Türkçenin yaratıcılığını yansıtan bir sözcük bu: ‘Görçek’
Peki, ‘görçek’ nasıl ortaya çıkmış?
Birçoğumuzun tanımadığı, Bursalı Emrullah Âli Yıldız ‘görçek’ tanımlamasını ilk kullanan kişi. Yıl 1935! Aynı zamanda bir mucit olan Emrullah Âli Yıldız, yerden kendi kuvveti ile havalanan bir planör yapar. Bir yıl sonra da tek kişilik planörle 18 saat 35 dakika havada kalarak Türkiye rekoru kırar. 1938 yılında da dünya rekoru kıracaktır. Aynı zamanda otomatik paraşüt açma sisteminin de mucidi olan Yıldız, 1938 yılında bu kez iki kişilik bir planörle 14 saat 20 dakika uçarak dünya rekoru kırar. İşte bu mucit, Türkçeye yeni bir sözcükle katkıda bulunan kişidir de aynı zamanda. Nasıl mı?
Bu korku öyle boyutlara ulaşabiliyor ki, bazı durumlarda ağır depresyona bile sebep olabiliyor. Konuyu Psikolog Serap Duygulu ile konuştuk.
Sosyal medya depresyonu nedir?
Sosyal medya ve sosyal paylaşım alanları olarak bilinen Facebook, Twitter, Instagram gibi mecralar hayatımıza girdiğinden beri, birbirimizle olan ilişkilerimiz de farklı boyutlara taşındı. Özellikle gençler arasında kullanımı giderek daha küçük yaşlara düşen sosyal medya ve sosyal ağlar kendi kültürünü, kendi dilini oluştururken, kendi psikolojisini de ortaya koymaya başladı. Gençler ve çocuklar arasında sosyal medyada birbirini takip etmek, takip edilmediğinde bir takım olumsuz duygu durumları yaşamak neredeyse günlük hayatın olağan getirisi olarak görülmeye başlandı.
Çocukların el yazısı birçok aileyi canından bezdirmiş durumda. Bazı çocuklar düz yazı ile el yazısı arasında bağlantı kurmakta zorluk çekiyor. İlkokullarda el yazısının acilen kaldırılması gerektiğini söyleyen Uzman Psikolog Ramazan Şimşek ile konuştuk.
‘İlkokulda el yazısından düz yazıya geçilmeli’ diyorsunuz. Neden?
El yazısı olarak bilinen bitişik eğik yazı yöntemi ülkemizde 2006 yılında yeniden uygulanmaya başladı. Bazı bilimsel yazılar el yazısının çocuğun zihinsel gelişimine katkı sağladığını iddia etse de çocukların, ailelerin ve de öğretmenlerin çok büyük bir bölümü sıkıntı yaşıyor. Bu gelişmiş ülkelerde de çok tartışılıyor. Örneğin eğitim konusunda örnek bir ülke olan Finlandiya bile bu yıl el yazısından vazgeçti ve düz yazıya geçti. Çünkü el yazısı büyük bir sıkıntı.
Onlarla medya okuryazarlığı, çizgi filmler, bilgisayar ve video oyunları, televizyon programları ve diziler hakkında konuştuk ve bir beyin fırtınası yaptık. Gittiğim ilk okul Yalova Mehmet Âkif Ersoy Ortaokulu’ydu. Son derece akıllı çocuklarla dolu bir devlet okulu…
Daha sonra Yalova Çınarcık Atatürk Bilim ve Sanat Merkezi öğrencileri ile buluştuk. Bu okul ise üstün yetenekli çocukların buluştuğu özel bir merkez. Daha sonra da Mektebim Okulları öğrencileri ile buluştuk. Yaklaşık 600 çocukla bir araya geldik, konuştuk.
Bazıları yarı zamanlı bazıları ise tam zamanlı çalışarak bir yandan okul harçlığını çıkarıyor, diğer yandan da kimseden yardım almadan yaşayabiliyor.
İnternet yolu ile bakıcı veya aile bulan bir site olan bakiciburada.com’un aktardığı bilgiye göre, bakıcı üniversiteli talebinde bir patlama var. Sadece Şubat ayından bu yana 75 bin kişiden ‘oyun ablası’ ilanı almışlar. Bir üniversite öğrencisinin bu işlerden ortalama olarak 500-1000 TL para kazanabildiğini belirtiyorlar. Yabancı dil bilen oyun ablası veya abileri, 4 bin TL’ye kadar para kazanabiliyorlar.
Dünyanın seçkin insanlarının ağızlarında ‘çocuk hakları’, ‘insan hakları’, ‘yaşama hakkı’, ‘eğitim hakkı’ sözleri havada uçuşurken; mülteci kamplarında çocuklukları harcanan, temiz suya, sağlıklı gıdaya bile erişemeden büyüyen çocuklar var. Yüzlerce, binlerce, milyonlarca...
Ortadoğu’nun çocukları onlar! Çoğu zaman hüzünlü bakışları, kirli ve pis sularda gezinen çıplak ayakları, dağınık saçları, güzel gözleri ile akşam haberlerine konuk oluyorlar. Dünyanın nimetlerinden yararlanamadan büyüyorlar. Kırlarda koşamadan, tiyatroya sinemaya gidemeden, zengin bir kültürün içinden gelip de o kültüre ait tek bir müze bile gezemeden. Bombaların içindeki çocuklar onlar… Medeniyetin hiçbir nimetinden faydalanamadan hayatları tükeniyor. Peki, ya bir gün öfke ile dolup da gelecekte tüm dünyaya isyan bayrağını açarlarsa? Olmaz mı? Olmuyor mu?
Peki, onları terörden nasıl koruyacağız? Psikolog Serap Duygulu ile konuştuk.
Terör tüm dünyada tırmanıyor. Bundan en çok etkilenenler ise çocuklar…
Son yıllarda ve giderek gerginleşen Ortadoğu coğrafyasında sıklıkla tanık olduğumuz terör ve şiddet olayları artık sadece bölge ile sınırlı kalmadığını ve kalmayacağını geçtiğimiz günlerdeki Paris olayları ile bize gösterdi. Evet, bu çok korkutucu; ama bu olayların önümüzdeki günlerde de yaşanacağının bir kanıtı aynı zamanda. Bu düşünce herkeste bir tramvaya sebep oluyor. İşin en zor kısmı ise çocuklara anlatmak…
Birkaç hafta önce bir okulun davetlisi olarak Ankara’ya gittim. Boş zamanımız kalmıştı, ne yapmak istediğimi sordular, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü ziyaret etmek istediğimi söyledim. Götürdüler… ‘Enstitü’ dediğime bakmayın, ortada enstitü namına bir şey kalmamış, ama tarih bırakmıyor insanın yakasını. Acıklı hikâyeler, terk edilmiş binalar ve içeri bile girmemize izin verilmeyen atıl bir müze! Her yerde enstitülü öğrencilerin zamanında yapılmış heykeller, büstler, kütüphane, öğretmen lokali, yatakhaneler, iş atölyeleri, meyve bahçeleri, ağaçlar... Her şey bir şekilde duruyor, ama yerlerinde yeller esiyor!
Köy Enstitülerini bilenler bilir. Yüzyılın eğitim projesiydi. Kısacık ömrüne rağmen birçok aydın yetiştirmiş, üzerinde hâlâ derin tartışmaların süregeldiği Cumhuriyetin en değerli kurumlardan biriydi. 17 Nisan 1940 tarihinde çıkan Köy Enstitüleri Kanunu ile resmen kurulan enstitüler, köylü çocukları ırgatlıktan kurtarıp, kalem tutar hale getirmişti. Türk edebiyatına, müziğine, resmine ve sanatına damgasını vuran en büyük sanatçılar Enstitülüler arasından çıktı. Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında kurulan enstitülerin genel müdürü İsmail Hakkı Tonguç’tu ve iş içinde eğitimi bu okullarda yerleştirmeyi başarmıştı. Her biri her alanda eksiksiz eğitim alarak öğretmen olan enstitülüler, okuldan mezun olduklarında her işten anlıyorlardı. Düzenli kitap okuyor, biçki dikiş biliyor, hasta bakıcılığından anlıyor, sebze yetiştirmeyi, bina yapmayı, marangozluğu, demir işçiliğini biliyor, uyguluyor, yapıyorlardı. Her biri örnek köylü aydınlardı. Tarih boyunca hiç olmayan olmuştu. İlk kez köylülerin arasından yazarlar şairler çıkıyor, köylü çocukları da öğretmen, ressam, müzisyen, heykeltıraş veya mühendis olabiliyordu. Asırlardır süren bir düş gerçek olmuştu. Ancak Köy Enstitüleri, 1950’ler Türkiye’sinde siyasete kurban gitti ve kapatıldı. Günümüzde bile hâlâ dönem dönem gündeme gelen ve çok tartışılan konulardan biri olmayı sürdüren Enstitüler, iş içinde eğitimin dünyadaki tek örneğiydi. Her şeyi ile yerliydi ve Türk icadıydı.