Nuray Babacan

Merkel’in ilginç Ankara kadrosu

3 Ekim 2020
Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in, inişli çıkışlı Türkiye-AB ilişkilerinde kopma yaşanmaması için çaba gösterdiğini söylemek yanlış olmaz. Hele son dönemde Doğu Akdeniz’de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaşanan gerginlik dikkate alındığında, Merkel’in AB içinde Türkiye açısından önemi daha da belirgin hale geldi.

Merkel göreve başladığı 2005’den itibaren Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olduğunu söylese de Ankara ile ilişkilerin sağduyu çerçevesinde devamından yana. Bu tutumunda elbette Alman siyasetinin temel taşlarından “pragmatik anlayış” önemli rol oynuyor. Merkel, AB’nin “korkulu rüyası” yasadışı göçün önlenmesinde Türkiye’nin öneminin farkında. Nitekim Federal Meclis’te geçen çarşamba yaptığı konuşmada da bu konuda Türkiye’nin oynadığı rolü dile getirmekten çekinmedi. İşte bu kapsamda Ankara’daki AB Türkiye Delegasyonu Temsilciliği ile Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’ne yeni atanan büyükelçilerin geçmişteki görevlerine baktığımızda, karşımıza her iki Alman diplomatın da  Merkel’le yakın mesai içinde oldukları çıkıyor.

Sırayla gidersek; Almanya’nın yeni Ankara Büyükelçiliği’ne atanan Jürgen Schulz, Türkiye’ye gelmeden önce New York’ta BM Daimi Temsilciliği´nde Almanya´nın Daimi Temsilci Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Almanya Dışişleri’nde Orta, Güney Doğu ve Doğu Avrupa, Güney Kafkasya ve Orta Asya, ABD, Kanada, Türkiye, Batı, Güney ve Kuzey Avrupa ile güvenlik ve silahsızlanma politikaları gibi oldukça geniş bir yelpazede kariyere sahip Büyükelçi Schulz’un, 2008-2013 yılları arasında tam beş yıl Federal Başbakanlık’ta Merkel’le birlikte çalışan önemli diplomatlardan biri olduğunu hatırlatmakta fayda var.

AB’nin Türkiye Delegasyonu Temcilciliği’ne atanan yeni Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut da, Merkel’le daha içli dışlı çalışmış bir diplomat. Ankara’ya gelmeden önce Almanya’nın Paris Büyükelçisi ünvanına sahip Meyer-Landrut, 2006-2011 yılları arasında Federal Başbakanlık’ta AB İlişkileri Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmış. Meyer-Landrut, 2011-2015 yılları arasında ise cebinde “Şansölye Merkel’in AB’den sorumlu Başdanışmanı” kartvizitini taşıyordu.

Batı ve Doğu’nun birleşmesinin (Deutsche Einheit) 30’uncu yılını kutlayan Almanya’nın Büyükelçisi Schulz’un, AB Türkiye Delagasyonu Temsilcisi Büyükelçisi Meyer-Landrut onuruna kısa süre önce Almanya Büyükelçiliği’nde “Hoş geldin” resepsiyonu vermesi dikkat çekiciydi. Bu resepsiyon, başkentin diplomasi kulislerinde “Dış politikada Merkel’in yakın mesai arkadaşları, Ankara’da da yakın çalışma içinde olacak” şeklinde yorumlandı. Öyle görünüyor ki, Türk Dışişleri önümüzdeki dönemde bu ikiliyle oldukça yoğun mesai geçirecek.

ÖNCELİK PANDEMİDE
İHALELERE DE VİRÜS BULAŞTI

KORONAVİRÜS,

Yazının Devamını Oku

Pandemi fırsatçılığı

27 Eylül 2020
Hükümetin tam da yeni yasaklar yerine, kurallara uymayanlara ceza uygulamasını benimsediği yeni pandemi mücadelesinde, karar vericilerin derhal gündemine almaları gerektiğini iki konuyu iletiyoruz.

Biri korumayan sahte maske üretimi, diğeri hijyen içeriği olmayan sahte dezenfektanlar. Çünkü, TCK’nın ilgili maddeleri, ‘bulaşıcı hastalığın yayılmasına neden olan, bundan kar sağlayan fırsatçılara’ ilişkin hapis cezası öngörüyor. Tek yapılacak işlem, ortaya çıkarıp cezalandırılmak. Bu konuda kamuoyu yaratmaya çalışan son derece duyarlı uzmanların seslerine kulak verelim.



Aysel Alp’in aktardığına göre, Duyarlı İnsanlar Vakfı (DİVA) Başkanı Eczacı Mehmet Şapçı, hastaneler başta olmak üzere piyasada satılan sahte dezenfektan üretiminin yasaklanarak, toplatılması için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya mektup yazdı. Şapçı, mektubunda hastanelerde ölen 3 kişiden 2’sinin tıbbi hata kapsamında sayılan hastane mikrobundan öldüğüne dikkat çekerek, bazı hastanelerin sahte antiseptik-dezenfektan aldığını iddia etti.

Başka bir çığlık ise Tüketici Hakları Derneği’nden... Maskelerin kalitesine ilişkin yapılan araştırmanın sonuçları vahim tabloyu ortaya koydu. 3 kat diye satılan maskelerde virüsü filtreleyen meltblown kumaşın fiyatı yüksek olduğu için kullanılmadığı, bunun yerine ‘sponbond’ kumaş kullanıldığı anlaşıldı.

Araştırmayı yapan THD Gaziantep Şube Başkanı Eczacı Bülent Yılmaz, “Meltblown kumaşların kilosu 15-16 dolardan satılırken, sponbond kumaşların kilosu 4-5 dolar. Hatta salgının ilk ortaya çıktığı mart-nisan aylarında meltblown kumaşın fiyatı 35 dolara kadar çıkmıştı. Salgının hızla yayılmasında bu koruyucu sanılan maskelerin büyük etkisi olduğunu düşünüyoruz” diyor. Yılmaz, piyasaya maske üreten firmalardan “

Yazının Devamını Oku

Golf zengin sporu mu?

26 Eylül 2020
Dünyanın neresine giderseniz gidin, golf sporu zenginlikle ve burjuvaziyle ilişkilendirilir.

60 bin dolar üyelik ücreti isteyen kulüpler olduğunu da belirtelim. Bu bilginin sahibi de golfe olan ilgisini hiç gizlemeyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu.

Bakan, golfun zengin sporu olduğunu kısmen kabul ediyor. Ama Antalya’da golf sporunun gittikçe yaygınlaştığını, Tunceli’den, Antalya’nın köylerinden gelen genç çocukların golf oynadığını anlatıyor. Tabii sonunda bunun bir destek programı olduğunu da açıklıyor. Öyle kıyafetini giyip, iyi-kötü sopa edinenlerin gidip yapabileceği bir spor olmadığı gerçek.

Çavuşoğlu’nun yoğun dış politika gündeminin arasına sıkışan bu sohbet ilgimizi çekti. Geçtiğimiz günlerde CNN TÜRK’e konuk olan bakan, en büyük stres atma aracı olarak bahsettiği golfle ilişkisini anlatırken, “Golf zengin sporu mudur?” sorusuna kendince farklı bir bakış açısıyla şöyle yanıt veriyor:

“Esasen çok da zengin sporu değil, herkes oynuyor. Ama tabii bir set almanız lazım, bir ayakkabı, kıyafet ama futbol oynarken de bunları almanız lazım. Aldığınız bir golf setini, 5 sene, 10 sene de kullanabilirsiniz. Ama tabii belli bir para da lazım. Görüyorum, golf sahalarında oynayan çocuklar var. Tunceli’den çocuklar mesela. Tunceli’den hepsi pırıl pırıl kardeşlerimiz var. İstanbul golf sahasında var, aynı şekilde Antalya’daki golf sahalarında, Bodrum’da her yerde o çocuklar var. Antalya’da bakıyoruz, bizim Serik’ten, köyden çocuklar. Tabii destekler veriliyor ama öyle hiç kimsenin oynamayacağı bir spor da değil. Ama her şey sudan ucuz demek de doğru değil tabii.”

DİPLOMASİDE DE İYİ BİR ARAÇ

Bu sohbette golfun diplomatik ilişkiler için iyi bir araç olduğunu da gördük. Çavuşoğlu’nun ABD Başkanı Donald Trump’la golf oynamak için seçimlerden sonrası için sözleştiğini, benzer bir sohbetin Obama ile yapıldığını ancak sonuçlanmadığını da öğrendik.

Eskisi kadar golf oynayamamaktan şikâyetçi olan bakan, bu sporun stresten uzaklaşmak ve dinlenmek için çok önemli bir etkisi olduğunu belirtiyor. Bu arada yurtdışı gezilerinde kendisine gelen golf oynama tekliflerini de kaçırmadığını anlatan Çavuşoğlu’nun, sopa sallamadığı golf sahası kalmamış gibi.

İngiliz aristokrasisinin 5 asır önce keşfettiği golf sporu, yüksek konsantrasyon, zihin kullanımı, dikkati odaklama gerektiriyor. Esneklik ve zindelik kazandırdığı, çok iyi bir sosyalleşme aracı olduğu belirtiliyor.

Yazının Devamını Oku

Korona kulisleri

20 Eylül 2020
Son yedi aydan beri koronayla yatıp kalkınca fark ettik ki, bilim dünyasının ilginç bir kulisi var.

Kendi aralarında ilginç bulup takip ettikleri araştırmalar, birbiriyle paslaştıkları makaleler ve itibar etmedikleri bilim insanları olduğunu gördük. Son günlerde bu camia iki ilginç konuyu konuşuyor. Biri “maskenin aşı etkisi yaptığını” kaleme alan makale. Diğeri, aşı denemeleriyle ilgili gelişmeler. Tıp dünyasına aşina, bize ise yeni ve heyecan verici gelen “aşı yerine su enjekte edilen denekler” gibi çarpıcı konuları sizinle paylaşmak istedik.

MASKENİN AŞI ETKİSİ

İngiltere’de yayınlanan bir makalede, enfeksiyon uzmanlarının bildiği bir gerçek, korona bağlamında sıradan vatandaşların anlayacağı şekilde kaleme alındı. Makale, “Maske kullanımı, aşılanma etkisi yapıyor” başlığını taşıdığı için doğal olarak dikkatleri üstüne çekti. Bizim danıştığımız uzmanların mantıklı bulduğu bu makalenin özünde, şu yatıyor: Maskeyle dolaşan ve yaşayan kişiler, bulundukları ortamdaki virüse, maskenin filtreleme yeteneği nedeniyle çok az maruz kalırlar. Çevrenizde hasta olanlar varsa ve virüse maruz kalsanız bile, maskeden dolayı küçük parçacıklar alırsınız. Bu parçacıklar sizi hasta etmez. Tam tersine, vücudunuz buna karşı bağışıklık geliştirir, bir nevi aşı etkisi oluşur. Enfeksiyon uzmanlarının, diğer viral hastalıklardan bildiği bu durum, korona nedeniyle ele alındığında, oldukça ilgi çekti.

SU ENJEKTE EDİLEN DENEKLER

Başka bir haber, Türkiye’yi yakından ilgilendiren aşı denemeleri konusunda. Deneklerin sağlandığı ve eylül sonuna kadar bin kişinin Türkiye’de aşı denemesine katılacağının haberlerini Hürriyet’te okudunuz. Bu denemelerdeki yöntem, çok ilgimizi çekti. Öğrendiğimize göre, deneklerin tamamına aşı enjekte edilmiyor. Neredeyse yarısına su veya benzer etkisiz sıvı enjeksiyonu yapılıyor. Bu arada ne denekler ne de aşıyı uygulayan doktorlar, hangisinin su, hangisinin aşı olduğunu biliyor. Sadece aşı kutularının üzerindeki kodlardan gerçeği “firma veya laboratuvar” biliyor. Amaç hem deneklerin hem de aşıyı uygulayanların, tepki ve verilerinin sağlıklı ve doğru olmasını test etmek. Sonuçta veriler, merkeze ulaştığında “aşıya verilen tepkiler” ayrıştırılarak analiz ediliyor.

Tıp dünyasına bildik, bize ilginç gelen bu konular son günlerde, doktorlar arasında çok konuşuluyor. Unutmadan söyleyelim, aşı ile ilgili tüm bu süreç bir ayda tamamlanacak. Başarılı olduğu onaylanırsa, dağıtım nereden baksanız bahar aylarını bulacak.

Yazının Devamını Oku

Sağ blokta ilginç hareketlilik

19 Eylül 2020
MHP’den bir süre önce istifa eden, hem İYİ Parti’nin hem de DEVA Partisi’nin saflarına katmak için görüşmeler yaptığı belirtilen Erhan Usta, geçtiğimiz günlerde tercihini yaptı.

Oldukça uzun süren bir değerlendirmeden sonra Meral Akşener’in yanında siyaset yapmaya karar verdi.

Simgesel olarak Erhan Usta’nın tercihinden yola çıkarak yapacağımız değerlendirme, kapalı kapılar arkasında bir süreden beri yaşanan hareketlilikle ilgili. Özellikle siyasetin sağ blokunda, ‘cumhur ittifakı’nın dışında yeni partiler ve onların etrafında oluşacak yeni bir ittifakın senaryoları dolaşıyor kulislerde. Altının doldurulması için biraz daha yol alması gereken bu senaryoda, üç ayrı ittifaklı seçim planları yapılıyor.

İlginçtir ki bu senaryoların konuşulduğu süreçte, bir milletvekiline Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan telefon geliyor. Telefon görüşmesi, o ilde bir süre önce istifa eden İYİ Parti teşkilatındaki isimlerin kimler olduğu ve partiye kazandırma üzerine yapılıyor. Erdoğan bizzat, bu kişilerin AK Parti’de siyaset yapmalarının yolunun açılmasını istiyor ve “Cumhur ittifakının bir parçası olmaları için gereğini yapın” talimatı veriyor.

Bu birbirinden bağımsız görünen girişimlerin hepsi, olası bir seçimde partilerin tabanlarını güçlendirme ve oy kayıplarını yeni yapılarla giderme çabası olarak okunabilir. Özellikle iktidar partisinin tabanını çeşitlendirme çabaları, kentli milliyetçilerle bağ kurma girişimleri, partiden uzaklaşan gençlerle ilgili planlamalar, kayıpların farkında olduklarını gösteriyor.

Diğer partiler de boş durmayıp, olası bir seçimden ‘yeni güç birliği’, ‘yeni bir stratejiyle’ kazançlı çıkma planı yapıyor. Bugün konuşmak için erken gibi görünen bu ‘yeni taban’ ve ‘yeni ittifak’ planları, hiç uzak olmayan bir gelecekte görünür hale gelebilir. İzlemekte yarar var.

PANDEMİ İTİRAFI MUTSUZUM AMA BİR SOR NEDENSALGININ sonbaharla birlikte yeniden yayılma eğilimine geçmesi ve ikinci dalga önlemleri, bu sürecin insan psikolojisi üzerinde yarattığı etkilerin öne çıkmasına neden oldu. Bu süreçte yapılan araştırmalar, vatandaşların yarısının kendisini “ne mutlu ne mutsuz, daha çok arafta” tanımladıklarını gösterdi.

NG Araştırma’nın geçtiğimiz aylarda 15 yaş üstünde 9 bin 851 denekle yaptığı araştırma, stres katsayımızı ölçtü. 10 kişiden 3’ü kendini mutlu, 2’si mutsuz tanımlarken, 5 kişi

Yazının Devamını Oku

İyi niyet ve İstanbul Sözleşmesi

13 Eylül 2020
Uluslararası ilişkilerde “niyet beyanı” veya “niyet mektubu” deyimlerinin önemli karşılıkları vardır.

Konu bir uluslararası sözleşmedeki tutumunuzsa, “Biz altına imza attığımız şu maddeleri, böyle anlıyor, böyle yorumluyor ve böyle uyguluyoruz” demektir. Yani, bundan sonrası sizin iyi niyetinize kalmıştır.

Aylardan beri tartıştığımız, bir süredir “derin değerlendirmeler” için kapalı kapılar arkasına çekilen, şiddetin önlenmesine ilişkin İstanbul Sözleşmesi konusunda ilgililerin kafası iyiden iyiye karıştı. Gelinen noktayı ve gelişmeleri size aktarırken, bilgi kirliliğinden de söz etmek istiyoruz.

Türkiye’nin 2011 yılında imzaladığı, şiddetin önlenmesine yönelik son derece anlamlı hükümler içeren İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalarda son noktaya gelindi. Çözüm olarak, “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” gibi ifadelerin olduğu, aslında tamamen yanlış yorumlanan dördüncü maddeyi Türkiye’nin nasıl anladığı ve nasıl uygulayacağına ilişkin “niyet mektubu” gönderilmesi düşünülüyor.

Şimdiye kadar alternatif diye ortaya atılanların ne hukuki, ne teknik açıdan geçerliliği var. Şöyle ki; Türkiye’nin şu aşamada sözleşmeye ‘şerh’ veya ‘çekince’ koyması mümkün değil. Bu tür itirazlar, ancak sözleşmeye imza atılmadan ve parlamentolarda onaylanmadan önce yapılabiliyor. Ayrıca, sözleşme maddesinin birini çıkmak veya maddeyi değiştirmek de hukuken söz konusu değil.

İKİ SEÇENEK VAR

Yani iki seçenek var. Biri sözleşmeden tamamen çekilmek, diğeri tartışmalı maddeyi nasıl uygulayacağınıza dair niyet beyanında bulunmak. O çok tartışılan 4. madde de öyle cinsel yönelimle ilgili sanıldığı gibi zemin sağlamadığı gibi “insan olma temelinden bakılarak, kim olursa olsun devletin her türlü şiddete karşı önlem alması gerektiğini” söylüyor, o kadar.

Şimdi, Türkiye’nin Strazburg’a mektup göndererek, 4. maddeyi nasıl anladığı ve nasıl uygulayacağını anlatacağı konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bu görüşe sıcak baktığı ifade ediliyor. Tabii son dakikada görüş değişikliği olmazsa. AK Parti kurmayları da aslında maddede bir sorun olmadığını bile bile, yaratılan yanlış algının kurbanı olduklarını şu sözlerle ne güzel anlatıyorlar:

YANLIŞ ANLAŞILDI

Yazının Devamını Oku

Şeytani zekâ sınıra takıldı

12 Eylül 2020
Gümrük kapılarında ele geçirilen kaçak eşyaların saklanma yöntemleri, her zaman ilgi çeken haberlerdendir.

Pizza kutusunda su kaplumbağası, yangın tüpünde eroin, ayakkabı tabanında afyon kaçakçılığı gibi yaratıcılıkta sınır tanımayan yöntemleri duymuşsunuzdur. Son iki yıl içerisinde sınır kapılarında yakalanan eşyaların tutarının 5 milyar liraya ulaştığı ortaya çıktı. Yakalanamayıp yurda girenlerin tutarını ise bilen yok.

Umut Erdem’in aktardığına göre CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun kaçakçılıkla ilgili soru önergesine Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın verdiği yanıtta, 1 Ocak 2018-30 Haziran 2020 tarihleri arasında, toplam 4 milyar 831 milyon 218 bin 476 TL piyasa değerli ticari eşya yasal olmayan yollarla yurda sokulmaya çalışılırken ele geçirildiği belirtildi. Bu ekonomik değere sahip kaçak mallar arasında 4 bin 257 adet dayanıklı tüketim malı olduğu da haberlere konu oldu. Bakan yanıtında, “Tüm sınır kapılarımızda kullanılan teknik cihaz ve sistemler değişen teknoloji ile her geçen gün yenilenmekte, var olan cihazların sayıları arttırılmakta, personelimize düzenli eğitimler verilmekte ve yasal altyapıyı güçlendirmek amacıyla çalışmalar yapılarak kaçakçılıkla mücadele kapsamında önemli faaliyetler yürütülmektedir” dedi.



GÜMRÜKLERDE BEKLEME

Bakanlığın çalışmaları, kaçakçıların hayal gücüne yetişir mi bilmiyoruz. Bu süreçte öğrendik ki, ALO 136 Gümrük Muhafaza İhbar Hattı fena iş görmüyor. Buraya gelen ihbarların büyük bölümünden olumlu sonuç alındığını ortaya çıktı. Ayrıca, uluslararası kuruluşlarla istihbarat paylaşımı sonucunda, “nokta operasyonlar” yapıldığını biliyoruz.

Yazının Devamını Oku

Daha evrakı yazmadan çıkıyorlar...

6 Eylül 2020
İnfaz düzenlemesinden sonra, işlenen suçlarda artış olacağı iddiaları, yasa çalışmaları boyunca en çok konuşulan konuyu oluşturmuştu.

Düzenlemeden yararlanan yaklaşık 100 bin kişinin üçte birinin hırsızlık suçundan yatanlar olduğu da o dönem dile getirilmişti.

Son günlerde hırsızlık ve kadına yönelik şiddet olaylarındaki artış, af düzenlemesinden yararlanarak cezaevinden çıkanlara bağlanıyor. Hatta, polis memurlarının en büyük derdi, son günlerde bu. Ankara’da yaşanan bir hırsızlık olayında polisin, “Valla bulsak bile, biz daha olayın evraklarını tamamlamadan onlar karakoldan çıkmış ve otobüslerde evlerine gidiyor oluyorlar” sözleri kulaklarımda hâlâ çınlıyor.

Bu alan, sık sık milletvekilleri açısından gündem konusu yapılmaya devam ediyor. Cezaevleri, adalet sistemindeki uygulama sonuçları, TBMM’de en çok konuşulan ve sorgulanan konular arasında.

Örneğin, Adalet Bakanlığı, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in sorusu üzerine, cezaevinden firar edenlerin rakamlarını açıkladı. Öğrendik ki, son 5 yılda cezaevlerinden 52 hükümlü ve tutuklu kaçmış. Bakanlık firarilerden kaçının yakalandığı ve hangi cezaevlerinden firar ettiklerine ilişkin soruyu ise “ayrıntılı istatistiki bilgi bulunmadığı” açıklamasıyla geçiştirmiş.

Başka bir soru önergesinde, elektronik kelepçe uygulaması gündeme getirildi. Bakanlık, elektronik izleme sisteminin kullanılmaya başlandığı 2013 yılından bugüne kadar 44 bin 521 şüphelinin elektronik kelepçeyle takip edildiğini, bunların 37’sinin 18 yaşın altında olduğunu açıkladı. Bu uygulamanın daha çok, aile içi şiddet suçundan mahkûm olan hükümlülerin takibinde kullanıldığı da bu yanıtla ortaya çıktı.

Şimdi milletvekillerinin yakından izlediği konu, infaz düzenlemesinden yararlanarak dışarı çıkanlardan kaç kişinin yeniden suç işlediği. Olayı, özellikle hırsızlık ve kadına şiddet vakalarındaki artışla ilişkilendirenler bulunuyor. Buna en iyi yanıtı verecek kişi de Adalet Bakanı.

KONGRE İLKELERİ 90 SANTİM MESAFE 38 DERECE ATEŞSiyasi

Yazının Devamını Oku