Paylaş
Türkiye’nin bir de kadına şiddet haritası var. Eğer bu konuda da renkli bir tablo yapmaya kalksaydık, kırmızı tek renk olurdu sanırım.
Bunu, 2020’de yapılan araştırmalar söylüyor. Siyasilerin zaman zaman TBMM gündemine de getirdiği bu haritada, kadına şiddette liste başında geçen haftalarda pandemide de bir numaraya yükselen Karadeniz Bölgesi çıkıyor. Şiddetin yoğun göründüğü ikinci bölge ise Güneydoğu Anadolu. Orta Anadolu Bölgesi üçüncü sırada görünüyor. Bunları, Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi, Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgesi izliyor. Bu sıralamanın polise ulaşan şiddet vakalarının analiziyle oluşturulduğunu belirtelim.
Maalesef araştırmalar, hem kadına yönelik şiddet hem kadının toplumdaki yeri konusunda iç açıcı sonuçlar vermiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 42’si kendisinin ve çevrelerinden birinin şiddete maruz kaldığını söylüyor. Kadınların yüzde 60’ı, erkeklerin ise sadece yüzde 27’si bu sorunun ciddiyetinin farkında. Şiddet, en sıklıkla eşlerden geliyor. Ekonomik nedenler, şiddete başvurma gerekçeleri arasında azımsanmayacak bir orana sahip: Yüzde 30!
Yine araştırmalar, erkeklerin sadece yüzde 43’ünün kadınların kendileriyle eşit haklara sahip olması gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nda Türkiye 153 ülkeden 130’uncu sırada bulunuyor.
Araştırmalar, “kavramlar ve tanımlar” konusunda toplumun kafasının karışık ya da karıştırılmış olduğunu gösteriyor. BM’nin İstanbul Sözleşmesi üzerindeki tartışmalar da bu kafa karışıklığı üzerine kuruldu. Sözleşme, dört ilkeye dayanıyor. Kadına şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların cezalandırılması ve şiddet ile mücadelenin bütüncül politikalarla desteklenmesi.
Bunun dışında iddia edilen hiçbir sonucu doğurmuyor, hiçbir düzenlemeyi dayatmıyor. Sorunun kadının özgürleşmesinden duyulan rahatsızlık olduğu anlaşılıyor.
Benzer araştırmalar, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun da (KEFEK) önünde.
Ancak komisyondan ne bir açıklama var ne de toplantı. Fazla söze ne gerek...
MECLİS’İN BAŞINA GELENLER
TBMM’de son birkaç haftada yaşananlar, hem siyasi hem de fiziki açıdan oldukça şaşırtıcıydı.
Önce dokunulmazlık krizi, ardından HDP’lilerin eylemleri, sonra HDP’li vekilin tutuklanarak götürülmesi. Ertesi gün, gürültülü bir sesle Meclis bahçesine yıldırım düştü. Bir sonraki gün, Genel Kurul salonunun tavanından sular akmaya başladı. Bütün bunlar şaşkınlıkla izlenirken, her gün yeni bir vekile korona teşhisi konulması ise rutin vaka oldu.
Geçen hafta, Ankara’nın her yerinden duyulan şimşeklerin ardından, tam Meclis’in ortasına düşen yıldırım, milletvekilleri için korkutucu oldu. Bazı milletvekilleri, bu kulakları sağır eden sesi, 15 Temmuz’daki gece yarısı bombalarının sesine benzettiğini anlattı. Yıllanmış çınar ağacının devrilerek otoparkın girişini kapatmasıyla atlatılan yıldırım düşmesi, kötü anıları yeniden anımsattı.
Ertesi gün, Genel Kurul salonunun tavanından sular damlamaya başladı. 16 adet dev avizenin süslediği yüksek Genel Kurul tavanından HDP sıralarının olduğu yere sular akmaya başladı. HDP Adana Milletvekili Tülay Hatim-oğulları Oruç, üzerine damlayan sular nedeniyle yerini değiştirmek zorunda kaldı. Duruma acele el konuldu. Çatıdan akan sular milletvekillerinin canlı yayınlarına bile konu oldu. Bunca yıl TBMM’de görev yapanlar, Genel Kurul salonunun çatısının akması gibi bir olayla ilk kez karşılaştı.
Üst üste yaşanan garip olaylar milletvekillerinin de diline dolandı. “Hayırdır Meclis’in üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Biri bitiyor, diğeri başlıyor” diye şaşkınlıklarını dile getirdiler.
Yasama yetkisiyle ilgili tartışmalara ise hiç girmiyoruz.
“Güçlü Meclis, güçlü yasama” ilkesinde sorun yaşanmıyordur umarız!
Paylaş