30 Mart 2011
HÜKÜMET’in, “Boşanmış eş için de koruma kararı verilsin” düzenlemesi seçim havasına giren 7 Nisan’da kapanması beklenen Meclis’ten çıkarılamazsa, başka bahara kalacak. Ankara 8. Aile Mahkemesi ise düzenlemeyi beklemeden bir önemli karara daha imza attı. Babalarının yedi kez cinsel tacizine uğrayan iki kız çocuğu ile birlikte boşanmış eş için koruma kararı verildi. Tacizci baba altı ay süreyle iki kızı ve eski eşine 500 metreden fazla yaklaşamayacak.
Emeklilik dilekçesi veren ve CHP’den milletvekili aday adayı olan Ankara 8. Aile Mahkemesi Hakimi Eray Karınca’nın, verdiği örnek karar bakın şöyle alındı:
ÜÇ YIL ÖNCE BOŞANAN KADINA KORUMA
Ü.K, 2008’de boşandığı, cezaevindeki eşinin tahliyesi üzerine kendisi ve iki kızı için aile mahkemesine başvurarak, koruma kararı talep etti. Hakim Karınca, Türkiye’nin imzaladığı Kadına Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme (CEDAV) ve diğer uluslararası sözleşmelere dayanarak, Ü.K ve iki kızına koruma kararı verdi. Karınca’nın iki sayfalık kararı özetle şöyle:
“Eski eş Y.K’nın kızına annesinin olmadığı ortamları kollayarak en az 7 kez ileri boyutta cinsel tacizde bulunduğu, mahkumiyet kararının ise usuli nedenlerle bozulduğu anlaşılmaktadır. Halen hastanede tedavileri sürmekte olan çocukların bu kişinin yakınlarında olmalarından korkmaları doğaldır. Bu nedenle 4320 sayılı yasa uyarınca çocuklar korunmalıdır.
Taraflar boşanmış olduğundan yasanın adının Ailenin Korunması Hakkında Kanun olmasının da etkisiyle ortada korunacak bir aile olmadığı bu nedenle Ü.K’nın yasadan yararlanamayacağı ileri sürülebilinirse de somut olayda henüz gerçekleşmiş bir eylem olmadığından genel hükümler uyarınca herhangi bir işlem yapılamayacağı ancak kadın için muhtemel tehlikenin varlığı da ortadadır.
Boşanmış kadınların yasadan yararlanacağı ya da yararlanamayacağına ilişkin bir düzenleme yoktur. Yasanın adının Ailenin Korunması olması olumsuz bir yorum yapılması için yeterli olmamalıdır. Bu durumda yargıç Medeni Kanun’un 1. Maddesi uyarınca yasanın düzenlemediği konularda kendisi yasa koyucu olsaydı, nasıl bir düzenleme yapacaktı idiyse, bu şekilde karar verecektir. Anayasanın 138. Maddesi hakimlerin vicdanlarına göre karar vereceğini düzenler.
Somut olayda çocukların korunup annenin bu koruma dışında bırakılması düşünülemez. Anayasa 90. madde uyarınca Türkiye’nin imzaladığı Kadına Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Sözleşme, İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına İlişkin Sözleşme gibi uluslararası belgeler artık iç hukukun parçası olduğundan, boşanmış kadınların da eski eş şiddetinden 4320 sayılı yasa uyarınca korunması olanaklıdır.”
TELEFONLA DA RAHATSIZ ETMEYECEK
Hakim Karınca, altı ay süreyle kusurlu eş Y.K aleyhine şu tedbirleri aldı:
* İstekte bulunan Ü.K ve ortak çocukları B.K ve A.K ve aynı çatı altında yaşadığı diğer aile bireylerine karşı cinsel, sözlü veya fiziki şiddete ve korkuya yönelik davranışlar yapmamasına.
* Ü.K’ya ve çocuklarına ayrıca ev ve işyeri ile çocukların okuluna, gidiyorlarsa dershanelere 500 metreden fazla yaklaşmamasına
* Ü.K ile çocukları varsa aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerini iletişim araçları kullanarak rahatsız etmemesine
* Kararın bir örneğinin karşı taraf Y.K’ya tebliğine
* Kusurlu eş Y.K’nın hükmolunan tedbirlere aykırı davranması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya çarptırılacağının karakol aracılığıyla kendisine ihtarına.
Yasa çıksın, Ayşe’ler artık ölmesin.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2011
8 Mart’ta Ankara Hukuk Fakültesi’nde son derece anlamlı bir Kadınlar Günü kutlama etkinliği vardı. Ankara’nın tipiye teslim olduğu o akşam, Danıştay Başsavcısı Turgut Candan, 42 yıl önce mezun olduğu fakültesinde, dört yıl önce 56 yaşında yaşamını yitiren eşinin pasta kitabının tanıtımını yaptı.
Törende, sevgili eşi Şirin’in, “Fransız Mutfağından Pastalar” adlı kitabının telif haklarını da adalet mensuplarının çocuklarına burs verilmesi için Adalet Mensupları Dayanışma Vakfı’na bağışladı.
Kadınlar Günü’nü erkekler de kutlamalı
Candan’ın, yoğun kar yağışına rağmen Danıştay’daki meslektaşları, akrabaları ve arkadaşlarından oluşan can dostlarının yalnız bırakmadığı etkinlikteki konuşması da izleyenleri duygulandırdı.
Candan konuşmasında, “Kadınlar olmasaydı, biz erkekler de olmazdık. Varlığımızı onlara borçlu olduğumuza göre Kadınlar Günü’nü erkekler de kutlamalı” dedi.
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2011
DÜN Dünya Kadınlar Günü’ydü.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan “Türkiye’de Kadının Durumu Aralık 2010¨ raporundaki rakamlara baktım. 4 milyon kadının okuma-yazma bilmediği ülkemizde, kadın akademisyen oranı yüzde 38,7 ile AB ülkeleriyle yarışıyor. Üniversitelerde kadın öğretim elemanı oranı yüzde 41.5. Profesörler içerisinde kadın oranı yüzde 27.4, doçentlerde bu oran yüzde 31.6, öğretim görevlileri arasında kadın oranı ise yüzde 38.5. Yaptığım araştırmaya göre bu rakamlar AB ülkeleriyle yarışıyor. İtalya’dan yüksek.
ERKEK EGEMENLİĞİ HALA VARBu rakamların çok önemli olmasına rağmen rektör (yüzde 5.2) ve dekanlık (yüzde 15.3) gibi üst pozisyonlarda erkek egemenliğinin hala devam ettiği dikkat çekiyor. 154 üniversite rektörünün sadece 8’i kadın. Rakamlar böyle.
Ben bugün hep fark yaratmayı, yeniliklere imza atmayı ve projeleriyle konuşulmayı ilke edinen başkentten bir kadın akademisyeni size tanıtmak istiyorum. Bir kadın, bir anne, bir STK gönüllüsü ve başarılı bir akademisyen. Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı Başkanı Doç. Dr. Füsun Balkaya. Ben Doç Balkaya’yı ilk kez Alanya Belediyesi ile ortaklaşa yaşama geçirdikleri “Özel Güzel Sanatlar Konservatuarı Projesi” sırasında tanıdım. Enerjisi de proje için gösterdiği maddi-manevi fedakarlıkta inanılmazdı. O fedakarlığı, öğrencilerinin oyunlarını, turnelerini, atölye çalışmalarının kısaca kendinin olduğu kadar öğrencilerinin de projelerini hiç düşünmeden üniversitesinden veya Konservatuvarından gelen veya gelebilecek maddi olumsuzluklar karşısında kendi imkanlarını veya dostlarının imkanlarını eğitim-öğretim konusunda zorlayan ve bu yolda imkanları olumluya sokabilmeyi sürdüren bir isim.
AB standartlarında eğitimi hedefleyen Doç Balkaya, konservatuarda Oda Tiyatrosu’nun ilkelerini hazırlarken bu konuda stratejik planlamayı da unutmadı. Hacettepe’de, tam altı yıl önce 2005’te bölümün başkanlığını yürüten ünlü sanatçı Cihan Ünal ile birlikte o dönem başkan vekilliği görevinde bulunan Balkaya Stratejik Planlamanın arkasındaki önemli iki isimden biri. “Yeni oyunculuk bölümlerinin veya ilgili fakültelerin açılmasına destek olmak, kurmak ve devam ettirmek” amacıyla yapılan H.Ü Ankara Devlet Konservatuarı Müdürlüğüne bağlı Tiyatro Ana Sanat Dalı’ndaki bu çalışma Rektörlüğe “Tiyatro bölümü stratejik planı” olarak sunuldu. Plan H.Ü Rektörlüğü’nce de diğer anasanat dallarında olduğu gibi kabul gördü. Bu program çerçevesinde, Yakın Doğu Üniversitesi ve ardından Alanya Özel Belediye Konservatuarı ile H.Ü Ana Sanat Dalı arasında, sanat ve eğitim köprüsünün kurulmasını sağladı.
HOCALARINI UNUTMADIBalkaya’nın, 2009’da “Ustalara Saygı” adı ile büst projesinin daha hafızalardan silinmediği geçen yıl artık konservatuardan ayrılan hocaları Prof. Dr. Bozkurt Kuruç’un meslekte 50. yılı nedeniyle bir kutlama programı düzenledi. Daha önce de 20’yi aşkın ulusal ve uluslararası projeyi üstlenen ve bu projeyi de tek başına yürüten Balkaya, Kuruç’un 50.yılında Kurucu Başkanların ve bugüne kadar görev yapan başkanların resimlerinden oluşan “Mini Belgeliği” de bölüme yaptırıp armağan etti.
Doç Balkaya’nın bu yılki yeni projesi üç yıl önce 89 yaşında kaybettiğimiz Devlet Tiyatroları eski Genel Müdürü tiyatronun duayen isimlerinden Cüneyt Gökçer’in anısına “75. Yıl Cüneyt Gökçer Tiyatro Plaketi” verilmesi olacak. Bu proje kapsamında, Gökçer’in anısına onur, sanat, hizmet ve teşvik kategorilerinde ödül verilecek.
Sayın Balkaya ile birlikte tüm kadınların Kadınlar Günü kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2011
Ankara’da yaşayan Güray-Sabriye Arık çiftinin üç yaşındaki kızları Aylin’in, bir alışveriş merkezindeki trambolinde (üzerinde zıplanan eğlence aracı) oynarken, üzerine 11 yaşındaki başka bir çocuğun düşmesi sonucu sağ dizinin kırıldığı ve ailesinin dava açtığı haberi iki gün önce Hürriyet’te yeraldı.
Ben, hem Arık ailesinin duyarlılığını sizlerle paylaşmak hem de başka çocukların başına da trambolin kazası gelmemesi için uyarmak adına, davanın çok önemli başka bir yönünü yazmak istiyorum. Bakın şöyle:
Arık ailesi avukatları Hikmet İşler aracılığı ile Ankara Tüketici Mahkemesi’ne açtıkları 10 bin liralık tazminat davasında, konunun insani boyutu olduğunu belirterek, “trambolinde her seferinde bir çocuk bulunsun” diye tedbir konulmasını istediler. Bu tedbir talebi bu konuda bir ilk olma özelliği taşıyor. İşler’in dava dilekçesindeki trambolin uyarıları ve tedbir talebi özetle şöyle:
“17 Ekim 2010’da Ankara Yenimahalle’deki alışveriş merkezine giden Arık çifti üç yaşındaki kızları Aylin’i, yarım saatlik ücreti ödeyerek 13.30 sıralarında oyun alanına bıraktı. Geri döndüklerinde kızlarının ağlayarak ve sürünerek çıkış kapısına geldiğini, bir ayağı ile yere basamadığını gördüler. Görevliye ne olduğunu sorduklarında birden fazla çocuğun bindirildiği trambolin oyun aletinde 11-12 yaşında bir çocuğun kızlarının ayağının üstüne düştüğünü öğrenmişler.
DİZİ KIRILDI ALÇIYA ALINDI
İlk anda durumu tam anlayamayan aile çocuğun devamlı ağlaması ve yürüyememesi nedeni ile en yakın sağlık kuruluşuna başvurmuşlar, sağ dizinde kırık olduğunun belirtilmesi üzerine kızlarını GATA Ortapedi Kliniği’ne kaldırmışlar ve alçı işlemi yapılmıştır. Küçük Aylin’in kırığı diz bölgesine çok yakın olduğundan sakat kalması ihtimali ortaya çıkmıştır. Ancak yaşının küçük olması nedeniyle kırığın tutma olasılığının yüksek olduğu hekimlerce belirtilmiştir. Bu durum müvekkil ailenin moralini çok ciddi bozduğu gibi aile olarak üzüntü ve sıkıntı geçirmişlerdir.
Davalının işlettiği oyun alanında bulunan trambolin oyun aletinde güvenlik kurallarına uyulmaksızın aynı anda tek bir çocuğun oynaması gerekirken davalının birden fazla çocukları aynı anda birlikte oynatması nedeniyle yaralanma meydana gelmiştir. Bu durum Tüketici Kanunu açısından ‘ayıp’ niteliğindedir. Davalının olay anında sahip olduğu trambolin aletinin kullanma talimatına uymayarak, fazla para kazanma hırsı ve amacı ile birden fazla çocuğu aynı anda birlikte bu alette oynatması, neticede yaralanma olayını doğurmuştur.
Dosyaya sunduğumuz ‘Güvenli trambolin kullanımı esaslarına göre alette her seferinde sadece bir çocuk bulunmalı ve zıplamalıdır. Birden fazla çocuğun bulunması tehlikelidir ve asla uygulanmamalıdır’. Bu kurala uyulmadığı takdirde kontrol kaybı nedeniyle, çarpışmalar ve düşmeler olabilir, tehlikeli yaralanmalar gerçekleşebilir.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2011
Bana mail atan yönetici okurum, dokuz aydır aidat ödemeyen kiracı konusunda nasıl bir hukuki işlem yapabileceğini ve yeni Borçlar Kanunu’nun bu konuda yeni düzenleme getirip getirmediğini sormuş. Yönetici okuruma yanıtım şöyle.
Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesine göre kat malikleri apartmanın yönetici aylığı, kapıcı, kaloriferci aylığı, bahçıvan, bekçi ücretleri gibi ortak giderleri ile ortak yer ve tesislerin bakım, onarım ve işletme giderlerini ödemekle yükümlüler. Kiracı, aidata yansıtılan bu ortak giderleri ödemiyorsa, yönetici olarak siz öncelikle ev sahibinden, bu borcu ödemesini talep edebilirsiniz. Çünkü ev sahibi gider ve avans borcu ile gecikme tazminatından, kiracı ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu. Aidatın hiçbir şekilde tahsil edilememesi durumunda ise dava açmaktan başka çare yok. Yönetici olarak siz veya diğer kat maliklerinden her biri aidatı ödemeyen kiracı aleyhine ya da her ikisine birden icra takibinde bulunabilir veya dava açabilirsiniz.
Aidat ödemeyene tahliye
Bir yıl sonra 1 Temmuz 2012’de yeni Borçlar Kanunu yürürlüğe girdiğinde ise kiracılar yönünden durum biraz değişecek. Kiracılar aidatı ödememeleri halinde tahliye davasıyla karşı karşıya kalacaklar. Çünkü, iki ay ortak gideri ödemeyen kiracının tahliyesi istenebilecek. Yeni Borçlar Kanunu’nun evsahibi ve kiracı ilişkisine dönük akılda tutulması gereken diğer önemli düzenlemeleri ise bakın şöyle:
Kontrat geçersiz olacak
Apartmanın ortak giderleri aidata yansıtılacak. Mal sahibi, yalnız kirayı değil, elektrik, su, ısıtma, aydınlatma gibi yan giderleri ödemeyen kiracının çıkmasını isteyebilecek. Site veya apartmanın aidat faturasını iki ay arka arkaya ödemeyip temerrüde düşen kiracıya on gün süre verilecek. Konut ve çatılı iş yerinde bu süre 30 gün olacak. Borç ödenmezse kontrat geçersiz olacak. Kiracı çıkmazsa tahliye davası açılacak.
ÜFE oranını geçemeyecek
Kira artışı, bir önceki yıla ait üretici fiyat endeksini (ÜFE) geçemeyecek. Kiracı, aynı evde oturuyorsa 5 yılın sonunda çevredeki emsal kira bedelleri ve kiralanan konutun durumuna göre “hakkaniyet ve dürüstlük kuralına uygun” bir oran isteyebilecek. 5 yıl içindeki ÜFE ölçü alınacak ve hem endekse hem emsal kiralara bakılacak.
En fazla 3 aylık depozito
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2011
ANKARA’da koruma talebi reddedilen Ayşe Paşalı’yı eski kocasının boğazını keserek öldürmesinden, İstanbul’da suç duyurusu işleme konulamadan kurşunlanan Arzu Yıldırım’dan sonra gözler yeniden 4320 sayılı Ailenin Korumasına Dair Kanunu’na çevrildi. Arzu Yıldırım cinayeti aslında kanundaki öldüren boşluğu da gözler önüne serdi. Neden mi? Bakın şöyle. Arzu Yıldırım, dini nikahlı eşi katil zanlısı Metin Çilingir hakkında suç duyurusunda bulunduktan sonra savcılıktan emniyete havale edilen evrakı elden teslim aldı. Ancak, emniyete ulaştıramadan Çilingir’in kurşunlarıyla yaşamını kaybetti. Kanundaki, öldüren boşlukları ve yapılması gerekenleri Ankara 8. Aile Mahkemesi Hakimi Eray Karınca’ya sordum.
Boşanmış kadınlar için ilk kez beş yıl önce 2006’da koruma kararını veren daha sonra çeşitli kararlarında birlikte yaşayan kadınlar için de aynı yönde kararlar alan Hakim Karınca, şunları söyledi:
NİKAHSIZ KADIN İÇİN DÜZENLEME YOK
“4320 sayılı kanun, boşanmış ya da nikahsız birliktelik yaşayan kadınların şiddetten korunması konusunda olumlu ya da olumsuz bir düzenleme içermiyor. Ancak Medeni Kanun’un 1. maddesi uyarınca yasanın sustuğu durumlarda hakim kendisi kanun koyucu olsaydı ne nasıl bir kural koyacaktı ise ona göre karar verebilir.
Uluslararası sözleşmelere göre de bu konumdaki kadınların korunması gerekiyor. Çünkü Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, usulüne göre kabul edilmiş sözleşmeler kapsamında 4320 sayılı kanun, fiili evlilik yaşayan kadınlar lehine uygulanabilir. Savcılığın, bu gerekçelerden yola çıkarak aile mahkemesine başvurup 4320 sayılı yasa uyarınca koruma kararı istemesine bir engel yok. Ama başvurmayana da niye başvurmuyorsun dendiğinde, ortada resmi bir evlilik yani korunacak bir aile yok, yanıtı alınabilir. Yani herkesten benim yaptığım yorumu yapması beklenmemeli. Yasada gerekli düzenleme yapılmalı.
YASANIN ADI DEĞİŞMELİ
Yasanın adı da sorunlu. Zaten sorun da en başında yasanın adından kaynaklanıyor. Ailenin Korunması adını verdiğiniz zaman, kapsamı daraltıyorsunuz ve kapsamı geliştirici, konuyu insan hakkı olarak ele alma olanağını zora sokuyorsunuz. Ben hemen sorayım: Hangi aileyi koruyacaksınız. Kutsal aile kavramı gözlerimizi bağlamamalı. Bütün aileler sorunsuzsa bu yasaya neden gereksinme var? Ensestin, şiddetin, istismarın olduğu bir aileyi korur musunuz? Yasanın adı değişmeli. Bireyi korumanın altı çizilmeli. ‘Ev İçi Adalet, Ev İçi Şiddetin Önlenmesi’ ya da doğrudan, ‘Kadını Eş Şiddetinden Koruma Kanunu’ gibi adlar hemen aklıma geliverenler.
TOPYEKÜN BİR MÜCADELE
Yasadaki değişiklik önerilerimi Meclis Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda dile getirdim. 13 değişiklik önerim rapora girdi. Bu değişikliklerin hepsi birden ve diğer yasalarda yapılması gereken değişikliklerle birlikte ele alınıp topyekün bir mücadele başlatılmalı. Yoksa her sorun çıktığında kanun değiştiririz mantığı kadına yönelik eş şiddetinin önlenmesi mücadelesine zarar veriyor.
Nasıl ki doğru ilaç olsa bile yetersiz ve zamanında kullanılmayan antibiyotik, mikrobun direnç kazanmasına yol açarsa, bu konu prim yapıyor, oy getiriyor diye kadını şiddetten koruyormuş gibi yapmak, şiddetle mücadeleye daha da zarar veriyor.”
Başka Ayşe ve Arzu’lar da öldürülmeden Hakim Karınca’nın altını çizdiği konularda acil değişiklik şart gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2011
“KIYIYA Vuran Öyküler” bir öykü kitabının adı. Bugün size bu kitabı ve Ankara Nallıhan’lı yazarını anlatmak istiyorum. Yazarı, emekli hakim Gülşen Mutlu. Geçen yaz, sessiz sedasız aramızdan ayrıldı. Ölümü, yargı camiasını, edebiyatçı dostlarını, O’nu tanıyan herkesi yasa boğdu. Ölümünden tam 215 gün sonra kızı Rekabet Kurumu Hukuk Müşaviri Meltem Türkoğlu, annesinin öksüz kalan öykülerini kitaplaştırdı.
Sözünü tuttu
Gülşen Mutlu, can dostum Meltem gibi benim de canımdı. Bir tanemizdi. Meltem, 1 Şubat’ta, 70. doğum gününde annesine verdiği sözü tuttu ve öykülerini bastırdı. Dostlarına bir kokteyle tanıttı. Haberini, geçen Pazartesi günü Hürriyet’te Sanat Sayfası’nda okudunuz. Ben de o kokteyldeydim. İzninizle size o geceyi de anlatmak istiyorum.
Anma gecesi gibi geçen kokteyle Mutlu’nun 30 yılı aşkın süre görev yaptığı, Danıştay’ın Başkanı Mustafa Birden ve Başsavcısı Turgut Candan’ın aralarında bulunduğu görevde ve emekli çok sayıda meslektaşıyla birlikte, siyasetçi, edebiyatçı dostları dahil 150 kişi katıldı.
Annemden mektup aldım
Meltem Türkoğlu, açılış konuşmasına, salondakilere sürpriz yaparak, “Bugün annemden bir mektup aldım. Zarfta hepimizin ismi yazılıydı. Şimdi sizinle bu mektubu paylaşmak istiyorum” diyerek, başladı. Annesinin mektubunu, “Dilerim, rüzgarlara bırakılmış bir bozlak gibi savrulup, yüreklerinize ulaşsın sesim. Hoşçakalın dostlarım!” diye bitiren Türkoğlu, içten konuşmasına annesinin fotoğraflarından karelerin yeraldığı slayt gösterisi eşliğinde bakın şöyle devam etti:
Bir bayram, bir yılbaşı ve 215 gün geçti
“Annem hayattayken, O’na kitabının 70 yaşını bitirmeden evvel yayımlanacağı konusunda söz vermiştim. Şükürler olsun, sözümü tuttum, öyküleri öksüz kalmadı. Acım bu kadar tazeyken, anneme verdiğim bu söz olmasa öykülerle karşılaşmakta acele edemezdim. Aradan iki bayram, bir en uzun gece, bir yılbaşı ve tam 215 gün geçti.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Ofisinizde çalıştığınız sıradan bir günde bir telefon çalıyor. Annenizin yüzerken, kalp krizi geçirdiğini ve artık yaşamadığı haberini alıyorsunuz. O telefondan beri artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Depremde, plakaların çarpışması gibi, bazı dağlar gözlerinizin önünde yerle bir oluyor. Oluşan çukurları gözyaşlarınızla dolduruyorsunuz. Acı kocaman bir göz olup her an her yerde size bakıyor. Yine de güzel şeyler yaparak, yaşama yeniden ilişmek istiyorum.
Yoksul öğrenciye burs ve hatıra ormanı
Bu kitabın bütün geliri, Nallıhan Vakfı bünyesinde yoksul öğrencilere annem adına verilecek bir burs için kullanılacak. Annemin kütüphanesini doğduğu güzel ilçe Nallıhan’daki bir kütüphaneye bağışladım. Annemin adını taşıyacak bir hatıra ormanı yaptırıyorum. İstedim ki, annemin adını taşıyan ormanda, ismi sonsuza dek meltem rüzgarlarıyla yaşasın.”
Annesinin kitabını armağan etti
Türkoğlu, annesinin en sevdiği “Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde” şarkısını söylerken, davetliler gözyaşlarını tutamadılar. Türkoğlu, gecenin sonunda bütün katılanlara annesinin adına birer kitap armağan etti. O gece toplanan 4 bin 500 liralık bağışta Nallıhan Vakfı’na verildi.
Nur içinde yat Gülşen teyzem.
Son Ayrılık
ÖYKÜ kitabı 152 sayfa. Kitapta, Gülşen Mutlu’nun 15 öyküsünün yanısıra, kızı Meltem Türkoğlu, eski eşi Yekta Türkoğlu ve edebiyatçı dostlarının ardından yazdıkları yazıların yeraldığı “Gül yaprağına mektuplar” adlı bir bölüm de var. Son bölümde ise küçük bir fotoğraf albümü yeralıyor. Meltem kitapta annesinden “Son Ayrılığını” şöyle anlatıyor:
“Bir çiçek gibi/Seni toprağa/Acımı ruhuma/Diktim/Artık mırıldandıklarımdır/Seninle sohbetim
Bugün tam üç hafta oldu. Elimde ölüm gibi kollarını koskocaman açmış bir A harfi, iki adet N birisi Nallıhan’ın diğeri tek kanadı kırık bir martının. Bir de saçlarımı taramak için uzanan ellerin gibi bir E harfi kaldı. Avucuma saplanmış bu dört harfle ne yapacağım anne?. Başı yeni kesilen bir yavru kuş gibi debeleniyorum. İnsanın annesi gidince kaç yaşında olursa olsun, küçük bir çocuk oluyor; çıplak, şaşkın, şefkate muhtaç. Yanımda anne sözünün geçmesine dayanamıyorum. Sadece evde, arabada, tek kaldığım zamanlarda o sözcüğü doğurur gibi sancıyla inliyorum. ANNE. Dipsiz uçurumlara çarpa çarpa yükselen bir çığlık gibi çıkıyor sesim...”
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2011
TÜRKİYE’deki, yaklaşık 105 bin doktorun yüzde 50’si sağlık alanındaki yasal düzenlemelerden ve ABD modeli tazminat yükümlüğü getirildiğinden habersiz. Doktor, artık hastasına haklarını, uygulanacak tedavinin risklerini anlatmak zorunda. Aksi halde tazminat yükümlülüğü ile karşı karşıya. kalabilecek. Bu tespit, doktorlar ve hastanelere karşı açılan tazminat davalarının da temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Başkanı Mustafa Kıcalıoğlu’na ait.
Kıcalıoğlu’nun hastaların, hastane yönetimlerinin ve doktorların başucu kitabı yapacağı, bu alandaki önemli bir eksikliği dolduran, örnek kararların da yeraldığı “Doktorların ve Hastanelerin Tıbbi Müdahaleden Kaynaklanan Hukuki Sorumlulukları” adını taşıyan yeni yayımlanan kitabını konuştuk. Kıcalıoğlu, bakın sorularımı nasıl yanıtladı:
Soru: Kitapta hangi konuları ele aldınız?
Kıcalıoğlu: Yaşam hakkı, insanın en temel hakkıdır. İnsanlar, yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürmek isterler. Evrensel hukuk kuralları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve yasalar yaşam hakkını güvenceye almışlardır. Anayasa’nın 56. maddesine göre, devlet; kişilerin yaşamlarını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürebilmeleri için sağlık hizmetlerini planlayıp sunmakla yükümlüdür. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlere ait sağlık kuruluşlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getirir. Kitabın konusunu, yaşam hakkı ile doğrudan bağlantılı bulunan “tıbbi müdahale” ve “tıbbi müdahaleden kaynaklanan hukuksal sorumluluklar” oluşturmaktadır. Tıbbi müdahale; en basit tıbbi tedaviden en ağır cerrahi ameliyatlara kadar uzanan ve kişilerin sağlıklarına yönelik olan tüm tıbbi uğraşıları kapsar. Bu süreçte doktor kararları hasta ile birlikte almakla yükümlüdür. Bu yüzden tıbbi müdahale sürecinde hasta hakları büyük önem taşır.
Doktor nasıl davranmalı?
Hastanın başvuracağı doktoru seçme hakkı varsa da, doktor kendisine başvuran hastayı tedavi etmekle yükümlüdür. Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre, uygulanacak tedavi yönteminin seçimi, ortaya çıkabilecek risk ve gelişmeler konusunda hastanın bilgilendirilmesi, aydınlatılması, tıbbi müdahaleye başlanabilmesi için rızasının alınması zorunluluğu vardır.
Hasta hakları neler?
Hastanın doktor ve sağlık kuruluşunu seçme hakkı, hastalığı konusunda bilgilendirilme hakkı, yapılacak tedavi konusunda aydınlatılma ve rızasının alınması hakkı, tedaviyi reddetme hakkı, tedavi sırasında şevkat ve özen gösterilmesini istem hakkı, özel yaşamına-gizliliğine saygı gösterilmesini bekleme hakkı, inanç ve vicdani kanaatlerine uygun manevi yardım alma hakkı, şikayet hakkı, onuru ile ölmeyi seçme hakkı gibi temel hakları vardır.
Niçin bu alanda bir kitap yazmayı düşündünüz?
Ülkemizde 105 bin civarında doktor olup yapılan araştırmalara göre, doktorların yüzde 50’si sağlık alanındaki yasal düzenlemelerden habersiz bulunmaktadırlar. Tıbbi tedavi ve müdahaleler sırasındaki hatalı davranış ve uygulamalar nedeniyle ortaya çıkan zararlar sonucu, doktor ve özel hastane işleticileri aleyhine açılan tazminat davaları hızla artmaktadır.
Bilgilendirme zorunluluğu mu hissettiniz?
Hukukçunun görevi, varolan sorunları tespit ederek, çözüm önerilerini göstermektir. Sorun yaratacak konuları önceden görüp, koruyucu önlemlerin alınmasına yardımcı olmaktır. Doktor ve hastane işletmecilerinin, sağlık hukuku ve bu alandaki mevzuat uygulamaları konusunda bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Yasal düzenlemeli izlemeyen ve uygulamalarda gözetmeyen doktor ve hastane yöneticileri, kendilerini tazminat sorumluluklarından kurtaramayacaklar, büyük sıkıntılar yaşayıp, maddi zararlara uğrayacaklardır.
Doktorların hukuksal sorumluluğu nasıl ortaya çıkıyor?
Doktorların, tıbbi tedavi ve müdahaleler sırasında hastaların zarar görmemesi için tıp biliminin kabul ettiği tüm standart kurallara uyması, mesleğinin ve yaşam deneylerinin herkese yüklediği dikkat ve özeni gösterme zorunlulukları vardır. Aksinde hastaya karşı vekalet görevini yerine getirmemiş ya da haksız eylemde bulunmuş sayılacaklarından, hastanın ortaya çıkan maddi ve manevi zararlarından sorumlu olurlar. En küçük ihmal, özensizlik ve dikkatsizlik sonucu hastanın ortaya çıkacak zararlarından dolayı, doktor ve hastane işleticilerinin sorumluluğu bulunmaktadır.
Performans uygulaması doktorları nasıl etkiliyor?
Performans uygulaması nedeniyle yoğun iş temposu altında olan doktor, hastanın şikayetlerini tam olarak dinleyemeyeceği, hastayı ayrıntılı olarak muayene edemeyeceği, hastaya yeterli bilgiyi veremeyeceği için; hastanın etkin sağlık hizmeti alması, teşhis, tedavi ve yapılacak tıbbi müdahalenin riskleri konularında hastanın yeterince aydınlatılamaması gibi hasta hakları ihlalleri ortaya çıkmaktadır.
Yazının Devamını Oku