1900 ile 1920 arasında doğmuş olan çağdaş şiirimizin kurucu kuşağının belki de hayatta kalan sonuncu şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca, 15 Ekim 2008 Salı günü öldü. 1914 yılında doğmuştu. Cahit Sıtkı Tarancı’dan dört yaş küçüktü. Orhan Veli Kanık ve Oktay Rifat ile yaşıttı. Melih Cevdet Anday’dan bir yaş, Cahit Külebi’den üç yaş büyüktü.
İlk şiir kitabı Havaya Çizilen Dünya 1935 yılında yayınlandığında Harbiye’den yeni mezun olmuş 21 yaşında bir teğmendi. Çağdaş şiirimizin en önemli yapıtlarından sayılan Çocuk ve Allah 1940 yılında yayınlandı. Askerlik mesleğinden ayrıldığı 1950 yılına kadar daha beş kitap yayınladı.
Yazımın başına aldığım "Söyle Sevda İçinde Türkümüzü" adlı şiir, şairin sivillik döneminin ilk kitabı olan Aç Yazı’da yer almaktadır. Aç Yazı’yı 8 Şubat 1952 günü Mersin’de satın almışım. 15 yaşımın içinde. Ezberleme yeteneğinden yoksun belleğim ilk dört dizesine sahip çıkmıştır.
* * *
Yazınsal (edebi) yaratıyla ilgili olarak, insanın beyninde şiir, roman, öykü salgılayan bir merkez bulunmadığını ileri sürerim. Fazıl Hüsnü Dağlarca bu kuralın dışında yer alır. Sanki şiirlerini bir tür yalvaç vahyi ile yazdı. Dünya şiirinin nereden geldiği, nerede olduğu, nereye gittiği umurunda bile değildi. Yaşıtları olan Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Ziya Osman Saba, Baudelaire şiiriyle yatıp kalkıp ondan esinlenir, hiza ve istikametlerine bu şairden bakarken o başını çevirip Batı şiirine bakmamıştır bile. Bakmış olsa bile bunu belli etmemiştir.
Şiiri aramamış ama onu her nasıl ise bulmuştur. Şiiri salgılamıştır!
Batı Acısı’ndan itibaren dünya şiirinin önüne geçmiş ve bu kitapla giydiği şiirin Sarı Mayosu’nu bir daha çıkarmamıştır.
Bunun sonucu olarak 1967 yılında, ABD’nin Pittsburg kentindeki International Poetry Forum’u tarafından Türkiye’nin En İyi Türk Şairi olarak seçildi ve Struga Şiir Festivali’nin Altın Çelenk Ödülü’nü 1974 yılında aldı.
Eğer 1960’lardan itibaren Almanca, İsveççe, İngilizce ve Fransızca dillerinde her biri 100 sayfayı aşkın kitapları yayınlanmış olsaydı Nobel Ödülü’nü alması hiç de güç olmazdı.
Ne yazık ki İngilizce, Fransızca ve İspanyolca’da yayınlanmış kitapçıkları vardır. Ama dünyanın büyük şairler loncasında adı hep saygıyla anılan bir şairdi.
* * *
Garip Şiiri’yle, İkinci Yeni Şiiri ile hiç ilgilenmedi. Onun için sanki bu şiirler yazılmıyordu. O şiirsel devrimlerini, reformlarını kendi şiiri içinde yapıyordu. Türk şiiri içinde kendi başına, debisi yüksek bir ırmaktı. Ne şeyhi vardı, ne de müridi oldu. Kendi başına bir ulus idi!