin? 1950’den bu yana ülkeyi halkın değerlerine saygı gösteren sağ partiler yönetiyor. Türkiye’nin milli geliri ne kadar? Kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar bile değil, oysa AB ülkelerinde 50 ile 90 bin dolar arasında. Nüfusun yüzde doksanı yoksul. Büyük bir bölümü açlığını sadaka ekonomisiyle bastırıyor. Demek ki halkın değerlerine saygı göstermek açlığa, yoksulluğa, işsizliğe çare değil. AB’nin, ABD’nin oyuncağı olmaya engel değil. Türk’ü Avrupa’da ikinci, üçüncü sınıf insan olmaktan kurtarmıyor.

Bu nasıl değerlerdir ki İslamcılar, dindarların elindeki parayı çalan dolandırıcıların yaptığı işi sevap saymaktadır. Dahası, bu işi kendileri yapmaktadır!

SİYASAL TOPLUM!

Siyasal toplum (siyasetçi toplum), sağlıklı siyasetin ve demokrasinin garantisidir!

Türkiye’de bir siyasal toplum var mı? Buna geçerli bir cevap arayacağız!
Yazının Devamını Oku

Sol gökten zembille inmez!

27 Eylül 2008
SON yazıların küçük bir özetini yapalım: 1. İnsanın gövdesinde sol bilinç salgılayan bir salgı bezi yoktur!

2. Toplumsal bilinç vahiy ya da ilham yoluyla kazanılmaz; toplumsal bilinç somut sınıf mücadelelerinde ortaya çıkar!

3. Toplumun önemli bir bölümü solu özümseyip benimsemeden ne demokrasi bilinci ne de demokratik düzen ortaya çıkar!

4. Solun doğal müşterisi, doğal destekçisi işçi sınıfıdır. Ayrıca kısmen küçük burjuvazi, topraksız ve emeği ile geçinen köylülerdir; kronik işsizlerdir; mevsimlik işçilerdir; devlet memuru ücret merdiveninde en alt sıralarda yer alanlardır! Organik aydınlar, entelektüeller, yazarlar, sanatçılar ve akademisyenlerdir! Veee laik burjuvazidir!

5. Dünyanın işlerinde tarikatın önderliğini kabul etmeyenler ve dini dogmaları referans almayanlardır.

6. Genç kuşaklardır!

* * *

Devrim Sevimay, Milliyet Gazetesi’nde 1 Eylül-10 Eylül arasında 10 gün süren bir söyleşi dizisi yayınladı: Söyleşi dizisinin adı: Sol Çıkışını Arıyor.

Söyleşi yapılanların büyük bir bölümünün yanlış kişiler olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü çoğunun solla marazi ilişkileri var. Aralarında solu psikiyatri kliniği sananlar bile var. Bunu bir yana bırakıp en doğru seçimin düşüncelerini öğrenelim: Devrim Sevimay DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ye soruyor:

Sevimay: Sola ilişkin her şey o kadar yer değiştirmiş görünüyor ki, aslında emekçileri bile tereddütle soruyoruz; nedir durum, soldan kopmuş bir taban mı var, yoksa?..

Çelebi: Yok, tam böyle söylenemez, ama solu yeterince tanımayan bir taban var diyebiliriz.

Sevimay: Sebep?

Çelebi: Bir kere sol kendini iyi anlatamıyor, fakat daha önemlisi işçi sınıfı 12 Eylül’ün yarattığı tahribatı hálá üzerinden atamadı. Sadece şu sayı bile fikir verir sanıyorum: 1980 öncesi Türkiye nüfusu 44 milyondu, örgütlü işçi sayısı 3.5 milyon. Bugün Türkiye nüfusu 70 milyonu aştı ve toplam örgütlü işçi sayısı 800 bin.

Mesela biz DİSK olarak şu anda Türkiye’nin ikinci büyük konfederasyonuyuz; ama 1980’den önce aktif üye sayımız 600 bindi, şimdi, aktif dediğiniz zaman bunun yarısının altında.

* * *

Savaşta yenilen komutana yenilginin nedeni sorulmuş, komutan cephanelerinin olmadığını söylemiş. Soruyu soran "Devam etme, bu kadarı yeter!" demiş. O hesap!

Kayıt dışı ekonomide çalışan kayıtsız, sigortasız işçi sayısı, dolayısıyla sendikasız işçi sayısı kimilerine göre 5 milyon dolaylarında.

1980’de 3.5 milyon olan örgütlü işçi sayısının 2008 yılında 5 milyon olması hiç de şaşırtıcı olmaz. (TÜRK-İŞ ve DİSK bu konuda araştırmaya dayalı bir belge yayınlarsa çok iyi olur.)

Demek ki en kötü ihtimalle Türkiye’deki örgütlü yani sendikalı işçi sayısının mevsimlik işçilerle birlikte 10 milyondan aşağı olmaması gerek.

Ama DİSK Genel Başkanı’nın açıkladığına göre 800 bin örgütlü işçi var. Sağcı sendika olur mu? Olmaz ama Türkiye’de var!
Yazının Devamını Oku

Solun kanlı serüveni

26 Eylül 2008
TÜRKİYE’de herkes solu ne çok seviyormuş meğer! Bütün gazetelerde neredeyse her gün bir yazı. Kimilerinde sol üzerine dizi yazılar, kimilerinde dizi söyleşiler... Haftalık Radikal 2 ve gündelik Birgün gibi gazetelerde her sayı birden fazla yazı ve tartışmalar.

Sol üzerine yazmak, entelektüel varoluşu kanıtlamak gibi bir şey. Hele solu şöyle iyice hırpalar, suratına birkaç Osmanlı tokadı indirirsen!

* * *

AKP’nin fedailerinden biri soruyor (Yeni Şafak, 16 Eylül 2008): "Kendini ulusalcı olarak tanımlayan güruh dışındaki sol ya da sosyal demokrasi belini doğrultarak Türk siyasetine yeniden giriş yapabilecek mi?"

Sonra ekliyor: "Sosyal demokrasiden diğerlerine solun önünde aşması gereken iki büyük siyasi zihniyet meselesi var."

Neymiş bu iki siyasi zihniyet meselesi?

1. Demokrasi! Yani solun demokrasiye inançsızlığı!

Yazarın iddiası bu ama sol demokrasiye inanmaz ise kendisi de var olamaz. Sol olmadan demokrasi de olamaz. Nitekim 1950’den günümüze sakat bir demokrasimiz olmuştur.

Siyasetin mantığına, hayatın diyalektik ve hiyerarşisine göre önce sol örgütlenir sonra demokrasi. Eğer izin verilirse sol demokrasiyi yaratır.

2. "İkinci sorun ise, (...) toplum siyaset bağının kurulabilmesi için ’sol zihniyetin kendi tasavvur ettiğinin dışında, onunla kesişmeyen bir toplumun varlığını kabul etmek’ meselesidir."

İşin bam teli zaten burada: Sol mu toplumun bulunduğu sağa gidecek yoksa sağdaki toplum mu sola gelecek? Sağdaki toplumun sola gereksinimi yok; sol ise toplumun değişip kendisine gelmesini bekliyor. Ya da toplumu değiştirmesine izin veren özgürlük ortamına ihtiyacı var.

Bu türden incir çekirdeğini doldurmayacak yazılarla sola, sosyal demokrasiye akıl verip CHP’yi yerden yere vuruyorlar. Bu türden tartışmalarda CHP’yi ayrı tutmak gerek.

* * *

Solun kanlı tarihini hesaba katmadan solu değerlendirmeye kalkmak sakat bir iştir:

1923-1950 arasının tuzak ve baskılarını hesaba katmadan; 1950-2008 arasının siyasal ve ekonomik baskılarını, Komünizmle Mücadele Derneklerini, keyfi tutuklama ve işkenceleri; 12 Mart ve 12 Eylül mezbahalarını hesaba katmadan ve unutmadan!..

Bir 6-7 Eylül bile işin kanlı boyutunu kanıtlamaya yeter! 6-7 Eylül barbarlığını kim düzenledi? Adnan Menderes hükümeti düzenledi!

Sanık ve fail olarak kimler tutuklanıp işkenceden geçirildi? Solcular, sosyalistler, eski tüfek komünistler! Bu ne utanmaz ve alçak bir siyasettir, nasıl unutulur?

Şimdi hálá uygulaması var mıdır bilemem, 1960’larda 1 Mayıs günü bütün askeri garnizonlarda izinler kaldırılır, bütün ordular teyakkuzda beklerdi. Buna önce Polatlı Topçu Yedek Subay Okulu’nda, sonra Bornova 57. Topçu Tugayı’nda tanık oldum. Komünist ayaklanmasına (!) karşı silah elde nöbet tuttum.

* * *

"Tarihle yüzleşmeden demokrasiye geçemeyiz!" diyorlar. Yerden göğe kadar haklılar. Buyursunlar, önce solun kanlı tarihinin hesabını versinler!
Yazının Devamını Oku

Fesat

24 Eylül 2008
ÖNÜMÜZDEKİ günlerde, büyük bir olasılıkla da önümüzdeki cumadan itibaren "sol" üzerine birkaç yazı yayınlayacağım. Bu nedenle, bir giriş olmak üzere, bir anı ve deneyimden söz etmek istiyorum: * * *

1974 yılının mart-nisan aylarından birinde Attila İlhan telefon etti. O sıralar Ankara’da Bilgi Yayınları’nda editörlük yapıyordu. Ben de TRT televizyonunda çalışıyordum. Hoş-beşten sonra,

"Senden bir kitap çevirmeni istiyorum, tam senlik. Bana vaktin olmadığını söyleme. Kitap bizim Paul Nizan’ın" dedi.

"Sakın La Conspiration olmasın" dedim.

"Evet!" dedi.

Kitap 1975 yılında Bilgi Yayınevi tarafından Fesat adıyla yayınlandı. Düzelti sorumlusu öldüğü için kitap epeyce yazım hatası ve bir forma eksik yayınlandı. Yeni baskısı (1996) Telos Yayınevi tarafından yapıldı.

* * *

Kitap 4-5 Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi üzerine. Yüksek Öğretmen Okulu Fransa’nın en önemli 2-3 okulundan biridir. Fransa’nın en büyük beyinleri bu okula gider.

Öğrenciler büyük burjuva, burjuva kökenli, aralarında bir de küçük burjuva var. Ahbap çavuşlar 1930 dolaylarında Fransa’nın gidişatından memnun değildir. Parlamenter demokrasinin yürümediğini düşünmektedirler. Devrim yapmaya karar verirler. Devrim yapmak yerine bir sol partiye ya da Fransız Komünist Partisi’ne üye olmak FKP’ye üye olan küçük burjuva kökenlinin dışında hiçbirinin aklına gelmez.

İç Savaş adlı bir dergi çıkarırlar. 500 kadar aboneleri vardır, 250 kadar dergi de kitapçılarda satılır. Kapitalizmi kıyasıya eleştirirler. Ama polis bana mısın demez. Oysa 1930’larda bir komünist avı başlamıştır. Bozguna uğrarlar. Yengesini baştan çıkartarak kendi devrimini yapan büyük burjuva intihar eder. Burjuvalar okulu bitirip ailelerinin yanına dönerler. Küçük burjuva da önemli bir FKP militanını polise ihbar eder.

* * *

Kitaptan iki alıntı yapacağım. Komiser Massart küçük burjuva Pluvinage’la konuşurken "Canlarının istediği zaman sınıflarının bağrına kolayca dönebilme şansına sahip olan banker ve sanayici oğulları için hiçbir önemli etkisi olmayan bu tür eğlencelerin, serveti ve desteği olmayan küçük burjuva için tehlikeli sonuçlar doğuracağı"nı (s. 234) söyler.

Ama kitabın ortalarında yer alan şu cümle çok daha önemlidir: "Ürünü oldukları burjuvaziyi kıyıcı ve tehlikeli olduğundan çok budala buluyorlardı. Bu sınıfın ortadan kalkacağından kuşkuları yoktu. Ama işçiler uğruna savaşmak akıllarının ucundan bile geçmiyordu. İşçilerin de böyle bir şey bekledikleri yoktu zaten, onlar kendileri için savaşacaklardı." (s. 46)

* * *

Attila İlhan 1970’lerin Türkiyesi’ndeki acilci burjuva aydınları düşünerek Fesat’ı çevirmemi istemişti. Tahmin ettiği gibi 1970 ve 80’lerin işçi, köylü, küçük burjuva kökenli devrimcileri idam edilirken, işkencelerden geçip hapislerde yatarken acilci burjuva aydınları bir yolunu bulup yakayı kurtardılar ya da yurtdışına kaçtılar. Günümüzün AKP ile işbirliği yapan liberal solcuları ve İkinci Cumhuriyetçileri Acilci Burjuva Aydınlar arasından çıktı.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin McCarthy’leri

23 Eylül 2008
’BALIK kavağa çıksa halk sola ve CHP’ye oy vermez!’ diyorlar. İyi! Ama bunun neresi iyi? Avrupa’da solun iktidar alternatifi olmadığı herhangi bir ülke var mı? Yok! Türkiye halkı, Avrupa’nın öteki halklarından daha akıllı ya da akılsız olduğu için mi sola oy vermiyor; yoksa özel bir bildiği mi var?

Avrupa’nın öteki halklarından Türkiye halkını ayıran en önemli özellik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık; Türklerin Müslüman olması... Türkler, Müslüman olduğu için mi sola oy vermemeye yeminli? Türklerin bu özelliğini isteyen istediği kadar beğenebilir; beğenenler de göbek atabilir. Ancak:

Sola kapalı toplumlar, demokrasiye de doğal olarak kapalıdır. Sola geleneksel olarak kapalı insan topluluğu henüz "toplum" olamamış yığışımlardır ya da toplumun cemaat evresinden öteye geçememiştir. Tekrar ediyorum: Sol yoksa demokrasi de yoktur! Ne kadar sol, o kadar demokrasi!..

Bir ülkede geleneksel sol yoksa orada demokrasi olmadığı gibi, gizli ya da açık faşizm vardır.

Bir ülke halkının sola oy vermemesinden ancak andavallı faşistler haz duyar!

* * *

Müslüman Türkiye halkının sola oy vermediği doğru, ama bu "doğru" üzerin(d)e düşünmek başka, bu "doğru"yu sapıkça tekrarlamak başka.

Edebiyat yazılarımda kullandığım bir metaforu "sol"a da taşıyacağım: "İnsanın vücudunda pankreas gibi, tükürük bezi gibi salgı yapan şiir bezi, roman bezi yoktur. İnsanın sanatsal üretim yapabilmesi için özel akünün dolması, doldurulması gerekir" derim.

Bunun gibi, insanın vücudunda sol bilincin gelişmesini sağlayacak salgı bezleri yoktur. Siyasal bilinç aküsünün dolması, doldurulması gerekir.

Kapitalist ve totaliter ülkelerde sol bilincin gelişmesini engelleyen binlerce yol vardır.

Türkiye solu 1923-1950, 1950-1990 yılları arasında siyasal iktidarlar tarafından hallaç pamuğu gibi atılmış; bu yetmiyormuş gibi 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül rejimleri tarafından tahtakurusu niyetine ezilmiştir.

* * *

1950-1980 yılları arasında hükümetlerin solcu avcılığı yapan polis ve jandarmasının, MİT’inin yanı sıra Komünizmle Mücadele Derneği, Aydınlar Ocağı, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Akıncılar Ocağı, Ülkü Ocakları gibi yardımcı kuruluşları da vardı. Bunlar baskılar, baskınlar yaparlar, muhbirlik mesleğinde harikalar yaratırlardı.

Bu tezgáhtan geçenler, sağın siyasal kadrolarını oluşturmuştur. Bunlardan biri olan Hasan Celal Güzel’in McCarthy’ciliği devam ediyor: Yeni Şafak (15.09.08) Gazetesi’nde yayınlanan söyleşide, "Aydın (Doğan) Bey, Anadolu insanı bir Müslüman Türk’tür. Ekibi ise ne yazık ki 68 Kuşağı’nın solcuları. Bunlar pozitivist, laikçi insanlar. Yönetim bunların elinde. Gerginlik buradan doğuyor."

* * *

Hasan Celal Güzel’in kafası "Komünizmle Mücadele Derneği" kafası. Sorsanız ne müthiş demokrat olduğunu söyler. Söyler ama söylediği cümlede ırkçılık, faşizm, laiklik düşmanlığının kurtları kaynaşmakta. Aydın Bey Türk de ekibi Türk değil mi? Laiklik Anayasa’nın 2. maddesinde yer almıyor mu? Güzel’in bu çirkin cümlesi asla unutulmamalı!
Yazının Devamını Oku

Kayıtdışı devlet

21 Eylül 2008
MÜSLÜMAN Kardeşler örgütlenmesi içinde yapılan yardımların eleştirilmesi karşısında AKP "sosyal devletin gereği" diye kendini savunuyor. Devletin parasıyla alınan, vergi indirimleri karşılığında sağlanan bu mallar devlet adına mı yoksa AKP adına mı dağıtılıyor? Elbette AKP adına.

* * *

Anayasa’nın değişmez maddelerinden birinin (2. madde) içinde yer alan "sosyal devlet" sadece sadaka dağıtan devlet midir, yoksa başka bir şey midir?

Anayasa Mahkemesi’nin 16-27 Eylül 1967 tarih ve K.1967/29 sayılı kararında sosyal devlet kavramı şöyle açıklanıyor:

"(Sosyal devlet) ... ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir."

Gene Anayasa Mahkemesi, bir başka kararında sosyal devlet kavramının şöyle anlaşılması gerektiğini belirtiyor:

"Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. (...) Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir."

* * *

Sosyal devlet, istihdam yaratarak işsizliğe karşı savaşan devlet demektir; çalışanların haklarını ve onurunu koruyan; yoksulluğu sadaka dağıtarak değil iş vererek ortadan kaldırmayı amaçlayan devlettir.

AKP devletin asli görevlerini yan çizip, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi resmi kuruluşları işlevsizleştirerek devleti iğdiş ediyor ve kendi kayıtdışı devletini kuruyor. Bütün bunların bir tek amacı var: Devleti devletsizleştirmek! Devleti tasfiye etmek! Yani Türkiye Cumhuriyeti devletini! Bu nasıl olacak?

Nasıl olduğunu görüyorsunuz: Deniz Fenerleri ile, gıda bankalarıyla, vakıflarla, belediyelerle, özel dernekler vasıtasıyla, cemaatlerin ve tariklerin (tarikatın) koruyucu kanadı altında; özel burslarla, tarikat yurtlarıyla, Fethullah okullarıyla?

AKP, Müslüman Kardeşler yöntemi ile kendi kaçak, ruhsatsız, kayıtdışı "Ilımlı İslam" devletini kuruyor!
Yazının Devamını Oku