Özdemir İnce

TBMM 23. dönem dokunulmazlık tezkereleri hakkında

24 Ekim 2008
18 Ekim Cumartesi günü yayınlanan ve Başbakan Erdoğan’ı konu alan "Dokunulmazlığına Dokundurtmayan" başlıklı yazıyla dokunulmazlıklara biraz dokunmuştum, dokunmuştuk. Bugün bu konuyu epeyce geliştirip genişleteceğiz. Çünkü, şimdi, önümde TBMM kaynaklı "Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Gündeminde Bulunan Yasama Dokunulmazlıkları Hakkında Başbakanlık Tezkereleri. 23’üncü Dönem" listesi var.

Size aktaracağım bilgilerin tamamı bu listede yer alıyor. Karma Komisyon’da başka bir liste, örneğin 23’üncü dönemden önceki dönemlerin dokunulmazlık vukuatları yer alıyor mu, bilemeyeceğim. TBMM Başkanlığı bu konuda basına eksiksiz bilgi verirse, şeffaflığın bir koşulunu yerine getirmiş olur.

245 DOSYA VAR

Elimdeki listeye göre Karma Komisyon’da uyuyan 244 ya da 245 dosya var. Bir milletvekilinin birden fazla dosyası olabildiği için dosyalı milletvekilinin sayısı daha az olmalı. Ama dosyalı milletvekili sayısı 230’dan az değil. Örneğin, Başbakan Erdoğan’ın iki dosyası var. Bu 244 dosyanın partilere göre dağılımı şöyle:

AKP: 85 dosya; CHP: 31 dosya; MHP: 4 dosya; DTP: 122 dosya; Bağımsız: 2 dosya (İkisi de Hamit Geylani’ye ait).

BAHÇELİ’NİN YOK

Şimdi gelelim konum itibarıyla ilginç milletvekillerinin durumuna:

RECEP TAYYİP ERDOĞAN (3/127-3/132): Görevi ihmal; zimmet; evrakta sahtecilik; cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak.

DENİZ BAYKAL (3/137-3/153-3/189): 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet; hakaret; 298 Sayılı Kanun’a muhalefet.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (3/104-3/158): Basın yoluyla halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek açıkça tahrik etmek suçu; hakaret.

KEMAL UNAKITAN (3/150): 213 sayılı yasaya muhalefet.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (3/168-3/444): Görevi suiistimal; madde-i mahsusu suretiyle hakaret.

DEVLET BAHÇELİ: Hakkında herhangi bir dosya yok.

ERDOĞAN’INKİLER AĞIR


Listede yasal sorumluluğu en ağır, en yüklü dosyalar Başbakan Erdoğan’ın adının hizasında yazıyor. AKP milletvekillerinin dosyalarında özel evrakta sahtecilik, kamu kurumunu dolandırmak, dolandırıcılık, yargı kararını uygulamamak gibi suçlar yer almakta.

CHP milletvekilleri: Hakaret, 298 sayılı kanuna muhalefet, yaralama ve ölüme sebebiyet, ihaleye fesat karıştırmak, tehdit.

DTP milletvekillerinin dosyalarında PKK propagandası yapmak, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik, suçluyu övme, 298 sayılı kanuna muhalefet suçları var.

Dosya birincileri: Necat Birinci (AKP), Sırrı Sakık (DTP).

* * *

Dokunulmazlıklar kalksa, bu dosyalardan kimbilir kaçı mahkûm olur. Başbakan’ın siyasal hayatı sona erer ve büyük bir olasılıkla mahpus damına girer.
Yazının Devamını Oku

Yaşar Kemal diyor ki

22 Ekim 2008
MURAT Tosun’un Frankfurt’tan verdiği habere göre (Hürriyet, 14.10.08) Yaşar Kemal, Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışı öncesi Neue Osnabrücker Gazetesi’ne, "Birkaç yıl öncesine kadar AB üyeliğinden memnuniyet duyuyordum. Ancak artık AB üyeliğine anlam veremiyorum" demiş. AB’nin kendisini hayal kırıklığına uğrattığını kaydeden Yaşar Kemal, AB’nin dünya barışına katkı sağlayacağına da inanmadığını söylemiş. AB’yi sert bir şekilde eleştiren yazarımız, AB’nin Rusya ve Gürcistan politikasının da umut verici olmadığını işaret etmiş:

"AB, savaş çığırtkanlığı yapan diğer büyük güçlerden farksız görüntü veriyor" demiş.

AMERİKAN İCADI!

AKP hükümetinin icraatlarına da değinen Yaşar Kemal, "Ilımlı İslam tabirini duyduğum zaman tüylerim diken diken oluyor. Bu Amerika’nın icadıdır. Ilımlı İslam yoktur. Daha doğrusu ılımlı din yoktur. Ya dine inanırsın, ya da inanmazsın" dedikten sonra Batı temsilcilerinin AKP iktidarına yaptığı desteği değerlendirmiş:

"Sadece AKP’nin Türkiye’ye daha iyi bir gelecek sağlayabileceği yönündeki düşünceyi saçma sapan buluyorum" demiş ve Batı’nın Atatürk’le milliyetçileri aynı kefeye koymamasını istedikten sonra eklemiş:

"Atatürk zamanın en büyük reformistiydi. Milliyetçiler ise modern Türkiye’nin önündeki en büyük sorundur."

HAYAL KIRIKLIĞI


Yaşar Kemal’in bu açıklamalarını son derece önemli buluyorum. "Birkaç yıl öncesine kadar AB üyeliğinden memnuniyet duyuyordum. Ancak artık AB üyeliğine anlam veremiyorum" çok anlamlı bir itiraf. Tıpkı, birkaç yıl önce yüzde 70’i AB’den yana olan halkımızın artık bu destekten ve AB düşüncesinden soğuması gibi.

Soğumak başka, vazgeçmek başka! Soğumada kesin bir kopuş ve muhalefet yoktur, gerçekleşmemiş bazı beklentilerin yarattığı hayal kırıklıkları vardır.

Yaşar Kemal’in hayal kırıklığının kaynağını, kaynaklarını tahmin ediyorum: Avrupa Birliği’nin bazı üyelerinin Türkiye’nin üyeliğine karşı oldukları artık çok iyi biliniyor. Sanki Türkiye’nin lehinde ve aleyhinde olan üye devletler arasında "iyi polis / kötü polis" anlaşması var gibi.

LE MONDE’A ANLAT

Ben kendi adıma ucu açık bir anlaşma metni yerine, ne kadar katı olursa olsun, ne kadar kabul edilmez olursa olsun ucu kapalı bir metnin Türkiye’nin önüne konulmasını yeğlerim.

AB’nin tutum ve davranışları, kendi İslamcı politikasını uygulamaktan başka bir şey düşünmeyen AKP iktidarının ekmeğine yağ sürüyor.

Yaşar Kemal dünyanın en önemli, en saygın "kişiler"inden biri. Bu nedenle, bu düşüncelerini geliştirip Le Monde Gazetesi’nde ya da ABD ve Almanya’nın bir gazetesinde yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Bu gazete bir İtalyan ya da bir İspanyol gazetesi de olur.

Çünkü AB-AKP iktidarı ikilisi, ABD-AB-AKP üçlüsü her konuda Türkiye’yi ve dünya kamuoyunu kandırmak konusunda el sıkışıp yemin etmişler gibi.

Yaşar Kemal’in Frankfurt’ta yaptığı açıklama ülke kamuoyunun sağlığına çok iyi geldi. Bir adım daha atıp yüreğini iyice açmasını, kafasının içindekileri dünyaya saçmasını bekliyoruz.

Ama işi çok zor! Çünkü AKP’yi demokrasinin uçbeyi olarak göstermiyor; AB önündeki en büyük engelin Kemalizm ve Kemalistler olduğunu ileri sürmüyor. Bu nedenle: Duymazlar, görmezler ve dillerini yutarlar!
Yazının Devamını Oku

Anadilde eğitim öğretim çıkmazı

21 Ekim 2008
14 Ekim 2008. Salı. CNN Türk televizyonu. Ahmet Hakan’ın programı. Konu: PKK, terör, Kürt sorunu, anadilde eğitim-öğretim. DYP Diyarbakır İl Başkanı Galip Ensarioğlu, PKK’yı da, terörü de, Kürt sorununu da getirip anadilde-eğitim öğretim hakkı’na bağlıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt kökenli vatandaşlarının ana sorunu bu hakmış. İddia bu! Doğru mu, yanlış mı, bunu tartışacak ya da deneyip denetleyecek durumda değiliz.

Galip Ensarioğlu, Özbekistan’a gitmiş, orada eğitim-öğretim Özbekçe, Rusça ve Tacikçe yapılıyormuş. Olabilir. Olabilir ama gördüğümüzden göz kirası, duyduğumuzdan kulak kirası isteyecek değiliz. Her ülkenin kendine özgü gerçekleri var.

KOPENHAG KRİTERİ

22 Haziran 1993 tarihli Kopenhag Kriterleri’nde "anadilde eğitim-öğretim" konusunda herhangi bir şartın bulunmadığını onlarca kez yazdım. Orada anadilin öğrenilmesi konusunda bütün yasal engellerin kaldırılması koşulu vardır.

Anadilin öğrenilmesi hakkı: Okullarda, ister seçmeli, ister müfredat programı içinde olsun öğrenilmesinin yani öğretilmesinin bir bireysel hak olarak uygulanmasıdır.

Anadilde eğitim ve öğretim hakkı: Anaokullardan başlayarak, ilk (8 yıllık okullarda) ve ortaöğretimde (liselerde) ve yükseköğretimde (yüksekokul ve üniversitelerde) resmi dilin yanı sıra bir yerel dilde öğretim yapılması.

Buna göre ilk ve ortaöğretimde, üniversite ve yüksekokullarda bütün derslerin Türkçe dışında Kürtçe ya da bir başka yerel dilde (Arapça, Lazca, Süryanice, vb.) yapılması.

Örneğin, hukuk fakültelerinde öğretimin Kürtçe ya da başka bir dilde yapılması. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye’de yasaların Kürtçe olması gerekir. Bu da, yargıda yargıçların ve avukatların, yüksek mahkemeler görevlilerinin bu dilde işlem yapması anlamına gelir.

KÜRTÇE MEVZUAT

Bunun olabilmesi için Türkiye’de özerk ya da federatif bir Kürt bölgesinin ya da devletinin bulunması gerekir. Anadilde öğrenim hakkında direnmenin uzak ve uzun erimli bir başka anlamı olamaz. Üniversitelerde Kürtçe öğretim görüp meslek diploması alanlar, bütün Türkiye’de nasıl mesleki çalışmalar yapacaklar?

Türk anayasasının ve yasalarının anadilde öğrenim hakkı’na uygun olarak değiştirildiğini kabul edelim ve bütün mevzuatın Kürtçeye çevrildiğini (tercüme edildiğini) var sayalım. Bunun gerçekleşmesi için ilkin bütün öğretim dönemlerinde çalışacak elemanların yetiştirilmesi gerekir. Sonra da eğitim-öğretim, hukuk, mülkiye, ekonomi, tıp, mühendislik, edebiyat, tarih, felsefe, fizik, kimya, biyoloji, müzik, resim, beden eğitimi disiplinlerinde ders verecek öğretmenlerin ve üniversite öğretim üyelerinin yetiştirilmesi gerekmektedir.

Böyle bir girişim, trilyonlarca lira masraf ve onlarca yıl sürecek özel çalışmalar gerektirir.

VE KÜRT DEVLETİ

Bütün bunların gerçekleştirildiğini de varsayalım: Bu hazırlıkların sonucu, özerk, federatif ya da bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olur. Bu politik ve toplumsal olarak kaçınılmaz bir sonuçtur artık. Hiçbir devlet, böyle bir sonuca varacak olan süreci başlatmaz. Ve şöyle düşünür: Mademki özerk, federatif ya da bağımsız bir devlet isteniyor, bu sonuç ortaya çıktığı zaman gerekenleri kendileri yapsınlar. Şimdi, bu güvenlikten yoksun durumda devlet ve özel sektör nasıl yatırım yapılabilir? Ama yapılıyor! Yapılıyor!

Anadilde öğrenim hakkı = Özerk devlet; federatif devlet; bağımsız devlet!

Bu konularda gevezelik yapılmaz, herkesin ağzından çıkanı kulağı duyması gerekir!..
Yazının Devamını Oku

Fazıl Hüsnü Dağlarca ulusu

19 Ekim 2008
Söyle sevda içinde türkümüzü,<br><br>Aç bembeyaz bir yelken. Neden herkes güzel olmaz,

Yaşamak bu kadar güzelken?



İnsan dallarla, bulutlarla bir,

Aynı maviliklerden geçmiştir.

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?

* * *

1900 ile 1920 arasında doğmuş olan çağdaş şiirimizin kurucu kuşağının belki de hayatta kalan sonuncu şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca, 15 Ekim 2008 Salı günü öldü. 1914 yılında doğmuştu. Cahit Sıtkı Tarancı’dan dört yaş küçüktü. Orhan Veli Kanık ve Oktay Rifat ile yaşıttı. Melih Cevdet Anday’dan bir yaş, Cahit Külebi’den üç yaş büyüktü.

İlk şiir kitabı Havaya Çizilen Dünya 1935 yılında yayınlandığında Harbiye’den yeni mezun olmuş 21 yaşında bir teğmendi. Çağdaş şiirimizin en önemli yapıtlarından sayılan Çocuk ve Allah 1940 yılında yayınlandı. Askerlik mesleğinden ayrıldığı 1950 yılına kadar daha beş kitap yayınladı.

Yazımın başına aldığım "Söyle Sevda İçinde Türkümüzü" adlı şiir, şairin sivillik döneminin ilk kitabı olan Aç Yazı’da yer almaktadır. Aç Yazı’yı 8 Şubat 1952 günü Mersin’de satın almışım. 15 yaşımın içinde. Ezberleme yeteneğinden yoksun belleğim ilk dört dizesine sahip çıkmıştır.

* * *

Yazınsal (edebi) yaratıyla ilgili olarak, insanın beyninde şiir, roman, öykü salgılayan bir merkez bulunmadığını ileri sürerim. Fazıl Hüsnü Dağlarca bu kuralın dışında yer alır. Sanki şiirlerini bir tür yalvaç vahyi ile yazdı. Dünya şiirinin nereden geldiği, nerede olduğu, nereye gittiği umurunda bile değildi. Yaşıtları olan Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Ziya Osman Saba, Baudelaire şiiriyle yatıp kalkıp ondan esinlenir, hiza ve istikametlerine bu şairden bakarken o başını çevirip Batı şiirine bakmamıştır bile. Bakmış olsa bile bunu belli etmemiştir.

Şiiri aramamış ama onu her nasıl ise bulmuştur. Şiiri salgılamıştır!

Batı Acısı’ndan itibaren dünya şiirinin önüne geçmiş ve bu kitapla giydiği şiirin Sarı Mayosu’nu bir daha çıkarmamıştır.

Bunun sonucu olarak 1967 yılında, ABD’nin Pittsburg kentindeki International Poetry Forum’u tarafından Türkiye’nin En İyi Türk Şairi olarak seçildi ve Struga Şiir Festivali’nin Altın Çelenk Ödülü’nü 1974 yılında aldı.

Eğer 1960’lardan itibaren Almanca, İsveççe, İngilizce ve Fransızca dillerinde her biri 100 sayfayı aşkın kitapları yayınlanmış olsaydı Nobel Ödülü’nü alması hiç de güç olmazdı.

Ne yazık ki İngilizce, Fransızca ve İspanyolca’da yayınlanmış kitapçıkları vardır. Ama dünyanın büyük şairler loncasında adı hep saygıyla anılan bir şairdi.

* * *

Garip Şiiri’yle, İkinci Yeni Şiiri ile hiç ilgilenmedi. Onun için sanki bu şiirler yazılmıyordu. O şiirsel devrimlerini, reformlarını kendi şiiri içinde yapıyordu. Türk şiiri içinde kendi başına, debisi yüksek bir ırmaktı. Ne şeyhi vardı, ne de müridi oldu. Kendi başına bir ulus idi!
Yazının Devamını Oku

Dokunulmazlığına dokundurtmayan!

18 Ekim 2008
AKP Genel Başkan Yardımcısı, televizyonlarda erkek tavuskuşu gibi kabararak CHP Genel Başkanı’nın ve eşinin servet ve mal-mülklerinin listesini yayınlamasını istiyordu. Yıllardır muhalefette bulunan bir politikacının servet beyanında bulunmasını istemek alışılmadık bir şeydi.

Bunun üzerine CHP Grup Başkanvekillerinden Kemal Kılıçdaroğlu, CHP ve AKP Genel Başkanlarının dokunulmazlıklarının birlikte kaldırılmasını, bu olmaz ise sadece Deniz Baykal’ın dokunulmazlığının kaldırılmasını istediklerini birçok kez açıkladı.

Aynı açıklamayı Deniz Baykal da yaptı, ayrıca siyasetçilerin servetlerinin Resmi Gazete’de yayınlanması için özel bir yasa çıkartılmasını önerdi.

AKP ve Başbakan, ne zaman dokunulmazlıkların kaldırılmasından söz edilse, topu hemen stadyum dışına atıyorlar. Bunun bir nedeni olmalı ve neden şu olabilir mi acaba?

ZİMMET, CÜRÜM

Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde suçlar işlediği gerekçesiyle dokunulmazlığının kaldırılması istenmiş. TBMM Başkanlığı’na gönderilen dosyalarda Erdoğan, zimmet, evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ile suçlanıyormuş.

VALİ YAPTILAR

Öte yandan, İstanbul Belediyesi’ndeki yolsuzluk iddialarını soruşturan ve paraların denetim dışı bırakılarak bir havuzda toplandığı yönünde rapor hazırlayan Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren, AKP döneminde görevinden alınmış. Daha sonra Danıştay kararıyla başmüfettişlik görevine dönebilmiş.

18 Kasım 2002’de, AKP hükümetinin kurulmasından yaklaşık iki buçuk ay sonra çıkartılan 30 Ocak 2003 tarihli kararnameyle, Erdoğan’ın lehine rapor düzenleyen Mülkiye Başmüfettişi Hüseyin Avni Coş Bingöl Valiliği’ne, Enver Salihoğlu ise Başbakan’ın memleketi Rize Valiliği’ne atanmış.

Mülkiye müfettişlerinin raporlarında, oluşturulan yapılanmanın, belediye paralarının "geleceğin başbakanını hazırlamak" için yönlendirildiğine işaret ediliyormuş. Havuzda toplanan para, 2001 rakamlarıyla 300 trilyon lira imiş.

Sekiz kişiden oluşan hesap uzmanları grubu, dolaştırılarak havuz hesabında toplanan paraların denetim dışı bırakıldığına da dikkat çekmişler ve İGDAŞ’ta yapıldığı ileri sürülen yolsuzluktan elde edilen 22 trilyon liranın 1999 yerel seçimlerini kazanmak için oluşturulan havuza aktarıldığı iddia ediliyormuş.

’MİŞ’Lİ, ’MIŞ’LI

Dikkat ederseniz, cümlelerimin çoğu "miş"li, "mış"lı. Yargı değerlendirmesinden geçmemiş iddialar için ancak "miş"li, "mış"lı yazabilirim. Başbakan hakkındaki iddialar son derece önemli ama dokunulmazlığının devam ettiği sürece kendisine dokunmak mümkün değil. İddia edilen suçları işlemiş ise Türkiye’nin vay haline! Demek ki ömür boyu iktidarda kalmak zorunda. Demokratik rejimlerde ise bu çok zor! Öyleyse her yolu deneyecek?

Not: CHP Lideri Deniz Baykal, CNN’in 7 Ekim Salı günü yayınlanan "Tarafsız Bölge" programında, AKP’nin milletvekilleri ve bütün memurların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına dair Anayasa ve yasa değişiklik tasarılarını destekleyeceğini açıkladı.
Yazının Devamını Oku

Kasaplar ve koyunlar

17 Ekim 2008
ALMANYA Deniz Feneri Derneği’nin iç ettiği yardım paraları nereye gitti? Alman mahkemesinin kararına göre Türkiye’deki Kanal 7 televizyonunun finansmanına, Kanal 7 yöneticilerinin yaptığı dağıtıma göre İslamcı örgütlere ve AKP’ye gitti. Zimmetine para geçiren banka müdürü ne yapar? Varsa, metresine ev, araba, ziynet alır. Metres ya da kapatma yoksa aynı şeyleri karısına alır.

BATIR, PRİM AL!

Banka, para ve borsa krizi; Amerika, Avrupa ve Asya’daki 53 borsadaki 50 bine yakın şirketin değerini silip süpürmüş. 2007 yılının temmuz ayında başlayan ve bu yılın başından itibaren dünyanın bütün ekonomilerini sarsan küresel krizin yol açtığı kayıp 18 trilyon doları aşmış (Necdet Çalışkan, Cumhuriyet, 10.10.08). "Aşma" sel gibi kabarıyor!

Bu para nereye gitti? Para başka bankaların, başka şirketlerin kasasına gittiyse krizin bu denli olmaması, hatta hiç olmaması gerekir.

Eskiden kereste tüccarı Coni iflas ve intihar eder, alacaklıları ailesinin ümüğünü sıkıp malını mülkünü satardı. Ya da zimmetine para geçiren banka müdürü kodesi boylardı.

Oysa günümüzde banka batıran CEO’lara milyonlarca dolar prim veriliyor. Bu ne iştir?

Anladığım kadarıyla ekonomistler bu dalavereyi iyi anlatamıyorlar. Binlerce banka ve şirket yöneticisinin tutuklanması gerekmez miydi? Neden tutuklanmıyorlar, bunun anlatılması gerekiyor. Demek küresel ekonominin yasası böyle! Mi?

Benim anladığıma göre para on kilo, ama gölgesi on bin kilo. On kiloluk parayla değil, on bin kiloluk gölgeyle alışveriş yapmışlar. Gölge bankacılığı, hayaller ekonomisi!

Afrika’da topu atan borsa yok, kárı kediye yükleyen şirket yok, ama bu krizden en çok Afrika’nın yoksul halkları ve bizim Ayşe teyzeler etkilenecek. ABD, Asya ve Avrupa’da uçup giden 18 trilyon gölge dolar, gerçek dolar halinde yoksul halkın cebinden çıkacak ve küresel ekonominin müflisleri, yani kapitalizm ve neo-liberal ekonomi finanse edilecek. Benim şair kafam olan-biteni böyle anlıyor. Yanlışım varsa bir ekonomistin bana yanlışımı göstermesini, gerçeği öğretmesini rica edeceğim. 18 trilyonluk hayali para, yoksulların cebinden çıkacak mı, çıkmayacak mı? Yitirilen hayali para operasyon sonunda gerçek paraya dönüşecek mi, dönüşmeyecek mi?

YÖNETENLER MARKSİST Mİ

Aileler yıkılacak, yoksul daha yoksul olacak, orta sınıf yoksullaşacak, ekonomik gelişme hemen hemen duracak, işsiz yığınlar katlanacak, dünya cehenneme dönecek. Ama, durum böyleyken, Karl Marx’ın haklı olmadığını kanıtlamaya çalışanlar var. Haklı olsa ne olur, olmasa ne olur? "Kriz kapitalizmin krizi değil, yönetişim krizidir" diyenler var. "Kriz kapitalizmden kaynaklanmıyor, kredi kuruluşlarını aşırı risk almaya teşvik eden hükümet politikalarından kaynaklanıyor" diyenler var!

Öyledir zahir! Ama yanlış politika uygulayan hükümetler sosyalist, komünist, Marksist hükümetler mi? Değil! Kapitalist politikalı hükümetler değil mi bunlar? Kıvırtmak olanaksız: Kapitalizm de, neo-liberalizm de, küresel ekonomi de öldürücü bir yara almıştır.

Temel soru şu: Kapitalizm ve türevleri sosyal adaleti sağlıyor mu, sağlamıyor mu? Her krizin bedelini yoksullar ödemiyor mu? Yoksa Karl Popper’in Marksizme en büyük felsefi darbeyi(!) indirmiş olduğu iddiası fasafiso değerindedir!
Yazının Devamını Oku

Dünya düz müdür?

15 Ekim 2008
5 Ekim Pazar günü yayımlanan "Harun Yahya Safsatası ve Evrim" başlıklı yazım müthiş bir e-posta saldırısına uğradı. Selim Can adlı çok zarif bir okurcu "Bu darvin denilen bilmem neden başka akıllı gelmemiş mi bu dünyaya? bu yahudi pezevenkten başka yani. ve buna inanan salaklara ne diyeceksin? Aslında bu DİNSİZ KİTAPSIZ HERİFİN gayesi planlı ve proğramlı olarak dinleri inkar etmek, başka bir şey değil onun bu sergilediği soytarılıklar" diye buyuruyor.

Gönderilen e-postaların çoğu bu minvalde. Bu insanları yetiştiren 50 yıldır T.C. Milli Eğitim Bakanlığı! Yetiştirmeye devam edeceği yaptığı işlerden anlaşılıyor.

DELİCE SAÇMALIK

Aynı yazının son bölümü de tepkiye yol açtı. O bölümde şöyle diyordum:

"Bilimi dinin sınavına, dini bilimin sınavına sokmak saçmalıktır. Bilimi dinselleştirmek, dini inancı bilimselleştirmek de delice bir saçmalıktır. Saçmalıktır, ama her dinin her türlü din yobazları bu türden saçmalıkları adım başı yapmaktalar. / Aklı başında din adamları din ve bilimin iki ayrı alan olduğunu, bu iki alanın birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyorlar ve çok iyi ediyorlar. Bilim adamları Tevrat, İncil ve Kuran’ı bilimsel değerlerle inceleyecek olurlarsa toplumda huzur kalmaz. Müslüman din adamlarının Kuran’da Dünya’nın düz olduğunun yazılı olduğunu savunduğunu biliyor musunuz? ’Tanrı’nın yeryüzünü düz olarak, gökleri de muhafazalı bir tavan şeklinde yaratması, insanların geniş yollarda yürüyerek kolaylıkla seyir ve seferlerde bulunmalarını sağlamak içindir. Tanrı bunu kitabında açıklar.’ (Taberi, "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi", Cilt 1, s. 3)"

Fanatik kitle bu bölüme de ateş püskürdü. Kuran varken neden Taberi’den örnek gösteriyormuşum? Ben kimseyi kırmak istemediğim için Kuran’dan örnek göstermedim. Kuran’da elbette Dünya’nın yuvarlak olduğu ve güneşin çevresinde döndüğü yazmıyor.

Peki ne yazıyor? Şunlar yazıyor:

"Ardından yeri yaydıkça yaydı." (Naziat Suresi, 27-33)

"Il a ensuite étendu la terre" (Sourate LXXIX, 30)

"and the earth - after that He spread it out" (The Pluckers, LXXIX, 30)

"O’dur sizin için yeri döşek gibi yapan"
(Taha Suresi, 53)

"Yeri yayan, üzerinde sabit dağlar..." (Rad Suresi, 3)

YERİ YAYDI’ DİYOR

Türkçe’deki Kuran çevirileri, çeviriden çok aşırı yorum içeriyor. Bir çevirmen "Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı" diyor. İkincisi "Bundan sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarladı" diye yorumluyor. Üçüncüsü ise "Bundan sonra da yeri döşedi" diye yazıyor. Daha ilginç bir meal çevirisi (!) de var: "Ondan sonra yerküreyi eksenine göre eğip bir elipsoit haline getirerek yayıp döşedi."

* * *

El insaf yani! Ben bunları bildiğimden kimseyi üzmemek için ana kaynağa gönderme yapmadım. Kuran’ın Arapçasında, Fransızcasında, İngilizcesinde "Yeri yaydı" diyor. Bu yayma masa örtüsü gibi yayma anlamında. Din kitaplarını bilimselleştirmek çok tehlikelidir!
Yazının Devamını Oku

’Kandil Dağı’nı yerle bir etseniz de?’

14 Ekim 2008
ÇOK yetkili bir ABD’li, bir özel görüşmede "Kandil Dağı’nı yerle bir etseniz de PKK sorununu halledemezsiniz!" demiş. Bu ne demek?! * * *

Yukarıdaki cümlenin muhatabı olan politikacı bu cümleyi bana aktardığından bu yana, ne demek olduğunu, anlamının neleri kapsadığını düşünüp duruyordum. Ben düşünürken PKK, Aktütün Karakolu’na baskını yaptı, 17 askerimiz şehit oldu.

Topçu Teğmeni rütbesiyle 1963 yılında terhis olmuş, savaşa falan katılmamış bir TC vatandaşı olarak modaya kapılıp askeri konularda ahkám kesecek değilim.

Bu arada PKK terörünün daha fazla demokrasi ile sona ereceğini söyleyenleri de gözümün önüne getirdim. PKK terörünün görüşme yoluyla sona ereceğini ileri süren Irak Kürt liderlerinin düşüncelerini keşfe çalıştım: PKK ile mi yoksa kendileriyle mi görüşme?

* * *

ABD’li yetkili, "PKK’nın arkasında biz varız, eğitim, donanım ve silahlarını biz sağlıyoruz; biz PKK’yı destekledikçe Kandil Dağı’nı yerle bir etseniz de PKK terörünü bitiremezsiniz" mi demek istiyor?

ABD’nin resmi ağızları sabah-akşam PKK’nın Türkiye ve ABD’nin ortak düşmanı olduğunu açıklıyor. Hem bu açıklamayı yapıp hem de PKK’yı desteklerler mi? Desteklerler. Bunun doğru olup olmadığını anlayacak ve değerlendirecek olan AKP hükümeti. Muhalefetin bu destekten kuşkusu yok. Kuşkulanması ve ABD ile yüzleşmesi gereken AKP hükümeti.

Peki ABD bir yandan Türkiye’ye istihbarat aktarırken neden PKK’yı destekliyor olsun? Demek ki ABD’nin Türkiye’den şimdiye kadar yerine getirilmeyen çok ciddi talepleri var. Bu isteklerin ne olduğunu AKP hükümetinin Türkiye ile paylaşması gerekiyor. Bu isteklerden habersiz olamaz. Şeffaf politikanın gereği olarak bu açıklamaları yapmalıdır. Bildiklerini en azından muhalefetle paylaşmalıdır.

Aynı şeyler AB ve komşu ülkeler için de gereklidir. PKK’nın arkasında kim var?

* * *

Yukarıdaki cümleyi bana aktaran Türk politikacı, ABD’li çok önemli kişinin daha fazla bir açıklamada bulunmadığını söyledi.

ABD’li önemli kişi, Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik koşul ve ortamlarını dikkate alarak böyle bir cümle söylemiş olamaz mı?

Dağa çıkanların işsizlik yüzünden bu yola başvurdukları ileri sürülüyor. Dağa çıkmanın en önemli nedeni Kürt milliyetçiliği olamaz mı?

Ben kendi adıma, PKK’yı teröre sürükleyen amaçlarının ne olduğunu bilmiyorum: Bireysel kültürel haklar mı, etnik bağlamlı (toplu) kültürel haklar mı, daha fazla demokrasi mi, özerklik mi, federasyon mu, bağımsızlık mı? Ne? PKK bunu söylemedi, söylemiyor.

Celal Talabani, Mesut Barzani her PKK saldırısından sonra bu işin müzakere yoluyla çözülmesi gerektiğini söylüyorlar. Daha açıkçası, Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK ile müzakere masasına oturmasını tavsiye ediyorlar. Yoksa kendileriyle mi pazarlık edilecek?

ABD’linin açıkça söylediği gibi Türkiye’nin içeride ve dışarıda başı büyük dertte. Bu dertleri ortadan kaldırması gereken AKP iktidarı altı yıldır herhangi bir şey, olumlu bir şey yapmadı. Yerel seçimlerde Diyarbakır belediye başkanlığını ele geçirmekten başka bir hedefi yok!..
Yazının Devamını Oku