Özdemir İnce

’Şarap meclisi kurulması ve şartları’

12 Ekim 2008
"İŞRET (işçi içme) meclisi kurulduğu hafta, bir veya iki gün, alışkanlık peyda etmiş kişilerin gelmesi için izin vermek gerekir. Gelmesi mahzurlu olmayan kişilere gelecekleri gün bildirilir. Özel işret olduğu günler, şahıslar bu toplulukta yerlerinin bulunmadığını bilmelidirler. İhtiyaç duyulmayan kişilerin bu toplantıya kabul edilmeleri hoş karşılanmaz. Biri kabul edilirse diğerleri geri çevrilir. Özel meclise layık olanlar buraya gelmeye izinlidirler. Buraya gelenlerin bir köle hariç, saki veya sürahi getirmeleri asla ádet değildir. Padişah sarayından evlerine yiyecek, çerez ve şarap götürmeleri, evlerinden saraya getirmeleri hiçbir zaman hoş karşılanmamıştır. Çünkü sultan dünyanın kethüdası sayıldığından, insanlar onun aile efradı ve kullarıdır. Aile fertlerinden birinin efendiye ekmek parçası, şarap ve yiyecek getirmesi vacip (gerekli) değildir. Biri şarap getirirse, padişahın şarabından ona şarap verilmez. İyi veya kötü şarap getirdiği için onu döverse, bu özür ortadan kalkar.

Padişah, liyakatli vezirleri hariç, hizmet edecek kulları ile bir arada oturursa, şikáyetler ortaya atacaklarından, haşmetine zarar vererek, ona olan sevgiyi azaltacakları gibi ona karşı da gevşek olurlar. Büyükler sipáhsalar (asker), ámidlerle (komutanlarla, şeflerle) gerektiğinden fazla bir arada bulunursa, padişahın büyüklüğüne zarar getirir. Bu kişiler padişahın fermanlarını icrada gevşeklik gösterirler, cesaretlenerek yüzlerindeki tebessümü kaldırırlar." (Nizamülmülk, "Siyasetnáme", Dergáh Yayınları, 2003, S.142)

* * *

Dönemin padişahlarına, şehzadelerine ve devlet ileri gelenlerine, daha sonra bu görevlere gelecek kişilere yol göstermek, tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılan eserlere siyasetname denir.

Bu türden kitaplarda siyaset konularına yer verilir, devletin işleyişi, idare şekilleri ve devlet ileri gelenlerinin taşımaları gereken özellikler açıklanır.

Makyavelli’nin Prens’i de bu türden kitaplardandır.

Selçuklu Devleti’nin büyük veziri Nizamülmülk’ün kaleme aldığı Siyasetname’in (ya da Siyeru-l mülûk) bu alanda çok önemli bir yeri vardır.

Nizamülmülk bu yapıtında nasihat etmekle yetinmemiş, olaylar aktarmış, Selçuklu devletinin işleyişi, aksayan tarafları, alınması gereken önlemler, köleler hakkında bilgiler vermiş, yapılacak düzenlemelerle ilgili önerilerde bulunmuş; Selçuklu sultanını, devlet içinde yaygınlık kazanan, devleti tehdit eden Batıni-Rafizi kaynaklı hareketler konusunda uyarmıştır.

* * *

Nizamülmülk özellikle Batıni-Rafizi kaynaklı hareketleri açıklarken malların ve kadınların ortak kullanımından abartılı bir şekilde söz eder. Mazdek inancından olanların, evinin kapısına şapkasını asıp karılarını yatağa atan zamane zamparalarına göz yumduklarını yazar. Ki uydurmadır.

Siyasetname’nin en ilginç bölümlerinden biri, şarap içme adabından söz eden otuzuncu fasıldır. Selçuklu devletinin yapı ve kurumlarına damgasını vuran, demir yumruklu, çelik pençeli ulu vezir efendisi sultana nasıl şarap meclisi kurması gerektiğini öğretmektedir. Sultan ve kendisi (Nizamülmülk), şarap meclisine davet edilenlerin hepsi sofu Müslüman’dır.

AKP ámidleri, uleması ve fetva eminleri acaba ne der bu işe?
Yazının Devamını Oku

Din ve felsefe

11 Ekim 2008
3 Ekim tarihli Radikal’in manşetini okuyalım: "Felsefe dersinin ruhuna el fatiha". Gazetenin verdiği habere göre Felsefeciler Derneği, Milli Eğitim Bakanlığı Talim-Terbiye Kurulu’nun yenilenen ortaöğretim müfredat programı kapsamında hazırladığı Felsefe Dersi Programı ve Kılavuz Taslağı’nın dini ve milliyetçi motifler içerdiğini belirterek MEB’e tepki göstermiş: "Bu program uygulanırsa, felsefe dersi diye bir şey kalmaz!"

* * *


Gerçekten de Felsefe Derneği’nin itirazlarını okudukça AKP’nin Milli Eğitim Bakanlığı’nın milli eğitimi dinselleştirmek, İslamileştirmek programını inatla sürdürdüğü görülüyor.

Felsefe dersinde Kuran ayetlerinin, hadislerin işi ne? Tanrı’nın varlığını kanıtlamak felsefenin işi mi? Dinler bir dogmalar bütünüdür. Oysa felsefenin temel görevi dogmalardan kuşkulanmak, ortadan kaldırmak! Bu durumda felsefe dersinde İslam dininin işi ne?

Kılavuz taslağında yer alan bir tabloda dinin insana huzur, mutluluk, güven, manevi doygunluk ve Tanrı sevgisi verdiği yazıyormuş. İyi ve güzel!

Ama felsefe insanı huzursuz eder, mutsuz edebilir, güven yerine kuşkuyu aşılar, manevi doygunluk değil açlık verir ve Tanrı sevgisiyle ilgilenmez!

* * *

İmam-hatipler ile ortaöğretimi istila etme operasyonundan vazgeçmeyen MEB şimdi de felsefeyi İslamileştirmek istiyor. Bu gidişle matematik, aritmetik ve geometriyi bile İslamileştirecek. Örneğin "1" sayısının Tanrı’yı simgelediğini öğretebilirler.

Taslakta, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için öğretmenden şu etkinliği yapması isteniyormuş:

"Öğretmen öğrencilere bir kitap gösterir.

Yazar olmadan bu kitabın var olması mümkün mü?

Ressamsız bu resmin kendi kendine olması mümkün mü?

Marangoz olmadan tahtaların bir araya gelmesi mümkün mü?

Yapan olmadan en küçük bir varlık bile var olmadığına göre bu mükemmellik içinde işleyen bir káinat sahipsiz, yaratıcısız olur mu?"

* * *


Gerçek bilim ve felsefe yukarıdaki cümleleri kolayca çürütebilir. Faili çoğul fiil ve eser vardır. Ama din dersinde bu varsayımları çürütmenin gereği yok.

Öğretmen bu dogmaları felsefi bağlamda sınıfta tartışmaya açacak mı? Hayır açmayacak. Öğrencilerin bunlara inanmasını isteyecek. Oysa bir insan Tanrı’ya ve bir dine inanarak da felsefe öğrenebilir.

Seláhattin Hiláv "Felsefe Elkitabı"ında (1970, s.155) felsefeyi şöyle açıklıyor:

"...felsefenin, sürekli bir eleştirme ve arayış; doğruları akıl yoluyla bulmaya çalışan; bilgeliği elde etmeye yönelen, hür bir çaba olduğunu tekrarlayacağız. / Felsefe, sürekli bir ’hayır’ deyiş aracılığı ile ’evet’i bulmaya çalışmak çabasıdır. ’Evet’ bulunduğu zaman, onu da irdeleyip aşmaya çalışmak; yani yeniden ’hayır’ demek çabasıdır."

* * *


Felsefe dine de, Tanrı’ya da "Hayır" diyebilme özgürlüğüdür! Bu özgürlüğü ayetlerle, hadislerle boğmak ve liseleri medreseye çevirmek istiyorlar.

AKP’yi koşulsuz destekleyen demokrasi fedaileri(!) ne diyorlar bu işe? Yani harhut solcular ne der acaba?



* "Harhut" Mersin’de külüstür ve işe yaramaz anlamına gelir.
Yazının Devamını Oku

’Sol benim ailem’

10 Ekim 2008
3 Ekim tarihli RADİKAL KİTAP’ta Zeynep Heyzen Ateş’in yazısından öğrendim: 1970’lerin Yeni Filozoflar’ından Bernard-Henry Levy’nin (1948) "Ce grand cadavre a la renverse" adlı biyografik kitabı ABD’de "Left in dark times" adıyla yayınlanmış ve çok beğenilmiş.

Bernard-Henry Levy, marka adıyla "BHL" ile Andre Glucksmann (1937) dönemin soluna karşı eleştirel bir tepkiyle felsefe dünyasına düşmüşlerdi. İkisi de çok yakışıklıydı, ikisi de alabildiğine züppe idi. Marx’ı, Sartre ve mevcut uygulamalı (SSCB) sosyalizmi kıyasıya eleştiriyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse ikisine de kanım ısınmamıştı.

* * *

Artık biri altmışlarında, öteki yetmişlerinde. BHL, Fransa’nın en güzel kadınlarından, film yıldızı ve şarkıcı Arielle Dombasle ile evli. Televizyonlarda medyatik bir nesne haline geldi. Bununla birlikte Bosna savaşında Sırplara karşı Müslüman Boşnakların yanında yer aldı. Dünyanın her yanında ezilenleri ve yoksulları savundu. Kitabı ilk fırsatta okuyacağım. Çünkü 21. yüzyıl solunun nasıl olması gerektiğinden söz ediyormuş. Solun beceriksizliğini (!), kimliksizliğini (!) eleştirenlerden bıktım. Bakalım BHL’ye göre sol nasıl olmalı(ymış)?

Bu önemli, çünkü Fransız solu da bizim sol gibi parça bohçalı. Filozof ve yazarların epeycesi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sankozy’yi desteklediler.

Aralarında Andre Gluksmann olmak üzere bazı Marksistler, enteleküeller Sosyalist Parti’nin adayı Segolene Royal’e oy vermektense Sarkozy’yi destekleyeceklerini ilan ettiler.

* * *

Bernard-Heny Levy, Nicolas Sarkozy’nin kendisini desteklemesini rica etmesine karşın solun adayına oy verdi. Kitapta, "Sola oy verdim ve sola oy vereceğim. Ailenize ihanet edemezsiniz" diyormuş. Bu son derece ilginç ve önemli!

BHL, sol ve sağ ayrımını Françoise Sagan gibi yapıyormuş: "Adaletsizlikle karşılaştığında sağcı adaletsizliğin kaçınılmaz olduğunu, solcu ise kabul edilmez olduğunu" düşünür ve buna göre davranırmış. Bravo Françoise Sagan’a!

Her türlü adaletsizlik devam ederken, bir solcunun bunun kaderin oyunu olduğunu ileri süren sağı desteklemesi mümkün mü? Değil! Sorun burada!

Kuşkusuz, adaletsizliği savunan sağın peşinden giden hiçbir solcu, solcu olarak kalamaz. Sağın kuyruğuna takılmak da elbette başka bir tür sol eleştirisi olamaz.

Solu ailesi kabul ettiği için ona ihanet edemeyen Bernard-Henry Levy’ye şimdi gönül yakınlığı hissediyorum.

* * *

Gençliğimden bu yana, insan doğasının sağcı, muhafazakár ve kapitalist düzene uygun olduğunu düşünürüm. İnsan narsisizmden, bencillikten, benmerkezcilikten sıyrılıp arınarak, toplumu, dünyayı ve insanı anlar, mükemmelleşerek solcu olabilir.

Tarih bunun böyle olduğunu kanıtladı. Eski solda yöneticiler bürokrata dönüştüler. Mükemmellikten uzak işçi-köylü sınıfı sosyalizmi anlayamadı. McDonalds ve Blue Jean karşısında baştan çıktılar. Şimdi Sofya vitrinlerinde bol bol "Amerikan şalvarı" Blue Jean’ler var. Dört bir yanda McDonalds dükkánları ve adım başı otomobil galerileri.

Olan biteni anlamayan halkın çoğunluğu geçmiş günleri özlemle anıyor. Eski bürokrat Nomenklatura sınıfı yeni düzenin kapitalist milyarderleri ve CEO’ları!..
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın hal ve gidişi

8 Ekim 2008
’GÜNAYDIN’, "Tünaydın" 1940’larda çıktı. Öğleden sonra için söylenen "Tünaydın" tutmadı ama "Günaydın" betonarme gibi tuttu. Aynı yıllarda ve çok daha sonralara kadar yaşlılar "Sabah şerifleriniz hayırlı olsun!", "Akşam şerifleriniz hazırlı olsun!" derlerdi. Bunların cevabı da "Akıbetin hayırlı olsun!" idi. Muhafazakar kesimlerin selamlaşırken "Selamı aleyküm" / "Aleyküm selam" dediklerini, Araplara öykünenlerin ise "Vaaleyküm selam" dediklerini biliyoruz.

Bunlar 1923-1938 arasında köklü bir kültür devrimi yaşamış toplum için çok doğal. Kullanılan dil siyasal tercihi ele verse de herkesin başkalarının haklarına ve özgürlüklerine saygı göstermeleri gerekir. Özellikle hoşgörü ve tolerans sözcüklerini kullanmadım: Kimse benim kullandığım sözcük ve deyimleri yasaklayamaz; ben de kimsenin deyim ve sözcüklerini yasaklayamam. Bunlar hoşgörü ve tolerans kavramlarının kapsamı dışında kalırlar. Bireysel ve dokunulmaz haklardır!..

AÇIKLAMA ZORBALIĞI

Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin 2008 yılında Başbakanlık koltuğunda oturan bir vatandaşı çıkıp "Bakıyorsunuz, bayram adını değiştirdi. Ne oldu bayramın adı? Tatil. Olmaz. Bu bayram tatil değil, tatil başka bir şey!" diyor.

Sanki dilbilimci! "Bayram tatili" deyimi artık dilimize yerleşmiş bir deyiş. Bunun altında buzağı aramak durup dururken kavgaya çanak tutmak olur. Başka bir şey değil.

"Şeker Bayramı. Bu dört dörtlük bir Ramazan Bayramı, ne Şeker Bayramı. İlginç şeyler oluyor, bu erozyondur aslında. Yani buna bir kültürel erozyon denir" diyor.

Doğaldır bütün kültürler erozyona uğrar. Laik çevreler belki "Şeker Bayramı" diyordur. Muhafazakar çevreler de "Ramazan Bayramı" diyordur. Diyorlar. Bu artık yeni kültürün, yeni geleneğin bir parçası olmuş tercihler.

Bu tür şeyler Başbakan’ı ilgilendirmez. Bir ülkenin başbakanı "Şeker Bayramı" deyişini aşağılayıp "Ramazan Bayramı" deyişini tercih ettiğini açıklayamaz. Açıklamak zorbalık olur, özgürlükleri çiğnemektir. Ayrımcılıktır, bölücülüktür, nifaktır!

DOKUNULMAZLIK!

Başbakan, Cumhuriyet Halk Partisi lideri ile televizyona çıkıp tartışmayacağını söylemiş. Televizyona çıkarsa Baykal’a prim yaptırırmış. "Canlı yayına çıkıp prim yaptırmam!" diyor. Yardımcısı Mir Fırat da aralarında düzey farkı olduğu için Başbakan’ın Baykal ile televizyona çıkmasının söz konusu olamayacağını söylüyordu. Kibar(!) bir şekilde!

CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’ye üç öneri getirmişti. Bunlardan biriydi televizyon tartışması. Ama en önemli öneri milletvekilleri dokunulmazlığının, olmaz ise Erdoğan ile Baykal’ınkinin kaldırılmasını öneriyordu. Başbakan bu öneriyi atlıyor ve bütün dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini söylüyor. Elini tutan mı var, dediğini yapsın!

Ama ne milletvekilleri ne de memurlar için dokunulmazlıkları kaldırmaya cesaret edebileceğini sanmam.

BAYKAL’I AÇIKLAYIN

Bir de Deniz Baykal’ın servetini açıklamasını istiyor Başbakan ve Mir Fırat Bey! Bu tür açıklamalar yolsuzluk yapanlardan istenir. Yolsuzluk iktidarda yapılır. Deniz Baykal 1978 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. 1995 yılında DYP-CHP koalisyonunda üç ay dışişleri bakanlığı yapmıştı. Yolsuzluğu 1978 ve 1995 yıllarında mı yaptı? Başbakan ve Mir Fırat Bey bunu bir açıklasa da öğrensek!
Yazının Devamını Oku

Fanatizm, sanat ve düşünceyi açıklama özgürlüğü

7 Ekim 2008
YİRMİ yıl kadar önce bir dergi, belki de Hürriyet Sanat Dergisi, yazınsal (edebi) yaratı ve izlek (tema) alanları konulu bir özel sayı yayınlamıştı. Ben de ayaküstü bir şeyler söylemiştim bu konuda. Mısırlı bir sanat eleştirmeninin bu özel sayıda yayınlanan yanıtını hiç unutmam: "Müslüman bir yazarın izlek araştırması gerekmez, çünkü bütün izlekler Kuran’da vardır" diyordu. Bu mantığa göre bir Müslüman yazarın grev, işçi-işveren ilişkisi konusunda, aile içi şiddet ve ensest konusunda bir roman ya da öykü yazması olanaksızdı.

Kuran, kuşkusuz, roman yazarlarının izlek alanlarına bir sınır getirmiyordu. Sınır ve yasağı, Mısırlı eleştirmen örneğinde olduğu gibi Müslümanlar getiriyordu.

* * *

Birkaç yıl önce Kazablanka’da bulunduğum sırada bir Tancalı kadın ressam, benimle görüşmek istediğini söyledi. Öğrenmek istediği şuydu: Türk ressamlar özellikle kadın resmi olmak üzere insan resmi, insan yüzünün resmini yapabiliyorlar mıydı?

"Elbette!" dedim.

Peki bunları kamusal alanlarda, galerilerde özgürce sergileyebiliyorlar mıydı?

"Nü resimleri bile sergilenebiliyor!" dedim.

"Keşke ben de Türkiye’de yaşasaydım!" dedi. Çok hüzünlendi.

Kendisini teselli ettim: Türkiye’de bazı tutucu belediyelerin müstehcen diye heykelleri parklardan kaldırdığını, nü resimlerin ise kimi zaman üzerlerinin örtüldüğünü söyledim.

"Peki yasal işlem yapılıyor mu?" diye sordu.

"Hayır" demem üzerine, "Gördünüz mü Fas ile Türkiye’nin farkı burada!" dedi.

* * *

Terör söz konusu olduğu zaman, İslam’ın teröre geçit vermediğini söylerler. Ki doğrudur.

Gündelik yaşam, düşünce ve inançlar konusunda İslam’ın hoşgörü, tolerans dini olduğunu söylerler ki bu da doğrudur.

Terörist olanlar, hoşgörüsüz olanlar, toleranssız olanlar dinler değil, bu dinlere fanatikçe inananlar. İnançlarını, inanç sınırlarının dışına taşırıp politize edenler. İnançlarını ticaret nesnesine dönüştürenler. Sorun bunlarda. Yoksa dindar çoğunluğun fanatizmle bir ilişkisi yoktur.

* * *

Humeyni’nin öldürülmesi için fetva verdiği Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri’nden sonra şimdi de ABD’li gazeteci Sherry Jones’un "Medine’nin Mücevheri" (Jewel of Medina) adlı romanı fanatik Müslümanların hedefi haline geldi: Kitap Sırbistan’da yayınlandıktan sonra toplatıldı. Kitabın İngiltere’deki yayıncısı Martin Rynja’nın evine molotofkokteylli saldırı düzenlendi. Bunun üzerine yayınevi, kitabın yayınını askıya aldı.

Kitabın ABD’deki yayıncısı Beaufort Kitapları, "Medine’nin Mücevheri"nin 15 Ekim’de satışa sunulacağını açıkladı. Bekleyip görelim!

Bir yazarı en çok tabular kışkırtır. Yazınsal yaratı ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün temel taşlarından biri. "Medine’nin Mücevheri"ni bir Türk romancı da yazabilirdi.

Bir romanda İslam’ın ya da başka dinlerin kutsallarına saldırı varsa, bu romanın yayınlandığı ülkede mahkemeler de var. Kuşkusuz yaratı özgürlüğü de, düşünceyi açıklama özgürlüğü de sınırsız değil. Ama sınırı yasalar koyar, dinsel fanatizm değil!
Yazının Devamını Oku

’Harun Yahya safsatası ve evrim gerçeği’

5 Ekim 2008
"BİLİM ve Gelecek", "Bilim ve Ütopya" adlı iki dergi yayınlanıyor Türkiye’de. Bu iki dergi son yıllarda "evrim" ve "yaşamın tarihi" konularında özel sayılar yayınlıyor. Bu yayınların amacı Cumhuriyet’in temel değerlerinden olan "bilimsel görüş"ü savunmak.

Bilindiği gibi Harun Yahya adıyla yayınlar yapan Adnan Hoca, bilimin bulgularını, bilimsel gerçekleri dinsel bilgi ile açıklayan yayınlar yapıyor. Bu yayınlar Türkiye’de sınırlı bir taraftar bulmasına karşın dünyada ciddiye alınmıyor. Örneğin, Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hoşgörüyle karşılanan Yaratılış Atlası’nın Avrupa ülkelerinde dağıtılmasına izin verilmedi.

Varlık ve varoluşu dine dayalı bilimsel görüşle açıklamaya çalışan safsata, ABD kaynaklı "Akıllı Tasarımcılık" adı altında sunuluyor.

BİR ARAŞTIRMA

30.07.08 tarihli Sabah Gazetesi’nin yayınladığı bir haberi sizlere aktarmak istiyorum: "Muğla Eğitim Fakültesi’nin yaptırdığı bir araştırmaya göre, biyoloji öğretmenleri evrim teorisine mesafeli duruyor. Geleceğin biyoloji öğretmenlerinin yüzde 43’ü evrimin bilimsel geçerliliği olan bir teori olduğunu düşünürken, öğretmen adaylarının yüzde 30’u bu konuda kararsız. Evrim teorisine katılmadığını beyan eden öğretmenlerin oranı ise yüzde 16."

Oysa Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesinde, Türk milli eğitiminin genel amacının Türk milletinin bütün bireylerini "hür ve bilimsel düşünme gücüne değer veren kişiler olarak yetiştirmek" olduğu yazıyor.

DARWIN OLGUSU

Bilim dünyasında, Darwin’in Evrim Teorisi artık bir olgu olarak kabul ediliyor. Özellikle biyoloji ve tıp alanında yapılan bulgular Evrim Teorisi’ni doğrulamakta.

Ayrıca İngiliz Kilisesi, Charles Darwin’in düşüncelerini "aşırı savunmacı ve duygusal" davranarak reddettiği gerekçesiyle Darwin’den özür dilemekte. Kilise artık Kopernikus’un, Galileo Galilei’nin ve Bruno’nun astronomiyle ilgili teorilerine karşı değil.

Ama Türkiye’de Evrim Teorisi’ne karşı olan Yaratılış dogmasının okullarda birlikte öğretilmesi isteniyor; bu dogmanın din derslerinde öğretilmesiyle yetinilmiyor, bir de (Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı olarak) biyoloji derslerinde öğretilmesi isteniyor.

Size bu konuda bilim adamları tarafından yayınlanan "Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği" (Bilim ve Gelecek Kitaplığı) salık vereceğim.

DÜNYA DÜZ MÜ!

Bilimi dinin sınavına, dini bilimin sınavına sokmak saçmalıktır. Bilimi dinselleştirmek, dini inancı bilimselleştirmek de delice bir saçmalıktır. Saçmalıktır, ama din yobazları bu türden saçmalıkları adım başı yapmaktalar.

Aklı başında din adamları, din ve bilimin iki ayrı alan olduğunu, bu iki alanın birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyorlar ve çok iyi ediyorlar. Bilim adamları Tevrat, İncil ve Kuran’ı bilimsel değerlerle inceleyecek olurlarsa toplumda huzur kalmaz. Müslüman din adamlarının Kuran’da dünyanın düz olduğunun yazılı olduğunu savunduğunu biliyor musunuz? "Tanrı’nın yeryüzünü düz olarak, gökleri de muhafazalı bir tavan şeklinde yaratması, insanların geniş yollarda yürüyerek kolaylıkla seyir ve seferlerde bulunmalarını sağlamak içindir. Tanrı bunu kitabında açıklar." (Taberi, "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi", Cilt 1, S.3)
Yazının Devamını Oku

Ne olacak bu kapitalizmin hali?

4 Ekim 2008
ABD ekonomisinin, vahşi kapitalizmin, küresel ekonominin duvara toslaması konusunda yazı yazmak bana düşmez aslında.

Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte toplumu ve toplumculuğu savunanlar öylesine hakarete uğradılar ki bireyi ve bireyciliği göklere çıkartanlara "geçmiş olsun!" demek geldi içimden. 10-15 yıldır erkek tavuskuşu gibi kasılarak geziniyorlardı ortalıkta.

ANGLİKAN KİLİSESİ: KARL MARX HAKLIYMIŞ

Ben tam bunları düşünürken 28 Eylül tarihli Vatan Gazetesi "Kapitalizm Komada" başlığı altında liderlerin, medyanın ve kilisenin, kapitalizmin bunalımı konusundaki görüşlerini yayınladı:

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy: Bugünkü sistem üretimi değil spekülasyonu teşvik ediyor, orta sınıf bitti. Piyasa daima haklıdır görüşü artık tarihe karıştı. Yeni ve ahlaki bir yapı için dünya liderleri acilen toplanmalı.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’de bir siyasal toplum var mı?

3 Ekim 2008
GEÇEN pazar günü (28 Eylül) yayınlanan yazımda bir "ma" hecesinin eksik yazılması anlamın yarısını tersine çeviriyor. Cümle şöyle yayınlandı: "Bir sol parti halkın siyasallaşmasına, geri kalmasına yol açan değerlere neden saygı göstersin?" Cümlenin doğru yazılışı şöyle olacak: "Bir sol parti halkın siyasallaşamamasına, geri kalmasına yol açan değerlere neden saygı göstersin?"

Aynı yazı şöyle bitiyordu: "Siyasal toplum (siyasetçi toplum) sağlıklı siyasetin ve demokrasinin garantisidir! Türkiye’de bir siyasal toplum var mı? Buna geçerli bir cevap arayacağız!"

* * *

Arayalım: "Efendim, CHP ve genel olarak sol elit halkı küçük görüyor, ona yukardan bakıyor!" Bu 1940’lardan itibaren sağcı politikaların tepe tepe kullandığı, istismar ettiği bir önyargı sloganı. Acaba gerçek böyle mi?

"Ben odunu aday göstersem milletvekili seçilir!" diyen kim? Ünlü demokrat partinin genel başkanı ve tek başbakanı Adnan Menderes. Halka saygı bu cümlenin neresinde Allah aşkına?

Halka "Ulan, ananı al git, terbiyesizlik etme!", halkın şehitlerine "kelle" diyen kim? AKP’nin genel başkanı ve biricik başbakanı Recep Tayyip Erdoğan!

"Terbiyesizlik etme, kalk ayağa, sus!" diyen kim? AKP’nin ağır toplarından Bülent Arınç!

Konuşmalarında küfür, hakaret ve argo sözcükleri tercih eden, cümlelerinde "nokta nokta" formülünü kullanan kim? AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat!

Yandaşlarına birer seçmen gibi değil de "tarikat müridi" muamelesi yapan kimler? AKP yöneticileri!

CHP ve sol partilerin yöneticilerinin ağzından bunların benzeri bir cümle ve sözcük duydunuz mu? Öyleyse halkı küçük gören, seçmen halka yukardan bakan, halkın ağzı bozuk olduğunu ileri süren kim?

* * *

AKP Genel Başkan Yardımcılarından Şaban Dişli yaptığı yolsuzluğun ortaya çıkması üzerine görevinden istifa etmek zorunda kalıyor. Öteki Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat hakkında hayali ihracat, nüfuzunu kötüye kullanmak gibi ciddi iddialar var. Ne yapıyor Dengir Fırat? İddia sahibi ile televizyonlarda münazara ve münakaşa yapıyor, iftiraya uğradığını ileri sürüyor. İftiraya uğrayan ne yapar? Yargıya gider, iftira edenden hesap sorar, tazminat davası açar. Dengir Fırat neden yargıya başvurmuyor?

AKP Almanya’daki Deniz Feneri davasını görmezlikten geliyor; Deniz Feneri davasının Türkiye’deki Deniz Feneri ile ilişkili olduğunu ileri süren Alman yargıcın iddiasını duymazdan geliyor.

Görevine AKP tarafından atanan RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın Deniz Feneri Derneği yolsuzluğu ile ve başka yolsuzluklarla ilişkili ve bunların sorumlusu olduğuna dair ciddi iddia ve kanıtlar var. Ama AKP Zahid Akman’ı görevinden almıyor.

* * *

Hiçbir siyasal parti, hiçbir iktidar seçmene karşı böyle vurdumduymaz davranamaz! Bu da Türk toplumunun bir siyasal toplum olmadığını, dinsel inançlar cemaatinden oluştuğunu gösteriyor. Bir de etnik cemaatler var tabii. Çoğul ve çoğulcu siyasal toplum nerede?
Yazının Devamını Oku