13 Şubat 2008
ANKARA Hürriyet’te geçen cuma günü Haber Müdürümüz Levent Seğmen’in "Haber Sokağı" köşesinde okudunuz. Fotoğraf sanatçısı sevgili üyemiz MS Mehmet Hamurkaroğlu’nun, ankara.sendeyolla.com’a düzenli olarak gönderdiği birbirinden güzel kent fotoğraflarına bakıp yazısını yazmış Seğmen. Ankara’nın yıllardır tartışması süren Atakule figürlü-camili ünlü amblemini konu etmiş. Sonra da son yıllarda sayıları hızla artan alışveriş merkezlerinden, CEPA, AnkaMALL, Panora, Optimum, Arcadium, Armada, Mesa Plaza, Milenyum Outlet Center, Galeria, Antares gibi aklına ilk gelenleri sıralamış ve "Kentin ambleminde olmak herkesin hakkı değil mi? Sadece Atakule’nin amblemde yeralması haksız rekabet yaratmaz mı?" diye sormuş. Yazının sonunda bu tartışmanın bugüne kadar gündeme getirilmeyen boyutunu şu ilginç sorularla gözler önüne sermiş:
"...Ticaretin ve reklam sektörünün geldiği bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti’ne ait olduğu söylenen bir amblemde, ticari bir merkez olan Atakule’nin yer alması ne kadar adil, ne kadar doğru?
Ve merak ediyoruz, acaba dev alışveriş merkezlerinden herhangi birisi, Atakule’nin bu amblemde bulunmasının ticari açıdan haksız rekabete neden olduğunu öne sürerek Rekabet Kurumu ve yargıya giderse, yargı nasıl bir karar verirdi?
Acaba Büyükşehir Belediyesi seçtiği amblemdeki bu alanı ’reklam alanı’ olarak kabul edip, bütün alışveriş merkezlerini davet ederek bir açık arttırma düzenleseydi, örneğin 10 yıllık bir süre için bu alana hangi merkez, hangi ’fiyat teklifi’ni verirdi?
Ya da, eğer Atakule Ankara’nın en yüksek kulesi olduğu için bu ambleme girmeyi hak ediyorsa, Keçiören Belediyesi’nin yapımına başladığı Cumhuriyet Kulesi, Atakule’yi boy olarak geçeceğine göre amblemin yeni kulesi bu yapı mı olacak?"
DAVA AÇILABİLİR
Ben bu sorularının yanıtını hukukçulara sordum. İki farklı görüş ortaya çıktı. Ankara eski hakimlerinden Beyazıt Boran’a göre, amblemdeki Atakule ile ilgili olarak, "haksız rekabetin önlenmesi" amacıyla önce Rekabet Kurumu’na başvurulabilir. Ardından da "koşulların değiştiği" gerekçesiyle Ankara Ticaret Mahkemeleri’ne başvuruda bulunarak, tedbiren haksız rekabetin durdurulması yoluyla amblemdeki Atakule figürünün durdurulması talep edilebilir. Şu anda avukatlık yapan Boran bakın ne dedi:
"Ticaret Kanunu rekabet kurallarına göre haksız rekabet olduğu iddiasıyla ticaret mahkemesinden tedbir yoluyla bu haksız rekabetin durdurulması istenebilir. Diğer alışveriş merkezleri Büyükşehir Belediyesi’nden de Atakule’nin, Ankara’nın simgesi sayılamayacağı, amblemde reklamının yapıldığı ve haksız rekabet gerekçesiyle amblemden çıkarılmasını isteyebilirler. Ret yanıtı üzerine de dava açılabilir."
AKSİ GÖRÜŞ
Yargı çevrelerindeki aksi görüş ise şöyle:
"Atakule aynı Fransa’daki tarihi Eyfel kulesi, Ankara keçisi gibi kentin tarihinde yer almış bir simge. Amblemde yeralmasının ticari bir yararı olduğu iddia edilemez. Böyle bir dava açmak mümkündür. Ama, artık kentin tarihsel simgelerinden biri olduğu için ’haksız rekabete yolaçmadığı" gerekçesiyle bu başvuru reddedilebilir."
Dava konusu yapılırsa, son sözü yargı söyleyecek...
Ankaralı tüketicinin zaferi
Geçen haftaki "Ayıplı elektriğe dava yolu" yazım üzerine onlarca mail ve soru geldi. Sorular bu konuda verilmiş bir örnek kararı olup olmadığı noktasında toplanıyor. Size iyi bir haberim var. Keçiören Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nin bu konuda üç ay öncesine ait bir örnek kararı var. Kalitesiz elektriği, Tüketiciyi Koruma Yasası kapsamında, "ayıplı hizmet" olarak değerlendiren hakem heyeti, tüketiciye talep ettiği tamir masrafının geri ödenmesi gerektiğine oybirliği ile karar vermiş. Hakem heyeti, yüksek voltaj yüzünden buzdolabı kartı ve uydu alıcısı yandığı için toplam 161.30 YTL tamir masrafı yapan tüketiciye bu paranın Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş (BEDAŞ) tarafından geri ödenmesine hükmetmiş. Bakın bu örnek karar nasıl alındı:
Ankara’da yapılan kazı çalışma sonucu apartmanına yüksek voltajda elektirik verilen bir tüketicinin buzdolabı bozulurken, uydu alıcısı da yandı. Yetkili servislere buzdolabı kart değişimi ücreti olarak 120 YTL, uydu değişimi için 41.30 YTL tamir masrafı ödeyen ve arızanın yüksek voltajdan meydana geldiğini gösteren yazılı servis fişi de alan tüketici, hakem heyetine başvurdu. Tüketici, BEDAŞ’ın zararını tazmin etmesini talep etti. Red kararı üzerine hakem heyetine başvurdu. Heyette başvuruyu kabul etti. Karar ise özetle şöyle:
"Tüketici dilekçesi, ekleri, servis fişi faturası, hakem heyetince incelenmiştir. Elektrik voltajından kaynaklanan bir arıza nedeniyle buzdolu kart değişimi, uydu alıcısı yandığı yetkili servis tarafından değiştirildiği bunun dışında herhangi bir arızanın bulunmadığı ve halen çalışır durumda olduğu tespiti yapılmış olup, tüketicinin talebinin kabülüne. Tüketicinin voltaj yüksekliğinden dolayı bozulan parçaların buzdolabı ve uydu değişimi için ödemiş lduğu toplam 161.30 YTL’nin BEDAŞ tarafından tüketiciye geri ödenrmesi gerektiğine oybirliği ile karar verilmiştir"
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2008
ANKARA’da elektrik kesintisi, voltaj düzensizliği ve sürekli düşük ya da yüksek voltaj yüzünden televizyonu, buzdolabı ve benzeri elektrikli eşyaları bozulan kurbanlar listesi uzayıp gidiyor. Ankara Hürriyet de bu konuda mail ve telefon bombardımanına tutulmuş durumda. Ben de bu hafta sizin için böyle bir durumda zararın tazmini için hukuken ne yapılabileceğini araştırdım. Bakın yaptığım araştırma şöyle:
KALİTESİZ ELEKTRİK ’AYIPLI HİZMET’
Tüketici Yasası’nın 4. maddesinde, ayıplı malın değiştirilebileceği veya tamir ettirilebileceği düzenleniyor. Aynı zamanda "ayıplı mal" veya "hizmetten" dolayı uğramış olduğunuz zararın tazminini de isteme yolunuz var. Örneğin, bir koltuk aldınız, ayağı kırık, düşüp kolunuzu kırdınız. Kolunuzla ilgili sağlık harcaması yaptınız. Koltuğu değiştirme hakkına sahip olduğunuz gibi "ayıplı mal" niteliği taşıyan koltuk yüzünden düşüp kolunuzun kırılması nedeniyle yaptığınız sağlık harcamalarını da firmadan tazmin etmeniz mümkün. Tüketici Yasası’na göre "kalitesiz elektrik"te, "ayıplı hizmet" niteliği taşıyor.
Bu konuya Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar’la da konuştum. Çakar, elektrik kesintisi, voltaj yüzünden bozulan ev aletinin, bu nedenle arıza yaptığına ilişkin servis raporu alındıktan sonra zararın tazmini için önce ilgili kuruma örneğin Ankara için Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş’ye (BEDAŞ) başvurulmasını öneriyor. Kurumun "red" yanıtının ardından ise il ve ilçe hakem heyetlerine başvurulup zararın tazmin edilmesinin istenmesi ya da Tüketici Mahkemleri’ne dava açılması gerekiyor. Çakar, servis raporunda, eşyanın bedelinin yeralmasının yerinde olacağını da ekliyor. Bu konuda son dönemde çok sayıda şikayet geldiğini de vurgulayan Çakar şu değerlendirmeleri yaptı:
"Tüketicilerin elektiriği kesintisiz, düzenli ve kaliteli bir şekilde kullanma hakkı vardır. Yetkililerin de bunu sağlama sorumluluğu bulunmaktadır. Elektrik kesintileri, yüksek ve düşük voltaj nedeniyle tüketicilerin herhangi bir zarara uğramasına neden olunması ayıplı bir hizmettir. Ayıplı elektirik hizmetinin neden olduğu zararlardan dolayı Tüketicinin Korunması Hakkında Yasa gereğince tüketicilerin zararının karşılanması hakkı bulunmaktadır. Tüketiciler bu gibi durumlarda zaman geçirmeden oluşan zararlara ilişkin tespit yaptırıp rapor düzenlettirerek, önce elektirik kurumundan zararının karşılanmasını istemelidir. Eğer kurum kabul etmezse, tüketici sorunları hakem heyetlerine ya da tüketici mahkemelerine başvurarak, doğan zararın iadesine karar verilmesi talep edilmelidir"
YARDIM İSTEYEBİLİRSİNİZ
Çakan, 2 milyar üstü zararlar için il hakem heyetlerine altında kalanlara ise ilçe hakem heyetlerine başvurulması gerektiğini de belirtiyor. Tüketici Hakları Derneği bu gibi konularda tüketicilere yardım da ediyor. Bilgi edinmek ve yardım almak isteyenler için derneğin Ankara telefon numaraları da 425 15 29 ve 417 93 34.
KESİNTİ YAPANLARA KÖTÜ HABER
Son bir not daha. Gölbaşı’nda elektriklerin sık sık kesilmesi sonucu vatandaşların şikayeti üzerine konu Kaymakamlık İnsan Hakları toplantısında da gündeme gelmiş ve tutanaklara da yansımıştı. Gölbaşı Kaymakamı Hakkı Uzun, yapılan şikayetleri dikkate alarak, gerekli yerlere bildirileceğini belirtirken, Gölbaşı Cumhuriyet Savcılığı da harekete geçerek TEDAŞ Gölbaşı İşletme Müdürlüğü yetkilileri hakkında inceleme başlatmıştı. Savcılık inceleme sonunda gerekli görürse; önce "soruşturma" sonra da "görevi kötüyle kullanmak" ya da "ihmalden" sorumlularına dava açabilecek.
Yargıtay’ın düşen avizeleri yenilendi
YARGITAY’a yangın alarm sistemi kurulmasına sağlayan Yargıtay Genel Sekreteri Ahmet Ceylani Tuğrul, 1935 yılından beri başkanlık katındaki koridorları aydınlatan avizeleri de yeniletti. Yargıtay’ın yapıldığı dönemde takılan klasik avizeler artık düşüp altından geçen kişileri yaralama tehlikesine karşı yenileri ile değiştirildi. Tuğrul avizeler gibi Yargıtay koridorlarını kaplayan kırmızı halıları da değiştirdi. Bazı koridorlardaki ayak sesleri yüzünden duruşma bile yapamaz hale gelen hakimler de bu seslerden kurtuldu.
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2008
ÇAYYOLU’ndan mail atan okurumun şikayeti yandaki villada oturan komşusunun pitbull köpeğinden. Üç yaşında küçük bir kızı olduğunu, en büyük korkusunun da alçak olan bahçe duvarını geçebilen pitbulun kızına saldırması olduğunu yazmış ve sormuş:
"Pitbull, kızıma saldırmaya kalkarsa, av tüfeğimle vuracağım. Bunu komşuma da söyledim. Kavga ettik, mahkemelik olmak üzereyiz. Ben de hayvanları seviyorum, ama bu çok tehlikeli bir hayvan, sokaktaki kedilerin hepsini parçaladı. Acaba, pitbulunu vurursam, hukuken sorumlu olur muyum?"
Bakın yanıtım şöyle:
Hayvanları Koruma Kanunu, bu tip tehlikeli hayvanları üretmeyi, dışardan getirmeyi, takas veya hediye etmeyi yasaklarken, Meclis’ten geçen Türk Ceza Yasası uyum yasası da bu tür hayvanların "üretim, satış ve reklamını yapıp hediye edene" 3 bin YTL’lik para cezası yaptırımı getirdi.
PİTBULL’U BAŞIBOŞ BIRAKMAK SUÇ
Mevcut TCK’daki konuyla ilgili bir düzenleme tam komşunuzla ilgili. Komşunuz pitbullunu başıboş bırakır ve etrafa saldırmasına neden olursa, "Hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması" suçundan o mahkum olabilir. TCK’nın 177. maddesi şu düzenlemeyi öngörüyor:
"Gözetimi altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında ihmal gösteren kişi, altı aya kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır."
Sizinle ilgili TCK maddesi ise 151. madde. "Mala zarar verme" başlıklı bu maddeye göre, sahipli bir hayvanı "Haklı bir neden olmaksızın" öldürmenin cezası sahibinin şikayeti üzerine dört aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası. Ancak sizin durumunuzda, size ya da aile fertlerinizden birine pitbullun saldırması halinde, zarar verme olacağı ve "haklı neden" de bulanacağı için ceza almamanız olası.
Ama sorduğunuz sorunun tam karşılığı olan düzenleme şu anda, TBMM’nin önünde bulunan yeni Borçlar Kanunu Tasarısı’nda var. Bu tasarının aynen kabulü halinde, kişilerin evlerinin bahçesine kadar girip zarar veren bu tip hayvanları "öldürme ve alıkoyma hakkı" getirilmiş olacak.
ÇOCUĞA SALDIRIRSA ÖLDÜRÜLEBİLECEK
Düzenleme tasarının 67. maddesinde yeralıyor. Bu maddeye göre, bir kişinin hayvanı, başka birinin bahçesine, arazisine girip zarar verirse; o hayvan yakalanıp, zarar giderilinceye kadar alıkonabilecek. Durum ve koşulların haklı göstermesi halinde ise zararı veren hayvan öldürebilecek. Örneğin sizin sorduğunuz gibi bir pitbullun başka bir evin bahçesine girerek, buradaki çocuğa saldırması halinde, durumu gören yakınları kurtarmak için köpeği öldürebilecek veya alıkoyabilecek.
Hayvanın verebileceği zarar da, "Bahçe arazi ya da eve girip orada bulunan insan, diğer hayvan, bitki ve yapıya verdiği zarar" olarak tanımlandı. Gerekçede ise şu ifadeye yer verildi:
"Maddede kullanılan ’taşınmazı üzerinde bir zarar’ ibaresinden anlaşılması gereken, hayvanın o taşınmaz üzerinde bulunan bitkiler, diğer hayvanlar, ürünler, geçici veya sabit yapı eserleri ve hatta insanlara verdiği zararlardır"
KOLLUĞA HABER VERİLECEK
Tehlikeli hayvanın durumunun derhal sahibine haber verilmesi, sahibi bulunulmazsa, kolluk güçlerine haber verilmesi de şart koşuluyor. Aynı madde uyuşmazlık halinde ise takdiri hakime bırakıyor. Eski yasadan farklı olarak, "Hayvan bulundurma" kavramına da açıklık getirildi ve "Bulundurulan hayvanın" gerek beslenen gerekse, ekonomik amaçla bakılan koyun, inek gibi hayvanlar olduğu ifade edildi.
Hayvanın verdiği zararı ödemekle sahibi yükümlü tutulurken, zararın nasıl karşılanacağına ilişkin kriterler de belirlendi. Buna göre hayvan sahibi zararın doğmasını engellemek için gerekli özeni gösterdiğini kanıtlarsa, sorumluluktan kurtulacak. Hayvanın başka biri veya başkasına ait havyan tarafından ürkütüldüğü ve zararın doğduğu anlaşırsa, rücu hakkı getirildi. Bu durumda hayvanın sahibi karşıladığı zararı ürküten tarafa yükleyecek. Hayvanseverlere önemle duyurulur...
İşte o madde: Alıkoyma hakkı
"Bir kişinin hayvanı, başkasının taşınmazı üzerinde bir zarar verdiği takdirde, taşınmazın zilyedi, o hayvanı yakalayabilir, zararı giderilinceye kadar alıkoyabilir; hattá durum ve koşullar haklı gösteriyorsa hayvanı öldürebilir. Bu durumda, taşınmazın zilyedi derhál hayvan sahibine bilgi vermek ve sahibini bilmiyorsa, onun bulunması için gerekli girişimleri yapmak zorundadır."
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2008
Danıştay, hastaya "yanlış teşhis" konulmasını "sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesi" olarak niteleyip "idari eylem" saydı ve bu tür durumlarda mağdur vatandaşların rapor tarihinden itibaren 1 yıl içinde dava açabileceğine hükmetti. Bu karar hatalı tedavi gören mağdur hastalar için lehte "örnek" niteliği taşıyor. Gaziantep’te yanlış teşhis konularak, boş yere sekiz ay hemodiyaliz tedavisi gören hasta ve ailesi Sağlık Bakanlığı aleyhine 26 bin YTL’lik maddi-manevi tazminat davası açtı. Gaziantep İdare Mahkemesi, 60 günlük dava açma süresinin geçtiği gerekçesiyle davayı reddetti, Danıştay ise bozdu.
GAZİANTEP’ten, Ankara’ya kadar uzayan davada, Danıştay, boş yere sekiz ay diyalize giren "diyaliz gazisi" hastayı haklı buldu.
Danıştay, hastaya "yanlış teşhis" konulmasını "sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesi" olarak niteleyip "idari eylem" saydı ve bu tür durumlarda mağdur vatandaşların rapor tarihinden itibaren 1 yıl içinde dava açabileceğine karar verdi. Bu karar bütün yanlış teşhis kurbanı olup, hatalı tedavi gören mağdur hastalar için lehte örnek niteliği taşıyor. Bakın dava nasıl açıldı:
Gaziantep’te yaşayan bir vatandaş hastaneye başvurdu ve hemodiyaliz tedavisi görmesi gerektiği yönünde sağlık raporu verildi. Hasta durumun "hayati aciliyeti" nedeniyle özel bir diyaliz merkezinde sekiz ay süreyle tedavi gördü. Hemodiyaliz hastayı iyiye götürmediği gibi acı verdi. Vücudu yorgun düşen hasta kendi isteği ile tedaviyi sona erdirdi.Diyalize girmeyi bırakan hasta durumunun düzelmesi üzerine şüphelendi ve konunun araştırılması için Bağ-Kur Genel Müdürlüğü’ne şikayette bulundu.
TANSİYON VE ŞEKER HASTASI ÇIKTI
Bağ-Kur müfettişleri şikayetçi hastayı Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gönderdiler. Hastanede hastaya, "Tip 2 DM+hipertansiyon+diyabetik nefropati" (Yüksek tansiyon+şeker) tanısı konuldu ve hemodiyaliz tedavisi görmesi gerekmediği belirtildi.
26 BİN YTL’LİK DAVAYI MAHKEME REDDETTİBoş yere sekiz ay hemodiyaliz tedavisi gördüğü ortaya çıkan hasta ve ailesi de Sağlık Bakanlığı aleyhine 26 bin YTL’lik maddi-manevi tazminat davası açtı. Gaziantep İdare Mahkemesi, hastanın 60 gün içinde dava açması gerektiği bu süreyi kaçırdığı için süre aşımından davayı reddetti. Bu karar Danıştay 10. Dairesi’nde temyiz edildi.
DANIŞTAY BOZDU
Temyizde, Danıştay ise bu durumun "sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesinden" yani bir "idari eylemden" kaynaklandığı ve dava açma süresinin 1 yıl olduğuna hükmetti ve kararı bozdu. Dava, idare mahkemesinde yeniden görülecek. Danıştay’ın oybirliği ile verdiği kararda bakın nasıl?
"Başvurduğu hastanede kendisine acilen hemodilayiz tedavisi görmesi gerektiği yolunda rapor verilen bunun üzerine 8 ay tedavi gören davacının bu teşhisin hatalı olduğunun anlaşıldığından bahisle, uğranılan zararın tazmini istemiyle açtığı dava, ’idari eylemden’ kaynaklanan zararın tazmini davası olduğundan 1 yıllık süreye tabi olduğu, zararın ’idari işlemden’ kaynaklandığı bahisle davanın süre yönünden reddine ilişkin kararda hukuki isabet bulunmamaktadır"
Dikkat, reklam panosuna çarpabilirsinizTunalı’da, Kuğulu Park’ın çevresinde hiç kaldırımda yürüdünüz mü? Bunda ne var demeyin, birine ya da reklam panolarına çarpmadan yürünmüyor. Özellikle de Polonya Büyükelçiliği’nin önündeki dar kaldırımda. Kısacık ve dar kaldırımda önce Büyükşehir Belediyesi’nin iki reklam panosu daha sonra trafik levhası karşınıza çıkıyor. Başınızda şapka yürüyorsanız ve biraz da dalgınsanız, rahat bir şekilde kafanızı bütün kaldırımı kaplayan reklam panalorına çarpıyorsunuz. Daha bitmedi sonra otobüs durağı ve en sonda bir trafik işareti daha var. Durakta bekleyecek yer zaten olmadığı için yolcular caddeye çıkıp arabaların arasında trafikte durmaya çalışıyorlar. Reklam panoları, acaba kaldırıma insanların yürümesini engellemeyecek şekilde koyulamaz mıydı? Büyükşehir Belediyesi’nin yanıtını merakla bekliyorum...
Adem’in mektubu
Bu köşede okurlarımın hukuki konuları içeren mektuplarını ve yanıtlarını yayınladık hep. Böyle bir mektuba ilk kez yer veriyorum. Çok içten, samimi, insani yanı ağır basıyor. Adem adlı bir gençten geliyor. Eryaman’dan faks çekmiş. Aşkını ve kandırıldığını en yalın haliyle anlatmış. Bir kızı çok sevdiğini, sevdiği iki abisi B.T ve B.K’nin bu kız yüzünden kendisini kandırdığını, kızın da doğum gününe gelmediğini yazmış. Eklemiş, "Vefasız. Onun için ölürdüm bile. Yine de seviyorum onları" demiş. Bu yaşta bu duyguları anlıyorum. Adem, senin yaşında bu duygular dalgalı deniz gibidir. Ölmeyi boşverip, topluma yararlı bir insan olarak yaşamayı seç.
Yargıtay’a yangın sensörü
YILDA ortalama 1 milyon dava dosyasının geldiği Yargıtay’a sonunda yangın söndürme sistemi kuruldu. Yargıtay Genel Sekreteri Ahmet Ceylani Tuğrul, bir türlü çözülemeyen bu sorunu çözdü ve yangın söndürme sistemi kurulmasını sağladı. Tuğrul, personeli eğitimden geçirdiklerini ve olası bir yangından dosyaların en az zararla kurtulmasını sağladıklarını söyledi. Böylece, bütçe yetersizliği ve ihmal nedeniyle yıllardır yapılamayan yangın söndürme sistemi sayesinde, çıkabilecek bir yangında dosyaların yanması engellendi. Yangın durumunda, yangın sensörleri otomatik devreye girecek. Bunun için Yargıtay binasına 40 tonluk bir su tankı da yerleştirildi.
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2008
ADI Filiz Poyraz. Avukatlık yapıyor. Avukat eşi ile boşanma davasında verilen karara itirazı var. Yargıtay’a soruyor: Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin yerleşik kararları mı değişti?
Önce Filiz’in üç yıldır süren davasıyla ilgili mektubunu aynen veriyorum. Bakın şöyle:
İŞTE YARGI KARARLARI "Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bugüne kadarki boşanma davalarının temyiz incelemesinin yapılması neticesinde verdiği yerleşmiş kararlara göre;
Boşanma davası açıldıktan sonra oluşan olaylar boşanma nedeni olamaz. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 8.5.2000
tarih 4317 esas/5981 sayılı kararı)
Boşanma davası açıldıktan sonra dava devam ederken, oluşan olaylar boşanma sebebi olarak kabul edilemez.(Hukuk Genel Kurulu’nun 19.4.1995 tarih 2-128/399 karar sayılı kararı)
Her dava açıldığı tarihteki şartlara göre incelenir.(2 Hukuk Dairesi’nin 22.9.1986 tarih 6966 esas/7751 sayılı kararı
Boşanma davalarında dinlenen tanıklar davanın taraflarından birinin diğerine karşı hakaretamiz söz sarfettiğini beyan etse dahi, genel içerikli bu açıklamalar yine Yargıtay uygulamaları gereğince hükme esas alınmamaktadır.
HAKARETAMİZ SÖZLER NET SAPTANMALI Hakaretamiz sözlerin içeriğinin açık ve net olarak saptanması gerektiği gibi eğer tanık tam olarak kelimeyi netleştiremiyorsa, bu beyan diğer tarafın aleyhine hükme esas alınamaz.
Üstelik tek kişinin huzurunda sarf edilen sözlerin hukuk tekniği bakımından hakaret teşkil etmeyeceği ve üstelik eğer gerçekten sarf edilmişse bile bu hakaretamiz sözlerin "hiddet" neticesinde söylenmişse; hükme esas alınamayacağı hukuk mevzuatının genel prensiplerindendir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.3.1963 tarih, 2-7 esaz/38 karar sayılı içtihadına göre ’Hiddet neticesinde söylenen sözlerden dolayı boşanmaya karar verilmesi doğru değildir’
DAVA AÇILANA KADAR OLANLARA BAKILIR Dolasıyla boşanma davası açıldıktan sonra yaşanan olaylara bakılarak tarafların boşanmada kusurlu olup olmadıklarına karar verilemez. Önemli olan eşlerin fiilen ayrıldıkları veya boşanma davası açılana kadarki, safhada eşler arasında yaşanan olaylarda kimin kusurlu olduğudur. Kusur irdelenmesi buna göre yapılır ve dolayısıyla kusurlu eş, şartları oluşmuşsa diğerine tazminat öder.
Örneğin eşlerden biri fiilen ayrıldıktan sonra veya boşanma davası açtıktan sonra sırf davada kendini haklı çıkarmak için diğer eşi savcılığa şikayet edip hakkında bir tahkikat başlatsa dahi bu durum yine Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre ’Şikayetin tarihi boşanma davasının açılmasından sonra olduğundan o olay bu dava için boşanma nedeni oluşturmaz (2 Hukuk Dairesi’nin 17.3.2003 tarih 2531 esas/3693 karar)
Üstelik tüm yaşananlara rağmen örneğin davacı koca karısını yeniden aynı çatı altında karı-koca olarak yaşamak üzere sözlü olarak dahi davet etmişse; artık geçmişte yaşanan olayları hoşgörüyle karşılamış olduğundan bu birliktelik daveti sözlü dahi olsa ve tanıklar da bu olayı doğrularsa, artık hoşgörü ile karşılanan olaylara dayanarak boşanma davası açmaz. Açmış ise yerel mahkemece reddedilir. Nitekim Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27.6.1990 tarih 1581 esas/6640 sayılı kararı da bu doğrultuladır. Yüksek Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce her iki tarafında avukat olduğu bir boşanma davası neticesinde verdiği kararları oldukça dikkat çekicidir.
BOŞANMA DAVASI AÇTIKTAN SONRA ŞİKAYET ETTİ Zira davacı-koca tarafından 28.12.2005 tarihinde boşanma davası açıldıktan sonra davalı-kadın aleyhine 10.2.2006 tarihinde yani boşanma davası açıldıktan sonra salt bir isnatla savcılığa şikayette bulunarak tahkikat başlatılmıştır. Bu savcılık dosyasındaki suçlama ve içeriği tanık tarafından net beyan edilmeyen hakaretamiz sözler sarfedilmesi gerekçesiyle de davalı kadına yerel mahkemece verilen 30 bin YTL’lik maddi ve manevi tazminat kararı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce bozulmuştur.
BARIŞMA DA TEKLİF ETMİŞTİ Üstelik davacı-koca davalı-karısına yeniden biraraya gelmek için barışma teklif etmesine ve bir tanık tarafından bu olay mahkemede doğrulanmasına rağmen kocanın açtığı boşanma davasının kabülüne dair verilen yerel mahkeme kararı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce onanmıştır.
İÇTİHATLAR MI DEĞİŞTİ Oysa yukarıda belirtilen kararları da bizzat Yargıtay vermiştir. Ancak kendi verdiği kararları ve üstelik her iki tarafı da avukat olan boşanma davasında uygulamayan Yargıtay içtihat değişikliğine mi gitti? Eğer içtihat değişikliğine gidilmişse Hukuk Genel Kurulu’nun içithitlarının da mı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce artık nazara itibarı alınmayacağı, eğer bir içtihat değişikliği yok ise yerleşik buncak yüksek mahkeme kararlarının niçin bu dosyada hiçbirinin uygulanmadığı sorusu akıllara takılmıştır...
Son sözü şimdi mahkeme söyleyecek.
Not: Filiz hanımın avukatı Selçuk’tan alınabilir. Soyadını kullanmayalım. Hürriyet’te çekilen fotoğrafı kullanalım.
Yazının Devamını Oku 9 Ocak 2008
Anayasa Mahkemesi geçen hafta satır arasında kalan çok önemli bir karara imza attı. Eşine dayak atan kocaya, iki misli ceza verilmesine vize çıktı. Anayasa Mahkemesi, çok önemli bir karar verdi. Yüksek Mahkeme, "Aile içi şiddeti" önlemek için getirilen, kadın, çocuk, kardeş gibi aile bireylerine şiddeti, şikayete bağlı olmadan, yarı oranında artıran şekilde cezaya vize verdi. Bu karar hukuk için çok önemli.
KORKUDAN POLİSE GİDEMİYOR
Bahçelievler’den mail atan bir okurun sorusu bu konuda. Yazarken, bile içim burkuluyor. Bankacı üniversite mezunu komşusunun, kocasından dayak yediğini yüzü-gözü mosmor gezdiğini, ancak korkusundan polise şikayet edemediğini yazmış. Sonra soruyor.
ŞİKAYETÇİ OLUN DAVA AÇILIR
"Ben polise şikayet etsem, kocasına dava açılır mı?" Artık, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı var. Şikayetçi olun, şiddete sessiz kalmayın. Karısı, "Kocamdan şikayetçi değilim" dese de dava açılır ve cezalandırılır. Bakın nasıl?
Şikayet aramıyor
Eski TCK’dan farklı olarak yeni TCK ile bu suç "şikayete bağlı" olmaktan çıkartıldı. Savcılık artık, başvuru halinde dava açabiliyor.
Yazının Devamını Oku 2 Ocak 2008
ÖZGÜRLÜĞÜNDEN Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği (Öz-Ge Der) Ankara ölçeğinde kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu ama hizmetleriyle çoktan Türkiye çapına yayılmış ve dünyaya açılmış durumda. Derneğin Başkanı Berin Çanlı. Son derece pozitif bir insan. Çocuklar tarafından üç kere soyulmasına rağmen korkup yılmadı. Zor olanı seçti ve biliyor musunuz ne yaptı?
Bu çocukları suçtan korumak, cezaevindekilerle, tahliye olanlara destek sağlamak için dernek kurdu. İlk kez 1993’te çocuk hakları alanında çalışan ağırlığı hukukçu, sosyolog, psikolog arkadaşları ile biraraya gelip çalışmaya başladı. 1999’da resmen dernekleştiler ve sonra da geride kalmaya hep özen göstermiş bu çok önemli sivil toplum kuruluşunun başkanı oldu. Çanlı bakın bu konuda ne diyor?
"Ben hayatımda üç kere soyuldum, üçünde de çocuklar tarafından. Yankesicilik oldu. Başkanken de oldu, başkan olmadan önce de oldu. Maddi kayıplı hafif olaylardı, korktum. Ama umudu kesmedim"
KORKMAYIN DESTEKLEYİN Çanlı şimdi de tüm Türkiye’ye, "Bu çocuklardan siz de korkmayın, destekleyin. Onların potansiyel suçlu olmasını engelleyin" çağrısı yapıyor. Öz-Ge Der, şu anda AB finansmanlı, Adalet Bakanlığı’nın katılımı ve Ankara Barosu ile ortaklaşa yürütülen suçlu çocukların cezaevi yerine toplum içinde infaz ve rehabilitasyonlarını öngören Denetimli Serbestlik (DS) uygulamasının güçlendirilmesi pilot projesini yürütüyor. Bu konuya odaklı bir "sosyal ağ" kurulmasını hedefleyen 18 aylık proje 30 Kasım 2008’de tamamlanacak.
DS’Yİ DESTEKLEYİN Çanlı ile proje sorumlusu dernek üyeleri Deniz Kırımsoy ile Janset Bay, "Sokakta kapkaça uğrayıp kolu kırılan kişi DS’yi ceza gibi görmüyor. Ama o çocuğu topluma kazandırırsak, bir daha suç işlemez, belki kızınız da aynı şekilde kapkaç mağduru olmaktan kurtulur" diyorilar. Çanlı ile proje sorumlusu arkadaşları 2008 projelerine bakın nasıl anlatılar?
RİSK ALTINDAKİ ÇOCUKLARA DESTEK (Berin Çanlı) 1993’ten bu yana bir proje çerçevesinde biraraya gelen üyeler olarak 1999’da Öz-Ge Der’i kurduk. Derneğimiz suça itilen çocukların topluma kazandırılması ve risk altındaki çocukların korunması amacıyla kurulmuştur. Adalet Bakanlığı ile de uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz.
DS ÇOCUĞUN CEZAEVİNE GİRMESİNİ ENGELLİYOR DS çocukların cezaevine girmesini engelleyen onların toplum içine rehabilite edilmesini sağlayan bir yapıdır. Amaçlarımızdan biri DS’nin topluma tanıtılıp medya ve gönüllü desteği sağlanmadır. Üyelerimiz ağırlıklı olarak hukukçu, sosyolog, sosyal hizmet uzmanı, psikolog. Çocuk hakları alanında çalışanlar çoğunlukta.
SUÇA İTİLME YAŞI ÇOK DÜŞTÜ Şu anda 3000 civarı çocuk cezaevlerinde, 150 kadarı islah evlerinde. Çocukların suça itilme yaşı çok düştü. Küçücük çocuk sokakta kalıyor. O yaşta çocukta sokakta kalmayı istemiyor. Bir çocuğun olması gereken yer okul, ailesinin yanı, cezaevi olmamalı. DS bir asırdır İngiltere’de uygulanıyor. Çocuklar Denetimli Serbestlik şubesi tarafından uzman takibine alınıyor. Çocuk kendisi ile ilgilenen bir uzmanın takibinde oluyor. Biz Ankara’da bu projeyi desteklemek için çalışıyoruz.
TOPLUM ÇOK KATI YAKLAŞIYOR (Deniz Kırımsoy)Toplumun bu sisteme alışması lazım. Çok katı yaklaşıyorlar. "Ne kolumu kırdı, cüzdanımı aldı, ceza almayacak mı?" diyorlar. Bu sistemi yöneten insanlar hakim, savcı, DS memuru o tip insanların çocuklara yönelik işi ceza alarak algılamalı.
DS CEZA DEĞİL TOPLUMSAL HİZMET SİSTEMİ Çocuklara dönük DS asla bir ceza değildir bir toplumsal hizmet sistemidir. Bir çocuğun yargılanması cezaya mahkum olması elinden alınan haktır. Onu desteklemek ulaşması gereken fırsatlara itmek hakkını iade etmektir.
FAİLİ MEÇHUL KURBANLAR KORUNUYOR Sürekli suç işleyen çocuğa yatırım yapmak, onun o suçu defalarca işlemesini engellleyecek defelarca yeniden zarar vermesini de engelleyecektir. Yani toplumsal dengeyi kurma çabası ve kamu hizmetidir. O çocuğa destek vererek, başkalarının da kapkaç mağduru olmasını engellemiş olacağız. Çift taraflı bir etkisi vardır. Hem mağduru hem suçluyu koruyor. Faili meçhul mağdurlar yüzde yüz korunuyor.
AİLEYE DE YATIRIM YAPILIYOR DS mekanizmasında aileye de yatırım yapılıyor. Ayni nakdi yardım almaları sağlanıyor, gerekirse psikolojik destek almaları sağlanıyor, şiddet varsa, başka türlü engellenmeye çalışıyor. Aile içi olumsuz koşullar düzeltilmeye çalışılıyor. Denetimli Serbestlik Kanunu’nda bunlar var. Biz küçük bir model kurmak istiyoruz. Kurumsalararası işbirliğini artırmaya dönük projemiz.
CEZAEVİ ÇÖZÜM DEĞİL (Janset Bay) Cezaevi çözüm olmuyor, çocuk bileylenmiş olarak çıkıyor. Potansiyel suçlu, örselenmiş olarak çıkıyor. Tanışmaması gereken kişilerle tanışıyor cezaevinde. Başlangıçta suça itilmesini önlemek gerekiyor. Öteki türlüsünde çocuk potansiyel suçlu haline geliyor.
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2007
ÇANKAYA’dan mail atan ve isminin açıklanmamasını isteyen okurum son derece kızgın. Evini soyan hırsızı tesadüf uyanıp koridorda yakaladığını iri yarı genç adamın kendisine birkaç yumruk ve tekme darbesi ile yere yıkıp kaçtığını yazmış. Sonra da sormuş:
"Hırsız yakalandı, evimde yediğim dayak cezasız mı kalacak? Bu hırsıza kaç yıl hapis cezası verilecek?"
Okuruma iyi bir haberim var. Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin son örnek kararına göre artık eve girip şiddet uygulayan sanıklar, hırsızlığın yanında şiddet uyguladıkları için "yağmadan" da ceza alacaklar. Cezaları ikiye katlanacak ve beş yıl yerine on yılla yargılanacaklar.
HIRSIZ UYUYAN EVSAHİBİNİN ÜZERİNE BASTI
Yargıtay bu kararını Sakarya’dan Ankara’ya uzanan bir hırsızlık davasında verdi. Bakın dava nasıl açıldı?
Sakarya’da hırsızlık yapmak için bir eve pencereden giren sanık, evde bulunan cep telefonu ile 100 YTL’yi çaldı. Karanlıkta yerde uyuyan evsahibini fark etmeyen ve üzerine basan hırsız, uyanıp bağırması üzerine paniğe kapıldı. Yakalanma korkusuyla uyanan evsahibine yumruk atan M.K. adlı hırsız, daha sonra pencereden atlayıp kaçtı.
MAHKEME HIRSIZLIKTAN 4 YIL VERDİ
Evsahibinin polise başvurmasının ardından çevrede yapılan aramada, M.K. adlı hırsız çaldığı 100 YTL ve cep telefonu ile birlikte yakalandı. Tutuklanan sanık M.K’nın sabıkalı olduğunu dikkate alan mahkeme, "hırsızlıktan" 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi, temyizde mahkeme kararını sanık aleyhine bozdu. Yargıtay, evsahibinin üzerine basıp uyandıran kaçmak için de yumruk atan hırsızın eylemini "yağma" olarak nitelendirdi ve bu suçtan mahkumiyet istedi. Yeni TCK’ya göre "hırsızlık" suçu 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörürken, "yağma" suçu ise 6 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası öngörüyor.
İŞTE ÖRNEK KARAR
Yargıtay’ın kararı da özetle şöyle:
"Hırsızlık amacıyla eve giren sanığın, cep telefonunu ve halının altındaki 100 milyon lirayı aldıktan sonra, yerde uyumakta olan ve üstüne basması sonucu uyanan yakınanın bağırması üzerine, ona yumruk atarak pencereden atlayıp kaçtığının anlaşılması karşısında; eyleminin yağma suçunu oluşturduğu gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir."
Emekli başkandan yeni yıl müjdesi
İKİ gün önce 41 yıllık meslek yaşamına Yargıtay Başkanı olarak noktalayan Osman Arslan, gitmeden önce Yargıtay personeline yeni yıl müjdesi verdi. Konuşmasının satır arasında kalan bu müjde özellikle hakim-savcı kadrosu dışındaki Yargıtay çalışanlarını ilgilendiriyordu. Başkan Arslan, kendi döneminde, 51 Yargıtay üyesinin TOKİ ile yapılan anlaşma sonrasında ev sahibi yapıldığını anımsattı. Daha sonra da Yargıtay’da daha az maaş alan personel için sosyal konut yapımı konusunda TOKİ ile anlaşmaya vardıklarını ve 2008 yılında projeye başlanacağını söyledi. Arslan, "Ben de sizlerden bu projeye destek olmanızı ve sahip çıkmanızı istiyorum" dedi. Arslan’ın, törende hazır bulunan 42 yıllık eşi Sevim Arslan’a ve çocuklarına desteklerinden dolayı teşekkür etmesi de dikkat çekti.
Arslan’a, Yargıtay Birinci Başkanvekili Osman Şirin’de meslek yaşamının bilançosunu çıkararak jest yaptı. Şirin’in çıkardığı, Osman Arslan’ın, 214 bin 430 karar vermek gibi bir rekora imza attığı meslek yaşamının onurlu bilançosu ise şöyle:
Üç Anayasa ile çalıştı.
14 bin 1 gün boyunca yargı hizmeti yaptı.
Yargıtay üyesi seçilmeden önce 6 bin 522 gün kürsü yargıçlığı yaptı.
Yargıtay üyesi, Yargıtay 16. Hukuk Dairesi Başkanlığı ve Yargıtay birinci başkanı olarak tam 7 bin 478 gün görev yaptı.
Meslek yaşamı boyunca 214 bin 430 karara imza attı.
Yargıtay üyesi sıfatıyla 114 bin 615 kararda imzası var.
Daire başkanlığı döneminde ise 99 bin 815 kararı imzaladı.
Yazının Devamını Oku