Özdemir İnce

Engizisyon yargıcının el kitabı

9 Mart 2010
YURTDIŞINDA yaşayan V. Aydemir ilginç bir okur-insan.

Büyük yazar, filozof ve düşünürlerden seçtiği, günün anlam ve önemine uygun gördüğü Fransızca, İngilizce, Almanca metinleri gazete yazıcılarına gönderir.

Radikal’in seçkin yazıcısı, “ulusal enişte” Joost Lagendijk’a bile gönderiyor ki onun Türkiye’yi iyi anlaması için iyi bir gözlüğe ve dürüst bir çevirmene gereksinimi var.

V. Aydemir, bu kez, “Engizisyon Yargıcının El Kitabı” adlı bir kitaptan söz ediyor. Alıntının giriş bölümündeki iki cümle çok çarpıcı:

“Bir şüpheli ya da sanık ne ile suçlandığını asla kesin olarak bilmemeli!”

“Sanığa iddianame gösterilmemeli!”


Yazının Devamını Oku

40 şairden Tekel işçilerine

7 Mart 2010
DEĞERLİ okurlar, 40 şairimiz Tekel çalışanları ile şiir sıcağında buluşmak için ortaklaşa bir şiir yazdılar.

Şiirin tamamını yer darlığından ne yazık ki yayımlayamayacağım. Şairlerin adlarına da yer yok. Ama şiirin tamamını  bu linkten okuyabilir şairlerin adlarını öğrenebilirsiniz.

TÜTÜN GÜLLERİ

biz şiirlerimizi işçilere yazarız ama, işçiler bizim kim olduğumuzu bilmez
iş isterler ekmek isterler aş isterler, kesenin ağzını açmayanlar düşünsün usta
günlerdir, susmuyor yaralı gökyüzü
küçük bir çatlaktan çoğalıyor şehir
kayıp topraklardan sürüldük de geldik o kar ülkesine

Yazının Devamını Oku

İşçilerle “Şiir sıcağı” dayanışması

6 Mart 2010
Ankara'da açlık grevi yapan işçilerle, aydın ve sanatçıların dayanışma ve örgütlenme duygusunu birlikte omuzlamaları düşüncesinden yola çıkarak, onlara yanlarında olduğumuzu ve sevgimizi hissettirecek bir şeyler yapalım dedik.

Bu düşünceyle, şair- yazar dostlarımızdan bu onurlu mücadeleyi anlatan “en fazla iki dizelik” şiirler yazmalarını istedik. Onlara bir ses, bir nefes de biz olalım diyerek, yalnız olmadıklarını, bu ülkenin düşünen, üreten, eli kalem tutan insanlarının da yanlarında olduklarını bilmeleri gerektiğini düşündük. Amacımız, dizelerimizle bu karakışta onların yüreklerine sıcak sesler düşürmekti. Toplanan bu dizeleri, şair isimleriyle birlikte uzun bir kolaj şiire dönüştürerek, açlık grevi yapan işçilere sunuyoruz…

Engin TurgutÖmer Turan10 Şubat 2009

TÜTÜN GÜLLERİ

biz şiirlerimizi işçilere yazarız ama, işçiler bizim kim olduğumuzu bilmeziş isterler ekmek isterler aş isterler, kesenin ağzını açmayanlar düşünsün usta

günlerdir, susmuyor yaralı gökyüzüküçük bir çatlaktan çoğalıyor şehir

kayıp topraklardan sürüldük de geldik o kar ülkesineböyle sıcağız, soluğunuz vurdukça ellerimizin sesine.

tek elimizde büyüyor kanatlar ışığa yükseliyoruzkırsan da karartamazsın biz güneş doğumluyuz...

bir değil binlerce dil dalga dalga kırılıyor soğuk kaldırımlardaorta yaşlı bir adam yüz kez tekrarlıyor umudunu ,buz yangısı elleri çiçek açmalı ...

Yazının Devamını Oku

Diyanet İşleri Başkanlığı 86 yaşında

6 Mart 2010
3 MART Çarşamba günü yazdığım gibi “Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun” 3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı da bir gün sonra, 4 Mart 1924 tarihinde kuruldu. Bu yıl 86. yaşını kutladı, kutluyor. Ben de kutlarım!
AYDINLATSIN DİYE
Cumhuriyet’in en önemli kuruluşlarından birinin Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu düşünüyorum. İlkokulda bize öğretilen “Bu ülke cahil hocalardan çok çekti” resmi cümlesi bir abartı olmayıp yüzlerce yıllık gerçeğin ifadesidir.
4 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasa ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet Devrimi’nin bir kurumu ve kuruluşudur. Aynı zamanda Anayasa’nın 136. maddesine göre bir anayasal kurumdur:
“Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı yasanın 1. maddesine göre görevi: “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.”
RAKAMLARLA
3 Mart 2010 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşuyla ilgili aşağıdaki bilgileri aldık. İlgililere teşekkür ederim.
1. 2010 yılı bütçesi toplamı: 2 milyar 650 milyon 530 bin lira (yüzde 80.56’sı personel gideri); (2009 sonu itibariyle) 2. Türkiye’deki cami sayısı: 81 bin 304; 3. Camilerde görev yapan personel sayısı: 75 bin 128; 4. Kuran kursu sayısı: 11 bin 953; 5. Kadın görevli sayısı: 11 bin; 6. Toplam personel: 94 bin 207; 7. Kuran kursu öğretici sayısı: 10 bin 111; 8. Kadın görevli sayısı (ağırlıklı olarak Kuran kursu öğreticisi): 11 bin; 9. Yurtdışında görev yapan personel: 1.500; 10. Yurtdışı ataşe ve müşavir kadrosu: 46 (33 kadro dolu).
GÖREV KUSURU
Bu yazıyı okurların kafasında somut bir yapının ortaya çıkması için yazıyorum. Böyle bir kurum neden kurulmuş, hangi amaçla kurulmuş, ne kadar personeli var, yıllık bütçesi ne kadar? Bu soruların yanıtını bulup aktarmak için.
Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kuruluşuna yer olmamalı diyenler de var. Din ve devlet işleri ayrıldığına göre böyle bir kuruluş laikliğe aykırı imiş. İslam dininin Hıristiyanlık gibi bir kilise örgütü yok. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmaması durumunda dinsel bir iş savaş çıkardı. Örnek: Tarikatları da dikkate alarak, şu anda, tarikatın etkisi altına girmiş her caminin birer derebeylik gibi davrandığını söyleyebiliriz. DİB, hoparlör ile ezan okunmasını bile disiplin altına alamıyor.
Bu yazı tanıtım amaçlı.
Eleştirileri başka bir yazıya bırakıyorum. Ancak, DİB’in imam hatip okulu ve ilahiyat fakültesi mezunlarını, görev ve sorumluluğu gereği kendi kuruluşunda tutmak yerine, eğitim ve öğretimin İslamileştirilmesi politikasında bir dağıtım merkezi görevi yapmasını, aldığı personeli Milli Eğitim Bakanlığı’na aktarmasını üzülerek izliyorum.
Bu çok ağır bir görev kusurudur.
Yazının Devamını Oku

Köşe yazarlarının ortak bildirisini imzalamam

5 Mart 2010
ERTUĞRUL Özkök, 2 Mart 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yazdı: “Köşe yazarları ortak bir bildiri yayımlamaya hazırlanıyor” imiş.

Kimi köşe yazarlarının önderliğinde bir ortak metin yayımlayarak, Başbakan’ın, patronları, kendisine muhalif yazıcıları işten atmaya teşvik eden konuşmasını protesto edeceklermiş. Aslına bakarsanız: Başbakan teşvikin çok ötesine geçiyor, “O türden kimseleri gazetenizde barındırırsanız sonunuz kötü olur!” demeye getiriyordu. (Kısa bir bildiri bir gün sonra yayımlandı. Okudum!)


* * *   


1. Çok uzun zamandan bu yana kendi kalemimden çıkmayan hiçbir metni imzalamıyorum. En son, Deniz Gezmiş’lerin idamına karşı bir bildiri imzalamıştım.


Yazının Devamını Oku

Hilafetin kaldırılması

3 Mart 2010
‘TEVHİD-İ Tedrisat Kanunu’ ile ‘Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun’ önerileri 2 Mart 1924 tarihinde verildi. Ve 3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi.

Bu iki yasadan birincisi, Devrim Yasaları denen yasalar bağlamında Anayasa’nın 174. maddesi tarafından korunmaktadır. Bu iki yasa “Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar” (Atatürk Araştırma Merkezi Yayını) olarak kabul edilir.
DEVRİM YASALARI

Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalım ve hatta Erzurum/Erzincan savcılıklarının yaptığı mücadele bu iki yasa yüzündendir. Abartmıyorum! Türkiye’deki iktidar mücadelesi sözünü ettiğim Devrim Yasaları bağlamında yapılmaktadır. Şimdi Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan söz etmeyeceğim. Sayemde bu yasayı neredeyse herkes ezberledi.

2 Mart 1924 günü TBMM’ye verilen ikinci yasa önerisi şöyle başlamaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde halifelik makamının bulunması Türkiye’yi dış ve iç politikasında iki başlı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve milli hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin, görünüşte bile olsa, dolaylı bile olsa ikiliğe tahammülü yoktur.” (s. 31)

Yazının Devamını Oku

İspanya Büyükelçisi kendi anayasasını bilmiyor

2 Mart 2010
8 ŞUBAT 2010 tarihli Akşam Gazetesi’nde Utku Çakırözer’in İspanya Büyükelçisi Joan Clos ile yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Utku Çakırözer, Büyükelçi’ye soruyor: “Türkiye 1982 Anayasası’nı değiştirmeden AB’ye üye olamaz mı?”
Cevap: “Çok zor. İspanya’da bir askeri rejim tarafından yazılan bir anayasayla AB’ye üye olamayacağımızı biliyorduk. Bu nedenle anayasamızı değiştirdik.”
Utku Çakırözer soruyor: “Nelerin düzeltilmesi lazım?”
Cevap: “Askerin siyaset üzerindeki etkisi, yargı bağımsızlığı, özgürlükler konuları düzeltilmeli.”
Benim İspanya Anayasası üzerine 6 ve 7 Ekim 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde iki yazım yayımlandı. 7 Ekim 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan “İspanyol Anayasası’nın 8. Maddesi” başlıklı yazımdan iki alıntı yapacağım:
31 EKİM 1978
1) 10 Ocak 1961 tarih ve 10703 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu madde 35: “Silahlı Kuvvetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.”
TSK’yı rejimin garantörü yapan yasa 27 Mayıs 1960 darbesi döneminde çıkartılmış. Dolayısıyla antidemokratik bir dönemin ürünü olarak kabul edilebilir.
2) 31 Ekim 1978 tarihli İspanyol Anayasası’nın 8. maddesini birlikte okuyalım: “Kara, deniz ve hava ordularından oluşan silahlı kuvvetler İspanya’nın egemenlik ve bağımsızlığını güvence altına almak, ülkenin toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumakla görevlidir.” (Las Fuerzas Armadas, constituidas por el Ejército de Tierra, la Armada y el Ejército del Aire, tienen como misión garantizar la soberanía e independencia de Espana, defender su integridad territorial y el ordenamiento constitucional.)
İspanyol Anayasa’nın 8. maddesi, bizim naylon demokratların çağdaş demokrasinin Kâbe’si saydığı bir metinde yer alıyor. 31 Ekim 1978 tarihli İspanyol Anayasası faşist Franko rejiminin pisliklerini temizlemek ve gerçek demokrasiyi kurmak için çıkartılmış idi.
VESAYETE 2 KANIT
Yukarıdaki iki örnekten anlaşılacağı üzere İspanya ve Türkiye’de askerin siyaset üzerindeki vesayetini kanıtlayan iki kanıt var.
Türkiye’deki dayanak bir yasa maddesi. Oysa İspanya’daki dayanak bir anayasa maddesi.
AKP hükümeti TSK Genelkurmay Başkanlığı ile uzlaşarak ya da uzlaşmadan 10 Ocak 1961 tarih ve 10703 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini kaldırabilir. Bir anayasa maddesinin değiştirilmesi gerekmez. TBMM’de bunun için gereken oy çoğunluğuna sahip.
Oysa İspanya söz konusu anayasa maddesini değiştirmek zorunda.
35. MADDE KALKSIN
Benim 6 ve 7 Ekim 2009 tarihli yazılarım “AB ülkelerinde silahlı kuvvetler vesayeti yok” yalanını bozan metinler. Demek ki Utku Çakırözer bu iki yazıyı okumamış. Olabilir, ama büyük eksiklik. İspanya Büyükelçisi ise kendi anayasasını bilmiyor.
Bana gelince: Söz konusu 35. maddesin kaldırılmasından yanayım. Darbe yapacak ordunun yasal dayanağa gereksinimi yoktur. Bu kadar yeter!
Bütün gazete yazıcılarına ve anayasa uzmanlarına bir tavsiyem var: Bu yazımla birlikte 6 ve 7 Ekim 2009 yazılarımı kesip arşivlerine koysunlar. İşlerine yarar, yaramaz mı?
Yazının Devamını Oku

28 Şubat hazretleri

28 Şubat 2010
ASKERİ darbelerle ilgili bir “durum muhakemesi” için darbe öncesinin tasvirini yapmak isteyenlere hemen karşı çıkarlar. “Bırak kardeşim, halkın iradesi var, halkın iradesi sandıkta tecelli eder, halkın iradesi hak edene cezasını verir” derler. Doğrudur, ama doğru olmayan yanı da epeyceden çoktur. Bu ülkede “Demokrasi, demokrasi!” diye tepinenler demokrasinin bir ilkeler bütünlüğü olduğunu nedense unuturlar. Demokrasinin demokrasi olması için:
1. Anayasa’ya gereksinim vardır; 2. Parlamento gerekir; 3. Parlamentonun oluşması için serbest seçimlerin yapılması zorunludur; 4. Hukuk devletinin gerçekleşmesi için kuvvetler ayrılığı gerekir. Öyle dedikleri gibi, üç erk birbirini denetlemez. Sadece yargı, yasama ve yürütmeyi denetler; 5. Yargı bağımsızlığı gerekir; 6. Tartışılmayan bir laik düzen zorunludur; 7. Eğitim ve öğretim her kademesinde laik ilkelere göre yapılmalıdır.
Bu 7 maddenin oluşturduğu düzene “statüko” denir. Bu statükoya karşı olan kimse yasadışına düşer. Bu maddelere aynı doğrultuda daha birçok madde eklenebilir. Örneğin “Özgür ve özerk” üniversite, TRT, RTÜK, HSYK, YSK. Ve bağımsız yargı. Yargıya “tarafsız” sıfatını eklemek gerekmez. Bağımsız Cumhuriyet Yargısı zaten tarafsız olur.
Bütün siyasal partiler bu statükoya göre kurulur, hepsi bu statükoya göre iktidara gelir ya da muhalefet yapar; hükümetler bu statükoya göre hükümet ederler; polis, jandarma ve silahlı kuvvetler bu statükoyu korumak için vardırlar. Başka bir temel görevleri yoktur.
“Statükodan yana olmak” yasallığı (legaliteyi) işaret eder. “Statükoya karşı olmak” ise üzerinde konuştuğumuz bağlamda, yasadışını (illegaliteyi) gösterir. Bu tanımlarda anlaşmak gerekir. Bu nedenle hiçbir yasal siyasal parti statükoya ve onun elemanlarına karşı olamaz. Bu kimliğiyle iktidara gelemez. Dalavere ve takiye ile gelmiş ise orada kalamaz. Gitmesi için seçim beklenmez. Anayasa Mahkemesi var ise yargı tarafından iktidardan uzaklaştırılır.
Statükoyu korumakla yükümlü iktidar, onu korumuyor ve tam tersine onu yıkmaya, değiştirmeye çalışıyorsa, statükoyu korumakla görevli bütün kurumlar müdahalede bulunabilir. Bulunur! Statüko, yeni bir statüko kurmak için bozulur
Fransa’da 1958 yılında, bizzat parlamentonun Charles de Gaulle’ü (1890-1970) statükoyu korumak için göreve çağırması dışında Batı’da silahlı kuvvetler statükoyu korumak zorunda kalmamıştır. Çünkü hiçbir yasal siyasal parti, muhalefette ya da iktidarda, statükoyu zorla ya da fesat ve komplo ile değiştirmeye kalkışmamıştır.
Statükonun Marksist terminolojide özel bir anlamı vardır: Kapitalist düzen anlamına gelir. Radikal sosyalistlere ve komünistlere göre statüko kapitalizmin siyasal ve ekonomik düzenidir. Siyasal İslamcılara göre statüko laik düzen anlamına gelir. Laik düzenin temeli eğitim-öğretim sistemi ve laik hukuktur. Bu nedenle karşıdırlar!
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun: 28 Şubat’tan önce Erbakan Hoca’nın partileri bu laik düzene karşı mıydı, değil miydi? Muhalefetteki konuşmaları, iktidardaki eylemleri bu düzeni yıkmayı hedeflemiyor muydu? İktidarda bulunan bir partinin statükoyu ille de kanlı ve silah zoruyla değiştirmesi gerekmez. Elinde birden fazla olanak vardır.
Kuşkusuz 28 Şubat’ı övecek değilim. Ama “Yiğidi öldür ama hakkını ver!” demişler. 28 Şubat’ın 99 zararı olmuş ise 1 tane de faydalı yanı olmuştur: İslamcı cenaha demokrasi diye bir şey olduğunu hatırlatmıştır. Ondan sonra hep birlikte “kendine demokrat sakızı”nı çiğnemeye başladılar. Allah’ın izni ile, inşallah, kendi statükolarını da inşa edecekler!
Yazının Devamını Oku