Önceki gün kaybettiğimiz, 1989-1991 yılları arasında başbakanlık yapan Yıldırım Akbulut’la böyle çakıştı hayatlarımız.
Siyasi muhabir olarak ilk görevim, Yıldırım Akbulut’un, ANAP Genel Başkanı ve Başbakanlığı devraldığı kongreyi izlemekti. O günden sonra kendisini yurtiçi geziler dahil, birçok yerde takip ettim.
Unutmadığım en önemli kare, Erzincan gezisi sırasında aynı masada kahvaltı ettiği başbakanlık muhabirlerine, “Bizim buraların balı tereyağı meşhurdur” diye ekmeklere sürerek, elleriyle ikram etmesiydi. O zamanlar siyasiler ile izleyen muhabirler arasında büyük-derin mesafeler yoktu.
Yıllar sonra aynı sitede komşu olarak, mütevazı hali ve saygın tavrıyla her karşılaşmamızda, güncel siyasi gelişmeleri sorar, yapılan yanlışlarla ilgili değerlendirmelerde bulunurdu.
Bu hafta netleştirilmesi beklenen ramazan önlemlerinin çerçevesi, başkent Ankara’da en çok konuşulan konuların başında geliyor. İşin içinde olan bilim insanları ve siyasiler, ikiye bölünmüş durumda. Hızla artan koronavirüs vakaları nedeniyle ramazanda “kapanma” yapılmasını savunanlarla, hafta sonu ve akşam sokağa çıkma yasaklarını yeterli bulanlar var.
Hükümette kapalı kapılar ardında yapılan değerlendirmelerde, turizm sezonu açılmadan önce vakaların kontrol altına alınması gerektiği belirtiliyor. Bunun için, ramazanda ‘kapatma’ yapılarak, mayıs ayının ikinci yarısına daha “az vaka ve kontrollü pandemiyle” girmenin doğru olacağını, böylece turizm tanıtım kampanyalarının daha iyi yönetileceğini söyleyenler olduğunu biliyoruz. “Mart başında erken açıldık. Kademeli normalleşmeye nisan ayında başlamalıydık” diyen hocaların sözlerinin dinlenmemesinin faturasının ödendiğini ifade edenler de var.
TAM KAPANMA MI, KAPATMA MI?
Bu arada, “tam kapanma” ile “kapatma” arasında ciddi fark olduğu anlatılıyor. Uzmanlar, Türkiye’nin pandemi sürecinde tam kapanma uygulamadığını, bunun üretim ve dağıtım zincirinin de durması anlamına geldiğini belirtiyorlar. Türkiye’nin en riskli dönemlerde uyguladığı kararlara sadece “kapatma” deniliyor. Bu da, bundan altı ay önce yayınlanan genelgelere yeniden dönülmesi anlamına geliyor.
Yani lokantaların, kafelerin kapatılması, belki kuaför ve spor salonlarına yasak gelmesi, 65 yaş ve 20 yaş için yeni kurallar ve saat uygulamasının yapılması, düğün, taziye, asker uğurlama gibi konularda sınırlama getirilmesi. Bunun biraz gevşetilmiş halini marttan önce yaşıyorduk zaten.
Şimdi kulislerde hükümetin, ramazan boyunca “kapatmaya” daha yakın olduğu söyleniyor.
Diğer tarafta farklı görüşler de var. Lokanta ve kafe işletmecileri. Onlar ise tam kapatma şöyle dursun, lokanta ve kafelerin gündüzleri açık kalması ve bugünkü sistemin devam etmesini istiyor. Bir ay önce, ekip kurup, masraf yapıp işletmelerini yeniden açan esnaf, ramazan boyunca gündüzleri lokantaların açık kalmasını istiyor. Üstelik sadece oruç tutmayanlar gideceği için “mesafe” sorunu da aşılacak.
Şimdi gözler, açıklanacak yeni kararlarda.
AK Parti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden sonra bakanlıklardan gelen taslakların, parti grubundaki komisyonlar tarafından ele alınmasına ilişkin bir uygulama başlattı. Yasa önerileri önce siyasetin süzgecinden geçiriliyordu ki; Turizm Teşvik Teklifi’nde bu yapılmadı. Bu nedenle de yasadaki birçok madde, komisyonda ciddi sıkıntı yarattı.
Örneğin, turizm sektöründe yabancı çalıştırmaya getirilen sınırın kaldırılmak istenmesi, AK Partililer dahil kimsenin içine sinmedi. İşsizliğin bu kadar arttığı bir dönemde, bu düzenlemeye itirazlar yükseldi ve metinden çıkarıldı. Ayrıca belediyelerin turizm bölgelerindeki yetkilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesi, muhalefet belediyelerinin cezalandırılması olarak değerlendirildi. Mera, yaylak ve kışlakların, bakanlığa tahsis edilmesine olanak sağlayan düzenleme de en az diğerleri kadar eleştirildi. Bu alanların yatırımcılara tahsis edilerek, hayvancılığa darbe vurulacağı ve doğanın yok edileceği eleştirileri yapıldı.
Öğrendiğimize göre, sadece muhalefet değil, turizm sektöründe faaliyet gösteren birçok birlik ve dernek de düzenleme hazırlanırken kendilerinin görüşlerinin alınmadığı için şikayetçi oldu. Şimdi Turizm Teşvik Teklifi, komisyon aşamasından geçerek Genel Kurul’da görüşülecek noktaya geldi.
Ancak tekliflerin, bürokrasiden geldiği gibi komisyonlara gönderilmesinin yarattığı sıkıntılar da görüldü. AK Parti’nin kendi süzgecinden bile geçmeyen, yerelde yaratacağı sonuçlar tartışılmadan hazırlanan teklifler, her zaman sorun yarattı. Bunun örneklerini parti grup yöneticileri bizden daha iyi biliyor.
Siyasetteki tartışmaların gölgesinde kalan bu düzenlemeler, çiftçinin merası, pansiyon işletmecinin plajı, kamuda işe girecek gencin geleceği, orman köylüsünün geçim kaynağı, turizm sektöründe iş arayanların hayalini içeriyor.
Diğer her şeyden daha çok dikkati ve ilgiyi hak etmiyor mu?
SUYUN VE TOPRAĞIN ZEHRİ CIVA VETOKamuoyunun
Yıl 2021, bu kez Grup Başkanvekili Özlem Zengin, aynı STK’ları aynı gerekçeyle bir kez daha topladı. Şimdi, iki grup başkanvekili de görevde değil, yasa da ortada yok.
İki kadın başkanvekilinin çalışmasına tanıklık eden bir gazeteci olarak, hepsi film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Şunu belirtelim, Zengin’in görev değişikliği bu konuyla olan ilgisini ortadan kaldırmayacak. Genel başkan yardımcısı olarak bu konuda çalışmaya devam edecek.
Kısa bir süre önce Özlem Zengin, TBMM Tarım Komisyonu Başkanı Yunus Kılıç’la birlikte, STK’larla bir toplantı yaptı. Hayvan hakları konusunda faaliyet gösteren STK’lardan 60’a yakın temsilci çağrıldı. 9 yıl önceki toplantıda yaşananlar, bir kez daha yaşandı. Her STK’dan farklı bir ses çıktı, kafa karışıklığı yaşandı. Bu gecikme, hayvan hakları konusunda adım atılmasını istemeyenlerin işine yarıyor gibi.
Gayet net bir gerçek var. Daha önce çıkartılan yasanın eksiklikleri belli. “Mükemmel bir düzenleme yapacağız” diye beklemek hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor ki; mükemmel diye de bir şey yok. Tartışmalı başlıklara gelince:
- Hayvanların sokaklardan toplanması ve barınaklara alınması tartışmalı.
- Her yerleşim yerine barınak yapmanın maliyeti büyük sorun.
- Barınakların sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde işletilmesi yüksek maliyet.
- Hayvanlara tecavüz suçuna verilecek ceza ayrı bir tartışma konusu.
Dünyada mitolojiler ve renklerin psikolojisiyle anlatılan bu kullanımın Türkiye’de benimsenmesi Toroslar’da Yörük kadınlarının “mor cepken” giyme geleneğine dayandırılıyor.
Herkesin unuttuğu bu hikâye, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi sürecinde, TBMM’de bir kez daha anlatıldı. Mor cepkenin hikâyesi, Genel Kurul’da tartışmaların arasına sıkışıp kaldı. Bu geleneği anlatan CHP Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’ya, AK Parti’li kadın milletvekilleri de teşekkür etti. İşte özgürlük ve eşitliğin sembolü mor cepkenin hikâyesi...
YÖRÜKLERİN ÜNLÜ BİR GELENEĞİ
Mor cepken, günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toroslar’da yaşayan Yörüklerin yüzlerce yıl öncesine dayanan bir geleneği. Obası için çok değerli olan Yörük kadının önemli bir aksesuvarı. Yörük kızlarının çeyiz bohçasına önce mor cepken konuluyor. Kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysi. Ezelden beri Yörük kızları, sevdikleriyle evlenir, başlık parası ve zorlama yoktur. Mor cepken, evlenen Yörük kızının zor durum kurtarıcısıdır.
İçerideki görüş farklılıklarına bakmayın, iktidar-muhalefet demeden tüm milletvekilleri, yurtdışında Türkiye’nin yararına olan konuyu tek ses olarak savunurlar. Hatta en iyi dostluklar da bu seyahatlerde kurulur.
İşte Türkiye’nin AB üyeliği konusunda kader birliği yapmış bu grubun CHP ve İYİ Partili üyelerinden, AK Partili yol arkadaşlarına açık mektup gibi bir açıklama geldi. Milletvekilleri, grubun AK Partili Başkanı Ahmet Yıldız’a seslenerek, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı üzerine, şunları dile getirdi:
“Avrupa Konseyi kapsamında katıldığınız toplantılarda Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasının yanlış olacağını ve Türkiye’nin sözleşmede kalacağını birçok defa belirttiniz. Bizler de sizi bu görüşleriniz nedeniyle takdir ettik. Kadına karşı şiddetin önlenmesinde çok önemli bir adım olan bu sözleşmenin bir gece yarısı, Anayasa’ya ve yerleşik uygulamalara aykırı şekilde yürürlükten kaldırılması kabul edilemez. Ama hepsinin ötesinde sözleşmenin öngördüğü hakları ve tedbirleri, yurttaşlarımız, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin vatandaşlarından daha az hak etmiyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı bu demokratik gerilemeden bağımsız değildir. Türkiye’yi evrensel değerlerden koparma girişiminin bir ileri adımıdır.”
Çalışma arkadaşları, Ahmet Yıldız’ın hem delegasyon üyeleri hem de yabancı muhatapları yanıltan bir politikacı konuma düştüğünü iddia ederek, inandırıcılık sorunu nedeniyle görevi bırakmasını istediler.
AKPM’nin ilk toplantısında, şimdiye kadar söylenenler nasıl geri alınacak? Merak konusu.
BİNALARA NÜFUS CÜZDANIBaşta deprem olmak üzere doğal afetlerin, insanların yaşam alanlarına yaptığı tahribat, illerin isimleriyle kafamıza yazılan felaketler olarak yaşıyor. Marmara depremi, Elazığ depremi, İzmir depremi, Rize sel felaketi gibi.
Aysel Alp
Türkiye’nin bir de kadına şiddet haritası var. Eğer bu konuda da renkli bir tablo yapmaya kalksaydık, kırmızı tek renk olurdu sanırım.
Bunu, 2020’de yapılan araştırmalar söylüyor. Siyasilerin zaman zaman TBMM gündemine de getirdiği bu haritada, kadına şiddette liste başında geçen haftalarda pandemide de bir numaraya yükselen Karadeniz Bölgesi çıkıyor. Şiddetin yoğun göründüğü ikinci bölge ise Güneydoğu Anadolu. Orta Anadolu Bölgesi üçüncü sırada görünüyor. Bunları, Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi, Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgesi izliyor. Bu sıralamanın polise ulaşan şiddet vakalarının analiziyle oluşturulduğunu belirtelim.
Maalesef araştırmalar, hem kadına yönelik şiddet hem kadının toplumdaki yeri konusunda iç açıcı sonuçlar vermiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 42’si kendisinin ve çevrelerinden birinin şiddete maruz kaldığını söylüyor. Kadınların yüzde 60’ı, erkeklerin ise sadece yüzde 27’si bu sorunun ciddiyetinin farkında. Şiddet, en sıklıkla eşlerden geliyor. Ekonomik nedenler, şiddete başvurma gerekçeleri arasında azımsanmayacak bir orana sahip: Yüzde 30!
Yine araştırmalar, erkeklerin sadece yüzde 43’ünün kadınların kendileriyle eşit haklara sahip olması gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nda Türkiye 153 ülkeden 130’uncu sırada bulunuyor.
Araştırmalar, “kavramlar ve tanımlar” konusunda toplumun kafasının karışık ya da karıştırılmış olduğunu gösteriyor. BM’nin İstanbul Sözleşmesi üzerindeki tartışmalar da bu kafa karışıklığı üzerine kuruldu. Sözleşme, dört ilkeye dayanıyor. Kadına şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların cezalandırılması ve şiddet ile mücadelenin bütüncül politikalarla desteklenmesi.
Bunun dışında iddia edilen hiçbir sonucu doğurmuyor, hiçbir düzenlemeyi dayatmıyor. Sorunun kadının özgürleşmesinden duyulan rahatsızlık olduğu anlaşılıyor.
Benzer araştırmalar, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun da (KEFEK) önünde.
COVID-19 ile vedalaşılsa bile, aşı ve koruyucu sağlık hizmetleri konusunda etkin olan bir kurumun varlığı, bundan sonra çok önemli olacak. İşte bu nedenle Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, eski gücüne ve yapısına kavuşturulmalı.
Bu konu, önce TTB’nin raporu, ardından CHP’nin yasa teklifi ile siyasetin önüne geldi. Meclis’te pandemi ile ilgili yapılan her konuşmada, kurumun eski üretken yapısına kavuşmasından bahsedilmediği gün yok.
27 Mayıs 1928 tarihinde, savaştan yeni çıkan ülkede, halk sağlığının korunması amacıyla kurulan Hıfzıssıhha, tarih yazdı. BCG, kuduz, çiçek, Tifüs, Boğmaca, influenza virüsü, Newcastle virüsü aşıları, serum, akrep, yılan sokmalarına ve gazlı kangren anti serumları üretildi. Enstitüde en son 1987 yılında AIDS Araştırma Merkezi kuruldu. Ancak, 2002 yılından itibaren uygulanan “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” kapsamında önce Sağlık Bakanlığı’na bağlandı. 2011’den itibaren de tümüyle aşı ve laboratuvar çalışmalarına kapatıldı.
Şimdi, Türkiye koronavirüs ile mücadele kapsamında üniversitelerdeki aşı çalışmalarının sonucunu bekliyor. Bunlardan bazıları Faz 1 deneme aşamasına geldi. Ancak, hocaların koordinatör bir kurumun başkanlığında, bir arada yapabileceği çalışmadan daha erken sonuç alınabileceği konuşuluyor. CHP’nin teklifinde, “aşı, serum, ilaç ve test materyali geliştirmek ve üretmek üzere araştırmalar yapmak ve halk sağlığının korunması ve temel laboratuvar hizmetlerini yürütmek amacıyla Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkanlığı’nın yeniden açılması gerekmektedir” deniliyor.
Ancak geç değil, kapımızı her an başka bir salgın çalabilir.
Mentorluk yapacak, çalışmaları yönetecek, uzman bir kuruma ihtiyaç olduğu kesin.
BEZELYE HÂLÂ EN İYİ EĞİTİM ARACIHERKES,