Paylaş
Şirketin üretim fazlasının yeryüzünde bir yük olduğunu görmeden, fazladan üretilen her şeyin daha çok kimyasal madde olduğunu, daha çok canlıyı yok ettiğini umursamadan… Sorsalar ‘hümanist’iz, çok uluslu şirketlerde çalışan…
İhtiyacımız olmayan şeyleri 'alışveriş yapmak insanı rahatlatıyor' yalanı ile satın alıyoruz. Çünkü televizyonlar, dergiler, açık hava panoları, reklamlar bize aralıksız olarak böyle söylüyor. Biz ise ‘hür irademizle’ olduğunu zannedip, 'biraz rahatlamak için' harıl harıl satın aldığımız bu çağda, her şeyi hızla yok ediyoruz. Bizler, 'modern dünya'nın kemiricileriyiz. Üretileni anında yok ediyor ve ardımızda kalıntılarını bırakıyoruz. Gün gelecek o yığınlar da bizi kemirecek! Görmüyoruz... Yaptığımız işin tanımını İngilizce yazdığımızda 'havalı' oluyoruz, tatil için Venedik'i, Paris'i veya Karayipler'de bir yeri seçtiğimizde 'elit'... 'Tek tip insan' hayaleti içinde nefes alan robotlarız. Kendimizden başkasını görmüyor, duymuyor, dinlemiyoruz. 'Hümanist' olmak adına katilleri aklıyor, mazlumla zalimi eşitliyor, sevmeyi bile 'satın' alabileceğimizi sanıyoruz. Kendi ülkemizdeki, yöremizdeki mazlumu görmüyor, 'eşitlik' ve 'insan hakları' gibi söylemler üzerinden 'tüm dünya bir olsun' diye hümanistçilik oynuyoruz. Bilgi ve belgeye böylesine kolaylıkla ulaşabildiğimiz bir çağda, okumuyor, araştırmıyor, merak etmiyoruz. Avrupa'ya gittiğimizde 'dünyaya açıldığımızı' zannedip, kendi tarihimizi, kültürümüzü araştırmayı 'gelenekselcilik' diye öteliyoruz. Başkalarının söylemleri ile 'kadın hakları'nı, 'çocuk hakları'nı, 'insan hakları'nı aradığımızı zannediyoruz. İçinden çıktığımız ortamın koşullarını geliştirmek, kendi öz değerlerimizle harmanlayarak modernleştirmek yerine, başkalarından alıp kopyalamayı seçiyoruz. Eğitim dernekleri, sivil toplum örgütleri, neoliberal solculuk, demokrasi, özgürlük, ifade hürriyeti... Peki, ya öz üretim? Öz eğitim? Kendi şartlarında, bağımsız ve hür irade ile gerçekleşecek bir gelişim? Yoksa ‘karşılıklı bağımlılık’ deyip ‘vicdanımızı rahatlatarak’, bunlar için çalışmayı ‘gereksiz’ mi bulacağız?
İnternet günlüğü yazarı Liz Dwyer, takepart.com sitesi için bir haber hazırlamış. Haberinde giysilerin arkasındaki görünmeyen minik elleri yazmış. Onlar dünyanın herhangi bir yerinde çile çekerken; aracı tüccar, onların ürettiği ürünleri bizim gibi ülkelere gönderiyor ve bizler de bitmek tükenmek bilmeyen tüketme hırsımızla satın alıyoruz. Çok uluslu şirketlerin, siyasilerin zalimliği ile sokağımıza açtığı AVM’lerde onlarla karşılaşıyoruz. Sokağımızda küçük de olsa bir çalışma atölyesi açmak yerine, ‘tüketim katedralleri’ açmayı tercih eden siyasilere oy veriyoruz. Eskilerin söylediği 'yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı' fikrini kulaklarımız duymaz oluyor. Hatta buna bile ‘faşistlik’ deyip, geçiştiriveriyoruz. Uygun koşullarda, yetişkinlerin ürettiği, 'işleyen demir ışıldar' düsturu ile üretmeyi zûl görüyoruz. Kopya ürünleri, kopya insan haklarını, kopya özgürlüğü, kopyalama dünyayı tercih ediyoruz. O kopya dünyanın arkasında neler olduğunu da görmek, bilmek, duymak istemiyoruz.
Bakın Liz Dwyer, haberinde ne diyor…
“Peki, ya satın aldığınız kıyafetin etiketi, o kıyafetin ardındaki tüm hikâyeyi size dürüstçe anlatsaydı? Bangladeş’te, Kamboçya’da veya Sierra Leone’de, işçilerin hangi şartlarda çalışarak o giysiyi ortaya çıkardığını etiketine bakarak öğrenseydiniz? İşte bir giysinin etiketinde yazanlar:
%100 pamuklu. 9 yaşındaki Behnly tarafından Kamboçya’da üretildi. Behnly her sabah saat 5’te kalkıp çalıştığı hazır giyim fabrikasına doğru yola çıkıyor. İşe vardığında da işten ayrıldığında hava karanlık oluyor. Üzerine incecik şeyler giyiyor; çünkü çalıştığı ortamda sıcaklık 30 dereceyi buluyor. Odadaki toz, ağzına ve burnuna doluyor. Onu yavaş yavaş boğan bir günün sonunda 1 dolardan az para kazanıyor. Bir maske ise şirkete sadece 10 cent'e mal olurdu, ama şirket maske almıyor. Bu etiket hikâyenin tamamını anlatamaz.”
‘Çocuk hakları’ diyoruz ya… O giydiğimiz giysilerde çocukların hakkı var. Ama sadece dünyanın öbür ucundaki çocukların değil! Sokağımızdaki çocukların hakkı var. Önce sokağımızı kurtarırsak, sonrasında dünyaya sıra gelebilir belki o zaman…
Paylaş