Özdemir İnce

Asker darbe yaparsa intihar edelim

27 Şubat 2010
KUŞKUSUZ, darbe yapmayı aklına koymuş asker bir yaşlı şair intihar etmesin diye bu kararından vazgeçmez. Ha, laf açılmışken söyleyeyim de günah benden gitsin: Kimse bana güvenip darbe falan yapmasın! Ekip çalışmasına alışkın olmadığım, tek başıma çalıştığım için benden kimse yararlanamaz! FAL VADESİYLE OLMAZ
Ben planlı, programlı bir insanım: Paris’e, Beyrut’a, Sofya’ya, Köy’e ne gün gideceğim, İstanbul’a ne gün döneceğim bazen bir yıl önceden bellidir. Tabii, gazetenin vereceği görev gereği yapacağım yolculuklar, çok önemli davetler dışında. Günü gününe yapılan davetlere katılmam. Kendimi kafaca, ruhça hazırlamam gerek.
Asker bir darbe yapacaksa bunun da bir plan ve programı olmalı. 200 komutanla darbe yapılamaz! 3-5 yeter! Öyle sosyolojik araştırma gibi 5.000 sayfalık plan da olmaz. 15-20 satırı geçmemeli, ezberlenmeli. Fal vadeleri ile darbe yapılmaz!
KÂHİNLERE DANIŞMALI
Kadim Yunan’da, Delphoi’deki Apollon Tapınağı’nın Pythia bilici rahibeleri gibi, Dodone kehanet (bilici) yerleri gibi; Kassandra gibi geleceği görenler; Amphiaraos gibi büyük kâhinler vardı. Kâhin çınar yapraklarının hışırtısından gelen esinle gelecekten konuşurdu, geleceği haber verirdi. Bu nedenle Krallar ve büyük komutanlar bu kehanet yerlerine, büyük kâhinlere gidip ya da elçi gönderip yapacakları seferler ve işler konusunda danışırlardı. Danışmada soruyu yalın ve doğru koymak önemliydi.
Bizim Osmanlı da keçinin kuyruğuna bakardı karar vermek için. Tarihi bir karar vermeden önce ya remil attırır ya da istihareye yatardı.
Darbe yapmak kötü ama ciddi bir iştir. Yapmadan önce Atlantik ötesi ve berisinin çağdaş kehanet yerlerine gitmek, kâhinlere danışmak gerek. Yoksa yarı yolda kalınır alimallah!
KORKUNUN BÜYÜLEYİCİ YANI
Avrupa Birliği’ne giriş müzakerelerinin ucu açık olabilir ama askeri darbelerin ucu açık olamaz, olmamalı. Ucu açık darbenin tehlikesi, hâlâ kızlarımın bodrum kapağını açıp, “Bak Öz, bak Demir, öcü geliyor ha!” diye beni korkutmalarına benzemez. Benzemez ama ben yıllarca korktum. Siren sesleri yüzünden uçaklardan korktum, itfaiyenin önünden geçemedim. Korkunun bir büyüleyici yanı var, insanın bedenini, aklını ve ruhunu kötürüm eder.
Gerçekleşmeden önce korkutan darbe yapıldıktan sonra kimse üzerinde bir korku baskını yaratmayacağı için hiçbir işe yaramaz. Darbe kara kalabalığın beklemediği anda yapılır ki herkes aklını yitirsin ve koyunlaşsın! Kimse, darbe olursa şunu yaparım, bunu yapmam türünden önlem almamalı. Zaten, çağdaş Delphoi’ler, Dodone’ler hoşlanmazlar bu türden laubaliliklerden.
BUYURSUNLAR...
“Cekti”, “caktı” gibi “geçmişte gelecek zaman”lı fiil çekimleriyle darbelerden söz edilmez.
“Cekti, caktı” zamanaşımının işaretidir. La Fontaine’in “Kurtla Kuzu” masalıdır!
İşte bu nedenle, “Asker şu tarihe kadar darbe yaparsa intihar edelim!” diyenlerin karşısına darbe duacılarının çıkıp “Falanca tarihe kadar asker darbe yapmaz ise intihar ederim!” demesi gerek! Buyursunlar, Halep orada ise arşın burada! Bu iş darbe toto ile olmaz!
(Nota Bene: 1. Asker darbesi şu günler mümkün olsaydı, günümüzün başıbozuk proje taşeronları askere yazılırdı. 2. Askeri darbeye karşıyım ama hayali darbeler üreterek TSK düşmanlığı yapanları da doğal düşmanım sayarım!)
Yazının Devamını Oku

Darbeleri hatırlayalım

26 Şubat 2010
27 Mayıs 1960’ta 23 yaşımdaydım. Gazi’nin son sınıfında öğrenciydim. Öğrenci olayları sırasında Başbakan Adnan Menderes bizim okulun kızlarına “Tavuklar!” diye bağırmıştı.

Albay Talat Aydemir’in ilk darbe girişiminde (22 Şubat 1962) Polatlı Topçu Okulu’nda yedek subay öğrencisiydim. Komutanlık girişinde gece nöbetçisi idim. Sabahleyin bizi silahlandırdılar, Ankara’ya gitmeye hazır bekledik. Katılacağımız tarafı bilmiyorduk.

Albay Talat Aydemir’in ikinci darbe girişiminde, 20 Mayıs 1963’te, 57. Topçu Er Eğitim Tugayı’nda teğmen rütbesiyle görevdeydim. O gün tabur nöbetçi subayı idim. Birkaç gün görev başında tetikte bekledik.

12 Mart 1971’de TRT Televizyonu’nda Öndenetim ve Redaksiyon Şubesi Müdürü idim. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gözaltına alındım. Bir gün anlatırım.

12 Eylül 1980’de TRT Genel Müdürlük Müşaviri idim, yani kızaktaydım. 1982 yılında “Ya emekli ol yoksa biz emekli ederiz” yasası ile emekli edildim. 45-46 yaşımdaydım.

Yazının Devamını Oku

Başka bir dünya mümkün müdür?

24 Şubat 2010
‘BAŞKA Bir Dünya Mümkün, Eğer?’ henüz okumadığım bir kitabın adı. Okuyacağım. Kitabın adı güzel. Benim “Başka Dünyalar da Var Ama Hepsi Bu Dünyada” adlı henüz yayımlanmamış şiir kitabımın adına benziyor.

İki adı birleştirdiğim zaman ortaya şöyle bir bireşim çıkıyor: Başka bir dünya mümkündür ama ancak bu dünyada mümkündür. Mümkündür ama ancak?

Evet, başka bir dünya mümkündür! Bakın nasıl: Bir yirmi tonluk kamyon düşünelim. Şoför direksiyona geçip kontak anahtarını çevirip gaza basmadan olduğu yerde durur. Direksiyona geçen her şoför kamyonu Ankara’dan İstanbul yönünde sürmez. Ben şoför olsam Çukurova’ya, Mersin’e doğru sürerim.
DEMOKRASİ MANİFESTOSU

Şimdi can alıcı ve can acıtıcı soruyu soralım: Başka bir Türkiye mümkün müdür? Mümkündür, eğer? Sırayla sayalım koşulları:

Yazının Devamını Oku

Eğitim-Sen ’in açtığı dava

23 Şubat 2010
YÜKSEK Öğretim Kurumu (YÖK) zaten bozuk olan eğitim-öğretim düzenini daha da bozmayı sürdürüyor. YÖK Başkanlığı, saat tamirciliğine kalkışan bir çocuğa benziyor. Nasıl mı? Bakın anlatayım:

ÖĞRETMEN
Genç Cumhuriyet ortaöğretimde öğretmen gereksinimini karşılamak için 1926-27 yılında Eğitim Enstitüsü sistemini kurmuştu. Bir de Yüksek Öğretmen Okulu vardı. Eğitim Enstitüleri 1982 yılında Eğitim Fakülteleri bünyesine alınarak ya da dönüştürülerek “öğretmen yetiştirmek” konusunda yeni bir adım atıldı. Bütün eğitim-öğretim disiplinlerindeki yüksekokullar (müzik, resim, spor) eğitim fakültelerine bağlandı. 1998 yılında bir başka hamle ile, farklı kurumlarda öğretmen yetiştirmekten vazgeçip bütün kurumlar Eğitim Fakülteleri’nde birleştirildi. Bu arada, galiba 2006 yılında (İlahiyat Fakültesi kaynaklı) din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği de Eğitim Fakülteleri’ne aktarıldı.

Pedagoji bilimi de bunun böyle olmasını ister. Eğitim Fakültesi’ni seçen kişi daha başından itibaren öğretmen olmayı seçmiş bir insandır. Ruh ve beyin olarak kendini buna hazırlamıştır. Zaten 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 1 ve 2. maddesi de öğretmenlik mesleğini şöyle tarif eder: “...Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir...// Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon ile sağlanır.”

ALİCENGİZ OYUNU

Yazının Devamını Oku

Tekel emekçilerinin sanata yansıması

21 Şubat 2010
1950’lerin en önemli tartışma konusu “Sanat toplum için midir, yoksa sanat, sanat için midir?” sorusu idi.

Sağcılar, tutucular ve biçimciler “sanat için sanat” formülünü ileri sürerler, solcular ise sanatın toplum için olduğunu savunurlardı. Sanatın hem kendisi hem de toplum için olduğunu savunan var mıydı? Anımsamıyorum. Aslına bakarsanız, o dönemin bu türden tartışmalarından geriye dişe dokunur bir şey de kalmadı.

DAYANIŞMA

Sorunu somutlaştırmak için Tekel işçilerinin direnişini ele alalım. İki ayı aşkın süredir özlük hakları için mücadele eden bir kitle var ve bu kitle kendileriyle aynı konumda olan Tekel işçilerini ve giderek bütün Türkiye çalışanlarını temsil ediyor. Temsil etmemiş olsa bile öyle varsayılabilir.

Tekel işçileri, bazıları pek bilincinde olmasa bile, dünyanın bütün çalışanlarını temsil ediyor ve simgeliyor. Dolayısıyla, bir özel dünyanın varlığı söz konusu. Bir duygusal ve zihinsel dayanışma. Bu dayanışma ruhuna kimileri ideoloji diyor. Eskiden ideoloji denince sadece komünizm ve sosyalizm anlaşılırdı. Tam polisiye bir durum. Kapitalizmin ve sağın herhangi bir ideolojisi yoktu sanki. Kapitalizm ve liberalizm insanlığın en doğal hali sayılırdı. Sol, sosyalizm falan, süne gibi mücadele edilmesi gereken zararlı böceklerdi. Hey gidi günler!

Diklenip, liberalizmin de kapitalizmin de bir ideoloji olduğunu ve bu ideolojinin “Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar!” ile simgelendiğini ileri sürenleri yasa dışına atarlardı. Çünkü sadece kapitalizm ve liberalizmin anayasa ve yasalara uygundu. O günlerden bugünlere geldik. Geldik de geldiğimiz yer 1950’lerden hiç de iç açıcı değil.

Ama bu fırsattan yararlanarak ideolojinin tanımını yapalım: “Dünyanın nasıl olması gerektiğine dair ileri sürülen düşünceye ideoloji denir!”

DEMOKRASİ!

Anımsıyorum: 70’lerde bir gün bir Adalet Partisi ileri geleniyle konuşuyorduk. Yasaklı siyasetçilerin yasaklarının kaldırılmasının halkoyuna sunulacağı günlerdeydi. AP ileri gelenine “Abi, dedim, yasaklar kaldırılır da sizler siyasete dönerseniz ve seçimi kazanıp iktidara gelirseniz, ceza yasasının 141 ve 142. maddelerini (bu maddeler her türlü sol düşünceyi yasaklıyordu) kaldıracak mısınız?”

Yazının Devamını Oku

Hukuk ve adalet

20 Şubat 2010
SAYIN hukukçular, sayın milletvekilleri, değerli okurlar! Aşağıdaki iki kanun maddesini okuyun; birincisi yürürlükteyken ikincisi çıkartılabilir mi, birincisinin amacına aykırı bir görev eklemesi ikincisine yapılabilir mi? Lütfen cevap verin! Ayrıca, 3 Mart 1924 tarihli olanının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 174. maddesi tarafından korunduğunu da dikkatinize sunarım. 3 Mart 1924 tarihli yasa, Anayasa’nın 174. maddesi sayesinde dokunulmazlık, değiştirilmezlik kazanmıştır. 14.6.1973 tarihli olanı ise 1961 Anayasası’na aykırıdır.
* * *
3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimlerin Birleştirilmesi) Kanunu Madde 4: Milli Eğitim Bakanlığı, dini bilgiler konusunda uzmanlar yetiştirmek üzere üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak ve [ayrıca] imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır. (Yasa, imam hatip okullarını işaret ediyor ve görevlerini saptıyor.)
14.6.1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 32: İmam hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığı’nca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe hem yükseköğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır.
(Yasa, “yükseköğrenime hazırlık” eklemesi ile asıl yasanın amacını saptırıyor.)
* * *
Kimileri, fotoğrafımı yayımlayarak, beni “Müzmin imam hatip düşmanı” ilan ediyor. Ben kimseye düşman değilim. Hukuksal ve toplumsal adalete bağlı bir cumhuriyetçi demokratım.
Anayasa’nın 2. maddesinde bir “Hukuk” devleti olduğu yazan bir devlette, 14.6.1973 tarihinde çıkartılan yasa, 3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan bir devrim yasası ile çelişebilir mi?
Benim cumhuriyetçi+demokrat+şair aklım ikincinin birinciye aykırı olamayacağını, ikincinin birinciyi değiştiremeyeceğini, birincisinin amacıyla çelişecek şekilde ikincisine ekleme yapılamayacağını söylüyor.
Ey anayasacılar, ey hukukçular, ey milletvekilleri, ey aklı ve vicdanı olan insanlar! Bu alicengiz oyununa siz ne diyorsunuz? 14.6.1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. maddesinin mutlaka iptal edilmesi gerekmiyor mu? Ey Anayasa Mahkemesi, ey Danıştay, ey Yargıtay siz ne diyorsunuz bu işe?
* * *
Danıştay’ın YÖK’ün alicengiz oyununu durduran ikinci kararından sonra gazetemsi Vakit birbirinden çarpıcı iki manşet attı ki ne manşet:
“Danıştay, ‘katsayı’yı yine durdurdu. Bal gibi yargıçlar diktası!” (09.02.10)
“Yargı darbesine topyekûn öfke!” (10.02.10)
Bu manşetler “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü” kontenjanına arka kapıdan girer, arka kapıdan çıkar. O kadar! Kuşkusuz bu türden hezeyanlara “düşünce” diye saygı duyması kimseden beklenemez.
Bu kaos, bu karmaşa içinde, bu utanç verici tezvirat karşısında, gerçekleri ve doğruları bilmeyen çocuklarımız son derece mutsuz. Oysa Danıştay’ın aldığı iki karar ile 18.02.2010 günü YÖK’ün itirazını reddetmesi öğrencilere ve velilerine gerçeği ve doğruyu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin düzeni ve harbi uzlaşma

19 Şubat 2010
DOĞUM tarihim 1936! Bu nedenle benim Türkiye’de olan bitene hiç şaşmamam gerek. Ama beni asıl şaşırtan(lar) bu olan bitene tanık olan ve bu olan biteni tartışan meslek sahibi insanlar.

Gizlenmiyor ama üzerine de gidilmiyor: Memlekette, 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye’nin özellikle “laik” düzeninden hoşnut olmayan, bu düzene razı olmayan bir kitle var. Türkiye’nin huzursuzluk kaynağı işte bu kitle. Nüfusun kaçta kaçı? Sayarken abartmamak gerek!

Yalnız, mutlaka yüzleşilmesi gereken bir katı gerçek var: Ya bu kitle Cumhuriyet düzenine razı olacak ya da Cumhuriyet yıkılacak. İşte kalın kafaların anlayamadığı bu! * * *

Yüksek Mahkemelere saldırırken “Hiçbir güç millet iradesinin üzerine çıkamaz!” diyorlar. Doğrudur, çıkamaz. Peki, kuvvetler (erkler) ayrılığı ilkesini kabul eden yürürlükteki Anayasa’yı yüzde 91.37 oyla bu millet onaylamadı mı? Onayladı! Efendim, 12 Eylül askeri düzeni varmış da, zarflar şeffafmış da, içi görünüyormuş da, halk korkmuş da? Yüzde 8.63’lük babayiğit korkmadan “Hayır” diyebildiyse herkes “Hayır” diyebilirdi.

Kuvvetler ayrılığı ilke ve düzenine göre Danıştay, yürütme erkinin (hükümet) işlerini; Anayasa Mahkemesi de yasama erkinin (TBMM) işlerini denetler. Çünkü denetim gücünü onlara (Yüksek Mahkemelere) millet vermiştir. Millet kime ne yetkisi verdiğini, yargının bütün mahkemelerinin “Millet Adına” karar verdiğini bilmiyor mu?* * *

Türkiye’nin düzeni, “yeni düzeni” demiyorum, Türkiye’nin düzeni üzerinde harbi bir uzlaşma olacaksa, bu düzene 1923’ten bu yana muhalif olanları tatmin edecek bir şey bulmak ve yapmak mümkün değil. Onların ortakları olan naylon demokratlarla uzlaşmak gerekiyor:

1. Bir Kurucu Meclis, ilk dört maddesine dokunmadan bir sivil Anayasa hazırlayacak. Kuvvetler Ayrılığı ilkesini gerçekten sağlayacak yeni bir Anayasa hazırlanacak. İlk dört maddeye dokunulursa uzlaşma karakolda biter. 2. TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi kaldırılacak. 3. Kırmızı Kitap yeniden yazılacak ve irtica “iç düşman” olmaktan çıkartılacak. Ama buna kim karar verecek, hükümet mi? Elbette hayır! Bu memlekette güvenlik ve istihbarat kurumları var. 4. EMASYA Protokolü yürürlükten kaldırılacak (kaldırıldı). 5. Üniversitelerde uygulanan türban yasağı kaldırılacak. 6. Ve daha başka “cek”ler ve “cak”lar.* * *

Ama! Vatan Gazetesi 1 ve 2 Şubat tarihlerinde eski Yargıtay Başkanı, üniversite öğretim üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk ile yapılan önemli bir söyleşi yayımladı. Okunmasını tavsiye ederim. Ayrıca şunlar da yapılacak:

1-

Yazının Devamını Oku

Çakır’ın kızı Fatma kandırılmasın diye

17 Şubat 2010
BUGÜN Medeni Kanun’un kabul edildiği gün (17 Şubat 1926). Rahmetli şair Cemal Süreya’ya atfedilen bir vecize vardır: “Bir Türk İsviçre yasalarına göre evlenir, Alman yasalarına göre borçlanır, İtalyan yasalarına göre hapse girer” der.

Cemal Süreya, sanırım, bizim Cumhuriyet yasalarının tercüme olduğunu ima ederek dalgasını geçiyordu. Benim görüşüme göre anayasalar ve yasalar tercüme edilerek bir başka ülkede uygulanabilir. Aslına bakarsanız zaten böyle yapılıyor. Elbette gereken uyarlamalar (adaptasyonlar) yapıldıktan sonra.

Memleketimizin Cumhuriyet karşıtları Cemal Süreya’nın vecizesine bayılırlar.

VERGİYİ DE SOR

Bu ülkede devrimlerin yukardan aşağı değil, aşağıdan yukarı doğru yapılması gerektiğini ileri süren Darülfünun Müderrisleri (‘üniversite öğretim üyeleri’ demiyorum) vardır. Hilafetin kaldırılması, yazı devrimi, medreseleri kapatan Öğretim Birliği Yasası ve kuşkusuz Medeni Kanun gibi devrimleri getiren yasalar halka sorulmalıymış(!). Sanki vergi ve ceza yasaları halka soruluyormuş gibi. Soracaksan önce ve ilkin vergi yasalarını halka sor!

Code Civil’in tam tercümesi “Yurttaşlık Yasası” olmalıydı. Yasayı Türkçeye çevirenler “Medeni Kanun” demişler. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum.

Medeni Kanun’a ve devrim yasalarına karşı olan siyasal İslamcıyı ya da cahil dindarı, kendilerine hak vermesem de, kolayca anlayabilirim. Anlamakta zorlandığım insanlar: Cumhuriyet devrimlerinin halka sorulmadığını ileri sürüp karşı çıkan profesörcüler, diplomalı münâfıklar. Gazetede yeni yazmaya başladığım sırada belki utandırırım diye adlarını verirdim. Yanılmışım. Adamların yüzü manda derisi!

Bazı gerçek ve doğruları her yıl anlatmaktan iyice bıktım. Sizler de bıkmışsınızdır. Bu nedenle bizim aileden bir örnek vererek bağlamak istiyorum bu yazıyı:

AİLEDEN ÖRNEK

Yazının Devamını Oku