Ömür Kurt

Senin bedenin senin mahremiyetin

4 Eylül 2015
Ergen çocuklar cinselliği çok merak ediyor. Peki, onlara cinsellik nasıl anlatılmalı, mahremiyet eğitimi nasıl verilmeli?

Çocuklarınıza kendi bedenlerine sahip çıkmaları gerektiğini öğretin. Çocuğa doğru bir şekilde verilecek mahremiyet eğitimi, hem cinsel tacizlerin ve bedensel ihlallerin önüne geçecek, hem de bir çocuğun kendi bedenini tanımasını ve korumasını sağlayacak. Bu konu, toplumsal düzlemde tartışılan kadın ve çocuk haklarının da temel taşlarından birini oluşturuyor. Teşhirci çıplaklık hak değildir. Önce bu anlaşılmalıdır. Bedene saygı, kendine saygıyı getirir. Çocuklarınıza kendi bedenlerini sevmeleri gerektiğini ve bedenlerinin başkalarına değil, kendisine ait olduğunu öğretin. Konuyu, Uzman Psikolog Ramazan Şimşek ile konuştuk.

Ergenler neden cinsellikle bu kadar haşır neşir?

Ergenlik, yetişkinliğe ilk adım evresidir. Haliyle bu dönemde hatırı sayılır bir hormon seli vardır. Östrojen veya androjenlerin üretimi bu dönemde zirve yaptığından insanın cinsellikle en meşgul olduğu dönemdir.

Yazının Devamını Oku

En zor görev

4 Ağustos 2015
Birkaç gün önce...

Henüz dört yaşındaki yeğenim deniz kıyısına gitmek istedi. Tuttu elimi, gittik... Denize taş atmak istedi önce... Bir iki tane taş attıktan sonra "Denizin canı acıdı değil mi amca?" dedi. Üzülmüştü denize... Devam edemedi. Sonra bir yer gösterdi, "Haydi, şurada oturalım, denizi seyredelim." dedi, "Peki" dedim, gösterdiği yere oturduk. Denizi seyrettik. Sonra gözlerimizi kapattık, dalga seslerini dinledik. Birden alkışlamaya başladı. "Neden alkışlıyorsun?" dedim, "Denizi alkışlıyorum, ne güzel şarkı söylüyor değil mi?" dedi. Baktım ona... Şaşkınlıkla... Doğa ile konuşuyordu küçücük bir kız. Hissediyordu...

Ve bulutların arkasından kayıp giden Güneş'e el salladık. "Güle güle Güneş, yarın yine gel.

***

Böyle yazmıştım küçük yeğenimle olan deniz kıyısı anımızı... Ne bilirdik saatler sonra babasının bu hayattan kayıp gideceğini. Gencecik ve hayatının baharında söndü gitti hayalleri kardeşimin. Günce'nin babasının...

Yazının Devamını Oku

Şiir yazar gibi yapayalnızım

10 Temmuz 2015
Yazanın samimiyetini onlardan daha iyi gösteren başka belgeler var mıdır şu dünyada? Samimiyetsiz mektup yazılabilir mi meselâ? Hissiz ve rastgele… Bu pek mümkün değildir bana göre…

Sadece hislerin aktarıldığı kâğıtlar değillerdir mektuplar… Tarihi birer belgedir aynı zamanda!

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, efsane gazeteci Oktay Akbal’a gönderilen mektupları içeren bir kitap hazırladı: 1943-2014 yılları arasında yazılan bu mektuplarda kimler yok ki? Bülent Ecevit’ten Talip Apaydın’a, Necati Cumalı’dan Behçet Necatigil’e kadar herkes mektup yazmış Oktay Akbal’a… Bu mektuplar öyle alelâde mektuplar da değil üstelik. Hal hatır sormaktan öte mektuplar. Mektupları okudukça “Eski insanlar birbirlerinin değerlerine ne kadar saygılıymış, fikir paylaşmak ne kadar da önemliymiş” diyor insan. İçinde öyle mektuplar var ki, insanı çok derin düşüncelere sevk ediyor. İşte o mektuplardan biri… Köy Enstitüleri’nden yetişmiş, tarihimizin en değerli yazarlarından biri olan Talip Apaydın’a ait. Ne zorluklarla, ne çilelerle, yılmadan, bıkmadan, usanmadan bu ülkeye katkı sağlamak için çalıştıklarının belgesi bu.

Yazının Devamını Oku

Ömür boyu sürmesi beklenen hikâyenin başlangıcı

3 Temmuz 2015
Yazdığı kitaplarla sadece çocukları değil, yetişkinleri de etkileyen bir yazar Sevim Ak. Yepyeni iki kitapla yeniden raflarda… Yazarla yeni kitaplarını, hayallerini ve umutlarını konuştuk.




Yeni kitaplarınızla Doğan Egmont’tasınız. Üstelik taptaze 2 yeni kitapla… Nasıl oldu bu süreç?


Tatlı heyecanlara ihtiyaç duyduğum durağan bir dönemime denk geldi. Önceki kitaplarıma benzemeyen form, tasarım ve çizgiler eşliğinde uzun öyküler anlatmak istedim. Doğan Egmont Genel Yayın Yönetmeni Gülgün Çarkoğlu'nun yapıcı, umut veren ısrarıyla bu yeni yolculuğa birlikte çıkmayı denedik. Editörle, görsel tasarım uzmanıyla ve çizerlerle eğlenceli bir süreç kat ettik. Sonunda içimize sinen ışıl ışıl kitaplar çıktı ortaya.


Yazının Devamını Oku

'Modern dünya'nın kemiricileri

30 Haziran 2015
Bizler… 'Modern dünya'nın insanları… Satın alıyoruz. Kalbinde 'kâr motoru' takılı olan şirket patronlarının bitmek bilmeyen üretme hırsının 'düşük indiriminden' yararlanarak…

Şirketin üretim fazlasının yeryüzünde bir yük olduğunu görmeden, fazladan üretilen her şeyin daha çok kimyasal madde olduğunu, daha çok canlıyı yok ettiğini umursamadan… Sorsalar ‘hümanist’iz, çok uluslu şirketlerde çalışan…

İhtiyacımız olmayan şeyleri 'alışveriş yapmak insanı rahatlatıyor' yalanı ile satın alıyoruz. Çünkü televizyonlar, dergiler, açık hava panoları, reklamlar bize aralıksız olarak böyle söylüyor. Biz ise ‘hür irademizle’ olduğunu zannedip, 'biraz rahatlamak için' harıl harıl satın aldığımız bu çağda, her şeyi hızla yok ediyoruz. Bizler, 'modern dünya'nın kemiricileriyiz. Üretileni anında yok ediyor ve ardımızda kalıntılarını bırakıyoruz. Gün gelecek o yığınlar da bizi kemirecek! Görmüyoruz... Yaptığımız işin tanımını İngilizce yazdığımızda 'havalı' oluyoruz, tatil için Venedik'i, Paris'i veya Karayipler'de bir yeri seçtiğimizde 'elit'... 'Tek tip insan' hayaleti içinde nefes alan robotlarız. Kendimizden başkasını görmüyor, duymuyor, dinlemiyoruz. 'Hümanist' olmak adına katilleri aklıyor, mazlumla zalimi eşitliyor, sevmeyi bile 'satın' alabileceğimizi sanıyoruz. Kendi ülkemizdeki, yöremizdeki mazlumu görmüyor, 'eşitlik' ve 'insan hakları' gibi söylemler üzerinden 'tüm dünya bir olsun' diye hümanistçilik oynuyoruz. Bilgi ve belgeye böylesine kolaylıkla ulaşabildiğimiz bir çağda, okumuyor, araştırmıyor, merak etmiyoruz. Avrupa'ya gittiğimizde 'dünyaya açıldığımızı' zannedip, kendi tarihimizi, kültürümüzü araştırmayı 'gelenekselcilik' diye öteliyoruz. Başkalarının söylemleri ile 'kadın hakları'nı, 'çocuk hakları'nı, 'insan hakları'nı aradığımızı zannediyoruz. İçinden çıktığımız ortamın koşullarını geliştirmek, kendi öz değerlerimizle harmanlayarak modernleştirmek yerine, başkalarından alıp kopyalamayı seçiyoruz. Eğitim dernekleri, sivil toplum örgütleri, neoliberal solculuk, demokrasi, özgürlük, ifade hürriyeti... Peki, ya öz üretim? Öz eğitim? Kendi şartlarında, bağımsız ve hür irade ile gerçekleşecek bir gelişim? Yoksa ‘karşılıklı bağımlılık’ deyip ‘vicdanımızı rahatlatarak’, bunlar için çalışmayı ‘gereksiz’ mi bulacağız?

İnternet günlüğü yazarı Liz Dwyer, takepart.com sitesi için bir haber hazırlamış. Haberinde giysilerin arkasındaki görünmeyen minik elleri yazmış. Onlar dünyanın herhangi bir yerinde çile çekerken; aracı tüccar, onların ürettiği ürünleri bizim gibi ülkelere gönderiyor ve bizler de bitmek tükenmek bilmeyen tüketme hırsımızla satın alıyoruz. Çok uluslu şirketlerin, siyasilerin zalimliği ile sokağımıza açtığı AVM’lerde onlarla karşılaşıyoruz. Sokağımızda küçük de olsa bir çalışma atölyesi açmak yerine, ‘tüketim katedralleri’ açmayı tercih eden siyasilere oy veriyoruz. Eskilerin söylediği 'yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı' fikrini kulaklarımız duymaz oluyor. Hatta buna bile ‘faşistlik’ deyip, geçiştiriveriyoruz. Uygun koşullarda, yetişkinlerin ürettiği, 'işleyen demir ışıldar' düsturu ile üretmeyi zûl görüyoruz. Kopya ürünleri, kopya insan haklarını, kopya özgürlüğü, kopyalama dünyayı tercih ediyoruz. O kopya dünyanın arkasında neler olduğunu da görmek, bilmek, duymak istemiyoruz.

Bakın Liz Dwyer, haberinde ne diyor…

Yazının Devamını Oku

Çocuklar da büyükler de aşıdan korkmasın

29 Haziran 2015
Savcı Hüseyin Ayyayla, Hepatit B aşısının zararlı olduğunu söyledi ve çocuklarına aşı yaptırmadı. Ordu Aile Mahkemesi'ne başvuran Ayyayla mahkemece haklı bulundu. Ancak doktorlar duruma tepkili!

Aşı konusundaki en yetkin isimlerden İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü’nden Prof. Dr. Gülbin Gökçay konuya açıklık getirdi.

Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce mahkemenin kararı doğru mu?

Değil. Kamu sağlığının ve özellikle koruyucu çocuk sağlığının öneminin net anlaşılamaması olarak değerlendiriyorum. Aşılar konusunda toplumun yeterince bilgilendirilmemesi bu duruma yol açmıştır. Bu nedenle son yıllarda ortaya çıkan mahkeme kararları da birbirinden farklıdır. Bazı mahkeme kararları aşı karşıtı iken bazıları da aşılanmanın gereğini destekler biçimdedir. Aşı sayesinde birey o hastalığa karşı hastalığı geçirmeden bağışıklık kazanmakta ve diğer yandan aşılanma oranının yükselmesi ile henüz aşılanması mümkün olmayan bireylerin korunması sağlanmaktadır. Buna da toplumsal bağışıklık denmektedir. Aşı uygulamaları sayesinde ölümcül seyreden ya da ağır sekellere yol açan çiçek hastalığı, çocuk felci hastalığı, kuşpalazı, kazıklı humma ve kızamık hastalığı gibi birçok hastalığın kökü kazınmış ya da çok seyrek görülür olmuştur. Günümüzde aşılar konusunda hızlı gelişmeler yaşanmakta ve yeni aşılar, çocuklarda uygulanmak üzere kullanıma sunulmaktadır. Diğer yandan hastalıkların görülmesi azaldıkça aşılarla ilgili tartışmalar daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle kızamık hastalığı çok azalmış iken bu aşı karşıtı tartışmalar nedeni ile aşılanma oranları düşünce ABD ve Avrupa’da tekrar artmıştır.

Yazının Devamını Oku

Şu anda Bodrum'da tatilde olabilirlerdi, ama…

26 Haziran 2015
Sabahın erken saatleri… Muş'un merkezinden tam 80 kilometre ötedeki bir köyü bulmak üzere yola çıkıyoruz. Yolun ikiye ayırdığı bomboş ovanın içinde hızlı hızlı yol alıyoruz.

Ovada tek bir tarım ürünü bile göremeden, boşlukta uzayan otlara bakıyoruz. Çıplak dağlara… Köyler geçiyoruz, evler, tek tük keçi sürüleri, çocuklar… Yol kenarlarında veya kahvehanelerde oturan erkekler, ama hep çalışan kadınlar ve çocuklar…


Okullar tatil. Çocuklar şimdi kırsal bölge işlerinde ‘zorunlu’ işçi! Oyun oynamak, yeni yerler görmek, eğlenebilmek onlar için hayal. Kendi köylerinin sınırlarından çıkıp, bir ilçeye veya başka bir köye gitmek bile onlar için yeni! Tabii eğer gidebilirlerse… Fakat onların karşısına güler yüzleri ile çıkan birileri var artık. Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın Bayer Genç Bilim Elçileri!

Yazının Devamını Oku

Çocuğu fazla övmek narsizme yol açıyor

8 Haziran 2015
Çocuğu sevmek ve onunla ilgilenmek çok güzel, ama onu her fırsatta göklere çıkarmak hiç doğru değil. Çünkü bu yaklaşım çocuğu narsist yapabilir. Psikolog Serap Duygulu ile konuştuk.

Narsizm ‘çağın vebası’ olarak tanımlanıyor. Nedir narsizm?

Efsaneye göre mitolojik bir karakter olan Narkissos bir gün suda kendi yansımasını görür ve ona aşık olur. Hayranlıkla seyrettiği görüntüsüne sarılmak isterken suya düşer ve boğularak ölür. Adını bu mitolojik öyküden alan narsizm, bir tür ‘kendini beğenmişlik’ hastalığıdır. Genellikle kendine güvenle karıştırılır ama aslında bir kişilik bozukluğudur.

Narsist bireylerin ortak özellikleri nelerdir?

Yazının Devamını Oku