Ömür Kurt

Sanat eğitimi sadece internetten olur mu?

5 Aralık 2020
Koronavirüs tedbirleri kapsamında yeniden uzaktan eğitime geçtik. Sanat eğitimi alan öğrenciler için durum epey zor. Eğitimciler ve veliler çocukların geri kalacağından endişeli, bilim insanlarıysa biraz daha dişimizi sıkmamızı söylüyor. Pandemi süreci öğrenciler için oldukça zorlu geçiyor. Hele de sanat öğrencileri için... Çünkü sanat, uzaktan eğitime uyarlanması en zor branşlardan biri. Bu alanda eğitim veren kurslar yeni kısıtlamalar kapsamında yeniden kapatıldı. Artan vaka sayıları nedeniyle önlem almak kaçınılmaz olsa da sanat eğitimcileri bir ara formül bulunabileceğini düşünüyor. Tan Sağtürk: “Küçük öğrenci gruplarıyla zaman zaman uzaktan uygulamayı da kullanan bir sistem kurarak kurs programlarının devamlılığını sağlamak mümkün.”



‘ÜLKENİN SANAT EĞİTİMİ ONARILAMAYACAK KADAR HASAR ALABİLİR’

Tan Sağtürk (Balet, dans eğitmeni): Sanat okullarının yarısından çoğu pandemi yüzünden ayakta kalmakta zorlanıyor. Çünkü sanat eğitimi veren kurumlar, örgün eğitim veren kurumlar gibi devamlılığı kolay olmayan kurumlardır. Sürdürülebilirliğini sağlamak büyük fedakârlıklar gerektirir. Pandemi, sanat eğitimi veren özel eğitim kurumlarını etkilediği gibi sanat eğitimi veren çok sayıda sanatçı ve sanat eğitimcisinin de olumsuz etkiledi. Geçen yıl 14 Mart'ta uygulanan karantina döneminden itibaren kurslar ayakta durma mücadelesine 7 ay boyunca devam ettiler. Özellikle şimdi destekler son derece önemli yoksa ülkenin sanat eğitimi onarılamayacak kadar hasar almış olacak aynı zamanda toparlanmak uzun yılları alacak.

Sanat kursları ülkenin gelecek sanatçılarını bulur, hazırlar ve profesyonel sanatçı olabilmeleri için konservatuarlara teslim eder. Yani bu kurslar, konservatuvara altyapı oluşturur. Konservatuvarda ve bir kurs programında, eğitim almaya başlamış her sanat öğrencisi geçirdiği disiplinli, zorlu ve keyifli süreç boyunca edindikleri becerileri hayatlarının her alanında kullanabilirler. Yani hem ülkemizin gelecek sanatçılarının oluşmasında hem de profesyonel sanatçı olmayacak ve başka mesleklerle uğraşacak öğrencilerimiz için kurs programları hayati önem taşıyor. Geçirdiğimiz 7 zorlu ay boyunca Millî Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın hijyen kılavuzu ve algoritmalarını uyguladık. Her okul, biliyorum ki gelen sağlık yönergelerine azami dikkat ediyor ve ötesinde önlemler almaya çalışıyorlar.  Bugün pandeminin artışıyla birlikte, küçük ve kontrollü öğrenci gruplarıyla çalışıp zaman zaman uzaktan uygulamayı kullanan bir sistemle kurs programlarının devamlılığını sağlamak mümkün olabilir. Sadece haftada bir saat katılım sağlayacak öğrencilerle gerekli tedbirlerin denetlenerek sanat eğitim kurumlarının yaşamlarını sürdürebilmesini sağlanabileceğini düşünüyorum. Sanat okulları ve kurslar geçtiğimiz 7 ay boyunca tüm hijyen kurallarına dikkat ettiler. Bu süreçten sonra da küçük ve kontrollü öğrenci gruplarıyla yüz yüze ve uzaktan eğitimi birlikte yürütebilirler.

Ben geçtiğimiz hafta bu konuları ele almak için

Yazının Devamını Oku

Kitap okumak özgürleştirir

28 Kasım 2020
Hepimiz çocuklarımızın kitap okumasını istiyoruz. Ancak onların kitap okumayı sevmesi için ne kadar doğru davranıyoruz? Çocuklar için yazdığı gezi kitaplarından sonra bu kez bir ‘kitap okuma’ öyküsüyle minik okurlarıyla buluşan Özge A. Lokmanhekim, kitap okumanın insanı özgürleştirdiğini söylüyor.

Böyle bir kitap fikri nasıl oluştu?

Teknolojinin hayatımızdaki yerinin artmasıyla daha az kitap okur olduk. Ancak araştırmalar, okuyarak öğrenmenin izleyerek öğrenmekten daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Okumak kelime dağarcığını genişletmekle kalmıyor, çocukların empati kurma ve iletişim becerilerini de geliştiriyor ve kendilerini daha iyi ifade ediyorlar.  Çocuklara okumanın da oynadıkları oyunlar kadar eğlenceli olduğunu anlatmak istedim.

Alt mesajda ‘Kitap özgürlüktür’ fikri var...

Kitaplar bizi zamandan ve mekândan bağımsız kılar. Okumanın kendilerini ne kadar özgürleştirdiğini anlayan çocuklar zaten birer kitap kurdu oluveriyor.  

Kitap okumak bir baskı unsuru mu?Biz yetişkinler istediğimiz gibi kitap okuyabiliyorken, çocuklar için durum pek böyle değil. Biz onların okuma hakkını “Git odana kitabını oku” diyerek sınırlandırıyor, istedikleri kitabı okuma haklarını ellerinden alıyor ve kitapla aralarına mesafe koyuyoruz. Çocuklarımızın kendi çocukluğumuzda okuduğumuz kitapları okumasını istiyoruz. Fantastik kitaplara, çizgi romanlara ya da yaramazlık yapan çocukların olduğu kitaplara sıcak bakmıyoruz. Çocuk edebiyatı, adını okur kitlesinden alsa da okurla yazar arasında hep bir ebeveyn ya da öğretmen var. Bu otosansürü aşabilirse yazar, çocukla buluşabiliyor. Bu kitabın ebeveynlerin de bakış açısını değiştirerek, çocuklara okuma özgürlüğü kazandırması en büyük isteğim.

Küçük okurların haklarından söz ediyorsun. Nedir bunlar? Kitabın sonunda, hikâyede anlattığım Selin ve Alin’in -ve elbette ailelerinin- kitaplarla ve okumayla ilişkilerinden yola çıkarak ‘Küçük okurların hakları’ diye bir liste hazırladık. Örneğin, çocukların istediği kitabı okuyabileceği, yarıda bırakabileceği, sevdiği bir kitabı tekrar tekrar okuyabileceği gibi haklar... Çocukların, okumayı öğrenmiş olsalar da hâlâ bizlerin kendilerine kitap okumasını, birlikte vakit geçirmeyi isteme hakkıysa benim en önemsediğim haklardan biri.

Ben Bir Kitap Kurduyum, 

Yazının Devamını Oku

Kitap okumak ne ceza ne ödüldür

21 Kasım 2020
Çocuklara ara tatil için verilen ödevler içinde kitap okuma da var. Hatta dersleri yeterince iyi olmayanlara bu, bir ceza olarak bile veriliyor. Bunda bir yanlışlık yok mu? Çocuğumuzun kitap okuması için onu yüreklendirebiliriz? Uzmanlara sorduk.

Çocuklara okuma ödevi verilmesi doğru mu?

Klinik psikolog ve oyun terapisti Börte Özdemir: Çocukların başarılı olmaları için bilgiyi tekrar etmeleri, düzenli bir çalışma sistemi oturtmaları önemlidir. Ödevler de bu sistemi destekler. Ancak kitap okumak, yazı yazmak gibi çocuğun tüm hayatına yayılması beklenen hobiler bir zorunluluk olmadan, çocukların kendi motivasyonlarıyla ateşlenmesi gereken davranışlardır. Eğer kitap okumak sadece ödevle bağdaştırılırsa keyif vermemeye başlar.

Uzman psikolog Ayben Ertem: Ödev ‘öcü’ gibi görülse de çocukların öğrenmelerini pekiştirir, bu nedenle de faydalıdır. Burada önemli olan çocuğa ödevin anlamının açıklanması ve onu bıkkınlık düzeyine getirmemesidir. Zorla “Her gün üç saat okuyacaksın” demek hem gerçekçi değildir hem de çocuğu kitaptan soğutur. Ama günlük bir programı olursa okumak ödev gibi gelmez. Hatta ebeveyni de çocuğa katılabilir. Kitap hakkında sohbet etmek, zorunluluğu ortadan kaldırır, keyif vermeye başlar.

YAPTIRIM, MERAKI KISITLAR

Kitap okumamanın cezası olur mu?

Börte Özdemir: Kitap okumanın çocuklar açısından bir görev ya da sorumluluk olması çocuğun bu davranışı sadece belirli koşullar altında gerçekleştirmesine sebep olur. Ceza sistemleri çocuklara bu koşulların ne olacağı hakkında bilgi verir, davranışın kendi gelişimlerine olan katkısı hakkında herhangi bir şey öğretmez. Kitap okumak kişiyi düşünmeye, sevdiği ve sevmediği alanları belirlemeye, hayal kurmaya, okudukları hakkındaki hislerini anlamaya, yani iç dünyasıyla temasa yönlendirir. Dışarıdan gelen bir yaptırım okuma davranışı sırasındaki bu merakı ve öğrenmeyi kısıtlayacaktır.

Ayben Ertem: “Eğer oyun oynamak istiyorsan önce kitabını oku!” gibi cümleler de kurmamak gerekiyor. Bunlar çocuğu okumaktan soğutur, tüm hayatı boyunca okumak karşısına bir barikat olarak çıkar.

Peki kitap okuması için bir ödül verilebilir mi?

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuza kendi masalınızı nasıl anlatırsınız?

18 Kasım 2020
Geleneksel masalları anlatmaktan sıkılan anne babalar kendi masallarını oluşturma telaşına girdi. Peki, ama siz kendi masalınızı nasıl yaratırsınız? Uzmanlara sorduk.

“Modern masallar hem yaratıcı hem gündelik hayattaki bazı sorunları ele almalı”

Judith Liberman (Masal anlatıcısı): Eskiden köylere giden halı satıcıları olurdu, köylülere “Siz bu eski püskü kilimlerden sıkılmadınız mı? Bize verin onları, biz size yeni halılardan veririz hem modern hem antibakteriyel!” diyerek eski kilimleri toplayıp onları şehirde antika diye satarlardı. Benim evimde hem modern halı hem geleneksel kilim var. Çocuklarımıza anlattığımız hikâyeler için de öyle olması gerektiğine inanırım; yeri gelince modern, yeri gelince geleneksel bir masal paylaşmak önemli. Geleneksel masalların kadim bir kültürle birlikle, çok derin bir bilgeliği de taşıdığına inanıyorum, onlardan vazgeçmek söz konusu değil bence. Ama uydurduğumuz modern masallar hem yaratıcı hem de gündelik hayattaki bazı sorunları ele alabildiği için bir çocuğa anlatılmalı.

Çocuğuna sıfırdan oluşturduğu bir masal anlatmak isteyen bir ebeveynin neye ihtiyacı var?

Judith Liberman (Masal anlatıcısı): Bence ilk önce temel bir masal iskeleti. Başlamak için bir karakter ve bir mekâna ihtiyacınız var, o kadar, her şey onunla başlar. Bir varmış bir yokmuş... Ormanda yaşayan bir peri ya da sınıfta sobanın arkasında yaşayan bir fare... Olasılıklar sonsuz, bırakın çocuğunuz seçsin. Sonra, bu karakterin, yaşadığı yerde, günlük bir yaşantısı olur, her gün belli şeyler yapar. Onları anlatma zamanı geldi... “Her gün fare... Heyecanla matematik dersini beklerdi, çünkü en sevdiği konuydu...” Genellikle en az üç ayrı alışkanlık anlatmanızı tavsiye ederim. Sonra, hazır bir giriş yaptınız, şimdi masalınızın dengesini bozmanız lazım, masal ancak bir şey ters gittiğinde başlar. Örnek: “Ta ki bir gün, hocanın matematik kitabı kayboluncaya kadar... Kitap kaybolunca, hoca dersi iptal etmiş...”  Şimdi rutini bozduğumuza göre karakter yola çıkabilecek. Macera ya köye bir yabancı geldiğinde ya da köyden biri yola çıkınca başlar. Yolda bizim kahramanımız, arayışı içinde çeşitli varlıklarla karşılaşır. Kimi ona yardım eder, kimi onu oyalar veya kandırır. En az üç ayrı kişi ile karşılaşmasını hayal edin. Her karşılaşma, eğlenceli bir karakter yaratma ve komik diyalog katmak için bir fırsat. Sonunda, kahraman aradığı çözüme ulaşır! Çözüme ulaşır ama masal bitmez; masal sınav gibi değil, sorun çözülünce bitmez. Önce kahramanın evine dönmesi lazım, bu başladığı nokta veya yeni yaşayacağı yer olabilir... Ve sonra orada bir fark yaratması lazım, macerasının bir mirası olsun diye. Bu çemberi tamamlayınca, masal biter. Bu yolu takip ederek sonsuz hikâye oluşturabilirsiniz. Zaten anlata anlata çocuğunuza masal anlatmayı de öğretmiş olursunuz. O nedenle belli bir zamandan sonra, siz değil hep onlar anlatırlar.

“Masalınıza ritmik bir tekerlemeyle başlayın”

Koray Avcı Çakman (Yazar-drama eğitmeni): Masalı halı dokumaya benzetebiliriz. Başlangıçta elimizde bir halı tezgâhı, renk renk iplikler ve ortaya çıkmasını istediğimiz bir desen vardır. Attığımız her bir ilmek motifi, motifler de deseni oluşturacaktır. Buna göre hangi renk ipliği nerede kullanacağımızı biliriz. Masallar da motiflerden oluşur. Masalın başındaki bir ögeyi bazen ortasında da görür “Bu, bu yüzden varmış,” deriz. Pamuk Prenses masalında sihirli ayna söylemeseydi, üvey anne Pamuk Prenses’in yaşadığını nereden bilecekti, değil mi? Masalları oluştururken sözcük ve konu seçimimiz çocuklarımızın yaş grubuna uygun olmalıdır. Masala ritmik bir tekerleme ile başlamak her zaman çocukların ilgisini çeker. Giriş tekerlemesi hayal dünyasının kapılarını aralar. Çocuklara adeta, “Seni alıp evvel zamana, ta Kaf Dağı’nın ardına götüreceğim,” der. Masalı ana hatları ile zihnimizde belirlersek işimiz kolaylaşır. Betimlemeler, ikilemelerle anlatı ilerler. Tabii ki her masalın bir, bazen de birden çok kahramanı vardır. Tılsımlı bir nesneye sahip olan biri mi? Şaşkın bir karakter mi? Yedi başlı bir ejder mi? Anlatırken işleri karıştırıp düğümleyelim ki çocukları heyecanlandıralım, meraklandıralım. Kafalarında soru işaretleri oluşsun. Masallar hayal gücümüzün özgürlük alanıdır. Kurgumuzda olağanüstü nesneleri kullanabilir, olmaz denileni oldurtabiliriz. Kahramanın başına neler gelecek? Neler olacak? İşler nasıl karışacak? Masalın sonuç kısmında sorunlar çözülsün, karmaşa sona ersin. Masalı nasıl düğümlediysek öyle açalım sözcük sözcük. Sıra geldi masalın bitiş tekerlemesine.  Gökten düşen üç elma çocukları dalıp gittikleri, sözcük sözcük adımladıkları düş âleminden gerçek dünyaya döndürmemizi sağlar. Düşlerin sonsuz, sınırsız olduğu bu dünyada her şey, herkes masalımızın konusu olabilir. Yeter ki sonunda iyiler ersin muradına.

Yazının Devamını Oku

Galata'nın hafızası konservatuvar olacak

17 Kasım 2020
Cenevizliler tarafından inşa edilen ve büyük İstanbul yangınından sonra 1700’lü yıllarda Fransız Sefarethanesi olarak yeniden inşa edilen Saint Pierre Han, Bahçeşehir Üniversitesi Konservatuvarı’nın binası oluyor. Yaklaşık 10 yıldır devam eden restorasyonda farklı dönemlere ait duvar resimleri, mozaikler ortaya çıkıyor. Bina duvarları kazındıkça ortaya çıkan Bandırma Vapuru da görülmesi gereken duvar resimlerinden biri. Binanın tarihi ve konservatuvar yapılanmasıyla ilgili Bahçeşehir Okulları Konservatuvar Müdürü Bülent Sezgin, Dış İlişkiler Koordinatörü Ömer Vatanartıran ve konservatuvarın ilk öğrencilerinden Efe Can Karakaya ile konuştuk.

Ömer Vatanartıran, Bülent Sezgin ve Efe Can Karakaya

St. Pierre Han'ın konservatuvara dönüşmesi nasıl oldu?

Ömer Vatanartıran (Dış İlişkiler Proje Koordinatörü – Diksiyon Eğitmeni): Saint Pierre Han, Cenevizlilerin inşa ettiği bir bina. Sırtını, Venediklilerden kalma bin yıllık duvarlara dayamış durumda. İstanbul’da çıkan yangınlardan birinde bina yıkılmış, 1700’lü yıllarda ise Fransızlar, Fransız Sefarethanesi olarak baştan inşa etmişler. Zaman içinde pek çok kez el değiştirmiş. Uzun yıllar Fransız tüccarlarına ve onların bankacılık işlerine merkezlik yapan Saint Pierre Hanı, 1863'te Osmanlı Bankası'nın kuruluş yeri olmuş. Bu nedenle binanın cephesinde ve içinde bazı değişiklikler yapılmış. Normalde iki katlı olan binaya üçüncü kat da bu dönemde ilave edilmiş. Osmanlı Bankası'nın hanı terk etmesinden sonra buradaki mekânlar, büro olarak kullanılmış. Ticaret yıllıklarındaki bilgilere göre 19. yüzyılda İstanbul Barosu ve İtalyan Ticaret Odası da bu binadaydı. Uzun zamandan beri tarihi değeriyle hiç örtüşmeyecek şekilde bazı atölye ve imalathanelere ev sahipliği yapan Saint Pierre Hanı, bugün Bahçeşehir Okulları’nın restorasyon sürecinde. Bir kültürel miras olarak gördüğümüz bu yapı, birçok sanatsal ve kültürel faaliyete ev sahipliği yapabilecek nitelikte. Bu nedenle de biz burayı konservatuvar olarak değerlendiriyoruz şimdi.

Bahçeşehir Üniversitesi Dış İlişkiler Proje Koordinatörü ve Diksiyon Eğitmeni Ömer Vatanartıran

Restorasyon sonrasında bizi neler bekliyor peki?

Ömer Vatanartıran:

Yazının Devamını Oku

Şiddetin normalleştirilmesi çocukken başlıyor

16 Kasım 2020
Televizyon programlarından gazetelerin üçüncü sayfalarına kadar sıradanlaştırılan ‘şiddet’ haberlerinin kaynağı aileyi gösteriyor. Psikolog Prof. Dr. Yıldız Dilek Ertürk ve Doç. Dr. Seher Cesur Kılıçaslan’a “Şiddet eğilimi olmayan erkeğin nasıl yetiştirileceğini sorduk. Uzmanlara göre ‘şiddet’ cinsiyetle bağlantılı ve öğrenilen bir şey. Eğer şiddet bir sorun çözme yöntemi olarak görülürse ve ailede normalleşirse, çocuk da büyüyünce şiddet eğilimli oluyor.

“Şiddetin normalleştirilmesi ailede başlar”Psikolog Prof. Dr. Yıldız Dilek Ertürk: Şiddetin normalleştirilmesi ailede başlar. Şiddet öğrenilen bir davranıştır ve çocuk gördüğünü yapar. Bu nedenle anne babanın “Şunu yap, bunu yap” demesinden ziyade rol model olması gerekiyor. Eşlerin birbirine karşı konuşma tarzları, hitapları, küslükleri, barışmaları her şey rol modeldir. Ayrıca anne babanın, neyin şiddet olduğunu bilmesi de çok önemli. Sadece fiziksel veya sözlü şiddet yok, psikolojik şiddet de var. Burada annenin etkisi özellikle önemlidir. Babadan şiddet gören anne aynı şiddeti çocuğa gösterir, çocuk şiddet davranışını normal görür. “Kocamdır döver de sever de” anlayışı çocukların şiddeti öğrenmesinin baş gerekçesidir. Çünkü aileden gelen bir normalleştirme vardır. Aynı zamanda şiddetin çocuklardaki dürtüsel bir boyutunun da olduğunu biliyoruz. Örneğin, çocukta beklenmeyen bir vurma davranışı, bağırma, öfkelenme vb. bir durumda da psikiyatrik destek alınması gerekir. Oyuncak seçimi de çok önemli. Çocukları şiddete yönelten silah, savaş aleti vb. oyuncaklarla oynamamalı. Çünkü oyuncak öğreticidir. Ekran da çok önemli. Şiddet içerikli yayınlardan çocuklar uzak tutulmalı. Çocuğunun şiddete yönelmeyen bir birey olmasını isteyen aile empatik ve duyarlı çocuk yetiştirmeli.

“Şiddetle cinsiyetin bir bağlantısı var”Doç. Dr. Seher Cesur Kılıçaslan: Şiddetin ne yazık ki cinsiyetle bir bağlantısı var. Bu bağlantıda erkek, şiddet uygulaması, kadın ise şiddetin uygulanması beklenendir. Atasözlerimizde erkeklerin kadına şiddet uygulamasının öğütlendiğini görüyoruz: “Kadının sırtından sopayı karnından sıpayı (bebeği) eksik etme.” Kızlar eğitilirken dövülmelidir: “Kızını dövmeyen dizini döver.” Ayrıca erkek çocuklarının şiddete eğilim geliştirmesinde de iki önemli sebep var. İlki toplumda şiddetin bir erkeklik göstergesi olarak algılanması, diğeri ise şiddet kullanımının bir sorun çözme yöntemi olarak benimsenmesi. Öncelikle bu fikrin ortadan kaldırılması gerekiyor. Çocuk evinde, sosyal hayatında, medyada yetişkinlerin sorunlarını şiddet kullanarak çözdüklerini görüyor. Böylece şiddetin bir sorun çözme aracı olduğu yanılgısına kapılıyor. Doğal olarak, kendisi de sorunlarını şiddet yoluyla çözmeyi deniyor. Erkek çocuklarımıza hayata başladıkları andan itibaren erkeklik ile şiddet kullanımının bağdaşmadığını gösterirsek, onlara sorunlarını akıl yoluyla çözmeyi öğretirsek büyüdüklerinde daha uygar bireyler olacaklardır.

Yazının Devamını Oku

Güzel masal uydurmanın ve anlatmanın 10 altın kuralı

14 Kasım 2020
Günümüzün anne-babaları bazı klasik masalları beğenmiyor ya da hep aynı şeyleri anlatmak istemiyor. Bir yandan da gündelik hayattaki bazı sorunları aktarabilmek için kendi masallarını ‘uydurma’ peşindeler. Uzmanlara kendi eğlenceli ve etkileyici masalımızı nasıl yaratabileceğimizi sorduk, 10 maddelik bir plan çıktı.

TEMEL İSKELETİ OLUŞTURMAK GEREKİYOR
Masal anlatıcısı Judith Liberman

1) Geleneksel masalların kadim bir kültürle birlikle, çok derin bir bilgeliği de taşıdığına inanıyorum, onlardan vazgeçmek söz konusu değil bence. Ama kendi uydurduğumuz modern masallar da çocuklara anlatılabilir. Yaratıcı olmak ve gündelik hayattaki bazı sorunları ele almak önemli...

2) Bir masal oluşturabilmek için önce temel bir masal iskeleti gerekiyor. Başlamak için bir karakter ve bir mekâna ihtiyacınız var, o kadar. Her şey onunla başlar. Bir varmış bir yokmuş... Ormanda yaşayan bir peri ya da sınıfta sobanın arkasında yaşayan bir fare... Olasılıklar sonsuz, bırakın çocuğunuz seçsin.

3) Sonra bu karakterin, yaşadığı yerde, günlük bir yaşantısı olur, her gün belli şeyler yapar. Onları anlatma zamanı geldi... “Fare her gün... Heyecanla matematik dersini beklerdi, çünkü en sevdiği konuydu...” Genellikle en az üç ayrı alışkanlık anlatmanızı tavsiye ederim.

4) Masal ancak bir şey ters gittiğinde başlar. Örnek: “Ta ki bir gün, öğretmenin matematik kitabı kayboluncaya kadar... Kitap kaybolunca hoca dersi iptal etmiş...”

Yazının Devamını Oku

Kâğıtların heba olmasına dayanamadı öğrencileriyle atölye kurdu

9 Kasım 2020
MEB’de öğretmen olan Nebahat Kavak yıllar önce başladığı geri dönüşüm projesiyle artık kâğıtlardan defterler, zarflar, mektup kâğıtları üretiyor.

Öğrencilerine eskiyi değerlendirmeyi, yok etmek yerine üretmeyi öğretiyor. Yaptığı kâğıtları da @medeniyet_hamuru hesabından Instagram’da paylaşıyor.

Kâğıtları değerlendirmeye nasıl başladınız?

Özellikle okullarda her gün yüzlerce kâğıt harcanıyor, fotokopiler boşa gidiyor, çöpler kâğıt atıklarla doluyordu. Kâğıtları boşa harcamak istemiyordum ve öğrencilerimle bir araya gelerek kâğıtları dönüştürmek için bir çalışma gerçekleştirmeye karar verdik. Yalova Lisesi’nde koridorlara ‘kâğıt atık kutuları’ koyduk. Herkes atık kâğıtları orada topladı. Sonra öğrencilerimle birlikte Yalova’daki İbrahim Müteferrika Kâğıt Müzesi’ne gittik ve orada Kâğıt Ustası Aytekin Vural’dan kâğıt yapmayı öğrendik. Böylece okulumuzda bir geri dönüşüm atölyesi kurduk. O günden bu yana atık kâğıtları dönüştürüp yeniden kullanılır hâle getiriyoruz.

Peki, kâğıt üretirken hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?

Plâstik tekne, eleme işlemi için üzerine sineklik gerilmiş bir çerçeve (elek), boş çerçeve, pamuklu bez, çırpıcı, mandal, ip, sünger, iki adet kalın keçe, rondo, atık kâğıt ve mısır nişastası…

Biz kendi kâğıtlarımızı nasıl yapacağız peki?

İşe atık kâğıtları biriktirerek başlayın. Biriken atık kâğıtları küçük küçük kırpın ve bir kovanın içine yarısı su, yarısı kâğıt olacak şekilde koyun. 24 saat boyunca bekleyin. Suda kalan kağıtları rondodan geçirin ve pamuksu bir kıvam alana kadar karıştırın.  Plastik tekneye 20 litre su koyun ve eleği bu temiz suya bir defa batırıp çıkarın. Teknenin yanına iki adet kalın keçe serin üzerine de pamuk bir bez yayın. Elde ettiğiniz hamurdan dört avuç alın ve tekneye koyun. Çırpıcıyla iyice karıştırın. Öte yandan üzerine tel gerdiğimiz çerçevenin (elek) üzerine, boş olan çerçeveyi koyarak yanlardan sıkıca tutun. Eleği suya daldırıp süzün, üstteki çerçeveyi çıkartın. Beze ters olarak yatırın, süngerle tersinden suyunu alın. Bezle bir kenarından bastırın ve eleği yavaşça kaldırın. Beze yapışan kâğıdı bezle birlikte gergin şekilde asın ve kurumaya bırakın. Ardından bir kâğıt daha yapmak için bir avuç hamuru tekneye atın ve aynı işlemleri tekrarlayın. Her kâğıt yapımından önce tekneyi çırpıcı ile karıştırmayı unutmayın. Kâğıdın sağlam olması için hamurun içine veya tekneye yarım su bardağı mısır nişastası koyun. Kâğıtlar kuruduktan sonra onları yavaşça bezden ayırın, yeni bir bez koyup buharlı ütüyle ütüleyin.

Uygulama yaparken nelere dikkat etmeliyiz peki?

Yazının Devamını Oku