Bizim ‘İsveç köftesi’ adı ile bildiğimiz köfte, İsveç’te ve bütün dünyada ‘köttbullar’ adı ile anılıyor. İsveç mutfağının en bilinen lezzetlerinden biri olan bu köfte aslında geleneksel bir Anadolu tarifi… Peki, bu tarif nasıl oldu da İsveç’e gitti?
ESARETİN BEDELİ
İsveç Kralı VII. Karl, 1679 yılında babası genç yaşta vefat edince tahta oturur. Vakit kaybetmeden icraatlarına başlayan yeni kral VII. Karl, fetih politikası ile İsveç topraklarını genişletmeye karar verir. İlk icraatı ise bir bahane ile Danimarka’ya saldırmak olur. Danimarka ile savaş başlayınca Rusya ve Polonya’ya da harp ilan eder. Fakat o yıllarda Rusya tahtında Deli Petro oturmaktadır ve 1709 tarihli Poltava Savaşı’nda VII. Karl’a dünyayı dar eder. Çareyi Osmanlı’ya sığınmakta bulan VII. Karl, o dönemde Osmanlı’nın lojistik üssü olan, bugünkü Moldova sınırlarındaki Bender kasabasına yerleştirilir. Kral, Osmanlı topraklarında sadece 5 gün kalacağını belirtir, ama 5 yıl boyunca Bender’i terk etmez. Bütün masrafları ‘demirbaş kalemi’ tarafından karşılanan VII. Karl, ziyareti uzadığı için ‘Demirbaş Şarl’ diye anılmaya başlar. Ancak VII. Karl Osmanlı topraklarında geçirdiği zamanı boşa harcamaz. Osmanlı'nın dış politikasından, kültürel ve bilimsel faaliyetlerine kadar her şeyi ile yakından ilgilenmeye başlar.
Kuşkusuz ki bu durumun pek çok sebebi var, ancak teknolojinin hızla ilerlemesinin çok önemli bir etken olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Eskiden radyo, televizyon ya da kablolu telefonun nasıl kullanılacağını büyükler çocuklara öğretiyordu. Oysaki şimdi çocuklar büyüklere teknolojiyi öğretiyor. Bazen bir anne, bilgisayarı nasıl çalıştıracağını bile bilemezken, henüz 3-4 yaşında olan bir çocuk bilgisayarı açıyor, internete girip, oynamak istediği oyunu bile seçebiliyor. Günümüzde çağdaş olabilmenin yolu bilim ve teknolojiyi iyi kullanıp, yeni ürünler ortaya koyabilmekten geçiyor.
Yapılan araştırmalar, çocuk ve gençlerin internette pek çok uygunsuz içerikle karşı karşıya kaldığını ortaya koyuyor. Bu durum 10 yaş altı çocukların internet aramalarında da etkili oluyor. 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, çocukların internette en çok aradığı sözcüklerin başında “Youtube, Google, Facebook, seks ve porno” sözcükleri geliyor. Bu aramalar 3,5 milyon sözcük içinde en çok arananlar. Uzmanlar, çocukların bu aramalarında çevresel etkilerin, izledikleri programların, oynadıkları oyunların ve hatta çizgi filmlerin bile etkili olduğunu açıklıyor.
İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Yıldız Dilek Ertürk, “Yaş dönemlerine göre çocukların korku ve kaygıları da değişiyor. Küçük çocuklar genellikle duygu ve düşüncelerini ayıramaz ve gerçeği değerlendirme yetileri yaşla birlikte gelişir. Yaşantı ve deneyimlerinin azlığı nedeniyle çevresindeki olayları gerçeğe uygun olarak algılayamayan çocuk, medyadan kendisine ulaşan verileri, kendi hayal gücüne ve korkularına göre şekillendirir. Çocuklar korku ve kaygıları abartılı olarak algılar ve bu duyguları bir yetişkinden daha farklı olarak hissederler” diyor.
Dolayısıyla henüz gelişim evresinde, daha çok çizgi film ve bilgisayar oyunları yoluyla şiddet, cinsellik, satanizm vb. imgelere maruz kalan çocuklar, eğer yetiştikleri ortam da müsaitse, bu tür imgelere karşı alışkanlık gösteriyor ve kişilikleri de bundan etkileniyor. Bundan kurtulmanın yolu ise medya okuryazarı olmaktan geçiyor.
Çok sevilen bir film bile en fazla birkaç kez izlenebilir, ama bir bilgisayar oyunu tekrar tekrar, yüzlerce kez oynanabilir... Bilgisayar oyunları, toplumların bir parçası olma yolunda hızla ilerliyor ve yapılan araştırmalar oyun kültürünün, toplumlar üzerinde kültürel, ekonomik ve sosyal etkilerinin gittikçe yoğunlaştığını ortaya koyuyor.
Sanal ortamda biraraya gelen insanlar ‘sanal cemaatler’ oluştururlar. Bu sanal cemaatler, sanal ortamdaki kitleleri ifade eder. Eskiden insanlar köy kahvehanelerinde toplanır, burada birlikte vakit geçirirlerdi. Şimdi ise özellikle gençlerin sosyalleştiği bir ortam olarak ‘internet cafe’ler var. Türkiye’de özellikle genç neslin ‘internet cafe’lerde oyun oynayarak vakit geçirdiği gözönünde bulundurulursa, bu mekanların ne kadar önemli olduğu da ortaya çıkacaktır.
OYUNLA VAKİT ÖLDÜREN NESİL SALDIRGANLAŞIYOR
Hızlı konuşuyoruz, bir yerden bir yere hızla ulaşmak istiyoruz. Hızlı yemek yiyoruz, bu nedenle hızlı kilo alıyoruz ve aynı hızla kilolarımızdan kurtulmak istiyoruz. İnternetin hızlı olmasını, telefonun, tabletin ya da bilgisayarın hızla açılmasını, her istediğimizin hızla gerçekleşmesini istiyoruz. Bu isteklerimiz gerçekleşmediğinde ise sinirleniyoruz.
Küreselleştiği söylenen bir dünyada hızla aynılaşıyoruz. Aynı giysileri giyiyor, aynı yiyecekleri yiyor, aynı müzikleri dinliyor, aynı filmleri seyrediyoruz. Bir fabrikadan seri üretimle çıkmış gibi olan kitapları okuyup, o kitapların çoğu zaman aşk, cinsellik, aldatma ya da ihtiras dolu öykülerinin içinde benzer his ve duyguları yaşıyoruz.
Düşüncelerimiz de aynılaşıyor. Kendi ataları ile ortak bağı kalmayan insanlar, farklı dil ve kültürlerden gelen insanlarla benzeşiyor. Çünkü aynı telefonları kullanıyor, aynı müzikleri dinliyor, aynı giysileri giyiyor ve aynı televizyon programlarını seyrediyorlar. Özellikle genç insanlar için popüler kültür ailelerin öğütlerinden, seçkin kitaplardan, öğretmenlerin öğretilerinden bile önemli hale geliyor.
Toplumsal konular, siyaset, kültür, bilim, sanat, edebiyat hızla değer yitirirken, hızla tüketilen ‘hap’ ürünler değer kazanıyor. Teknolojinin hızı, insanın hıza ve güce olan tutkusunu da arttırıyor. Bu durum insanları hızla yozlaştırıyor ve öz değerlerden uzaklaştırıyor. Acaba her gün ekranlardan duyduğumuz ‘insan hakları’, ‘barış gönüllülüğü’, ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ gibi kavramlar da ‘güçlü’ ve ‘hızlı’ olanın egemenliğinin altında, kitlelere ‘hap’ olarak mı sunuluyor?
Küresel ölçekte ‘en iyiler’ listesine giren aşk kitapları, genellikle iyi pazarlama faaliyetleri ile dikkat çekiyor. Bazılarının konusu yerden yere vurulacak kadar kötü olabiliyor, ama bir anda milyonlarca insana ulaşabiliyor. Bazı kitaplar ise kendini pek gösteremese de kendi gizli okuru ile kalpleri fethetmesini biliyor. İşte Elif Batı Wibrew’un kaleminden çıkmış Gökten Üç Aşk Düştü romanı da böyle…
Kitabın akıcı dili, okuyucuya rahat bir okuma sunuyor. Birbirine bağlanmış olaylar, bir sonraki sayfayı merak ettiriyor. Öyle “kenara koyayım biraz da akşam okurum” diyebileceğiniz cinsten bir kitap değil. Bu kitaba, işinizi gücünüzü bitirip, böğürtlenli çay eşliğinde koltuğa kurulup, rahatsız edilmeyeceğinizden emin olduktan sonra başlamanızı tavsiye ederim. Çünkü o koltuktan ihtiyaç dışında pek kalkmayı istemeyeceksiniz.
GÖKTEN ÜÇ AŞK DÜŞTÜ
Gökten Üç Aşk Düştü kitabının konusu, adından da anlaşılacağı üzere; aşk. Üç farklı sevgiliden farklı zamanlarda, ama aynı kişiye düşmüş bu aşklar. Kitabın ana karakteri Selin çok güçlü, oldukça sosyal, etrafında sevilen bir tip ama aşk ve ilişki konusunda çok deneyimsiz biri!