Özdemir İnce

Bir kez daha ’köy enstitüleri ve kuyruk acısı’

22 Nisan 2008
17 Nisan, köy enstitülerinin kuruluş yıldönümüydü. Gene iftiralar atıldı, zırvalar zırvalandı. Yalanın kaynağını kurutmak için 29 Nisan 2007 tarihinde yayınlanan "Köy Enstitüleri ve Kuyruk Acısı" yazımı bir kez daha yayınlıyorum. Bu vesile ile Mahmut Makal’ın tarihe mal olmuş kitaplarının Literatür Yayınları tarafından "Mahmut Makal Kitaplığı" genel başlığı altında yeniden yayınlanmaya başladığını haber vermek istiyorum. Yazarın Piramit Yayıncılık tarafından yayınlanan "Köy Enstitüleri ve Ötesi" adlı kitabının 5. basımının 31 ve 32. sayfalarından aktarıyorum:

* * *

(Burada kuyruk acısıyla ilgili olan iki küçük anıyı sergilemek zorundayım:

Tahir Alangu, Trakya’da bulunan Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde öğretmendir. Bir kız öğrencisine yan bakar. Durumu öğrenen okul müdürü Halit Ağanoğlu, "Hemen bavulunu hazırla ve yaya düş yollara, yoksa vururum" der. Zaten tabanca elindedir. Böylece çıkarır yola. Gel zaman git zaman Kemal Tahir "Bozkırdaki Çekirdek"i yazar. Tahir Alangu anlatmış, o da yazmıştır köy enstitülerini görmeden. Kemal Tahir, hep görmeden, dinleyerek yazmıştır zaten. Bir açık oturumda bize, köy dediğin dört kerpiç ev, görmeye ne gerek var, demişti. Ama hapishanedeki köylülerden dinleyerek pekálá köy romanları yazmıştır zaten. Kutlamak gerekir kendini. Bu, sanatçının hayal ve de yazma gücünü gösterir. Bu kitabında, köy enstitülerinde verilen emekleri öğrencilerin gaddarca çalıştırılarak sömürülmesi, diye nitelemiştir. Enstitü öğrencilerine amele, kaba işçi diyen sağla birleşmektedir. Enstitülerin çalışmasını salt doğayla savaş olarak göstermektedir. Bu dinleyerek yazıldığı için yüzeyde kalan, bilgiçlik taslamadan öte geçemeyen bir çabanın ürünüdür. İşin ilginç yanı, İstanbul Macar Konsolosluğu’nda bir kokteylde rastladım Tahir Alangu’ya. Kemal Tahir’e neden enstitüleri tersinden gösteren şeyler anlattığını sordum. Tarih 8 Mayıs 1973:

"Geçenlerde İstanbul Radyosu’nda Kemal Tahir, köy enstitüleri konusunda benim anlattıklarımı tamamen karşıt yönde alarak yazdı" dediniz. Ne demek istediniz?

Yanıtı:

"Beni fazla üzme, kalbimden rahatsızım ve boyuna kilo veriyorum. Ben Kemal Tahir’e köy enstitülerindeki günlük yaşantıyı anlattım. Onun da Osmanlıcılığı tuttu ve işin tersini yazdı."

Köy enstitüleri, doğanın ve de işin içinde yoğurduğu öğrencilerine, bilgi derslerini, tarım çalışmalarını, yapı uygulamalarını öyle uyumlu yürütme alışkanlığı ve iş eğitimi veriyordu ki, disiplin kurulları hava alıyordu. Suç ve suçlu yoktu. Ama yüzyıllardır toplumu yerinde saydıran zihniyet durur mu, boyuna iftira yağdırıyordu. Neden kızla erkek yan yana, omuz omuza derse giriyor, tarlaya gidiyordu. Bunu söyleyenler, köylümüzün zaten böyle karışık çalışıp, karışık yaşadığından habersiz görünüyorlardı. Neymiş efendim, kızlar, çocuklarını ayakyoluna atıyorlarmış, oralar tıkanmış.) Alıntı burada bitiyor.

* * *

Koca koca efendilerden kasaba eşrafına kadar mürteci kadro sadece köy enstitülerine iftira atmakla kalmamış, günümüz Gazi Üniversitesi’nin atası Gazi Eğitim Enstitüsü’ne "Kubbeli Kerhane" adını takmıştır. Mahşer günü Türkiye’nin eli bunların yakasında olacaktır.

Başta Soljenitsin olmak üzere Sovyetler Birliği üzerine binlerce olumsuz tanık vardır. Peki, kaç köy enstitüsü mezunu bu okullar hakkında olumsuz tanıklık yapmıştır? Benim bildiğimce, hiç! Sizi gidi dedikoducu herifler!..
Yazının Devamını Oku

Hastalığın keşfi ve kıssadan hisse

20 Nisan 2008
ORAL Çalışlar’ın 15 Nisan 2008 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan "58.5 Yıl Yatan 5 Devrimci" başlıklı yazısı, yıllardır aradığım hastalığı bulmamı sağladı. Hastalığı buldum ya da teşhis ettim diyelim, şimdi ilacını bulmak "herkes"in görevi. Oral Çalışlar’ın yazısından aktarıyorum:

MİHRİ BELLİ’NİN GÜNAHI!

"19 Mayıs 1969 gecesi, o dönemde gençlik hareketini etkileyen en önemli isim olan Mihri Belli’nin annesinin Ankara Kızılay’da Çelikkale Sokak’taki dairesinde toplanmıştık. Mihri Belli ile topluca görüşmek istiyorduk.

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Gülten (Şavaşçı) Çayan, Doğu Perinçek, Yusuf Küpeli, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Gün Zileli, Ömer Özerturgut, Tarık Almaç, Mustafa Kemal Çamkıran gibi o dönemde gençlik hareketlerinin önde gelen isimlerinin çoğunluğunun katıldığı bir görüşmeydi bu. Bir başka yönüyle TİP’e karşı muhalefetin, MDD’nin tüm temsilcileri oradaydı.

Hepimiz Mihri Belli’den bir inisiyatif bekliyorduk. Bu beklenti yasal bir parti üzerineydi. TİP’ten umudumuzu kesmiştik ve yeni bir yasal parti, artık eylemlerimizi, sınırlı bir gençlik hareketi olmaktan çıkarır, daha etkili bir siyasi mücadeleye dönüştürebilirdi.

Bunu o dönemdeki büyük ağırlığı nedeniyle bir tek Mihri Belli yapabilirdi. Hepimiz bu beklentiyle Mihri Ağabey’in çağrısına uyarak bir araya gelmiştik.

Mihri Belli bu beklentimize uygun bir tutum göstermedi. Bu nedenle herkes ona kızdı. Sonraki yıllarda da bu kritik toplantının günahı hep onun üzerine yıkılır."

DARBELİKHAREKETLER


Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut, Gün Zileli, Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar, Mihri Belli’nin evinden ayrıldıktan sonra, bir pastanede bir gizli parti kurmaya karar veriyorlar. Öte yandan THKO’yu Denizler kuruyorlar; Mahirler THKP-C’yi kuruyorlar. Yani, Milli Demokratik Devrim (MDD) lideri Mihri Belli’nin evinden ayrıldıktan sonra devrimci gençlik üçe bölünüyor. Sonrası malum: 12 Mart 1970 darbesinin gerekçesini oluşturan hareketler.

Bu hareketlerin içinde yer alan ve o sıralar yirmili yaşlarını yaşayan devrimciler (Dev-Genç’ten Ertuğrul Kürkçü, Dev-Yol’dan Oğuzhan Müftüoğlu, Halkın Kurtuluşu’ndan Aydın Çubukçu, Kurtuluş’tan Mahir Sayın, Aydınlıkçı Oral Çalışlar) geçenlerde bir panelde bir araya gelmişler.

Neler konuştular bilemiyorum. Oral Çalışlar, konuşulanları yeri geldikçe aktaracakmış.

İŞBİRLİKÇİMİ İSLAMCI MI!

Benim konuşmuş olmalarını temenni ettiğim birkaç başlık var: Mihri Belli’nin bunca etkisinde olmak doğru muydu, TİP’ten neden umut kesmişlerdi, bunların hepsi konuşulabilir. Asıl konuşulması gereken illegaliteye düşmüş yenik gençlik önderlerinin (sadece panelde konuşanlar değil) ve gençlik kadrolarının daha sonraki davranışları: Kıssadan çıkacak hisse ne? İllegaliteye karşı legalite mi, legal sol partiler mi, legal sol partilerde demokratlaşmak mı yoksa demokrasi adına sol illegaliteden sol düşmanlığına, kapitalizmle, neo-liberalizmle, emperyalizmle işbirliğine transfer mi? Yoksa İslamcılık mı? Günümüz gençlerine ne söylenecek? Yoksa yatılan bunca hapisler ne işe yarar?! Ve idamlar?! Ve ölümler?!
Yazının Devamını Oku

Dışişleri Bakanı suç işliyor

19 Nisan 2008
15 Nisan 2008 tarihli Zaman Gazetesi kocaman bir manşet atmış: "Parti kapatma sanıldığından daha ciddi sonuçlar doğurur!" İddialı bir manşet ve bu manşet Zaman’ın zembilinden çıkmış bir hüküm cümlesi değil. Bu cümle Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’a ait. Ve AKP hakkında açılan kapatma davasının AB ilişkilerinde sanıldığından daha ciddi sonuçlar doğuracağını açıklıyor.

ANAYASAYA SAYGISIZ

Ali Babacan kim, hakkında Anayasa Mahkemesi’nde dava açılan (sanık) AKP’nin bir bakanı. Hem Anayasa’dan habersiz ve hem de Anayasa’ya saygısız bir bakan. Bakın, Anayasa’nın 138. maddesinde ne yazıyor:

"Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hákimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz."

138’İ ÇİĞNEDİ


Bakan Ali Babacan, Anayasa’nın 138. maddesinde belirtilen yasakların hepsini çiğnemekten başka, bir de Türkiye’yi ve Anayasa Mahkemesi’ni dünyaya gammazlıyor ve AB ile tehdit ediyor. Ve böylece hukuka, yasalara ve etik’e karşı ağır bir suç işliyor. Demek ki Cumhuriyet’in Anayasası’na ve yasalarına karşı güvendiği bir yer (yerler) var!

Anayasa, milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığına karşın bir konuda kesin bir yasak koyuyor. Bu yasak, dil mantığı ve felsefesi açısından, TBMM dışında da geçerlidir ve yaptırımları çok daha ağırdır.

Ama Ali Babacan’ın AB ve ABD gibi iki etkili dayısı var!

TEHDİTKAR DAYILAR

Zaten bu dayılar sayesinde esip gürlüyor böyle! Dayılar da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve yasalarına iyice saygısız. İki dayı da bu dava hakkında tehditler içeren demeçler veriyorlar. Ama yeğenler, "Aman dayı beyler, yapmayın etmeyin, bizim evde kurallar var, yasalar var, Anayasa var!" demiyorlar. Dememeleri bir yana dayıları durmadan fışşıklıyorlar!

Bu da yetmiyor, bu kapatma davası yüzünden yabancı sermayenin geri kaçtığını, gelmekten çekindiğini, demokraside meydana gelen tıkanıklığın ekonomiyi etkilediğini söylüyorlar; Standard and Poors’un kredi notunu düşürmesini örnek gösteriyorlar. Yabancı yatırımcıların yanı sıra yerli işadamlarının da frene bastığını öne sürüp, Ali Babacan gibi "Yazık değil mi bu ülkeye!" diye soruyorlar. Sanık taraf, savcı ve yargıç rolü oynuyor!

PİŞKİNLİĞİN DÜZEYİ

Yüzsüzlüğün ve pişkinliğin bu düzeye çıktığı hiç görülmedi. Yargıtay Başsavcısı, AKP için neden dava açtı kardeşim? Anayasa’ya, Siyasal Partiler Yasası’na ve yasalara karşı suç işlendiği kuşku ve iddiasıyla dava açmadı mı? Açtı! Peki neden, en yüksek savcının kafasında kuşku(!) yaratacak düzeyde bile olsa, bu türden eylemlerde bulundunuz?

Bu Cumhuriyet’in Anayasası ve yasaları tuvalet káğıdı mı, káğıt mendil mi ki onlara karşı bu denli saygısız ve sorumsuz davranıyorsunuz ve dayılarınızı Cumhuriyet’in üzerine salıyorsunuz?!
Yazının Devamını Oku

Parti kapatmak kolaylaştırılmalıdır

18 Nisan 2008
’PARTİ kapatmak zorlaştırılmalıdır’ klişesine karşı çıkacak birini umutla bekledim. Boşuna! İş gene "tamirci"ye düştü! "Parti kapatmak zorlaştırılmalıdır" demenin "Sürücü belgelerinin iptal edilmesi zorlaştırılsın" demekten farkı ne? Bence hiçbir farkı yok! ŞİDDET = FİTNE

Bir siyasal parti neden kapatılır? Anayasa ve yasalar tarafından saptanmış kurulu düzen’i (müesses nizam’ı) değiştirmeye kalkıştıkları için kapatılırlar.

Bir zamanlar, anayasalar ve yasalar kurulu düzenin seçim marifetiyle değiştirilmesine izin vermedikleri için, aşırı sol parlamentarizme karşı idi; parlamentarizmi kabul eden sosyalist ve komünist partileri aforoz ederlerdi.

Türkiye bunun örneklerini yaşamıştır: Türkiye İşçi Partisi (TİP), TBMM’de legal muhalefet yaparken DEV-GENÇ, MDD, THKO ve THKP-C neden kurulmuştu acaba?

Paragrafın başına dönelim: Anayasa ve yasalar, kurulu düzeni temsil ederler. Yasalar, Anayasa’nın verdiği sınırlar içinde değişebilir. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada.

Kafaların anlaması gereken bir şey daha yazacağım: Parlamenter demokratik düzende anayasanın değişmez, değiştirilemez maddelerini değiştirmeyi istemek, şiddet kullanmak niyetini gösterir. Değişiklikleri türlü çeşitli hile, fitne, fesat ve desise ile değiştirmeye kalkmak da şiddet kullanmakla eşdeğerlidir.

Dil bilincinden yoksun olanlar ne demek istediğimi anlayamazlar. Bu nedenle bir örnek vereceğim:

DİN, TOTALİTERDİR

13 Nisan 2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan, Leyla Tavşanoğlu’nun Prof. Dr. Yaşar Gürbüz ile yaptığı söyleşiyi okudunuz mu? Çağdaş bir bilim adamına yaraşır bir şekilde "Din, totaliter bir ideolojidir!" diyor. Bu çok önemli! Çünkü dini kendine referans yapmış bir siyasal partinin demokrasiyi benimsemesi olanaksız ve totaliter olması kaçınılmazdır. Gizlemek istese de gizleyemez! Tıpkı AKP gibi.

Yaşar Gürbüz, "İngiltere dünyanın en demokratik ülkelerinden birisi. Yazılı bir anayasası yok. İktidara gelenler hatta isteseler diktatorya bile kurabilirler. Ama bunu akıllarının ucundan bile geçirmezler" diyor.

Adım başı İngiltere örneğini vererek Anayasa’yı yolgeçen hanına çevirmek isteyenler yukarıdaki cümleyi iyi okumalıdırlar. Her şey ortada!

BUYURUN, TARTIŞALIM

İngiltere’de yazılı anayasa yok ama hiçbir parti kurulu düzen’i değiştirecek bir girişimde bulunmuyor. Bizde kurulu düzen’in şekli Anayasa’da yazılı, ama İslamcı Milli Görüş partileri kurulu düzen’i temsil eden, devletin şekliyle, cumhuriyetin nitelikleriyle ve Anayasa’nın değiştirilemeyecek hükümleriyle ilgili 1, 2, 3 ve 4. maddelerine karşı düşmanca düşünce ve duygular beslemekteler. Beslemekten vazgeçmedikleri gibi amaçlarına ulaşmak için Makyavel’e bile meydan okuyorlar. Bu durumda, parti kapatmayı zorlaştırmak Anayasa’nın 1, 2, 3 ve 4. maddelerini rafa kaldırmak anlamına gelmiyor mu? Anayasa’ya saygı ve bağlılık bilinci oluşmadıkça bir ülkeye demokrasi yerleşmez. Bu nedenle, Türkiye’de parti kapatmak kolaylaştırılmalıdır! Efendim? Buyurun tartışalım!
Yazının Devamını Oku

Jakoben milli irade

16 Nisan 2008
EDEBİYAT dünyasında ömrüm palavralar, yalanlar, hurafeler, cehalet ve saplantılarla mücadele etmekle geçti. Bu nedenle bana çok borçlu olması gereken bu dünya sevmez beni. Sevmesin! "Hayat ve dünya" işlerinde aynı onarımı 1980’den itibaren dergilerde ve gazetelerde yaptım, 2000’den bu yana Hürriyet’te yapıyorum. "Nefret"e, siyaset ve medya dünyasında "düşmanlık" da eklendi. 2002 yılında, "kamu vicdanı", "hoşgörü" ve "milli irade" gibi tabu kavramların birer palavra olduğunu kanıtladım. Merak eden "Yüz Pazar Yazısı" (Ümit Yayıncılık, 2004) adlı kitabımı okuyabilir.

1.12.2002 tarihli ve "Milli İrade Safsatası" başlıklı yazımda bakın neler yazmışım:

TANRI’YI İŞARET

[6 Ekim tarihli yazımda da belirtmiştim: İngilizce, Fransızca, Almanca dillerinde karşılığı bulunmayan Türkçe kavramları ciddiye almam.

İlkin şu "milli irade"yi Türkçe sözlüklerde, ansiklopedilerde bir arayalım, daha sonra yabancı dillere bakarız...

Milli İrade’nin karşılığı "Milli"de de var, "İrade"de de...

"Milli"deki tanım söyle: "Bir halkın tümünün veya büyük bölümünün duygularını, eğilimlerini yansıtan, onların onayına dayanan irade."

"İrade"
deki tanım da şöyle: "İradei milliye: Milli irade, milletin isteği, arzusu."

Bizdeki gibi ağızlara sakız olmasa da "milli irade"nin Fransızcası şöyle: "La Volont nationale". 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra kullanılmaya başlanmış ve devrimin gerekçesi olarak gösterilmiş. Daha sonra, iktidarı zorla ele geçirip Cumhuriyet’i yıkan Louis Napoleon kendisini "Tanrı’nın ve milletin iradesi ile Fransızların imparatoru" (Empereur des Français par gráce de Dieu et volonté nationale) ilan etmiş. Görüldüğü gibi Fransızlar bu kavramı bizdeki anlamında kullanmıyorlar. Ayrıca 19. yüzyılın dinci felsefecileri ve metafizikçileri "Bireysel Bilinç"i kapsayan "Üst-Bilinç"i yani Tanrı’yı işaret etmek için kullanmışlar bu kavramı.]

SAYGIN YANI YOK

[Dobra konuşmak gerekirse: "Milli irade" kavramını, "İhtilal" ve "zorbalık" rejimlerinin dayanağı olduğu için, demokratik ülkelerde seçim sonuçları bağlamında kullanmak çok yanlış. Ama bizim politikacılar ve kimi basın mensubu bu yanlışlığın farkında bile değiller.

Bir seçim yapılmış ve bu seçimi AKP kazanmıştır. Seçim de poker, bakara gibi bir oyundur. Her oyunun kuralı vardır, oyun kuralına göre oynanır ve oyuncular kurala uygun olarak sonucu kabul ederler. AKP’nin kazandığı seçime bütün taraflar saygı göstermek zorundadır. Ama seçimin sonuçlarını, metafizik, hatta dinsel bir tanımlama ile "milli iradenin tecellisi" olarak ilan etmenin hiçbir saygın yanı yoktur. Bu, safsata olur!

Milli irade tikel ve tekil bir olgu değil. Tümel ve bütünsel olduğu zaman Tanrı ile özdeşleşiyor. Bu nedenle, gelecek seçimlerde mutlaka değişecek olan meclis aritmetiğini bizim siyasetçilerin "milli irade"nin yansıması olarak kabul etmeleri çok yanlış.

DÜNYEVİ SONUÇ

Çünkü demokrasilerde siyasal anlamda "kutsal" bir milli iradeden söz edilemez. Her seçimin sonucu dünyevidir. Her seçimde yanılması olası seçmenin verdiği karara hukuki saygı göstermek gerekir, ama bu kararın farazi bile olsa milli iradeyi temsil etmesi mümkün değildir. Zaten milli irade diye bir şey de yoktur!]
Yazının Devamını Oku

Eski solcular mezarlığı

15 Nisan 2008
’ESKİ solcu’ artık solcu değildir! Ne ise, başka bir şeydir! Sağcıdır, neoliberaldir, faşisttir, İslamcı’dır, kapitalisttir, yeni mandacıdır, yeni mürtecidir, falandır ve filandır. Çünkü solculuk bir insanlık durumudur! Tıpkı sağcılık, İslamcılık gibi! Solun söylem (discours) ve eyleminden vazgeçmiş, başka bir söylem ve eylemin adamı olmuş biri solu eleştirebilir ama asla sol adına konuşamaz. Değiştiğini ileri sürüp İslamcı söylem ve eylemlerini sürdüren AKP de bu garabetin karşı ucunda durur!

FESATÇI YA DA BUDALA

Dünyada liberalizmi, kapitalizmi, sermayenin küreselleşmesini, emeğin atomlarına ayrılmasını ve siyasal İslam’ı; Türkiye’de İslamcılığı ve AKP’yi savunarak, Cumhuriyet’in temel ilkelerine ve kazanımlarına saldırarak solcu kalmak mümkün değil elbette!

AKP’nin evrensel demokrasi yönünde ciddi adımlar attığını ileri sürmek için insanın ya fesatçı ya da budala olması gerekir. Kendi çıkarları dışında Anayasa’yı demokratikleştirdi mi; partiler ve seçim yasalarını çağdaş demokrasi düzeyine getirdi mi; sosyal devleti tahrip etmedi mi; kadın haklarını geliştirdi mi; emek bağlamında ILO’nun ölçülerini uyguladı mı; adil ve demokratik gelir dağılımını sabote etmedi mi? Saymaya devam edelim mi?

Peki neden AKP’yi ve siyasal İslam’ı destekliyorlar?

BU NE CEHALET

"Milli" ve "ulusal"dan nefret eden sol eskileri "milli irade"den hareketle "milli ve dini diktatorya"ya yelken açan AKP’nin bokunda pertavsızla neden boncuk aramaktalar? Bu entellekdübek arkadaşlar "milli irade" diye bir kavramın demokrasiyle bağdaşamayacağını ne zaman anlayacaklar? Mide ve keseyi doldurma tutkularından, aşklarından olmasın sakın? Bu zevata Fransızcası "La volonte nationale" olan "milli irade"nin ne anlama geldiğini anlamaları için benim "100 Pazar Yazısı" (Ümit Yayıncılık) aldı kitabımda yer alan "Milli İrade Safsatası" (S.66) başlıklı yazımı okumalarını tavsiye edeceğim. "Milli irade", 1789 Büyük Fransız Devrimi’ne ait bir kavramdır. Bir yandan "jakoben" bir kavramdır, bir yandan da "popülist" ve "totaliter". (Buna yarın devam edeceğim.)

İslamcı, totaliter, popülist ve cahil AKP’nin "milli irade"yi anlamını bilmeden kumar masasına sürmesini anlayabiliriz ama malumattıraş sol eskilerinin cehaletine ne demeli?

YENİ SOĞUK SAVAŞ

Şu günler Mark Mackinnon’ın Yeni Soğuk Savaş (Destek Yayınları) adlı kitabını merakla okumaktayım. Yazar, Freedom House (Özgürlükler Evi), IRD (The National Republican Institude-Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü), NDI (The National Democratic Institude-Ulusal Demokratik Enstitü), NED (The National Endowment for Democraty-Demokrasi için Ulusal Bağış), George Soros-Open Society (Açık Toplum Enstitüsü) gibi kuruluşların eski Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Balkanlar, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna ve Orta Asya’da çevirdikleri dolapları inceliyor. Bunların bulunduğu yerde CIA da var(mış)! (S.50)

NED’in tasarlanmasında katkısı olan Senatör Allen Weinstein 1991’de, Demokrasi Projesi’nden bağış alan kuruluşlar Demirperde’yi yırtmaya çalışırken şunları söylüyordu: "Bizim bugün NED olarak yaptığımız 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu" (S.52).

Bizim solcu eskilerinin bu fesat yuvaları hesabına çalıştıkları ortaya çıkarsa hiç şaşırmam!
Yazının Devamını Oku

27 Mayıs ve Ahmet Hamdi Tanpınar

13 Nisan 2008
MAGAZİN edebiyatı öldürüyor, derisini yüzüyor, bedenini ve ruhunu kıyma makinesinden geçiriyor. Edebiyat düşüncesinden yoksun magazinciler sanki tasarlayarak cinayet işliyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlük not defterlerinden (21.4.1953-11.1.1962) oluşan "Tanpınar’la Başbaşa" (Dergáh Yayınları) yayınlandı. Tıkanarak, zorla okudum. Günlük notlar olmasaydı kesinlikle yarıda bırakırdım. Kimileri gibi bir "Tanpınar hayranı" olmadığım için okuduklarım beni hayal kırıklığına uğratmadı. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" yazarının kendi özel hayatını ve özellikle de sanat ve düşünce hayatını çağına ayarlayamadığını çoktan öğrenmiştim. Yazılarından ve şiir örneklerinden öğrendiğim kadarıyla estetik zevklerinin ve sanat anlayışının 19. yüzyıldan kurtulup 20. yüzyıla geçemediğini de biliyordum. Benim için önemli bir şair değil(di).

15 EYLÜL 1961

Bu yazdıklarım, eleştirel deneme kitaplarımı okuyanlar için yeni bir şey değil. Tanpınar, günlüklerinde edebiyatı ve gündelik siyaseti ilgilendiren birçok satırlar yazmış. Parasızlıktan, sevgisizlikten, kendi sevgisizliğinden, kıskançlıklardan söz ediyor, en yakın arkadaşlarını yerle bir ediyor.

Magazin bunların hiçbiriyle ilgilenmiyor. Sadece harflerle işaret ettiği kadınların gerçek kimliklerini merak etmiyor. Bütün ilgisini, onun Demokrat Parti ve Adnan Menderes eleştirisine yöneltiyor. Tanpınar’ın, Yassıada davalarıyla ilgili olarak yazdıklarını aktaracağım. Bu davalarda Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idama mahkûm olmuşlardı. 15 Eylül 1961 tarihinde Ahmet Hamdi Tanpınar 61 yaşındaydı, ben 25’e girmiştim.

YAPTIKLARI FENALIK

"15 Ağustos (Eylül 1961) gece. Dava bitti. Mahkûm oldular. Büyük bir geçidi atladık. Fakat orta yerde henüz halledilecek bir yığın mesele var. Çoktan beri adalet elinde olduklarını bildiğim için hiçbir kinim kalmamıştı. İdam cezalarını yani adaletin o kadar beklediğim haklı tecellisini yazık ki bu yüzden sevinçle karşılayamadım. Sadece hak verdim. Aksi olsa belki üzülürdüm. Fakat ölümleri, cezaları neye yarar? Hangi zararımı telafi eder. Soğuk adalet beni tatmin eden şey değil. İbret olabileceğine de inanmıyorum. Çünkü insanlık altı bin senedir ceza veriyor ve hiçbir şeye yaramıyor. Türkiye’nin iktisadi vaziyeti, içinde yuvarlandığımız buhran bizim için meselelerin hallini adeta imkánsızlaştırmış gibi. Ne ile ve nasıl, hangi sermaye, hangi müdehhar servetle kalkınacağız? Bu adamların yaptığı fenalık işte burada." (S.322)

KANATLAR ALTINDA

Tanpınar’
ın yazdıklarının şaşırtıcı hiçbir yanı yok. 15 Eylül 1961 günü Türkiye nüfusunun büyük bir çoğunluğu onun gibi düşünüyordu. Ama nüfusun tamamına yakını üçlünün idam edilmesine karşıydı. Benim tuhafıma giden, aradan geçen 47 yıla karşın Tanpınar’ın düşüncelerini kınayarak değerlendirmeleri, ama Adnan Menderes ve partisini ne bugünün ne de 45 yıl öncesinin ölçülerine göre değerlendirmeye yanaşmamaları. Bu yaptıklarına da nesnel tarihçilik (!) diyorlar.

Çünkü günümüzde Adnan Menderes ve DP, başta Nurculuk olmak üzere bütün tarikatların koruyucu kanatları altındadır. Cumhuriyet karşıtı varlıklarını ona borçludurlar!
Yazının Devamını Oku

Tekbiiiiiiiiiiiirrrrrrci MHP

12 Nisan 2008
ULUSALCI sıfatını beğenmeyip milliyetçi sıfatını istimal eden Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) nümayiş mahallerinde haykırdığı "Tekbir" komutu konusunda ansiklopedik bilgi tazelemesi yapalım mı? Tekbir, "Tanrı uludur!" anlamına gelir. Yani "Allahü ekber!" Ezan, kamet ve bütün namazlarda söylenir. Ezan okumaya, kamet getirmeye ve namaza tekbir ile başlanır. Tekbir, her namazda, namaza başlarken, rükûa eğilirken, secdelere kapanırken, namaz aralarında rükûdan rükû(y)a geçerken söylenir.

LİTERATÜRLÜK

Ve lakin MHP’liler ve Ülkücüler nümayiş yaparken, birinden kaçarken ve birini kovalarken, bina taşlarken, çelenk parçalarken mutlaka ve mutlaka tekbir getirirler.

Aralarından biri (belki de reis durumundadır) sağ elinin işaret parmağını havaya kaldırarak "Tekbiiiiiir" deyu haykırır. Ve cemaat ise cevaben inler:

"Allahü Ekber! Ya Allah Bismillah Allahü Ekber!"

Bu haykırmalar epeyce sürer, duruma göre! Ancak ezan, kamet ve namaz ile hiçbir ilişkisi yoktur bunların. Yeni bir durum! Bu durum belki de nümayiş tekbiri olarak literatüre geçecektir.

"Tekbir çekme"yi ben daha çok Müslüman Kardeşler’de, Hizbullah’ta, Hamas’ta, El Kaide’de gördüm ve işittim. Bizdeki (ruhsatlı-ruhsatsız) patent MHP ülk-ücülerine ait!

Darılmak, gücenmek yok: Tekbir çekme, İslamcı bir nümayiş tarzıdır. Milliyetçilik karşıtıdır.

Türk-İslam sentezinde bile caiz olmaması gerekir: Çünkü "Tanrı Uludur!" haykırışına karşı olabilecek bir Türk milliyetçisi düşünemiyorum.

4 MİLLETVEKİLİ

TRT-TV’den arkadaşım Melih Aşık’ın Açık Pencere’sinden (Milliyet, 07.02.08) aktarıyorum. Çağdaş Eğitim Vakfı; 4 MHP milletvekili, Prof. Dr. Mithat Melen, Gündüz Aktan, Ertuğrul Kumcuoğlu ve Deniz Bölükbaşı’na gönderdiği mektupta hayal kırıklıklarını dile getiriyor:

"Partiniz MHP’nin AKP’nin Türkiye’yi İslam ülkesine dönüştürme girişimlerine verdiği koşulsuz destek hiç kuşkusuz hepiniz adına tarihe kara sayfa olarak geçecektir. Bizleri asıl şaşırtan husus; çağdaş uygarlığı görmüş, yaşamış ve değerini bilme durumunda olan sizlerin, partinizin bu eylemlerini açıkça benimsiyor ya da suskun ve sessiz izliyor olmanızdır."

Adı geçen dört milletvekilini şahsen tanımam. Gündüz Aktan ile 5-6 yıl önce bir kez karşılaştık, el sıkıştık. O kadar!

Çağdaş Eğitim Vakfı’nın, bu dört milletvekilinin Tekbirciler Partisi’nden aday olmalarıyla birlikte kuşku duymaya başlaması gerekmez miydi? Gerekirdi, gerekirdi!..

AYNI PARTİLER!

Kıssadan Hisse:
Politikada partilerin programları kadar partililerin kimlik ve kişilikleri de önemlidir. Ancak şu kesinlikle görülmüştür ki hiçbir birey, bir partiyi değiştiremez, tam tersine partinin kolektif ruhu bireyi kıyma makinesinden geçirir. Kendisine "Türk-İslam Ülküsü"nü şiar edinmiş MHP ile "Türk-İslam Sentezi"ci AKP aslında aynı partidir.
Yazının Devamını Oku