“Oyuncak bebekle oynamanın faydaları” nasıl bir araştırma?
Global oyuncak bebek markası Barbie’nin öncülüğünde, Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Sarah Gerson’un baş araştırmacı olduğu ve aynı üniversiteden kıdemli araştırmacıların katıldığı “Oyuncak Bebekle Oynamanın Faydaları” üzerine bir çalışma gerçekleştirildi. Yapılan bu araştırma oyuncak bebekle oynamanın çocuklar üzerindeki etkisinin araştırılması amacıyla nörobilimin kullanıldığı ilk bilimsel çalışma niteliğinde.
Peki araştırma nasıl yapıldı?
Çalışmanın öncesinde bir literatür taraması yapıldı. Ardından birincil araştırma olan Fonksiyonel Kızılötesine Yakın Spektroskopi Testi (fNIRS) yaklaşık 6 ay sürdü ve 2019 yılı boyunca aileler de çalışmaya dahil edildi. 4-8 yaş arası 42 çocuk (20 erkek ve 22 kız) ile gerçekleştirilen çalışmada veriler 33 çocuktan eksiksiz olarak toplandı. Testler, kontrollü bir test odasında serbest hareket etmeye olanak tanıyan ve kafaya takılan başlıklardan meydana gelen son teknoloji ürünü ‘fNIRS’ ekipmanı ile yapıldı. Her farklı oyun türüne ilişkin beyin aktivitesinin ayrı bir şekilde yakalanabilmesi için çocukların oyunları farklı kısımlara ayrıldı. Kendi başına oyuncak bebeklerle oynama, başka bir kişiyle oyuncak bebeklerle oynama, kendi başına tablet oyunuyla oynama ve başka bir kişiyle tablet oyunuyla oynama. Burada sözünü ettiğimiz ‘başka bir kişi’ araştırma görevlisiydi. Kullanılan oyuncak bebekler arasında ise çeşitli Barbie oyun setleri, Barbie’nin mesleklerine ait oyun grubunda bulunan kariyer oyun setleri, Barbie’nin Rüya Evi Oyun Seti ve Barbie’nin sevimli hayvan dostlarının olduğu bir oyun seti vardı. Deneyimde tutarlılık sağlanması için setler her çocuk teste başlamadan önce başlangıçtaki yerlerine konuldu.
Bu araştırma neyi kanıtladı?
Çocuk gelişimi alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Psikolog Piaget’in dönüm noktası niteliğindeki bilişsel gelişim kuramını yayımlamasından bu yana, hayali oyunun etkilerinin çocukların sosyal becerileri ve yaratıcılığı açısından olumlu olduğu düşünüldü, ancak hiçbir zaman beyin düzeyinde bilimsel anlamda kanıtlanmadı. Bu çalışma, çocuk gelişim biliminin duayeni olarak kabul edilen Jean Piaget’in oyun oynamanın sosyallik olduğu konusundaki bazı temel teorilerinin, önceden belirlenmiş bir hikâye olmadan oyuncak bebeklerle oynama esnasında beynin nasıl aktifleştiğini ortaya koyan ilk çalışmadır.
Nörobilime göre oyuncak bebekle oynamanın faydaları nelerdir peki?
ONLARA DEPREMİ NASIL ANLATACAĞIZ?
Uzman klinik psikolog Esra Ezmeci: Depremin doğal bir olay olduğu, yerin altında büyük kayaların olduğu, bu kayaların bazen sıkışıp birbirini ittirdiği, bunun sonucunda yeryüzünde sarsıntılar olduğu anlatılabilir.
Uzman klinik psikolog Büşra Tarçalır: Depremi deneyimlemiş bir çocukla teoride depremi öğrenen bir çocuğa anlattığımız bilgi farklılaşır. Deneyim işin içine duyguları da dahil eder. Çocuğun depreme dair korkusunu, sevdiklerini kaybetme endişesini gözeterek anlatmak önemli.
SORULARINI, YAŞLARINA UYGUN OLARAK NASIL YANITLAMALI?
Esra Ezmeci: Okulöncesi çocukların algısını yetişkinlerin tepkileri etkiler. Bu yüzden yetişkinlerin soğukkanlı davranması çok önemli. Yaştan bağımsız tüm çocuklara, depreme karşı hazırlıklı olunabileceği ve güvenliği sağlama yollarının olduğu anlatılmalı.
Büşra Tarçalır: Çocuk kaç yaşında olursa olsun, söylemlerimiz gerçekçi olmalı ama umudu da kapsamalı. “Biz her zaman senin yanında olmaya ve seni korumaya çalışacağız” gibi cümleler hem gerçekçi hem de umut vericidir.
KORKTUYSA, ONU NASIL SAKİNLEŞTİRMEK GEREK?
Büşra Tarçalır
Dernek çalışmalarıyla sosyal hayata ve eğitim gören gençlere katkı sağlayan Pınar Gökpınar, Ali Bakan ve Hale Yıldız’la hem derneği hem de uygar bir dünyada yaşamak için neler yapılması gerektiğini konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyalım…
Pınar Gökpınar: Değiştiren Adımlar Derneği’nin kurucularındanım. Üniversite dönemimde AIESEC Genel Merkez yönetim kurulu üyeliğiyle başlayan 2012 yılından beri de önce Renkli Kampüs programı ve sonrasında derneğimizin kuruluşuyla devam bir sivil toplum hayatım var. Her bireyin kendi hayatında birer sorumlu lider olduğuna ve kendi çevresinde değişim başlatacak adımları atacağına olan inançla ve enerjiyle çalışıyorum. 30 yıldır profesyonel iş hayatının içindeyim. Evliyim, biri lisede bir üniversitede okuyan iki oğlum var, pandemi dönemiyle birlikte evden çalışarak İstanbul ve Kocaköy, Ayvacık'taki iki evimiz arasında gidip geliyorum.
Ali Bakan: Değiştiren Adımlar Derneği’nin kurumsal iletişim sorumlusu olarak çalışıyorum. 7 yıl önce spikerlik yaptığım dönemde derneğimizin kurucularından Pınar Gökpınar ve İdil Ander’i haber bültenimde ağırlamıştım ve yaptıkları işlere hayran olmuştum. O gün bugündür bu ailenin bir parçasıyım. İş hayatıma ise uluslararası bir enerji şirketinde devam ediyorum. Toplumsal sorunlara her zaman duyarlı biri olmuşumdur. Daha iyi bir Türkiye’nin ve dünyanın geleceği için her alanda çalışmaya devam ediyorum.
Hale Yıldız: Bugün her ne kadar Değiştiren Adımlar Derneği yönetim kurulunun bir üyesi olsam da Renkli Kampüs’ün ilk mezunları arasındayım. Burada edindiğim kazanımlarla üç arkadaş olarak ‘Erişilebilir Her Şey’ adında bir Sosyal Girişim Platformu kurduk. Aynı zamanda engellenen bireylerin istihdamı için geliştirmiş olduğum projenin de başındayım. Tam bir deniz aşığı olmam sebebiyle, 2008 yılında geçirdiğim trafik kazasının ardından yüzmeyi bırakmadım, İBB Spor’da lisanslı engelli yüzücü kimliğimle 5 kez Türkiye birinciliği kazandım. 5 yılı aşkın bir zamandır da kurumsal bir firmada işe alım danışmanlığı yapıyorum. Bununla birlikte girişimcilik ruhuyla kurduğum ve hobi bahçeciliği adına satışa sunduğumuz bir e-ticaret markamız bulunmaktadır.
İsteklerini ağlayarak yaptırmayı öğrenmesi hayatında ne tür sonuçlar doğurur?
Uzm. Psk. Melih Yıldız: Anne-babalar çocuk yetiştirirken mutlaka ağızbirliği yapmalı. Böylece kendinden emin, kararlarının arkasında duran, doğru ve yanlışı ayırt edebilecek beceriyi kazanmış, ahlaki değerleri her şeyin üzerinde tutan bir bireyin yetişmesi için önderlik etmiş olurlar. Eğer bir çocuk, evde otorite boşluğu yaşarsa ve anneyle babanın karar mekanizmasının tutarsızlığına tanıklık ederse gelecekte kendi doğrularını da oluşturamaz.
Uzm. Psk. Göksu Telmaç: Anne-babanın görevi yetişkinliğe hazırlanan bireye rehberlik etmektir. Geleceğin yetişkini, çocuklukta kendini inşa eder. Bu önemli süreçte anne ve baba ne için çabaladığını bilmeli, çocuğa saygı duymalı ve onun bireysel haklarına, gelişim ihtiyaçlarına öncelik vermeli. Bu süreçte ebeveynler, çocuklarının yaşına uygun sınırlar çizerek çocuğun iç dengesine yardımcı olur. Dolayısıyla çocuk yetiştirirken ebeveynlerin ağızbirliği yapmasında yarar vardır. Eğer anne ‘hayır’ derken baba ‘evet’ derse çocuk sınırlarını bilemez. Örneğin bir evde anne “Yemek sofrada ve belli saatte yenir” mesajı verirken baba televizyon karşısında dilediğince yemeye izin veriyorsa çocuk bu konudan olumsuz etkilenir. Hele bir de anne-baba, anlaşmazlığa sebep olan konularda çocuğun yanında tartışıyorsa... Evdeki otorite boşluklarını, haz odaklı olan çocuk keyfi kullanır. Yemek konusunda esnek yaklaşılan çocuk, sınırları ihlal etmede adım adım ilerler. Ders, ödev, düzen, disiplin konusunda pek çok sorun bu noktadan başlar.
Anne-baba otorite sorunu olduğunun nasıl farkına varacak?
Uzm. Psk. Melih Yıldız: Çocuklarını ve kendilerini gözlemleyerek… Unutmayın, her çocuk hayatı önce anne-babasından öğrenir. Ev içindeki dünya, çocuğu dış dünyaya hazırlar. Anne-babanın otorite boşluklarıyla dolu evlerde ipler çocukların elindedir. İpleri eline alan çocuk da ağlayarak, küserek, bazen şiddete başvurarak isteklerini yaptırmaya başlar. Ebeveynlerin koyduğu kurallar da hiçbir işe yaramaz olur. İşte bu durum gelecekte bazı kişilik sorunları yaşamasına, dışarıda kavgayla, sertlikle sorunları çözmeye çalışmasına sebep olabilir. Tutarlı davranışlar gösteren ebeveynlerin çocukları sınırlarını bilip ona göre davranacaklardır. Hatta kurallara uyumakta sorun yaşayan çocukların bir süre sonra koyulan kurallara uyum gösterdiği görülecektir. Bu nedenle anne ve babalar, neye ‘hayır’ neye ‘evet’ dediklerini çok iyi bilmeli.
Her istediği yapıldığı zaman gerçek bir doyuma ulaşır mı?
Uzm. Psk. Göksu Telmaç: Her zaman değil. Çocuğa karşı kararlı olmak gerekir. Kurallar olmalı. Eğer kurallar olmazsa, önceden ‘hayır’ denilen bir şeyin her zaman ‘evet’e dönme potansiyeli vardır ve bu sebeple her ‘hayır’dan sonra çocuğun daha çok ağlama, uzun süren ısrar vb. tepkiler verdiğini görürüz. Bu kadar çekişmeden sonra çocuğun doyuma ulaşmadığını ve yeterince mutlu olmadığını da gözlemlemek mümkündür. Ebeveynin net bir sınır ve tutum içerisinde kalamaması, çocuğun da iç disiplin geliştirmesini, davranışlarının sonuçlarını görebilmesini, olumsuz duygu ve durumla baş etme becerisini etkileyebiliyor. Özellikle okul ortamındaki yapılandırılmış kural sisteminde büyük sorun yaşıyorlar. Arkadaş ilişkilerinde oyunun kurallarını bozmak gibi yıkıcı davranışlar sergileyebiliyorlar. Biri onlara gerçekten ‘hayır’ dediğinde sevilmediğini ya da değer görmediğini düşünüp ilişki ve iletişim sorunları yaşayabiliyorlar.
Uzm. Psk. Melih Yıldız
Anne baba ile çocuk arasındaki ilişki nasıl şekillenir? Anne baba ile çocuk arasındaki ilişki nasıl şekillenir?
Prof. Dr. Müdriye Yıldız Bıçakçı: Anne babanın çocuğuyla iletişim kurarken hangi dili benimsediği çok önemli. Baskıcı-otoriter, koruyucu, ilgisiz-kayıtsız ve demokratik tutum olarak sınıflandırılabilecek anne baba tutumlarından ‘koyucu anne baba tutumu’ özellikle son yıllarda çok karşılaşılan bir tutum. Bu tutumu sergileyen anne babalar çocuklarını bir kafeste yetiştirirler. Çocuklarını yaşama hazırlamak yerine, çocuklarının karar verme ve düşünme vb. becerilerini yok ettiklerini fark etmezler. Bu tutumu benimseyen anne babalar çocuklarının tüm sorumluluklarını alırlar. Örneğin, çocuğunun ayakkabısını kendisinin giymesini beklemez o giydirir. “Sen düşürürsün” der ve onun elinden tabağı alır ve mutfağa kendi taşır, çocuğun giyeceği giysileri kendi seçer, okul çantasını hazırlar, ödevlerini çocuktan önce anne baba yapmaya çalışır, sabahları çocuğun kendisinin uyanmasını beklemez ve uyandırır. Bu durum, çocukların karar becerisi kazanmasını engeller. Çocuk üşüdüğünü söylemeden onu giydirir, acıktığını söylemeden yemek yedirir. Anne-baba bir nevi çocuğa iyilik yaptığını düşünürken aslında en büyük zararı vermiş olur. Sonuç olarak bu durum çocuğun özgüvenini azaltır, sorumluluk almasını engeller, onları başkalarına bağımlı ve yönlendirilmeye açık birer kişiliğe sahip olmalarına sebep olur. En kötüsü de bu kişilik çocukları yaşam boyunca etkiler ve hatta evliliğinde ve eşiyle ilişkisinde bile onu ‘bağımlı’ hale getirir.
Peki, çocuklar nasıl ‘yeterlilik’ hissi kazanır?Prof. Dr. Özgür Öner: Çocukların yeterlilik hissini kazanmaları birkaç şekilde olur. Bunlardan birisi modellemedir. Modellemede çocuk, diğer insanların sorunlara yaklaşımlarını izler ve kendi davranışlarını buna göre değiştirir. Farklı insanlardan alınan olumlu geri bildirimler de çocuğun yeterlilik hissini iyi yönde etkiler. Ancak yeterliliği en iyi geliştiren kişinin kendi deneyimleridir. Yani çocuk bir sorunla başa çıkabildiğini gördükçe kendisini o alanda yeterli hisseder. Çocukları yerine her şeyi yapan, onların yaş ve gelişimlerine uygun düzeyde olan sorunlarla başa çıkmalarına ve görevleri yerine getirmelerine izin vermeyen anne babalar çocuklarını sözel olarak ne kadar destekleseler de aslında öz yeterlilik algılarının gelişmemesine neden olurlar. Her birey gelişmek için o andaki gelişim düzeyinden hafifçe yukarıda ve biraz zorlayıcı olan görevlerle karşılaşmalıdır. Bu zorlanmalarla karşılaşmayan çocukların sıkıntı, yorgunluk, hayal kırıklığı, strese dayanma kapasiteleri daha düşük olmaktadır. Çocukların her konuda içsel motivasyonlarının yüksek olması beklenemez. Özellikle kaygılı çocuklar yeni bir aktiviteye başlarken zorlanabilir ve desteklenmeleri gerekebilir. Bu, çocuğa bir şeyleri zorla yaptırmak ile aynı şey değildir.
ANNE BABALARA ÖNERİLER…Prof. Dr. Müdriye Yıldız Bıçakçı: • Çocuklarınızın yaş ve gelişim özelliklerine göre yapabileceklerinin farkında olun.
• Oyun, çocukların temel becerileri kazanması için en elverişli yöntemdir. Oyun, çocuğun rahatlamasını, keşfetmesini, öğrenmesini sağlarken, akran ve yetişkinlerle iletişimi de destekler.
Ben çocukken hasta ziyareti yapmak çok önemliydi. Hastanelerin soğuk ve yalnız odalarında hâlsiz yatan hastaların gözleri daima kapıdaydı. “Biri gelip hâl hatır soracak” diye mecalsiz bir bekleyiş içindeydiler.
Pek çok kez tanıklık etmişimdir. Hasta ziyaretlerinde mutlaka meyve ve kolonya götürülürdü hastaneye. Hasta olan kişi o meyveleri yiyip güçlenecek, kolonya kokusuyla ferahlayıp temiz kalacaktı. Bu nedenle çocukluğumun hastanelerini ilaç kokularıyla değil, portakal ve limon kolonyası kokularıyla hatırlarım ben. Bir de “Bizim aşağı köyden filanca hastaneye yatmış” sözleriyle…
Şehre inen hastaneye uğramadan dönmezdi eve… Hasta ziyareti önemli bir kültürdü. Çocukluğum gözlerimin önünde ilk günkü gibi taze anılarla canlanıyor. Annemin manavdan alığı portakallar, “Geçmiş olsun, Allah bir daha göstermesin…” cümleleri hastane odalarını doldururdu. İyi dilekler ve umut veren sözlerdi ağızdan çıkanlar… Zira ağızdan önce gönülden çıkardılar…
Pandemi, hayatımızı kökten değiştiriverdi. Zaten hastane kültürü epey sarsılmıştı. Eskiden cana can katan doktorlara dualar edenler, yerlerini çoktan doktorlara saldıranlara bırakmıştı, ama hiçbir şey böylesine sarsılmamıştı. Artık değil hasta ziyareti yapmak, sağlıklıyken bile hastaneye gitmeye korkar olduk. Oysaki doktorlar gece gündüz hastanede, görev başında! Cana can katmak telâşında… Ve kaç kişinin umurundalar acaba?
Kaç kişi 24 saat boyunca uykusuz kalan bir doktorun kendisini ameliyat etmesini ister? Kaç kişi böyle bir zamanda bir doktorun yerinde olmak ister?
İnsan bencil olmamalı… Kimseye yük de olmamalı. Düşünmeli, taşınmalı!
Düşüncesizlik, doktorları ‘ince hastalığa’ düşürüyor artık! Bir doktor kimseyi öldürmez, doktorlar hayat kurtarırlar. Sevin doktorları…
Anne-babaların çocuklar yanlarındayken yaptığı bazı sakıncalı konuşmaların üzerlerinde nasıl etkileri oluyor?
Uzman klinik psikolog Ilgın Şirin: Çocuk doğduğu andan itibaren her şeyi ailesinden, yakınlarından öğrenir. Yani, ailede neyin kabul görüp neyin tepki çekeceğini ev içinde gözlemler ve sosyal yaşamında da bu öğretilerden yola çıkarak bir yaklaşım benimser. O nedenle ebeveynin ağzından çıkan her söz çok önemlidir.
Çocuk ve ergen psikiyatrı Dr. Serdar Alpaslan: Bizim aile yapımızda çocuklar hem aşırı ilgi görür hem de yok sayılır. Örneğin, anne-baba çocuğunun beslenmesiyle aşırı ilgilidir ama ortamda sohbet içindeyken sanki çocuklar yokmuşçasına ilgisizdirler. Başkalarıyla olan ilişkilerini çocukların yanında konuşmaktan çekinmiyorlar. Bir akrabanın, arkadaşın arkasından ‘tembel, pisboğaz, şişko’ vb. ithamlarda bulunurlar ve çocuklar bunları duyuverir. Sonra da çocuğa dönüp “Şşşt! Bunu sakın ona söyleme!” diye tembihlerler.
GENELLEMELERDEN VE SUÇLAYICI KELİMELERDEN KAÇINMAK LAZIMÇocukların üzerinde en çok etkisi olan cümle ve tavırlar neler?Ilgın Şirin: Örneğin “Ben ona hep doğru söylemesini öğütlüyorum” dese de bir ebeveyn tavır ve davranışlarında bu öğüde uygun olmayan bir tutum içindeyse çocuk öğüde değil, tavra bakacaktır.
Dr. Serdar Alpaslan: Mesela ebeveyn, rahatsızlık duyduğu kişiler hakkında olumsuz cümleler kurup sonra o kişilerle karşılaştığında son derece normal konuşursa çocuk, bu iki davranış arasında ikileme düşer. Aynı davranışı kendisi başkalarına karşı yapmaya başlar.
Yetişkinlerin bile hâlâ ne olduğunu tam anlayamadığı bu virüs hakkında çocuklar büyük endişeler yaşayabiliyor.
EBEVEYN HASTALANDIĞINDA BUNU ÇOCUĞUNA NE ŞEKİLDE İZAH ETMELİ?
Uzman klinik psikolog Funda Tekelioğlu: Ebeveyn bunu mutlaka kendisi söylemeli. Hastaneye yattıysa bile... Bu durumda dijital dünyadan faydalanarak yine kendisi çocuğuna söylemeli. Burada “Aman çocuk hasta halini görmesin” gibi yaklaşımlardan uzak durmak gerekiyor. Ebeveynin gerçeği çocuktan saklamadan, yalana dolana bulaşmadan yalın bir şekilde anlatması çocuğun daha sonra oluşabilecek olumsuzluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır ve ebeveynine güven duymasını sağlar. Anlatım, mutlaka çocuğun yaşına, gelişim düzeyine uygun bir şekilde olmalı. Gerçekçi davranmak da çok önemli. Bilgiler basit, doğru ve net olmalı. Daha önce geçirilmiş hastalık varsa (grip bile olabilir) o zamanlar nasıl olduklarını, iyileşmek için neler yaptıklarını, neler hissettiklerini konuşabilirler. Koronavirüsün onun da vücudunda olduğunu, iyileşmesi için ilaçlarını alması ve dinlenmesi gerektiğini anlatmalı. Tabii tüm bunlar çocuğa anlatılırken her türlü fiziki mesafe ve güvenlik koşulu sağlanmış olmalı.
Çocuk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ateş Kara: Mesafe, maske ve hijyen kuralına dikkat edilmeli. Virüse yakalanan kişinin virüsü başkalarına da bulaştırma riski olduğundan, eğer kişi tedaviye evde devam edecekse bir karantina odasına alınmalı. Evdeki diğer bireyler de test yaptırmalı. Ortak kullanım alanlarında hijyene çok dikkat edilmeli, mümkünse evde de maske takılmalı.
ÇOCUK, KENDİSİNİN HASTALIĞA YAKALANDIĞINI DÜŞÜNÜRSE NE SÖYLEMEK LAZIM?
Funda Tekelioğlu: Evet, kendisi de yakalanabilir, bu gayet normal. Özellikle anaokulu ve ilkokul çağındaki çocuklar bilişsel kapasiteleriyle bunu düşünmeye daha yatkın oluyor. Herhangi bir belirti yoksa “Bak, sende hastalığın hiçbir belirtisi yok!” denmeli. Eğer test yapıldıysa ya da yapılmaya gerek dahi duyulmadıysa bu örneklenmeli. Bu arada çocuğa yalnız olmadığı da hissettirilmeli.
Prof. Dr. Ateş Kara: