24 Ekim 2007
BENİ arayan okurum 20 yıllık evli üç kızı olan bir kadın. Kocasının, oturdukları, "aile konutu" niteliği taşıyan evi satmak istediğini belirterek, "Ben ne yapabilirim. Dava açma hakkım var mı? Açsam nasıl sonuçlanır" diye soruyor. Hem bu maili atan kadın okuruma hem de diğer kadınlara iyi bir haberim var. Artık kocanız sizden habersiz oturduğunuz evi yani "aile konutunu" satamaz. İster yeni Medeni Kanun’un yürürlüğü girdiği 2002’den sonra isterse, 20 yıl önce evlenmiş olun yargı aile konutlarını koruma altına aldı. Kocanız sizin onayınız olmadan "aile konutunu" satarsa, satışı iptal ettirmeniz mümkün.
YARGITAY KARAR ALDI
İstanbul’dan açılıp Ankara’da Yargıtay’a kadar uzanan dava sonunda, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, "Aile konutunun, eşlerin ikisinin birden onayı olmadan satılamayacağına" ilişkin bu düzenlemenin, yeni Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 2002’den önce edinilmiş aile konutları için de geçerli olduğuna karar verdi. Bu karar da şu anlama geliyor: 2002’den önce evlenmiş çiftlerin "aile konutları" da aynı şekilde koruma altına alındı. Evlilik tarihi ne olursa olsun eşlerden ikisinin de onayı olmadan ailenin oturduğu konut satılamayacak ya da kiralıksa kira sözleşmesi feshedilemeyecek. Devrim niteliği taşıyan bu karar bakın şu süreç sonunda alındı:
KARISININ İTİRAZINA RAĞMEN EVİNİ SATTI
2005’te İstanbul’da eşi ve çocuklarıyla birlikte oturduğu konutu satışa çıkaran Ahmet K. adlı koca, karısının "satma" demesine hiç kulak asmadı. Kadın, "Ben evimizi satmak istemiyorum" itirazını alıcıya da söyledi. Buna rağmen ev, Bilal T. adlı üçüncü kişiye satıldı.
KADIN YILMAYIP DAVA AÇTI
Mağdur kadın satışa konu evin "aile konutu" olarak kullanıldığını, onay vermemesine rağmen yapılan satışın aileyi zor duruma düşürdüğünü öne sürdü ve satışın iptalini istedi. Mahkeme, anlaşmazlığa konu evin yeni Medeni Kanun’un yürürlük tarihinden önce edinilmiş olması nedeniyle talebi reddetti. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kadının temyiz talebi üzerine satış işleminin iptaline karar verdi. Yargıtay kararı da özetle şöyle:
AİLE KONUTU SATILAMAZ
Medeni Kanunu 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girmiş ve bu kanunla, ’aile konutu’ adı altında yeni bir hukuki kavram getirilmiştir. Yeni kanunun 194’üncü maddesi, ’eşlerden biri diğer eşin açıkça rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez; aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz’ hükmünü içermektedir.
AİLE KONUTU KORUMA ALTINDA
Yeni düzenleme ile tapu sicilinde konutun sahibi olarak görülen eşin, hukuki işlem özgürlüğü, diğer eşin katılmasına ve onayına bağlanmıştır. Düzenlemenin amacı, ailenin ve aile konutunun koruma altına alınmasıdır. Bu koruma, evlilik birliği devam ettiği sürece yeni Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 2002’den önce edinilmiş aile konutları için de geçerlidir.
KADININ RIZASI OLMADIĞI SABİT
Dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu ve davacı kadının satışa razısının olmadığı sabittir. Konutu satın alan davalı kişi de, davacı kadının bu satışa rızasının olmadığını bilmektedir. Bu açıklamalar karşısında davanın kabulü gerekirken, reddi yasaya uygun görülmemiştir.
BENİ arayan okurum 20 yıllık evli üç kızı olan bir kadın. Kocasının, oturdukları, "aile konutu" niteliği taşıyan evi satmak istediğini belirterek, "Ben ne yapabilirim. Dava açma hakkım var mı? Açsam nasıl sonuçlanır" diye soruyor.
Hem bu maili atan kadın okuruma hem de diğer kadınlara iyi bir haberim var. Artık kocanız sizden habersiz oturduğunuz evi yani "aile konutunu" satamaz. İster yeni Medeni Kanun’un yürürlüğü girdiği 2002’den sonra isterse, 20 yıl önce evlenmiş olun yargı aile konutlarını koruma altına aldı. Kocanız sizin onayınız olmadan "aile konutunu" satarsa, satışı iptal ettirmeniz mümkün.
YARGITAY KARAR ALDI
İstanbul’dan açılıp Ankara’da Yargıtay’a kadar uzanan dava sonunda, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, "Aile konutunun, eşlerin ikisinin birden onayı olmadan satılamayacağına" ilişkin bu düzenlemenin, yeni Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 2002’den önce edinilmiş aile konutları için de geçerli olduğuna karar verdi. Bu karar da şu anlama geliyor: 2002’den önce evlenmiş çiftlerin "aile konutları" da aynı şekilde koruma altına alındı. Evlilik tarihi ne olursa olsun eşlerden ikisinin de onayı olmadan ailenin oturduğu konut satılamayacak ya da kiralıksa kira sözleşmesi feshedilemeyecek. Devrim niteliği taşıyan bu karar bakın şu süreç sonunda alındı:
KARISININ İTİRAZINA RAĞMEN EVİNİ SATTI
2005’te İstanbul’da eşi ve çocuklarıyla birlikte oturduğu konutu satışa çıkaran Ahmet K. adlı koca, karısının "satma" demesine hiç kulak asmadı. Kadın, "Ben evimizi satmak istemiyorum" itirazını alıcıya da söyledi. Buna rağmen ev, Bilal T. adlı üçüncü kişiye satıldı.
KADIN YILMAYIP DAVA AÇTI
Mağdur kadın satışa konu evin "aile konutu" olarak kullanıldığını, onay vermemesine rağmen yapılan satışın aileyi zor duruma düşürdüğünü öne sürdü ve satışın iptalini istedi. Mahkeme, anlaşmazlığa konu evin yeni Medeni Kanun’un yürürlük tarihinden önce edinilmiş olması nedeniyle talebi reddetti. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi kadının temyiz talebi üzerine satış işleminin iptaline karar verdi. Yargıtay kararı da özetle şöyle:
AİLE KONUTU SATILAMAZ
Medeni Kanunu 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girmiş ve bu kanunla, ’aile konutu’ adı altında yeni bir hukuki kavram getirilmiştir. Yeni kanunun 194’üncü maddesi, ’eşlerden biri diğer eşin açıkça rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez; aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz’ hükmünü içermektedir.
AİLE KONUTU KORUMA ALTINDA
Yeni düzenleme ile tapu sicilinde konutun sahibi olarak görülen eşin, hukuki işlem özgürlüğü, diğer eşin katılmasına ve onayına bağlanmıştır. Düzenlemenin amacı, ailenin ve aile konutunun koruma altına alınmasıdır. Bu koruma, evlilik birliği devam ettiği sürece yeni Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 2002’den önce edinilmiş aile konutları için de geçerlidir.
KADININ RIZASI OLMADIĞI SABİT
Dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu ve davacı kadının satışa razısının olmadığı sabittir. Konutu satın alan davalı kişi de, davacı kadının bu satışa rızasının olmadığını bilmektedir. Bu açıklamalar karşısında davanın kabulü gerekirken, reddi yasaya uygun görülmemiştir.
Ankara’da yeni moda: İçsel estetik
ÜMİTKÖY’de üç yıldır hizmet veren Magic Care adlı klinikte hem anti-aging yaptırıp geçmişi geriye sarmak ve SPA merkezinde rahatlayıp fiziksel olarak daha iyi görünmek hem de NLP teknikleriyle sağlık, ilişki, kariyer konularında, "içsel bütünlük" sağlamak ve stres atmak mümkün.
İstanbul’daki benzerleri gibi olan çok kapsamlı bir kompleks olan klinikte, iki haftadır NLP uzman eğitimcisi-siyasi koç Mustafa Kılınç hizmet veriyor. Bu uygulamayla Türkiye’de bir ilke imza atan merkezden, kilolarınızdan, kırışıklarınızdan, takıntı ve korkularınızdan kurtularak, yepyeni bir imajla çıkmak mümkün oluyor. Plates başta olmak üzere spor yapan, lazer, SPA ve tepeden tırnağa bakımla estetik destek alan kadınlar, kendilerini yeniden şekillendirmek, rahatlamak ve stres atmak için de Kılınç’tan yardım alıyorlar. Ankara sosyetesinin özel bir üyelik sistemi ve günlük girişle yararlandığı klinikte Kılınç, kadınların NLP teknikleri ile zayıflamalarına, hırsız, karanlık, yükseklik, kapalı yerde kalma gibi korkularını yenmelerine yardımcı olurken, sigarayı bırakma konusunda da destek veriyor. Kılınç’a göre güzellik bir bütün. Fiziksel güzellik ancak içsel rahatlık ve mutlulukla bütünleşirse, daha çarpıcı olabiliyor. Kılınç, merkezde, çocuklara da ÖSS ve OKS’ye hazırlık koçluğu da yapıyor. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler www.magiccare.com.tr adresine girebilirler.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2007
ÇUKUROVA’da başlayan ve Ankara’da Yargıtay’a kadar uzanan bir aşk hikayesi, öğrencilerin not cinliğini ortaya çıkarırken, yüksek mahkemenin bir dairesi ile başsavcılığı karşı karşıya getirirdi. Nasıl mı bakın şöyle: Adana’da, Çukurova Üniversitesi’nde işçi olarak çalışan M.H, aynı üniversitede öğrenci olan E.B’ye aşık oldu. Sevgilisinin derslerinin kötü gittiğini gören M.H ona yardım etmek istedi. Asıl mesleği bilgisayar programcılığı olan M.H, bir plan yapıp üniversitenin bilgisayar sistemine girmeyi başardı. Çılgın aşık sevgilisinin kırık notlarını düzeltti. Bununla da kalmayan M.H, sevgilisinin iki arkadaşının daha notunu düzeltti.
SORUŞTURMA AÇILDI
Üniversite yönetimi olayı fark edip soruşturma başlattı. Yapılan inceleme sonunda durum ortaya çıkt. Üniversite, E.B’nin aralarında bulunduğu üç öğrencinin notlarının bilgisayar sistemine girelerek, düzeltildiğini savcılığa bildirdi.
DAVA AÇILDI
Savcılık, M.H ile üç öğrenci hakkında dava açtı. Mahkeme notu düzeltilen "Bizim hiçbir şeyden haberimiz ve olayla da bir ilgimiz yok" diye savunma yapan E.B ile iki öğrenci arkadaşı hakkında, "beraat" kararı verdi. Bilgisayar sistemine giren çılgın aşık M.H’ye ise "bilişim" suçundan 5 ay hapis cezası verdi. Mahkeme cezayı da erteledi.
DAİRE: SUÇ EVRAKTA SAHTECİLİK OLUR
İlginç dosya da Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin önüne geldi. 11. Ceza Dairesi, sanık M.H’nin eyleminin, "bilişim suçu" değil, 3 yıldan 8 yıla kadar ağır hapis cezası öngören "evrakta sahtecilik" olduğuna ve ağır cezada yargılanmasına karar verdi. Daire, bu görüşle dosyayı bozdu.
BAŞSAVCILIK İTİRAZ ETTİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise "Suç evrakta sahtecilik değil, bilişim suçu" diye itiraz etti. İtirazda, "resmi evrakta sahtecilik" olabilmesi için "İmza içeren, elle tutulur, taşınabilir bir belgeye ihtiyaç duyulduğunu" savundu ve şöyle denildi:
"Olayda, hukuki hüküm ifade edecek şekilde bir belge düzenlenmediği gibi, gerçek sınav sonuçlarını içeren ve öğretim üyeleri tarafından imzalanan listelerde, herhangi bir tahrifat da yapılmamıştır. Bu durumda sahte belgeden söz etmek mümkün değildir"
GENEL KURUL SON NOKTAYI KOYDU
Bilişim sistemi üzerinde not cinliği davasında son sözü ise geçen hafta Yargıtay Ceza Genel Kurulu söyledi. Kurul, Başsavcılığın itirazını yerinde gördü ve daire kararını kaldırdı. Kurul kararıyla, bilgisayar sistemine girip not düzeltme suçunun "Evrakta sahtecilik" değil "Bilişim suçu" olduğuna hükmedildi.
Örnek niteliği taşıyan bu karar, ders çalışmak yerine bilgisayar sistemine girip "not cinliği" yapmak isteyen tüm öğrencilerin de kulağına küpe olacak gibi görünüyor...
Tanımadığınız kişiye kapınızı açmayın...
GEÇEN bayram hep aynı hikayeyi dinledim. 70 yaşlarında yaşlı bir kadın. Zile basıp su istiyor. Evin hanımı, yaşlı kadını görünce açıyor. Suyu veriyor sorduğu adresi tarif ediyor. Ama bir süre sonra yarı uykulu bir hale geçiyor. Aklı başından gidiyor. O halde, 70’lik nineyi köşe başına kadar da geçiriyor. Sonra eve dönüyor. Kendine geldiğinde, bir bakıyor ki, kolundaki dört bilezik yok. Kadın nasıl soyulduğunun farkına bile varmıyor. 70’lik nine de sır oluyor.
Aynı şekilde kapıyı tanımadıkları insanlara açıp kendilerinden geçen ve sonra da evleri soyulanların hikayeleri Ankara’da şehir efsanesine dönmüş durumda. Rivayetler muhlelif. Bazılarına göre mağdurlar hipnotize edildiler, kimilerine göre büyü ile zihinleri bağladı. Ama, ben annemi bile tembihmedim. Söz verdi. Artık, apartmanın dış kapısından basana "pat" diye kapıyı açmayacak. Diyafondan gelenin kimliğini soracak. Siz de kapınızı 70 yaşında yaşlı bir kadın çalıyor olsa da tanımıyorsanız, "kimsiniz, ne istiyorsunuz" diye sormadan açmayın...
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2007
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, iki hafta önce çok ilginç bir karara imza attı. Kurul’un satır arasında kalan gündemde fazla yer bulmayan bu kararı, "Ekonomik durumu" iyi olmayan sanıklara "müjde" niteliği taşıyor. Kurul, maddi durumu zayıf sanıkların hapis cezalarının, adli para cezasına dönüştürülmeyip ertelemesine hükmetti. YARGITAY Ceza Genel Kurulu, iki hafta önce çok ilginç bir karara imza attı. Kurul’un satır arasında kalan gündemde fazla yer bulmayan bu kararı, "Ekonomik durumu" iyi olmayan sanıklara "müjde" niteliği taşıyor. Kurul, maddi durumu zayıf sanıkların hapis cezalarının, adli para cezasına dönüştürülmeyip ertelemesine hükmetti.
Kurul, "taksirle ölüme sebep" olma suçunu işleyip 1 yıl 8 aya mahkum olan sanık Fatih A’nın, "aylık 200 YTL geliri olan bir çiftçi olmasını, 12 bin YTL’lik adli para cezasını ödemeyemeyeceğini" dikkate alarak, hapis cezasının paraya çevrilmesine yer olmadığına karar verdi.
MAHKEMELER NE YAPACAK
Bu karar benzer davalar için içtihat niteliği taşıyor. Artık ekonomik durumu yerinde olmayan sanıkların hapis cezasını mahkemeler, adli para cezasına dönüştürmek yerine erteleme kapsamına alacak. Bakın, Adana’dan Ankara’ya taşınan dosyada karar, şu yargılama süreci sonunda alındı.
BİSİKLETLİYE ÇARPIP ÖLDÜRDÜ
Adana Ceyhan’da oturan ve çiftçilikle geçinen Fatih A, gece ışıkları yanmayan bisikletle seyreden Kenan A’ya arkadan çarpıp ölümüne neden oldu. Sanığa TCK’nın 85/1 maddesindeki, 2 yıldan 6 yıla kadar hapis öngören "Taksirle adam öldürme" suçundan dava açıldı.
Ceyhan 2. Asliye Ceza Mahkemesi, bisikletin ışık donanımının bozuk olmasını gözönüne alarak, eylemi "bilinçli taksir" değil "kusurlu davranış" olarak niteledi. Mahkeme, "Sanığın kusur oranı, ölen kişinin kusur oranı, sanığın kişiliği, sosyo-ekonomik durumunu ve iyi halini" dikkate alarak, sanık Fatih A.’ya, alt sınırdan uzaklaşarak, 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi.
"EKONOMİK DURUMU KÖTÜ" DİYE PARA VE TEDBİRE ÇEVRİLMEDİ
Mahkeme, sabıkasız olan sanığın aylık gelirinin 200 YTL olduğunu tespit etti ve cezanan paraya çevrilmesi halinde, 12 bin YTL’lik adli para cezasını ödemeyeceğini dikkate aldı.
Mahkeme, sanığın 1 yıl 8 ay olarak verdiği hapis cezasını paraya veya başka bir seçenek yaptırıma çevirmedi. Mahkeme, sanığın cezasını erteleyip, iki yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar verdi.
YARGITAY ONADI, BAŞSAVCILIK İTİRAZ ETTİ
Sanık Fatih A. davasını Ankara’ya taşıdı. Karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde temyiz edildi. Daire kararı onadı. Yargıtay cumhuriyet Başsavcılığı ise bu karara itiraz etti. Başsavcılık itirazında, "hapis cezasının ertelense bile ağır bir yaptırım olduğu, ertelemenin cezadan kurtulma anlamına gelmediği, deneme süresi içinde kasıtlı bir suç işlenilmesi halinde, tamamen veya kısmen cezanın infazına karar verilebileceğine" dikkat çekti.
İtirazda, sanığın ekonomik durumu gerekçe gösterilerek adli para cezası yerine hapis cezasına mahkum edilip cezasının ertelenmesinin doğru olmadığını savundu. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da Başsavcılığın bu itirazını reddetti.
İşte bu örnek karar çerçevesinde, ekonomik durumu yerinde olmayan sanıkların hapis cezaları, adli para cezasına dönüştürülmek yerine ertelenebilecek.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2007
YARGITAY ilginç boşanma gerekçeleri arasına "aşırı cimriliği" de ekledi. Yargıtay cimriliği boşanma nedeni sayarken, kriterlerini de belirledi. "Masraf olur" diye karısına soba yaktırmayan, çocuklarına "elektrik faturası kabarır" diyen, kaloriferli dairesi olmasına rağmen ailesini, kapıcı dairesinde kirada oturtan baba ve kocaya boşanma cezası verildi. Bakın dava nasıl açıldı:
On yıllık evli ve iki çocuklu Ayşe S, kocası Mehmet S’ye, "aşırı cimri. Bana ve çocuklarıma evdeki eşyaları bile kullandırmıyor" diye boşanma davası açtı. Ama aile mahkemesi kadının boşanma davasını reddetti.
YARGITAY BOZDU
Bunun üzerine Ayşe S. davayı Yargıtay’da temyiz etti. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi de boşanmak isteyen davacı kadını haklı gördü. Mahkeme kararını bozan Yargıtay, çiftin boşanmasına hükmetti.
İŞTE KARAR
Bozma kararında, kocanın "Ev ihtiyaçlarını bile karşılamayıp, ev eşyalarının kullanılmasına engel olacak derecede aşırı cimriliği" boşanma nedeni sayıldı. "Aşırı cimriliği", "evlilik birliğini temelden sarsan davranış" olarak nitelendiren Yargıtay’ın 27 Temmuz 2007 tarihli kararı da bakın özetle şöyle:
"....Davalının (koca) ev eşyalarını eşi ve çocuklarına kullandırmadığı, evde soba yaktırmadığı, kaloriferli dairesi olduğu halde kapıcı dairesinde kiracı olarak oturduğu, aşırı derecede cimri olduğu, eşine hakaret ettiği anlaşılmıştır.
Bu şekilde kadın bakımından evlilik birliği müşterek hayatı sürdürmesi kendisinden beklenmeyecek şekilde temelinden sarsılmıştır. O halde mahkemece tarafların boşanmasına karar verecek yerde delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Temyiz edilen hükmün bozulmasına oybirliği ile karar verildi."
Ölen eşe ’Sessiz Ağıt’
18 Aralık 2002’de, Çankaya’daki evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda yaşamını yitiren Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun eşi Prof Dr. Şengül Hablemitoğlu, eşini kaybettikten sonra yaşadığı acıları, sıkıntıları ve döktüğü gözyaşlarını "Sessiz Ağıt"" adlı kitabında dile getirdi. "Ben onu en son hali ile hatırıma getirdiğimde, zihnimde kanlar içindeki yüzü var" diyerek, eşinin ölümünün ardından yaşadığı acının hiç hafiflemediğini anlatan Prof. Dr. Hablemitoğlu, 137 sayfalık kitabında eşinin özel fotoğraflarını da ilk kez yayınladı. İki kızı ile yaşama tutanan Hablemitoğlu, kitabında, yas tutmayı şöyle anlatıyor:
"Yas tutmak, iyleşmeyen açık bir gönül yarası ile yaşamaktır. Yaşamımın hiçbir döneminde, eğer yaşamım biraz daha devam edecekse, bir daha bu kadar acı duyarak yazmayı istemiyorum. Yas tutup, keder içinde boğulmamak için çırpınırken bunu anlatmaya çalışmanın, yazdıklarımı okumayı seçenlerle paylaşmanın biraz olsun benim ve çocuklarımın yüreğimizdeki sızıyı azaltmasını umdum."
Kitap Bilgi Yayınevi tarafından yayınlandı.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2007
BUGÜN 19 Eylül. Gaziler Günü. İki hafta önce yazdığım "Gaziler hukuklarını arıyor" yazısına çok sayıda tepki geldi. İstihbarat kıdemli emekli albay Ali İhsan Gürcan’ın, "yetkililere" seslendiği yazısını onların sesini size de duyarmak amacıyla özetleyerek, veriyorum. Yorumu da tamamen size bırakıyorum: GAZİLER GÜNÜ Bu hafta, bilindiği gibi içinde gaziler günü bulunan bir haftadır. Yani, savaşa girip de bacağını, kolunu, gözünü kaybetmişlerin günü. Dış görünüş olarak hiçbir şeyini kaybetmemiş görünenlerin ruhlarını kaybettikleri gün.
BU YIL HAMASİ NUTUK ATMAYIN... Şunu söylemeye çalışıyoruz: Biz, görevimizi tam olarak yaptık. Peki siz, sayın etkili ve yetkili yerlerde bulunanlar, sizler de görevinizi yaptınız mı? Her şeyi yapınız, ama artık bu yıl şunu yapmayınız: Hamasi nutuk atmayınız. "Sizler başımızın tacısınız, siz olmasaydınız biz ne yapardık? Siz gerçek kahramansınız" laflarına doyduk.
54 YILDIR MADALYA BEKLİYORUZ Kore gazileri 54 yıldır Kıbrıs gazileri ise 33 yıldır kendilerine göre hak ettikleri madalyaları hala alamadılar. Ne madalyası mı? Ne madalyası olduğunu Türkiye Muharip Gaziler Derneği Genel Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı yetkilileri ve TBMM’nin sayın üyeleri bu yazının devamını okurlarsa anlayacaklardır.
ÜÇ YILDIR MECLİS’E GİDİYORUM Üç yıldır konuyla ilgili TBMM’ye gidiyorum. Bazı milletvekilleriyle görüşüyorum. "Madalyalarımız" diyorum. "Ne madalyası?" diyorlar. "Gazi madalyaları" diyorum "Madalyanız var ya. Milli bayramlarda yapılan resmi geçitlerde görüyoruz ya" diyorlar. Ben de "O gördüklerinizi Kore hükümeti gönderdi. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti-TBMM vermedi" diyorum. "Hayda" diyorlar...
KANADA’DA GAZİ MAAŞI 3 BİN DOLAR BİZDE 150 Gazi maaşı 150 dolar, yüzde 40 elektrik, yüzde 50 su indirimi, belediye otobüsü ve trene ücretsiz biniş: budur işte gazi! Ha, Yunanistan’da mı? 1500 dolar gazi maaşı, istenilen hastanede ömür boyu bakım, gazi madalyası.Kanada’da mı? 3000 dolar gazi maaşı, gazilerin sorunlarıyla ilgilenen bakanlık.
AMERİKA VE AVUSTRALYA Amerika ve Avustralya’da mı? Kendi maaşları + 3000 dolar gazi maaşları, çocuklarının ücretsiz okutulması, istenilen hastanede bakım, arabaya alınan benzinin yarısının ücretsiz olması, yolda görülünce selam verilmesi, sınırsız saygı ve sevgi gösterisi, taşınan özel işaret ve "mor kalpli adam" unvanı. En az parlamenter kadar saygı görme, en saygın Arlington mezarlığına gömülme, trafikte öncelik, poliste ayrıcalık, vs.
GAZİLER DEVLETE MİNNETTAR Şunu söyleyebilirsiniz tabii: "Bu ülkede binlerce aç gezen var. Sana otobüs ve trende ücretsiz yolculuk olanağı ve 150 dolar da maaş veriyoruz; elektrik ve sudan da daha ucuz istifade ediyorsun. Öyle ise daha ne istiyorsun?" Elbette haklısınız ve elbette gaziler bu devlete minnet duyuyorlar.
HALA GECELERİ SIÇRAYARAK UYANIYORLAR Ama gazilerin neler yaşadığını size anlatmak istiyorum. "Timin arkasındaydım; bir operasyona gidiyorduk. Time yetişmek için biraz hızlandım. İşte o an havaya fırladım ve hızla yere çakıldım. Bir ayağım yerinde yoktu" (Abdullah Kıran/ güneydoğu gazisi). "Silah sesleri, cesetler, kabus dolu günler, psikolojim alt üst oldu. Terhis edildikten sonra sivil hayatta unuturum sandığım olaylar beynimde daha fazla büyüdü. Evlendim, evliliğimi hiç yaşayamadım; geceleri sıçrayarak uyanıyorum hala" (Cihat Taşdemir/ güneydoğu gazisi).
BACAĞIMIZ KOPMADIYSA SUÇLU MUYUZ Kore’de 770 şehit 2147 yaralı verdik. 234 de esir düşen askerimiz oldu. Gerisi sağ döndü. Kıbrıs’ta 35 subay, 41 astsubay, 421 er ve erbaş şehit oldu. Binlerce yaralı vardı. Bizim bacağımızın kopmaması, gözümüzün çıkmamasıyla ilgili yaptığımız bir noter antlaşması mı vardı? Bacağımız kopmadıysa, gözümüz çıkmadıysa suçlu muyuz
KIBRIS’TA 633 KİŞİ ALDI BİZE VERMEDİNİZ Siz, "Kıbrıs’ta Türk’ün şanını yükseltme ve harbin yönünü değiştirme"den dolayı 633 kişiye madalya verdiniz. Bazıları altın, bazıları gümüş, bazıları bronz madalya aldı. Peki biz niye almadık? Biz başarılı ekipte yok muyduk? Yok idiysek hakkımızda neden işlem yapmadınız?
AYRIMSIZ MADALYA VERİN ÇAĞRISI Kore ve Kıbrıs savaşında çarpışmış, Türk’ün şanını yükseltmiş, harbin kazanılmasında etkin katkıda bulunmuş, harp sahasından kaçmamış ve hiçbir disiplinsiz durumu görülmemiş, hava değişimi bile almamış alsa bile kötüye kullanmamış herkese ama herkese ayırd etmeksizin bir madalya veriniz. Tıpkı 1968’de 85000 kişiye İstiklal madalyası verdiğiniz gibi.
YUNAN HÜKÜMETİ VERDİ Tıpkı Yunan hükümetinin 21 Nisan 2005’te Kıbrıs’tan kaçan, görevini tam yapmayan 21000 EOKB mensubuna bile madalya vermekte tereddüt etmemesi gibi.Tıpkı Çanakkale’ye gelen ve yenilerek geri dönen Avustralyalı gazilere 6’şar 7’şer madalya verilmesi gibi. Biz 6-7 madalya istemiyoruz. Bir tane istiyoruz.
MADDİ DEĞERİ 10 YTL Maddi değeri mi? 10 YTL. 52811 kişi toplam 5.2 trilyon liralık bir masraf yapıyor. Çok mu? Amerika sadece bunu bazen sadece bir şehidine ve gazisine veriyor. Gerekçe mi? Üç madalyaya üç gerekçe söylüyorum: Övünç madalyası: Savaşa katılıp herhangi bir disiplinsiz durumu görülmeyene verilir. Liyakat madalyası: Görevlerin başarılmasında büyük beceri gösterenlere verilir. Hizmet madalyası:Üstün hizmet madalyasıyla taltif edilemeyecek derecede başarı gösterenlere verilir. Bunlardan bir tanesini veriniz. Ne zaman mı? Hemen, gecikmeksizin.
ARTIK BEKLEMEYE TAHAMMÜLÜMÜZ YOK Kore gazilerinin en genci 74 yaşındadır ve artık beklemeye tahammülleri yoktur; daha fazla beklersek belki gözleri açık gideceklerdir. Kıbrıs gazileri mi? En gençleri 54 yaşındadır. Artık beklemeyiniz...
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2007
Bilgisayarınıza virüslü mail gönderildi, açtınız ve sisteminiz çöktü. Üzülmeyi bırakın, savcılığa suç duyurusunda bulunup, hakkınızı arayın. Virüslü e-mail göndererek, kişi ve şirketlerin bilgisayarlarını çökerten zaman, iş ve para kaybına yolaçan hackerların artık kaçışı yok. BİLGİSAYARINIZA virüslü mail gönderildi, açtınız ve sisteminiz çöktü. Üzülmeyi bırakın, savcılığa suç duyurusunda bulunup, hakkınızı arayın. Virüslü e-mail göndererek, kişi ve şirketlerin bilgisayarlarını çökerten zaman, iş ve para kaybına yolaçan hackerların artık kaçışı yok.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, son verdiği kararla, hackerların IP adreslerinden mahkemelerce mutlaka tespit ettirilip, 1-5 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını istedi. Hackerlar, yeni TCK’nın 1-5 yıla kadar hapsi öngören bilişim sistemini engelleme bozma, verileri yok etme suçunu düzenleyen 244. maddesine göre cezalandırılıyor. Bakın son örnek karar nasıl alındı:
Adana’da oturan M.Ç. kendi bilgisayarından E. İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne virüslü bir mail gönderdi. Daha önce bu şirkette satış ve pazarlama müdürü olarak çalışan M.Ç’ye dava açıldı. M.Ç mahkemede, virüslü mail gönderdiği iddialarını reddetti.
MAHKEME BERAAT ETTİRDİ
Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda ise virüs içeren mailin virüsü otomatik olarak yayma özelliğine sahip olduğu belirtildi. Virüsün çalışarak, sisteme ait olan dosyaları sildiğini ve sistemi çalışamaz hale getirdiği vurgulanan raporda, maili gönderen bilgisayarın IP numarası, gönderici ve alıcı adreslerinin servis sağlayıcı firmalardan resmi yollarla istenebileceğine dikkat çekildi.
MAHKEME IP NUMARASI TESPİTİ YAPMADI
Ancak, Adana 5. Asliye Ceza Mahkemesi, IP numarası tespiti yaptırmadı ve "Virüslü maili kimin gönderdiğinin tesbit edilemediği" gerekçesiyle, M.Ç’nin beraatine karar verdi. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay ise, sanık hakkında "Eksik inceleme" yapıldığı gerekçesiyle beraati bozdu. Yargıtay, virüslü maili gönderen kişinin IP adresinin bulunmasını istedi. Daire, mahkemeden daha sonra bulunan IP adresinin belirtilen tarih ve saatte hangi abone tarafından kullanıldığının ve abonenin açık adres, kimlik bilgilerinin talep edilmesini, bulanan IP adresinin sanıkla ilgisinin tesbitini, toplanan delillerin bir bütün halinde değerlendirildikten sonra sonucuna göre sanık hakkında karar verilmesini istedi.
ÖRNEK KARARLA HACKERLAR YANDI
Bu kararın ardından M.Ç Adana 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılanacak. Örnek karar ışığında, virüslü mail gönderdiği ortaya çıkan hackerlar ise artık 1-5 yıl hapisle cezalandırılacak.
Ankara’da konservatuvar var!
YARDIMCI Doç. Menekşe Akar, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Arp Sanat Dalı Başkanı. 30 yıllık piyano öğretmeni olan Akar’ı kızı gibi tüm öğrencileri "Anne Hoca" diye çağırıyor. Öğrencilerinin en azı on yıllık olan Akar, kızı ve başka bir öğrencisinin kazandığı uluslararası başarının sevincini yaşıyor. Aslında bu başarı sadece başkent için değil, Türkiye için de gurur verici.
Fransa’nın Beziers ve Serignan kentlerindeki önce kurs sonra yarışma şeklinde düzenlenen "Yvesnat Akademi" uluslararası piyano yarışmasında Akar’ın öğrencileri bir birincilik bir de üçüncülük kazandı. 3 Ağustos’taki yarışmada, "20 yaş altı" kategorisinde öğrencisi 18 yaşındaki Cem Babacan birinci oldu. "20 yaş üstü" kategorisinde ise kızı ve öğrencisi olan Elif Akar, üçüncülüğü kazandı. Tam 60 yarışmacıyı geride bırakan iki başarılı temsilcimizin ödülü de New York’ta konser vermek olacak. Akar duygularını ise şöyle anlattı:
"Biri kızım olan bu iki öğrencimle gurur duyuyorum. Piyano eğitimi çok zor. En n kısa süreli öğrencim on yıllık. Onların Türkiye’de uluslararası seviyeye ulaşmış sanatçılar olarak adlarını duyurmaları ülkemiz adına da çok önemli ve büyük bir başarı. Amerikalı ve Koreli iki jüri üyesi beni cep telefonumdan arayıp, ’Siz Türkiye’den bu çocukları nasıl bu seviyeye getirdiniz’ diye beni arayıp kutladılar. Çocuklara da ’Ankara’da konseravutar var mı" diye sorup çok şaşırmışlar."
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2007
Ankara’da da kuraklığa paralel artık her yerde su sohbeti yapılır oldu. Herkes krize çözüm formülü arıyor. Benim konuştuğum uzmanlar Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerdeki su krizine çözüm olarak, gelişmiş ülkelerdeki gibi suyun arıtılarak, birkaç kez kullanılmasını öneriyorlar. ANKARA’da, kuraklığa paralel artık her yerde su sohbeti yapılır oldu. Herkes krize çözüm formülü arıyor. Benim konuştuğum uzmanlar Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerdeki su krizine çözüm olarak, gelişmiş ülkelerdeki gibi suyun arıtılarak, birkaç kez kullanılmasını öneriyorlar. Bakın bu konuda uzmanlar neler söyledi:
"KİRLİ SU" DİYE BİRŞEY YOK
TEMA Vakfı Genel Müdürü Dr Uygar Özesmi’ye göre, "kirli su" diye birşey yok. Özesmi, "İnsan doğanın bir parçası olduğunu unuttuğu için küresel ısınma ile karşı karşıya kaldık. Artık susuzluğa karşı doğayla uyumlu çözüm bulmak lazım. Suyu geri dönüşümlü kullanmalıyız. Doğada, hiçbir şey atık değil. Atık gibi görünen bir başka canlının besinidir. Suyu geri dönüştürebilmemiz lazım. ’Kirli su’ diye birşey olmaz. Suyu arıtıp birkaç kez kullanmamız gerekiyor" diyor.
İNGİLTERE’DE BİR METREKÜP SU
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar ise İngiltere’de suyun altı kez arıtılıp, bir metreküp suyun altımetreküp gibi kullanılabildiğini belirtiyor. Körpınar, "Türkiye’deki gibi su bir kez kullanılıp atılmıyor. İkinci kez araba yıkamada, daha sonra bahçe sulamada kullanılıyor. Bu sisteme bizim de geçmemiz lazım" görüşünü savunuyor.
ÖZELLEŞTİRME KAYNAK YARATACAK
Gökçek, bu iki projeden birisini hayata geçirebilmek için büyük maddi kaynak gerektiğini dikkat çekti. Gökçek, EGO Doğalgazı’nın özelleştirilmesinden sonra bu iki projeden birisi için çalışma başlatabileceklerini ifade etti.
SU BAKANLIĞI ÖNERİSİ
Turizm ve Çevre Gazetecileri Derneği (TURÇEV) Başkan Vekili Metin Çiftçi ise Hükümet’in de üzerinde çalıştığı Su Bakanlığı kurulması önerisi getiriyor. Çiftçi’nin de bu konudaki önerileri şöyle:
20 ÜLKEDE VAR
Su esas olarak yönetim sorunudur. 60. hükümetin Su Bakanlığı’nı oluşturması, ihmal edilmiş bir soruna ivedi ve merkezi düzeyde bir muhatap belirlemek olanağı yaratacaktır. Ortadoğu ülkelerinde daha yaygın olmak üzere dünyada 20’yi aşkın ülkede böyle bakanlık-kuruluş var.
SU YÖNETİMİ YAPILANDIRILMALI
Su sorunu esas olarak yönetim sorunudur. Palyatif tedbirlerle değil, devletin ve toplumun önceliklerini gözden geçirmesiyle çözülür. Ülkemizin merkezi ve yerel idare sisteminin su yönetimi konusunda yeniden yapılandırılması gerekiyor. Bu alanda yaşanan yetki karmaşası yöneticilerin sorumluluktan kaçmasına zemin hazırlıyor.
ÖZEL BAKANLIK KURULMALI
İdari yapımız içinde baraj yapımı, denetim ve dağıtım işleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ve yerel yönetimler arasında dağılmış durumdadır. Bugünün ve geleceğin en önemli yaşamsal konularından biri olan su kaynaklarının doğru belirlenerek, etkin ve verimli kullanımını sağlanması için, bu çok bileşenli idari yapıdan vazgeçilerek, Su Bakanlığı kurulmalıdır.
PROJE GELİŞTİRİLMELİ
Su Bakanlığı, Yerel Su Sorunları, Tarımsal Sulama Sorunları, Akarsu Su ve Baraj İzleme Sistemleri ile İçme ve Kullanma Suyu Kaynakları konusunda uzmanlaşmaya olanak sağlayacaktır. Su Bakanlığı su tasarrufu konusunda ulusal öncelikler ve projeler geliştirilmesini de hızlandıracaktır. Kurulacak bu bakanlık yönetsel önceliklerin belirlenmesi kadar, toplumun bütün kesimlerinin zihniyet dönüşümünde duyarlılık yaratacak çalışmalara kaynaklıkta edebilecektir. Susuzluk endişesi sayesinde uygarlığımızın geleceği konusunda, çevre sorunları konusunda kolektif tasavvur yeteneğimizin gelişeceğini de umuyoruz.
İşte Gökçek’in iki projesi
Uzmanların arıtılmış su formülü üzerinde, Başkan Gökçek de iki proje üzerinde fikir cimnastiği yapıyor. Ankara’nın 40 kilometre dışında Tatlar Köyü’nde arıtma tesisi olduğunu ve günde bir milyon mekterüp suyun arıtıldığını vurgulayan Gökçek, bu tesiste arıtılan suyun yeniden "sulama suyu" olarak başkente getirilmesini çok önceden düşündüklerini söyledi.
Gökçek, Ankara’da yaklaşık 26 bin 644 sokak, bin 925 tane cadde ve 100’ü aşkın da bulvar olduğunu, arıtılmış suyun getirilmesinde değil ama bütün sokakların kazılıp Ankara’ya dağıtılmasına sorun yaşanabileceği konusunda endişeli. Gökçek’in bu konudaki görüşü bakın şöyle:
"Hem külfetli, hem masraflı ama yine de bu ilk şıkkı da düşünüyoruz. İkinci şıkta, Keçiören gibi belli bölgelerde şehir içinde bölgesel arıtma tesisi kurmak. Kent içinde arıtılan bu sular da büyük parkları sulamada kullanılacak. Artan suyu da Ankara Çayına vererek, akışkan hala getireceğiz. Böylece, çay pislik tutmayacak."
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2007
YARGI, 1 Ağustos’ta adli tatile girdi. Ama yeni adli yılda işe çok ilginç bir başvuruyu görüşerek başlayacak. Başvurunun sahibi Ankara adliyesinin emekli hakimlerinden, şu anda avukatlık yapan Beyazıt Boran.
Boran, 75 yaşında öldürülen bir adamın eşi ve oğullarının avukatı. İtirazı da çok ilginç. Boran, Yargıtay’daki, temyiz duruşmalarında, sanıklar avukatla temsil edilirken, müdahil tarafa (ölenin yakınları) aynı hakkın tanınmamasına itiraz etti.
ANAYASA VE AİHS’NE AYKIRI
Boran itiraz dilekçesinde, bu uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) "Adil yargılanma ilkesine" ve Anayasa’nın "Hukuk devleti" ilkesine aykırı olduğunu savundu. Bu ilginç itirazı, Yargıtay 2. Ceza Dairesi, yeni adli yılda karara bağlayacak. Bakın bu başvuru Yargıtay’a nasıl taşındı:
AİLENİN HUKUK SAVAŞI
Mardin’in, Savur ilçesinde, 75 yaşındaki Şeyhi Önkol, köy muhtarlığına kayıtlı kalaşnikof silahla, muhtar Mahmut Gökalp tarafından öldürülünce Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce, kamu davası açıldı. Davaya Önkol’un, eşi ve oğulları suçtan zarar gördükleri için müdahil olarak katıldılar. Mahkeme, yargılama sonunda sanığı 15 yıl hapse mahkum etti. Davanın Yargıtay aşamasında da ailenin avukatlığı Beyazıt Boran üstlendi. Boran, Önkol ailesi ile birlikte hukuk savaşını da bu aşamada başlattı. Avukat Boran, yaptığı başvuru ve sonrasındaki itirazını şöyle anlattı:
İKİ TARAFTA TEMYİZ ETTİ
Mardin Savur’da yaşanan adam öldürme davasında, sanığa önce müebbet hapis ardından ’haksız tahrik’ hükümleri uygulanarak, 15 yıl hapis cezası verildi. Bu davanın avukatlığını ben Yargıtay aşamasında temyiz sürecinde üstlendim. Temyizde, müdahil taraf olarak biz, sanığın cezasının artırılmasını, sanık ise beraat talebinde bulundu.
DURUŞMAYA KATILMA TALEBİMİZ REDDEDİLDİ
Temyiz incelemesi sırasında, Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne, müdahil vekili sıfatıyla duruşmaya katılmak için davetiye gönderilmesi talebinde bulundum. Ancak, Daire, müdahile duruşmaya katılma yetkisi veren CMK’nın 299 maddesinin yürürlüğe girmediği gerekçesiyle talebimizi reddetti. Ancak, itiraz hakkımız saklı kaldı.
ÖLEN TARAFIN AVUKATI DA DİNLENEMLİ
Ben de bunun üzerine, geçici kanun maddesinin iptalini sağlamak için hukuk savaşı başlattım. Bence katilin avukatları nasıl Yargıtay’daki duruşmaya davetiye gönderilip çağırılıyor ve dinleniyorlarsa, ölen tarafın avukatlarının da dinlenmesi gerekir.
HUKUK DEVLETİ BUNU EMREDİYOR
Hukuk devleti ilkesi bunu emretmektedir. Anayasamızın 90. maddesine göre hukuk sisteminizde uygulama alanı bulan AİHS’nin 6. maddesi çerçevesinde, geçici madde uygulanmayarak, müdahil avukatlara sanık avukatları gibi Yargıtay’daki duruşmada temsil hakkı tanınmalıdır. Bu konuda kamuoyunun da desteğini bekliyoruz."
İŞTE İTİRAZ
Böylece, Yargıtay aşamasında, katillerin temyizde avukatla temsil edilmelerine rağmen ölenlerin yakınlarına (müdahil taraf) aynı hakkın tanınmasının Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlük kanunu ile istinaf mahkemelerinin kuruluşuna kadar ertelenmesine ilk kez itiraz yapılmış oldu.
DAİRENİN ÖNÜNDEKİ ÜÇ SEÇENEK
Daire’nin, itirazla ilgili olarak önünde şu üç seçenek var:
1- Boran ve Önkol ailesinin itirazı kabul edilecek. Anayasa’nın 90. maddesi çerçevesinde, AİHS esas alınarak, müdahil taraf duruşmaya çağıracak. Müdahil tarafa temyizde temsil yolu açılacak.
2- İtiraz, yasadaki geçici hüküm nedeniyle reddedilecek.
3- Daire, CMK yürürlük ve uygulama şekli hakkındaki kanunun Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne götürecek. Olası bir iptal kararı verilmesi halinde, müdahil tarafa temyiz duruşmalarında temsil imkanı doğacak.
Yargıtay: Sadece sanık veya avukatı temyiz duruşmasına katılabilir
YARGITAY kararı özetle şöyle:"Müdahile katılma yetkisi veren CMK’nın 299. maddesinin, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlük ve uygulama şekli hakkındaki kanunun 8/1 maddesi uyarınca henüz yürürlüğe girmediği temyiz incelemesi ile ilgili yapılacak işlemlerin 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nun 305 ve 326. maddelerine tabi olduğu ve halen yürürlüğünün devam ettiği, duruşma usullerini düzenleyen Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nun 318. maddesinin belirli konularda sadece sanık veya müdafiine duruşmalı inceleme hakkı tanıdığı, müdahiller veya vekillerine bu hakkın tanınmadığı görüldüğünden müdahiller vekilinin duruşmalı inceleme isteğinin bu bağlamda Yargıtay’da yapılacak duruşmaya katılma isteğinin reddine karar vermek gerekmiştir."
Yazının Devamını Oku