24 Mayıs 2009
HÜRRİYET’in Brüksel temsilcisi, değerli dostum Zeynel Lüle, Brüksel’de, dedesinin anıları çevre ve çerçevesinde oluşan "Ali Çavuş" adlı (Doğan Kitap) kitabı verdi. Kitabın ve dedesinin öyküsünü Zeynel’den birkaç kez dinlemiştim: Kitabın kapağında "Mustafa Kemal’in Can Yoldaşı", "Sırdaşının anılarıyla Mustafa Kemal’in 1919-1925 arası çalkantılı dönemi" gibi tanımlamalar var. Bunlar kimilerine abartı ya da palavra gibi gelebilir. Benim için ölçü fotoğraflar: Kapaktaki fotoğrafta Ali Çavuş, Mustafa Kemal’in armağan ettiği, Çanakkale’de giydiği paltoyu giymiş; Mustafa Kemal Paşa ile Fevzi Çakmak ve Salih Bozok teftişe giderken şoförün yanında oturan kişi Ali Metin Çavuş. 1915-1925 yılları arasında çekilen fotoğraflarda Ali Çavuş, Mustafa Kemal Paşa’nın hemen arkasında.
Bir de Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Çavuş’a verdiği yazılı belge var. Bütün bunlar benim için yeterli.
* * *
Kitabı okurken tarihin birkaç karanlık noktasını aydınlatan sayfalarla karşılaştım. Bunlardan biri Dersim (Tunceli) Kürtlerinin, Sivas’a kongre yapmaya giden Mustafa Kemal Paşa’ya kurdukları tuzak ve Mustafa Kemal Paşa’nın yüksek sezgi ve zekásı ile bu tuzaktan kurtulması.
Dersim Kürtlerinin 1919 yılında Mustafa Kemal Paşa ile alıp veremedikleri nedir ki ona suikast tuzağı kuruyorlar? Ali Çavuş işkembe-i kübradan mı atıyor bunu? Sanmam! Bu tuzak girişimi bize 1937 Dersim isyanının ipuçlarını verebilir.
Cumhuriyet tarihine karşı başlatılan karalama kampanyalarının sonu gelmiyor. Şimdi de karşımıza "Dersim Soykırımı"nı çıkartıyorlar. 14 Kasım 2008 tarihinde Brüksel’de Avrupa Birliği desteğiyle düzenlenen ve Türkiye’den DTP milletvekilleri Şerafettin Halis (Tunceli) ve Aysel Tuğluk (Diyarbakır) ile Tunceli’nin DTP’li Belediye Başkanı’nın katıldığı toplantı bu girişimin en tipik örneğidir.
Teori Dergisi yazı kurulu üyesi Bayram Yurtçiçek’in, Teori Dergisi’nin Ocak 2009 sayısında yayınlanan "Tunceli isyanı ve ’soykırım’ iddiaları üzerine" başlıklı yazısı, Dersim isyanları tarihine ve soykırım yalanına ışık tutuyor. Mutlaka okunması gereken bir yazı!
* * *
Bayram Yurtçiçek, bölgenin geçim kaynağının hayvancılık olduğunu; tıpkı Osmanlı dönemi gibi Cumhuriyet’in ilk 15 yılında da başlıca geçim kaynaklarının neredeyse talan ve çapulculuk olduğunu yazıyor.
Bilindiği gibi Tanzimat’tan önce bütün doğu illeri derebeylik yöntemiyle idare edilmekteydi. Yönetim, derebeylerin ve aşiret reislerinin elinde idi. Tanzimat ile Kürt bey ve mirlerine tanınan ayrıcalık kaldırılmış ve bölge merkezi yönetime bağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde hızlanan Kürt isyanlarının en önemli nedenlerinden biridir bu.
Dersim bölgesi Cumhuriyet döneminde de vergi vermiyor, askere gitmiyor ve çevre il ve ilçeleri talan etmeye ve soygunlara devam ediyordu (S.51).
1937 isyanı da bu nedenlerle çıkmıştı. Cumhuriyet, devrimlerine karşı direnen bir bölgeye müdahale etmeyip ne yapacaktı?
Toprak reformu yaparak, köy enstitülerini kurarak yaranın kökenine gidilmek istendi. Ama bu kez aynı ağalar ve feodaller, TBMM’de bu girişimlere engel oldular.
Bu yazıyı bana ilham ettiği için Ali Çavuş’a teşekkür ederim.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2009
DEMEK ki: 3000 fotoğraflık bir arşivden seçilen şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış 150 fotoğrafla bir sergi açıldığına göre bir "Çanakkale Savaşı" olmuş. Olmuş diyorum; çünkü Çanakkale Savaşı’nın bir kasafan (yalan) olduğuna inananlar var. Söz konusu 150 fotoğraf arasında "yatır" fotoğrafı olmadığına göre Çanakkale’de yatırlar değil Çopur İbram, Göde Veli, Kara Memet, Gök Cezvet (yani Cevdet) ve arkadaşları savaşmışlar.
* * *
Çanakkale direnişi (alçakgönüllülük edip zafer mafer demiyorum, sadece direniş diyorum) tek başına yirminci yüzyıl tarihini değiştirdi. İngilizler, Fransızlar, Çanakkale Boğazı’na müttefikleri Çarlık Rusya’ya yardım etmek, bir ölçüde de Kafkas petrollerini kontrol etmek için dayandılar.
Mustafa Kemal’in düşük rütbesinin ileri sürülüp Liman von Sanders Paşa’nın başkomutanlığının öne çıkartıldığı safsatalar helal süt emmemiş taifesinin fesatlığından başka bir şey değil.
Sonuçta Mustafa Kemal Bey tarih sahnesine çıkıp başrol oynamaya başladı. İngiliz ve Fransızlar, Karadeniz’e çıkıp Çarlık Rusya’ya yardım edemediği için Rusya’da Ekim 1917 Bolşevik devrimi oldu ve bunun sonucu olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu. SSCB kurulmakla kalmadı, ideolojisiyle bütün Asya ve Avrupa’yı, Afrika ve Güney Amerika’yı etkiledi. Çanakkale direnişi parçalansaydı 20. yüzyıl tarihi başka türlü yazılırdı.
* * *
Bu sütunda İstanbul Ticaret Odası’nı iki kez övmüştüm. "Sarışın Bir Kurt" (Atatürk’ün yayımlanmamış fotoğrafları) ve "Bir Hürriyet Türküsü" (Yayımlanmamış Kurtuluş Savaşı fotoğrafları) adlı iki fotoğraf sergisi dolayısıyla. Ayrıca "Bir Sarışın Kurt" ve "Ara Güler" kitap-albümlerini de övmüştüm. Elbette överim. Mersin’i de bu nedenle, Eskişehir’in Anadolu Üniversitesi’ni de aynı nedenlerle övmüştüm.
Kendi mesleki çalışma alanı dışında, o mesleğin varlığının bir zorlayıcı sonucu olarak kültür ve sanatla ilgilenmesi övgüye değer. Gene bu nedenle rahmetli Kadri Şaman’ı sevdim. Bu nedenle bizim Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Şerafettin Aşut’u, MTSO Başkan Yardımcısı ve Festival Yürütme Kurulu Başkanı Faik Burakgazi’yi, İTO Başkanı Murat Yalçıntaş’ı beğenir ve severim.
* * *
İstanbul Ticaret Odası’nın yeni bir kültür girişimi: "Çanakkale Destanı: Yayımlanmamış Çanakkale Fotoğrafları" sergisi. İstanbul Taksim Metrosu’nda 19 Mayıs günü açılan bu sergi 19 Haziran tarihine kadar açık kalacak.
Taksim Metrosu’nu bu türden sanat etkinliklerine açan ve kendisi de sanat etkinlikleri yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni de kutlamak istiyorum. Ayrıca İstanbul Şehir Tiyatroları çalışmaları için de İBB’yi kutlamak istiyorum. Daha önce herhangi bir nedenle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kutladığımı hatırlamıyorum.
Bitirirken bir temennide de bulunmak istiyorum: İstanbul Ticaret Odası daha önce açılan "Bir Sarışın Kurt" sergisinde yer alan fotoğraflardan görkemli bir albüm-kitap yayınlanmıştı.
"Çanakkale Destanı"nın da kitap haline dönüşmesi hem kalıcılık hem de tarih bilinci açışından unutulmaz bir hizmet olacaktır. Bu hizmeti İTO’dan beklemenin bizim için bir hak olduğunu düşünüyorum. Bu kitabın gelecek yıl Çanakkale törenlerinde sergilenebileceğini düşünürken içim titriyor.
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2009
MERSİN’de güneş bir türlü denizden çıkamıyor. Deniz puslu, gemiler, tekneler bir hayalet gibi. Ya yağmur yağarsa? Siz bu yazıyı okurken yağıp yağmadığını anlayacağız.
Dün akşam Fazıl Say’ı gördüm otelin lobisinde. Berlin’den geliyordu. 21 Mayıs’ta Kızkalesi’nde, 22 Mayıs’ta Mersin Kültür Merkezi’nde iki konser verdikten sonra Lizbon’a gidecek. Festival programı şöyle:
* * *
Biletli, ücretli etkinlikler:
21 Mayıs: Fazıl Say; J.S. Bach (Chaccone, Busoni uyarlaması); L.V. Beethoven (17. Sonat); Fazıl Say, (Baladlar: Nazım, Kumru, Sevenlere Dair; Kara Toprak, Paganini’nin teması üzerine caz çeşitlemeleri; G. Gershwin: Summer Time, Rhapsody in Blue)
22 Mayıs: L. Janacek (Sonat 1.X.1905), S. Prokofiev (7. Sonat), M. Mussorgsky (Bir Sergiden Tablolar).
Fazıl Say’dan ilk kez bir Janacek dinleyeceğim.
23 Mayıs: Al Di Meola (World Sinfonia); Kongre Merkezi’nde.
26 Mayıs: Ankara Devlet Opera ve Balesi (Carmina Burana); Kültür Merkezi’nde.
27 Mayıs: Resonance Quintet; Latin Katolik Kilisesi’nde.
30 Mayıs: Swingle Singers ; Kongre Merkezi’nde.
1 Haziran: Europa Galante ; Kültür Merkezi’nde.
2 Haziran: Fabio Biondi & Europa Galante Solistleri; Tarsus St. Paul Müzesi.
Bütün konserler ve temsiller saat 20.00’de başlıyor.
* Ê* *
Biletsiz, ücretsiz etkinlikler:
25 Mayıs: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu, Forum AVM.
28 Mayıs: Devlet Halk Dansları Topluluğu, Tarsus 75. Yıl Kültür Merkezi.
29 Mayıs: Devlet Halk Dansları Topluluğu, Toroslar 3 Ocak Spor Kompleksi.
Bütün konser ve gösteriler saat 20.00’de başlıyor.
* Ê* *
Mersin Uluslararası Müzik Festivali bu yıl sekizinci yaşına bastı. Başlangıçta, girişimi başlatanlar dışında herkes (sponsorlar bile) bu büyük serüvenin gelip geçici bir heves olacağını sanıyordu. Burada, tuttuğunu bırakmayan Tülay Bardakçıoğlu’nun inançlığını, savaşçılığını saygıyla anmak isterim. Festivalin ilk altı yılına Tülay Bardakçıoğlu analık etti. Ondan bayrağı (Yürütme Kurulu Başkanlığını) teslim alan Faik Burakgazi aynı zamanda, bu yıl üçüncüsü verilecek olan Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nün de fikir babası.
Mersin Uluslararası Müzik Festivali 10 Haziran 2007 tarihinde Brüksel’de yapılan toplantıda Avrupa Festivaller Birliği (EFA) üyeliğine kabul edildi.
Mersin’de neredeyse her gün bir resim sergisi açılıyor, konferans düzenleniyor, yazarlar konuşmalar yapıyor, kitaplarını imzalıyor.
Mersin artık çok önemli bir kültür kenti. 2000 öncesinde de böyle bir kentti. Ancak kimseler bilmezdi. Mersin Uluslararası Müzik Festivali ve Mersin Kenti Edebiyat Ödülü sayesinde Mersin’in her bakımdan dünya standartlarında iki-üç kentimizden biri olduğu biliniyor artık. Mersinlilerin iki temennisi var: Üniversitenin kampus dışına çıkıp Mersin’e katılması ve İdman Yurdu’nun Mersin’i artık Süper (nasıl süper ise) Lig’de temsil etmesi!
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2009
BEN aynı zamanda Mersin Uluslararası Müzik Festivali’yle de övünürüm. Yarın, 21 Mayıs 2009 Perşembe günü Fazıl Say’ın açılış konseriyle başlıyor. Konser yeri: Denizin ortasında bir gemiye benzeyen Kızkalesi. Müthiş bir konser olacağını düşünüyorum.
* * *
Ben aynı zamanda Mersin Ticaret ve Sanayi Odası ile de övünürüm. Kadri Şaman’ın halefi Şerafettin Aşut, rahmetlinin yerini layıkıyla doldurmak için elinden geleni yapıyor.
MTSO olağanüstü bir kitap yayınlamış: "İstasyon’dan Fener’e Mersin"
Kitap, Kayatepe İlkokulu üçüncü sınıftaki öğretmenim Macide Merzeci’nin yeğeni Ali Murat Merzeci’nin koleksiyonu üzerine çatılmış. Kitap tasarımı (Tülin Selvi Ünlü, Tolga Ünlü) Mersin’de yapılmış; metin yazarları da tasarımı yapan kişiler. Fotoğrafları çeken usta (Mustafa Eser) Mersinli. Baskı da Mersin’de Başak Ofset’te yapılmış. Baskının renk ayrımı iyi, cilt çok iyi. Elbette Mersin’le övüneceğim; Mersin’i şımartacağım!
* * *
Bu kadar övündükten ve övdükten sonra, kitabın arka kapağında yer alan giriş bölümünü eleştireceğim:
"Mersin binlerce yıllık Anadolu kentlerinin çoğundan az bildiğimiz ve dolayısıyla kendini ifade etmekte zorluk çeken bir kent. Mersin’in içinde yer aldığı coğrafyanın antik dönemine ilişkin bilgimiz, kentin modern dönemine ilişkin bildiklerimizden çok daha fazla. Hüzünlü bir nostaljiyle hatırlanan yakın geçmişi ve doğrudan doğruya kente ilişkin, bir elin parmaklarını geçmeyecek sınırlı sayıda çalışma bulunuyor."
Bu serzeniş Mersin’le ilgili, Mersin’i konu alan yayınlarla ilgili olmalı.
Mersin’in 17 kilometre ötesindeki Tarsus hakkında kaç yayın var? Üstelik Tarsus, Kleopatra ile Markus Antonius’un buluştuğu yer. O zamanlar Berdan Çayı’na gemiler girermiş. Bir zamanlar "Kleopatra Kapısı"na "Gancık Kapı" denirdi. Kim biliyor?
Tarsus, Antakya ile birlikte Roma İmparatorluğu’nun ve Hıristiyanlığın en önemli din ve kültür kentlerinden biriydi Kudüs’ten sonra. Kim biliyor? Aziz Pavlus’un kentidir Tarsus ve Aziz Pavlus "Tarsuslu Pavlus" (Saint-Paul de Tarse) olarak bilinir. Kim biliyor?
* * *
Mersin’le ilgili evrak ve belgeler kurucu ailelerin mirasında aranacak. Belge ve bilgi eğer Müftü Ailesi’nde yoksa, Toroğlu Ailesi’nde yoksa kimde olacak? Benim ailem de kurucu ailelerden biri ama Çavuşlu kökenli köylü. Köylüde belge ne gezer? Her ailede, Mersin’e 1915 yılında yerleşen Kadı Hasan Tahsin’in torunu Ali Merzeci yok ki!
O zaman araştırma kentin kurucularından Levanten ve Hıristiyan Arap ailelerde yapılacak.
Şu anda Mersin ve İskenderun’da yaşayan ailelerle ilişki kurulacak. (Lazkiye’den gelen Nusayri Felahların Türkmen köylüden farkı yoktur.) Sonra Asri Mezarlık’a gidilecek, oradaki Hıristiyan ve Yahudi mezar taşlarında adı yazılı ailelerle ilişki kurulacak.
Kitapta Uray Caddesi diye bir cadde var. "Uray"ın "belediye" anlamına geldiğini kaç kişi biliyor ve bu caddenin bir zamanlar Türkiye’nin Wall Street’i olduğunu kim biliyor?
Ben, Mersin Asri Mezarlığı’da Müslüman, Hıristiyan ve Musevi ölülerin hep birlikte yattıklarını Hürriyet Gazetesi’nde yazdığım zaman, DHA muhabirlerinin çektiği film CNN-Türk’te gösterildiği zaman herkesin ağzı bir karış açık kalmıştı.
Mersin, bu satırların yazarının nenesi (babaannesi) Çakır’ın kızı Fatma ile neredeyse yaşıt. Böyle bir şey nerede görülmüş?
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2009
ŞİMDİYE kadar ihmal edilmiş, savsaklanmış bir gerçeği ameliyat masasına yatırdık, yatırıyoruz: Köylüyü Topraklandırma Kanunu’nun amaçladığı toprak reformu ile köy enstitülerini birlikte düşünmek zorundayız. Bu ikili, aşiret düzeni ile feodal yapıyı ve bunların işbirlikçisi irticayı ortadan kaldırmayı hedef almıştı. Toprak reformu engellendi, köy enstitüleri kapatıldı. Bu sayede feodal aşiret düzeni günümüze kadar geldi. Bu düzenin işbirlikçi olarak bir okula gereksinimi vardı, bu okul imam hatip okulları olarak düzenlendi ve örgütlendi.
İmam hatipler kırsalda feodal aşiret düzeninin dayanağı olmakla kalmadı, aynı zamanda kasaba ve kentlerde kapitalist düzenin savunucusu olacak şekilde kurgulandı.
* * *
Bana köy enstitüleri yıkılış operasyonunun tarihçesini hatırlatan eski bakan Rifat Serdaroğlu’na çok teşekkür ederim. Köy enstitülerini Demokrat Parti’nin kapattığını yazarken, bu okulları kapatanların Cumhuriyet Halk Partisi içinde oynadıkları rolü ve bu rol sona erdikten sonra Demokrat Parti’yi kurmalarını elbette biliyorduk, biliyoruz.
Ancak, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na başından itibaren karşı olan Adanalı toprak ağası Cavit Oral’ı Tarım Bakanı yaparak yasanın uygulanmasına engel olan; köy enstitülerinin kurucusu Hasan Ali Yücel’i görevden alarak, önce bu okulların can düşmanı Reşat Şemsettin Sirer’i, daha sonra aynı familyadan Tahsin Banguoğlu’nu milli eğitim bakanı yapan İsmet İnönü’nün yaptıklarını unutacak değiliz.
CHP içinde 1935’ten itibaren toprak reformuna kimler karşı çıkmış ise aynı muhalefeti köy enstitülerine karşı göstermişlerdir. Bu kişilerin dörtlü takriri veren Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat Parti’yi kurduklarını bilmiyor muyuz? Demokrat Parti’yi kuruncaya kadar CHP içinde bir muhalefet partisi olarak çalışmışlardı. Yani köy enstitülerinin yıkılış sürecini CHP içinde başlattıktan sonra Demokrat Partili olarak 1954 yılında süreci tamamlamışlardır. Ve işin gerçek doğrusu budur!
* * *
Kimileri, "İmam hatipliler size ne yaptı?" diye edepsizce soruyorlar. Bu sorunun muhatabı ben değilim, bütün Türkiye. Türkiye’nin yakın tarihinde toprak reformunu, ağalık düzenini, feodaliteyi, köy enstitülerini, irticayı, imam hatip okullarını birbirinden ayırmak mümkün değil.
Köy enstitüleri girişimi ile toprak reformu için yapılan çalışmaların birlikte yürütülmesi bir rastlantı değildi. Köy enstitüleri, toprak reformunu uygulayacak köylü-çiftçiye öncülük edecek kadroları oluşturacaktı. Köy enstitüsü mezunları sadece öğrencilere öğretmenlik yapmayacaklar, aynı zamanda köylü-çiftçiyi de eğiteceklerdi.
Bu programın gerçekleşmesi Türkiye’nin altyapısını tepeden tırnağa değiştirecekti. Doğuda feodal yapı, ağalık-şeyhlik-şıhlık düzeni sona erecek ve tarımsal üretim modernleşecekti. Demokrat Partililer önce CHP içinde, daha sonra kendi partileri Demokrat Parti marifetiyle bu devrimci projeyi önce sabote ettiler, daha sonra ortadan kaldılar.
Toprak reformu gerçekleşmedi, Köylüyü Topraklandırma Kanunu uygulanmadı. Köy enstitüleri kapatıldı ve yerine imam hatip okullarına düzenin bekçiliği görevi verildi.
Bir cumhuriyet devrimcisi elbette feodal yapıya ve imam hatip okullarına karşı olacak!
Bu konuda Prof. Dr. Çetin Yetkin’in "Karşıdevrim, 1945-1950" adlı kitabını salık veririm.
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2009
BİZİM Tanbey, uzun yıllar önce yitirdiğimiz "Türklerin Tarihinde Ne Oldu?" programını evrakı arasında bulmuş. Boston’dan postayla göndermeyip Kahire’de elden verdi. Program, 1980’lerin başında rahmetli olan bir "muharrir"in terekesinde bulunan Eski Türkçe (Arap harfleriyle yazılmış) bir kitabın arasında bulduğumuz sararmış bir parşömen káğıdına yazılı idi.
Metnin üslubu Tanbey’in çok hoşuna gittiği için yanında ABD’ye götürmüş ve káğıt bir yerlere karışmış. Yirmi yıl sonra tekrar elime geçti. İsterseniz birlikte okuyalım. (Ancak düzeltmen arkadaşlar metinde herhangi bir düzeltme yapmasınlar lütfen. Olduğu gibi kopya ediyorum.)
* * *
TÜRKLERİN TARİHİNDE NE OLDU?
Bölümler / Bahisler:
1. Sedd-i Çin ve Dünyanın Başına Açtığı İşler:
[Çin Seddi’nin yapılış sebebi, Asya’da Türklerin yaşayışı ve Medenilere karşı hareketleri ve sonra ters yüzüne Batıya yol almaları, oradaki Medenilerle tanışmaları hakiki şekliyle anlatılmaktadır.]
2. Halife Sultan’ın Dramı; Zabitanın rüyası veya Medenilerle Bedevilerin Mücadelesi:
[12. asırdan itibaren Müslüman Türklerin Medenileşmesi gayretleri ve buna karşı onların direnişleri anlatılmaktadır.]
3. Medeniyet Yolunda Üç Müsibet ve Bedeviyetin Galebesi ve İstilası:
[Medenileşmeye çalışan bir avuç Türkün bu yoldaki gafletleri, beyhude hevesleri, fuzuli gayretleri ve mağlubiyetleri anlatılmaktadır.]
4. "MİZ-MIZ" illeti ve İçe Kapanış:
[Müslüman Türklerin kendilerinden hoşnutlukları, dünyadan bihaberlikleri, şişinmeleri, folklor düşkünlükleri, ahlak ve karakterleri anlatılır.]
Örnek: Kahraman Maraşımız, Yahya Kemalimiz, Hocamız, vs.
5. Gözü dışarıda "Milli Toplum" veya Türk’ü Bıraksan Hemen Göçer:
[Türklerin oturdukları yerden hoşnutsuzlukları, yer değiştirme merakları, milliyetçiliklerinin mahiyeti anlatılmaktadır.]
6. Okumadan álim, yazmadan katip, bilmeden zalim:
[Karabudunun kendine icat ettiği tuhaf Tanrı; üfürük ve menkıbelerin kutsallaşması. Beli kuvvetli şeyh hazretleri. Vs.]
7. Hal ve İstikbal; en küçük azınlık olarak Akanalar:
[Müslüman Türklerin bugünkü halleri, Medenilere karşı elde ettikleri şanlı zaferler, iktidar oluşları ve idareleri, medenilerin tecrit edilmeleri, geleceğin muhtemel statüsü anlatılmaktadır.]
* * *
Sanki Umberto Eco’nun "Gülün Adı" kitabının yazma programı gibi bir şey. Ya da "Da Vinci Şifresi"nin şifreleri. Bu metin büyük bir olasılıkla 1985 yılında elimize geçmişti. Tan, 1989 yılında ABD’ye gitti. Metnin yazarı büyük bir olasılıkla yazı devriminden önce okula başlamış. Çünkü kaligrafisinde o dönemin karakteri egemen.
Yani ve ancak: Anladığım kadarıyla, yazılması tasarlanan, yazılıp yazılmadığı bilinmeyen kitabın AKP ve Milli Görüş selefileriyle hiçbir ilişkisi yoktur.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2009
MARDİN’in Bilge adlı köyünde şehit edilen, 24 yaşındaki köy imamı Kazım Ozan için Allah’tan rahmet dilerim. Ahmet Hakan’ın "Erkek Çalıkuşu" unvanını verdiği genç imam, hakkında yazılanlardan çıkan sonuca göre, Türkiye’nin çok muhtaç olduğu "tür"den bir imamdı. Ruhu şad olsun!
* * *
İmam-hatip okulları öğretmen/imam çatışmasına girmeyecek, öğretmen ile birlikte el ele cumhuriyet için çalışacak aydın ve çağının çağdaşı imamlar yetiştirmek amacıyla kurulmuştu.
Köy enstitülerinden yetişen köy öğretmenleri de "aydın ve çağının çağdaşı" olan, imam hatip mezunu genç imamlarla işbirliği yapacaklardı.
Alın size toplumsal barış!
Toprak reformu yapılacak, çiftçi topraklandırılacak, böylece ağa ve mütegallibenin kurduğu egemenliğin zincirleri kırılacaktı.
Aydın imam ile köy enstitülü köy öğretmeninin işbirliği sayesinde şeyh ve şıhların otoritesi kırılacak, tarikat ve cemaatlerin egemenliği sona erdirilecekti.
Alın işte size toplumsal barış!
Bu düzen kurulup 1960’a kadar devam edebilseydi, Türkiye 70’lerin başında çağ atlardı. Hem sanayisi kurulur, hem tarımı yükselir, hem de vatandaşlar aydınlanırdı.
Bunun sonunda, bir türlü kurulamayan demokrasi kurulur ve kök salardı.
* * *
Ama olmadı: CHP içinde yuvalanmış ağa, mütegalibe ve mürteci takımı, ilerici ve devrimci kanadın bütün plan ve projelerini sabote etti. Bu sabotaj 1938’den önce de vardı. Atatürk’ün ölümünden sonra iyice etlendi butlandı ve örgütlendi.
Prof. Dr. Çetin Yetkin, "Karşıdevrim, 1946-1950" adlı kitabında "Meclis’teki toprak ağalarının, Osmanlı artıklarının neden bu tasarıya karşı çıktıkları ve bu karşı çıkış sürecinde DP’yi kurdukları daha iyi anlaşılacaktır" (s. 211) diye yazmaktadır.
Çetin Yetkin, "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu"nun başına gelenleri anlatırken bunları söylemektedir.
Köy enstitülerinin kuruluşunun Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile çok yakın ilişkisi vardır (s. 235). Toprak reformundan sonra Çiftçi Ocakları kurulacak ve böylece Cumhuriyet’in toprak mülkiyetiyle ilgili altyapı devrimi gerçekleşmiş olacaktı.
Bu devrim sürecinde köy enstitüsü mezunu köy öğretmeninin köylüye önderlik etmesi düşünülüyordu.
* * *
Toprak reformu, çiftçi ocakları ve köy enstitüleri sayesinde Devrimci Cumhuriyet projesinde çok önemli adımlar atabilecekti. Bu proje CHP’nin tek parti döneminde içerden sabote edildi. İnönü’nün bu süreçte oynadığı olumsuz rol çok dikkat çekicidir.
Demokrat Parti iktidarı köy enstitülerini kapattıktan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu rafa kaldırdıktan sonra kendi karşı projesini yürürlüğe koydu. Bu projenin ana ekseni ve orta direği imam hatip okullarıydı. Son 60 yıllık yakın tarihimizi anlamak isteyenler bu yazının konu edindiği ilişkiyi mutlaka anlamak zorundadır.
Artık gerçek nedenleri bulacak doğru dürüst araştırmalar ve bilimsel yorumlar yapılsın!
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2009
ESKİ Sağlık ve Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun itiraz ettiği noktaları ve köy enstitüleri tarihçesini kuşkusuz iyi biliyorum. Özel alanım!
Yazının Devamını Oku