Buna ihtimal vermeyenler bile bu rüzgâra kapılıp, “Siyasette 24 saat bile çok uzundur. Her şey olabilir” noktasına gelir.
Geçmişte siyasetçilerin erken seçimle ilgili karneleri pek iyi olmadığından, “Seçim zamanında yapılacaktır, partimizin gündeminde erken seçim yoktur” gibi açıklamalara şüpheyle bakılır. “Zaten baskın seçim yapacak biri, elini önceden niye açık etsin ki” diye düşünülür. Geçmişte yaşananlara bakılınca, bunlar pek de boş yorumlar değildir.
2020’nın Kasım ayında erken seçime gidileceğine dair iddialar konuşuladursun, seçmenin bu senaryolara inanıp inanmadığını soran araştırmacılar oldu. Yapılan araştırmada, seçmene “Erken seçim olacağına inanıyor musunuz?” diye soru yöneltildi.
Katılımcıların, yüzde 30’u erken seçim olacağına inandığını dile getirdi. Erken seçime gidilmesini olası bulmayanların oranı yüzde 37 olarak belirlendi. Bu konuda görüşü olmayanlar ise yüzde 32’de kaldı.
Araştırmaya baktığınızda, seçmenin neredeyse üçe bölündüğü görülüyor. Yani çıkan tablo, siyasetçilerin durumu gibi.
Siyasete baktığınızda, seçim isteyenler, olmayacak diyenler ve sessiz kalanlar neredeyse aynı.
KAMYONCULARIN MECLİS ŞUBESİSİYASETTE
Üniversiteler ve ilgili kurumlar, pandemi için “dijital yönetim ittifakı” oluşturdu. Bu küresel bir salgında, devletin tüm kurumlarının alacağı pozisyonları gösteren önemli bir çalışma olacak.
Hacer Boyacıoğlu’nun aktardığına göre, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (TOBB ETÜ) bünyesindeki çalışma, pandemi ve benzeri yaygın afet süreçlerinin idaresinde, dijital yönetim modellerini araştıracak ve hayata geçirilmesini sağlayacak. Tabii bu çalışmanın birden fazla tarafı ve destekçisi bulunuyor. Yaygın Afetler Dijital Yönetim İttifakı’na TOBB Üniversitesi’nin yanı sıra, Ante Group, ASELSAN, Bahçeşehir Üniversitesi, ODTÜ, SAS, Softtech, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) ile Hollanda’nın Wageningen Üniversitesi’nin temsilcileri de katılıyor.
Projeyi yöneten Prof. Dr. Mehmet Akşit, koronavirüs de olduğu gibi yaygın afetlerin gelecekte de oluşacağını, bunlara hazırlanmanın en etkili adımının ülke çapında afetleri yönetebilecek dijital bir kurumsal sistemin kurulması olduğunu söyledi. Prof. Dr. Mehmet Akşit, “Biz standartlar ve ekosistem çatısı sayesinde etkin ve verimli bir şekilde herkesin katkılarını vereceklerini düşünüyoruz. Ayrı ayrı çalışılsaydı israf ve verimsizlik olurdu” dedi.
Olası bir küresel afette kullanılacak dijital alt yapıların, doğru çalışması, arızaya dayanıklı, güvenli, emniyetli olması gerektiği belirtiliyor. Bu nedenle, yaygın afetlerle mücadelede kullanılacak sistemler, stratejik düzeyde kritik önem taşıyor. Yapılacak planlama, devlet yönetiminin hemen her yönünü, toplumsal süreçleri ve kişisel hayatlarımızı etkileyecek.
Şimdi bilimkurgu filminden bir kare gibi görünen bu çalışmalara katkı sağlayan bilim insanlarına teşekkür etmek gerekiyor.
HAYDARPAŞA MUAMMASI SEKİZ YILDIR BEKLENİYORİstanbul’un tarihi sembollerinden olan Galata Kulesi’ndeki restorasyon ayıbı, günlerden beri kamuoyunu meşgul ederken, bir başka sembolle ilgili gelişmeler de merak konusu. Haydarpaşa Garı’nın yeniden açılması ve restorasyon çalışmalarının tamamlanmasına ilişkin verilen hiçbir tarih de tutmadı. Sekiz yılı aşan çalışmalarda gelinen nokta, sık sık TBMM’de gündem maddesi oldu.
AK Parti milletvekilleri, açıktan olmasa da bu karara tepki gösterip bakanlığın bürokratlarına, “N’apıyorsunuz? Üreticilere bu durumu nasıl anlatacağız kardeşim” diye isyan ettiler. Tepki gösterenlerin daha çok Çanakkale ve Balıkesir bölgesi vekilleri olduklarını ilave edelim.
CHP’nin 81 ilde eylem yapmasına neden olan karar, Türkiye’nin Venezuela’dan sıfır gümrükle tarım ürünleri ithal etmesine kapı aralayan Cumhurbaşkanlığı kararı. Bu karara göre, Venezuela’dan “500 ton taze peynir, 500 ton eritme peynir, 500 ton diğer peynir, bin ton pirinç, 2 bin ton yulaf, 400 ton yerfıstığı, 5 bin ton ayçiçeği tohumu, 2 bin ton hint yağı tohumu, 2 bin ton susam tohumu” gibi birçok tarımsal ürün ithal edilecek. Liste uzayıp gidiyor.
CHP Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan konuyu Meclis gündemine taşırken, bu kararın çiğ süt üreticilerine büyük zarar vereceğini, sürekli “yerli ve milli” vurgusu yapan iktidarın kendisiyle çeliştiğini söyledi. Ceylan, bölge milletvekillerinin birçoğu gibi, “Türkiye’de süt tüketimi yaklaşık olarak kişi başı yıllık 34 kilogram. Avrupa’da ise bu ortalama kişi başı 60, Amerika kıtasında ise 58 kilogram. Bu rakamları gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak yapısal önlemleri konuşmamız gerekirken, süt ve peynir üreticisine darbe vuruluyor” diye itiraz etti.
Bunlar tartışılırken, yerli üreticinin güçlendirilmesi, kaybedilen tarım arazilerin yeniden tarıma kazandırılmasını amaçlayan yasa çalışması askıda bekliyor. TBMM tatile girmeden önce yasalaşması planlanan metin, her ne olduysa yeni döneme ertelendi. Fazla söze gerek yok sanırım.
BOYU POSU YERİNDE SEMAZEN, SEMA YÖNETECEK POSTNİŞİNSIKICI kamu ilanları bazen gazetecileri şaşırtan bilgiler içerirler. “Orantılı boy ve kilo ölçülerine sahip semazen aranıyor” ilanı bunlardan biri. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tasavvuf, İrfan ve Meydan Meşkleri Bölümü için sema yönetecek stajyer postnişin ile semazenler arıyor. Sadece bununla kalmıyor. Bendir, ney ve klasik kemençe çalanlar da ilanın konuları arasında.
Umut Erdem’in aktardığına göre Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün duyurduğu ilanda, bir sema gösterisinin olmazsa olmazlarını içeren tüm unsurlar sıralanıyor. Bakanlık, semayı yöneten postnişin, semazenbaşı ve semazen, erkek ses sanatçısı, ritim çalgıları bendir, ney, klasik kemençe ve bağlama çalabilen 19 stajyer sanatçı alacağını duyurdu. Tabii bunun için gerekli özellikler öyle sıradan değil.
Örneğin, stajyer postnişin adayları için
Bilim insanlarının, çevre kirliliğinin sonuçlarına ilişkin çalışmaları yeterince ses getirmezken, kendisini bu konuya adayan bir milletvekili, kamuoyunda duyarlılık yaratmaya çalışıyor. MHP İzmir Milletvekili Hasan Kalyoncu, mikroplastiklerin çevre kirleticilerin en tehlikeli sınıfı olduğunu anlatanlar arasında.
Umut Erdem’in aktardığına göre, kendisi biyolog olan Prof. Kalyoncu, “Mikroplastikler, insan tüketimine sunulan gıda maddelerinde, tuz, midye, balık gibi su ürünlerinde, şeker, bal, soda, su gibi yiyecek ve içeceklerde, iç, dış hava örneklerinde bulunabiliyor” diyerek, sorunu çok iyi özetliyor.
Kalyoncu’nun anlatımıyla, konuya birlikte bakalım.
“Çevresel kirleticiler incelendiğinde, plastikler ve sebep olduğu kirlilik önemli bir risk unsuru. Beş milimetreden küçük olanlar, mikroplastik olarak isimlendirilmektedir. Mikroplastikler, çevrede plastik kirleticilerin muhtemelen en tehlikeli sınıfıdır.
Mikroplastikler; akarsu, göl veya deniz gibi ortamlardaki özellikle suyu süzerek beslenen omurgasız canlılar ve balıklar gibi omurgalı canlılar vasıtasıyla besin piramidi içerisinde birikerek ve taşınarak insana kadar ulaşabilmektedir. İnsanlar dahil birçok canlıyı tehdit edici bir kirlilik oluşturmaktadırlar.
Tek bir sentetik giysi yıkanırken 1900 adet mikroplastik lif kanalizasyona geçebilir. Tek bir cilt temizleme ürünü 360 bin adet mikroboncuğu içerebilmektedir.
Solunması veya yutulması durumunda mikroplastikler vücudumuzda birikebilir ve bağışıklık sistemini etkileyerek parçacık zehirlenmesi gösterebilirler. Hızla gelişen sanayi ve nüfus, atık suların deşarjı ve çöplerin doğaya kontrolsüz bırakılması mikroplastik kirliliğinin ana kaynağıdır.”
Konunun önemi yeterince gözler önüne serilmiş durumda. Bugün görmezden gelinen bu sorun, yarın
Dünyanın en ileri laboratuvarları hem COVID-19’a çare arıyor, hem de kaynağını çözmeye çalışıyor. Ama en yetenekli bilim insanları ve istihbarat kurumları bile henüz o sorunun yanıtında uzlaşmış değil: “COVID-19 üretilmiş bir biyolojik silah mı?” Dünyaca saygın bazı bilim insanlarına göre “insana tutunan proteini laboratuvarda üretildi”. Ancak çoğu bilim insanına göre ise virüsün süreci “doğal”. Türk bilim insanları bu konuya kafa yoruyor. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi, Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Hamit Hancı diğer yandan “daha ötesinin” görülmesi gerektiğini vurguluyor. Prof. Dr. Hancı, öncelikle COVID-19’un yolculuğunu yorumladı:
“Biyolojik bir silahın kullanılmasından ilk hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar geçen süre 1 gün ila 2 hafta arasındadır. Pencere dönemi denilen bu süre, ajanın kullanıldığı yerin ve etkilenenlerin süratle tespit edilmesini zorlaştırır. Dünyada yapılan ciddi araştırmalarda, COVID-19’un zaman içinde ve doğal yollardan mutasyona uğradığı, laboratuvarda bir amaç doğrultusunda oluşturulmadığı, yarasalarda ortaya çıktığı ve başka hayvan konakçılar aracılığıyla insana sıçradığına dair sonuçlara varıldı. Ancak bu, virüsün insana sıçrar sıçramaz hasta ettiği anlamına da gelmemektedir. Alternatif bir olasılığa göre virüs, hasta edecek şekilde değişmeden önce atlamış ve insanlar arasında sessizce beklemiş de olabilir.”
Bu soru yanıtını bulsa da bulmasa da devletleri bekleyen görevler var. “Biyolojik silah fabrika istemez” diyen Prof. Dr. Hancı uyarıyor ve öneriyor:
“Yapılacak en doğru hareket saldırganı ve silahlarını tanımak olacaktır. Antibiyotik, aşı, gıda ve içecek üretiminde kullanılan tesislerin birçoğu biyolojik silah hammaddesi yapımı için de kullanılabilir. Havada hissedilmezler, genetik mühendisliğiyle etkinliği arttırılabilir, kolay depolanabilir, kolay uygulanır. Yabancı ülkelerin sivil ve askeri sağlık kapasitelerinin izleneceği, kendi ihtiyaçlarımızın tespit edileceği tıbbi istihbarat birimi oluşturulmalı. Biyolojik ve kimyasal silahlara karşı savunma konseyi kurulmalı. Konseyde yer alacaklar sadece mikrobiyoloji alanından değil halk sağlığı, afet, biyoloji, adli tıp, acil tıp, ekonomi, güvenlik gibi alanlardan da olmalı. Sadece genel salgın boyutu değil, zirai ürünlere, gıdaya, hatta suya yapılacak saldırı boyutu ele alınmalı. Kimyasal, biyolojik silahlar konusunda köpekler hatta diğer hayvanlardan yararlanıp yararlanılmayacağı adli veteriner hekimliklerce incelenmeli. İçişleri Bakanlığı’na bağlı görev hayvanları daire başkanlığı kurulmalı.”
Bunun komik ve ilginç bir örneği, TBMM tatile girmeden önce yaşandı ve maaş verilmesi unutulan üç kişi için özel yasa çıkarıldı.
Hacer Boyacıoğlu’nun bilgisine göre, konu, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tartışılırken, “TÜBA Başkanımız ve yardımcıları 15 aydan beri maaş alamıyor” diyen bürokratın sözleri, herkesi şaşkına çevirdi. Hikayenin aslı da sonraki tartışmalarda ortaya çıktı. Torba teklifine konulan bir maddeyle, Türkiye Bilimler Akademisi yönetiminin TÜBİTAK’taki haklardan yararlanması sağlandı. Buna neden gerek duyulduğunun sorulması üzerine, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde yapılan “uyum düzenlemelerinde”, TÜBA yönetiminin unutulduğu ortaya çıktı.
Komisyon üyeleri, “Nasıl anlamadık, biz üç kişi için mi yasa çıkartıyoruz?” diye şaşkınlıklarını belirtirken, TÜBA Genel Sekreteri Mete Kurt, sorunun kaynağını şöyle anlattı:
“Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi’ne geçiş döneminde, sehven yer almayan düzenleme nedeniyle TÜBA yönetiminin özlük haklarındaki mağduriyetin giderilmesi amaçlanmıştır. Akademi Başkanı ve üniversitelerden görevlendirilen iki akademisyen maaş almaktadır. Bu kişiler, sistem değişikliğinde yapılan yasal düzenlemelere konulmadığı için on beş aydan beri maaş alamamaktadır.”
Tabi milletvekilleri, sistemin nasıl işlediğini, eksik yasaları kimin hazırladığını da sorguladılar. TÜBA’nın profesyonel yönetimi, buradan maaş alırken, kadrolarının bulunduğu üniversitelerdeki ücretlerini de almaya devam ediyorlar. Yani, bu sürede aç ve açıkta kalmadılar. Hatalı ve kötü yasama nedeniyle olan kayıpları da on beş ay sonra telafi edilmiş oldu.
Bazı işler vardır ki; duyunca şaşkınlık yaratır. “Kedilerin, halkalanması için kurulan ağlardaki kuşları yemesini önleme nöbeti” bunlardan biri. Duyulduğunda “Nasıl ya?” dedirten bu görevin, hem bilimsel açıdan değeri var hem de büyük sıkıntıları.
Her yıl Türkiye’deki kuş türleri, göç rotaları, kalış sürelerinin belirlenmesi için çalışmalar yapılıyor. Bu bilimsel çalışmalar, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından gerçekleştiriliyor ve kuş bilimciler bunu “
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Azerbaycan’a tatbikat için yaptığı ziyaret, buna iyi bir örnek. Bakan, beraberinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit Dündar, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal ile Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısından sonra başlayan ve iki haftayı bulan Türkiye-Azerbaycan (TurAz) ortak askeri tatbikatının “seçkin gözlemci” gününe katılıp izledi.
Bu ziyaret sırasında, Akar ve komutanların kıyafetleri tam da bahsettiğimiz askeri dilde mesaj içeriyordu. Akar ve TSK komuta kademesi, Azerbaycan’a gidişlerinde ve Bakü Havaalanı’nda muhatapları tarafından karşılanışında üzerlerindeki sivil kıyafetler dikkat çekti.
Ertesi gün ise kıyafetler değişti. Akar ve TSK komuta kademesi, resmi Bakü ziyaretine merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in kabri ile Azerbaycan ve Türk Şehitliği’ni ziyaret ederek başladı. Ardından Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından kabul edildi. TSK komuta kademesinin bu ziyaretlerde “kamuflajlı” üniforma giymeleri ise anlamlı bulundu.
Akar ve komutanların kamuflajlı üniformalarla Ermenistan’a karşı TSK’nın kararlılığını gösterdiği ve komuta kademesinin sahada her zaman Azerbaycan’ın yanında olduğunu güçlü şekilde gösterdiği yorumları yapıldı.
Tabii doğal olarak, komutanların tatbikatı izleyecek olmaları nedeniyle kamuflajlı üniforma giydikleri belirtilse de, askeri gözlemciler, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in ziyareti de dahil, resmi ziyaretin tamamının aynı kıyafetlerle yapılmasının, Ermenistan’a verilmiş bir mesaj olduğu görüşünde.
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin partiyle yollarını ayırıp çıkmaya hazırlandığı “yolun” neresi olduğu konuşuluyor. İnce’nin yeni parti kurma hazırlıkları için nabız yoklama niteliği taşıyan bu çalışmasının sonuçlarını hep beraber göreceğiz. İnce’nin bu son hafta içerisinde kendisinin son kararını eleştiren herkese yanıt vermeye hazırlandığını öğrendik. İnce’nin sohbet ettiği basın mensuplarına, “Bana yöneltilen her türlü eleştiriyi dikkatle izliyorum. Hepsine haftaya Ankara’da bir basın toplantısıyla yanıt vereceğim” dediğini biliyoruz. Basın toplantısında söyleyeceklerinin de yeni tartışmalar yaratacağı kesin. Özellikle, Cumhur ittifakından kendisine yönelik “sempatik” açıklamalara, ne yanıt vereceği merak konusu.
BAŞKANLAR YANIT BEKLİYOR
CHP’li belediye başkanlarının yönetiminde olan il ve ilçelerde yaşanan sorunlar, siyasetin gündeminden fırsat buldukça, önemli başlık olarak karşımıza geliyor. Özellikle büyükşehir belediye başkanlarının kararlarının, hem belediye meclisi, hem de hükümet tarafından engellenmesinin çok sayıda örneği oluştu. Bu kararlarda bir süreden beri ortak bir mekanizma kullanılıyor; kaymakamlar.
İstanbul Adalar’da atları kurtarmak için fayton uygulamasından vazgeçilmesinin ardından akülü araçların bir süre kaymakamın kararına takıldığını duymayan kalmadı. Son olarak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından toplanan bağışlara el konulmasında, yine kaymakamlık devredeydi. Bağışlara el konularak bir nevi kamulaştırılmaya gidildi ve konu mahkemelik oldu. Duyduğumuza göre, vali ve kaymakamların, bu yeni görevleri, CHP Genel Merkezi’nde de önemli bir izleme konusu olarak yer tutuyor.
Erdoğan’dan randevu talebi
CHP’li 11 büyükşehir belediye başkanının sorunları iletmek için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan randevu istedikleri biliniyor. Ayrıca CHP Genel Merkezi, halka daha iyi hizmet için alınması gereken kararlarla ilgili rapor hazırladı. Bu rapor ilgili yerlere ulaştı mı, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Belediyelerin daha iyi hizmet vermesini amaçlayan, CHP raporundan alıntılarla devam edelim.
“Belediyelerin geçmiş sözleşmelerinden kaynaklanan, bankalara kredi borçları ertelenmeli, belediyelerin kamuya ait borçlarının faizleri geçmişte olduğu gibi silinmelidir. Genel bütçe vergi gelirlerinden belediyelere aktarılan pay, büyükşehir belediyelerinde en az yüzde 10, diğer belediyelerde en az yüzde 6’ya yükseltilmelidir. Belediyelere gelir getirici yatırım projelerinde borçlanma limiti arttırılmalıdır.
Temel belediye hizmetleri için faizsiz kredi imkanı sağlanmalı veya hibe programları başlatılmalıdır. Toplu taşımada kullanılan araçların akaryakıtlarından tahsil edilen vergiler kaldırılmalıdır. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından belediyelere verilen yardım ödeneği somut, net kriterlere göre dağıtılmalıdır.”