Noyan Doğan

Sel ve deprem zararını devlet mi karşılamalı?

24 Temmuz 2017
ŞÜKÜR ki, can kaybı yok; ne İstanbul’da yaşanan sel felaketinde ne de Muğla’da meydana gelen depremde.

Ama çok miktarda mal kaybı, yani maddi hasar var. Önce İstanbul’daki sel felaketinden başlayalım. Yüzlerce konut hasar gördü, bir kısmı oturulamayacak hale geldi. Yine yüzlerce araç sele kapıldı. Küçük işletmeleri ve dükkanları su bastı, kiminin malı gitti, kiminin işini yürüttüğü makinesi. Kamu malını hesaba katmıyorum. Gelelim, Muğla depremine. Görüntüler ortada. Konutlar ve araçlar zarar gördü, sadece Bodrum’da 30’un üzerinde bina yıkıldı, Datça’da da durum hakeza aynı. Turistik işletmelerin, dükkanların hali felaket, tekneler suların içinde.

Merak etmeyin, her iki felaketin de bilançosunu çıkarmayacağım. Ama eminim yazacaklarım kimsenin hoşuna gitmeyecek. Varsın, gitmesin. Gerek İstanbul’daki sel felaketinin gerekse Muğla’daki depremin hemen ardından, hem bakanlardan hem belediye başkanlarından hem de valilerden yıllardır dillerden düşmeyen söylemi bir kere daha duyduk; “Hasar tespitleri yapılıp zararları olan vatandaşlarımızın zararı giderilecek, maddi hasar telafi edilecek”.

DEVLET BABA ZİHNİYETİ

Kusura bakmayın ama neden karşılayacaksınız, nasıl karşılayacaksınız? Aracı sele kapılan ya da depremde açılan çukura düşen vatandaşa, aracının parasını mı ödeyeceksiniz? Ya da selde evi oturulamayacak hale gelene ev, depremde yazlığı yıkılana yazlık mı vereceksiniz; televizyonun, buzdolabının, fırının parasını mı ödeyeceksiniz? Veya da teknesi suya batana tekne mi vereceksiniz?

Bu ülkede bir sigorta sistemi var ve bunun için var. Hadi, kamunun, kendi zararını kendi karşılamasını anlıyorum, ama gerisi sigorta sisteminin işi. Bunu da vatandaşa siz siyasetçilerin söylemesi gerekiyor. Her afet sonrası, ‘devlet yaralarınızı saracak’ demek yerine, ‘ben senin aracının zararını, malının hasarını, buzdolabını, televizyonunu ödemem, bunun için sigorta yaptırmalısın’ demeniz lazım. Anlıyorum, politika yapıyorsunuz ama bir yerden artık başlamanız lazım. Bakın, 2000 yılında deprem hasarı için zorunlu deprem sigortası başladı; aradan 17 yıl geçti, depremin yaşandığı Muğla’da, 242 bine yakın konuttan sadece 130 bini sigortalı. Eminim bunun yarısı da ya bankadan kredi alındığı için ya da tapudaki işlem nedeniyle zorunluluktan yaptırmıştır.  

BU NASIL ADALETTİR?

Daha da önemlisi, vatandaşın zararını gidereceksiniz de hangi vatandaşın zararını karşılayacaksınız? Devlet, hasarı ne kadar zamanda, nasıl karşılar, onu bilemem ama ben, bundan sonra olacağı söyleyeyim. Aynı selde, aynı depremde zarar gören vatandaşlardan konutu, aracı, işyeri, malı sigortalı olan gidip, sigorta şirketinden zararını alacak; sigortasız vatandaşın hasarını ise devlet karşılayacak. Bugüne kadar yaşanan her depremde, her selde olduğu gibi. Bu nasıl bir adalettir? Yıllarca cebinden para ödeyip, sigorta yaptıran vatandaş, kendini enayi gibi hissetmez mi? Madem böyle, o zaman, sigorta yaptırıp da selde, depremde zarar gören ve sigortadan zararını alan vatandaşın ödediği sigorta primlerini de devlet karşılasın. Karşılasın ki, adaletli olsun.

Okuyucuya Not: Bir müddet buralarda olmayacağım. İzninizle kısa süreliğine tatile çıkacağım. Döndüğümde görüşmek üzere. 

Yazının Devamını Oku

Sadece özel sektörle olmaz

20 Temmuz 2017
BAŞTA Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, ekonomi yönetimi hemen hemen her platformda faizsiz bankacılığın gelişmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Bu konuda önemli gelişmeler de yaşanıyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Başkanlığında Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu kuruldu. Hazine ve katılım bankaları pek çok kez başarılı Sukuk (kira sertifikası) ihracı gerçekleştirdi.

Gelinen nokta ne? Katılım bankalarının toplam bankacılık içindeki payı yüzde 5’lerde. Az mı? Düne göre (30 yıl öncesi) başarılı ama bizim gibi bir ülke için yetersiz. Bizim gibi demekle kastı şu. Bireysel emeklilik sistemine giren çalışanların yüzde 65’ine yakını –ki, kamuda çalışanlarda bu oran yüzde 80’nin üzerinde- birikimlerinin değerlenmesi için faizsiz fonları tercih etmiş. Demek ki, bu konuda bir hassasiyet ve bilinilirlik var.

FİNANS PİYASASI
İşin ilginci, yine düne kadar, katılım bankası sayısı 6 iken zaman içinde krizler ve birleşmelerle bu sayı 4’e kadar indi.

Yazının Devamını Oku

Trafik kazasında tedaviyi kim karşılar?

19 Temmuz 2017
SGK, kendi belirlediği Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) üzerinden ödeme yapıyor, üzerine karışmıyor. Özel hastaneler vatandaşa binlerce liralık fatura çıkarıyor. Kaza mağdurları, bankadan kredi çekip tedavisini karşılıyor, sonra da mahkemelerde dava açıyor.

HÜRRİYET Ekonomi Müdürü Sefer Levent, cumartesi günü yayınlanan Vatandaşın Ekonomi köşesinde, ‘Özel hastanenin acili SGK’lıdan para alır mı?’ başlıklı yazısında; bir okuyucusunun başına gelenlerden yola çıkarak özel hastane, SGK ve vatandaş üçgeninde yaşanan sağlık sorununu gündeme getirdi. Merak edenler, cumartesi günkü Hürriyet Gazetesi’nden detayları okuyabilir. Hem Sefer Levent’in bıraktığı yerden devam edeyim hem yeni bir pencere açarak, aynı üçgen içinde yaşanan bir başka soruna değineyim. Hatta benzer bir soru sorayım; ‘trafik kazası geçirenin tedavi giderini kim karşılar?’. 5 yıl öncesine kadar bu sorunun cevabı netti. İstediğiniz hastanede, ister acil, ister acil sonrası, tedaviniz ne kadar sürerse sürsün; istisnasız tüm tedavi masraflarınız trafik sigortasından karşılanırdı. Cebinizden de beş kuruş ödemezdiniz. 2011 yılının sonunda uygulama değişti ve trafik kazası geçirenlerin sağlık giderlerinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanmasına karar verildi. Sigortacıların bu konudaki sorumluluğu ortadan kalktı, şirketlere de trafik sigortasından topladıkları primin yüzde 10’unu SGK’ya aktarma zorunluluğu getirildi.

BİNLERCE VATANDAŞ MAĞDUR

Gelelim mevcut duruma. Trafik kazası geçirirseniz, tüm acil vakalarda olduğu gibi kamu, üniversite, özel hiç fark etmez, en yakın hastaneye gider, beş kuruş ödemeden acilde tedavinizi olursunuz. Buraya kadar sorun yok. Ama SGK ile anlaşmalı bir özel hastanedeyseniz, acil müdahale bitip, tedaviniz de devam edecekse, sorun bundan sonra başlıyor. Malum ağır yaralanmalı trafik kazalarında tedavi süreci haftalar hatta kimi durumlarda aylar sürüyor.

Tedaviye aynı hastanede devam ederseniz (etmek zorunda da kalabilirsiniz) cebinizden fark ödemek zorundasınız. Hem de öyle, 300-500 liralardan değil, binlerce liralık fark ücretinden bahsediyorum. Haliyle, ‘hani trafik kazalarında tüm tedavi giderlerini SGK karşılıyordu’ diye soracaksınız. Doğru, karşılıyor ama kendi belirlediği, adına da Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) dediği fiyat üzerinden. Hem de 10 yıldır aynı fiyatı ödüyor. Bu da şu anlama geliyor; tedavi gideriniz 6 bin liraysa 2 bin lirasını SGK ödüyor, 4 bin lirasını hastane sizden talep ediyor.

İZMİR’DE YAŞANAN OLAY

Elbette alternatifiniz var. Para ödemek istemiyorsanız, acil durumunuz bitince tedavinizin devamı için devlet hastanesine naklinizi isteyebilirsiniz. Ama bu da her durum için geçerli değil. Yaşanmış bir vakadan örnek vereyim. İzmir’de, trafik kazası geçiren bir genç, acil olarak devlet hastanesine götürülüyor. Hastane, bacağın kesilmesi gerektiğini, buna da özel hastanenin müdahale edebileceğini söyleyerek, sevk ediyor. Özel hastane müdahaleyi yapıyor ama tedavinin devam etmesi gerekiyor; nitekim ediyor da. SGK, SUT fiyatı üzerinden ödeme yaptığından hastane, gencin ailesinin önüne ciddi bir fatura koyuyor. Sonuç mu? Aile bankadan kredi çekip, ödemeyi yapıyor; sonra da çarpan sürücüye, tedavi gideri için dava açıyor. Özetleyeyim: 5 yıl öncesine kadar trafik kazalarında tüm tedavi masraflarını sigorta ödüyordu, kimsenin cebinden beş kuruş çıkmıyordu. Şimdi ise kimin ödeyeceği meçhul. Hele ki, kazada kusuru olmayanların durumu daha da vahim. Vatandaş, SGK’ya başvursa, ‘ben SUT üzerinden ödedim, üzerini git kimden alırsan al’ diyor. Sigorta şirketinin kapısını çalsa, ‘benim sorumluluğu 5 yıl önce bitti’ diyor. Özel hastane ise ‘SUT’un üzerine ödeyeceksin, devlet bana bu hakkı tanımış’ diye bastırıyor. Geriye tek yol kalıyor, kazada kusurlu olan tarafa dava açmak. Bugün mahkemelerde böyle binlerce dava görülüyor ve bu davalar en az 2 yıl sürüyor.  

SUT’UN 10 YILDIR FİYATI ARTMIYOR

Muayene, tahlil, doktor, ameliyat, tıbbi malzeme dahil SGK; tüm hastanelere vatandaş adına ödeyeceği rakamı belirleyip, açıklıyor. Bu sisteme SUT deniyor. Acilin dışında; özel hastane, üniversite hastanesine ya da branş hastanesine gidip tedavi olduğunuzda SGK, SUT üzerinden, sizin adınıza ödeme yapıyor. Özel hastanenin ise SGK’nın ödediğinin iki katına kadar sizden para talep etme hakkı var. Ancak temel sorun, SUT uygulamasının neredeyse 10 yıldır fiyatının artmaması. Örnek vermek gerekirse; SGK, 10 yıl önce de kan tahlili için özel hastanelere 3 lira ödüyordu bugün de aynı fiyatı ödüyor. Bir idrar tetkikinin 10 yıl önceki fiyatı 1 lira 30 kuruştu, bugün de aynı. İşte, gerek özel hastanelerle vatandaş arasında yaşanan temel sorunların gerekse de bugün sağlıkta yaşanan kaosun nedeni 10 yıldır fiyatı artmayan SUT.

Yazının Devamını Oku

1.5 milyon daha ‘BES’lenecek

17 Temmuz 2017
Ağırlıklı tekstil, eğitim, inşaat, sağlıkta faaliyet gösteren 11 bin 780 şirkette çalışan 1.5 milyon kişi, temmuzda, bireysel emekliliğe otomatik katılacak. Bugüne kadar sisteme giren 6 milyona yakın kişinin 3.5 milyonu çıkarken, 2.5 milyonu tasarrufa devam ediyor.

BİREYSEL Emeklilik Sistemine (BES) otomatik katılımda 3. etap, 1 Temmuz itibarıyla başlayacak ve 100 ila 250 çalışanı olan özel sektör işyerlerinde 1.5 milyona yakın çalışan sisteme giriş yapacak. Önce, bugüne kadar otomatik katılımda neler yaşandı kısa bir özet geçeyim. 1 Ocak itibarıyla 45 yaş altı tüm çalışanların BES’e katılmasını sağlayan otomatik katılım uygulaması ilk olarak 1.000 ve üzeri çalışanı olan işletmelerden başladı ve 2 milyon 200 binden fazla kişi, işverenleri tarafından sisteme sokuldu. Ardından 1 Nisan’da, 250 ila 999 çalışanı olan özel sektör şirketleri ile tüm memurlar sisteme dahil edildi ve 1 milyon 628 bini özel sektör, 2 milyon 100 bini de kamu çalışanı olmak üzere toplam 3.7 milyon kişi BES’e giriş yaptı. Böylece, Ocak ve Nisan’da toplam 6 milyona yakın kişi sisteme dahil edildi.

MEMURLARDA ÇIKIŞ AZ

Bugün itibarıyla da 6 milyona yakın çalışandan 3,4 milyonu, cayma hakkını kullanarak, otomatik BES’ten ayrıldı. Tablolarda giren ve çıkanlara yönelik detaylar bulunuyor ama ben yine de şu bilgiyi paylaşayım. Özel sektör çalışanlarının sistemden çıkış oranı yüzde 62’lere yakınken, memurlarda bu oran yüzde 49’larda. Bu da şunu gösteriyor ki, memurlarda çıkış oranı özel sektöre göre daha düşük. Toplamda ise otomatik BES’e girenlerin yüzde 58’i cayma hakkını kullanarak, ayrılmış.Bir de madalyonun öbür yüzü var. Buna bardağın dolu tarafını görmek de diyebiliriz. Otomatik katılım sayesinde 2.5 milyondan fazla çalışan bireysel emeklilik ile tanışarak, tasarruf etmeye başladı. Bu, 2.5 milyon çalışanın yüzde 19’a yakını, yani 478 bini, daha önceden BES’e girmişler; otomatik katılım ile de ikinci tasarruflarını gerçekleştiriyorlar. Sistemde kalanların yüzde 80’i ise ilk kez tasarruf ediyor.

MAAŞTAN YÜZDE 3 KESİNTİ

1 Temmuz itibarıyla da otomatik BES’te 3. etap başlıyor. Ağırlıklı tekstil, hazır giyim, taşımacılık, eğitim, inşaat, sağlık, gıda, imalat sektörlerinde faaliyet gösteren ve 100-250 çalışanı olan, toplam 11 bin 780 şirkette, 45 yaş altı çalışan 1,5 milyon kişi; ağustos ayının ilk haftasında maaşlarından kesinti yapılarak, otomatik BES’e dahil edilecek.

Maaş kesintisi konusunu biraz daha açayım, çünkü en çok merak edilen konularından başından geliyor. Sisteme girecek olan çalışanların her ay maaşlarından prime esas kazanç (brüt kazanç) üzerinden yüzde 3 kesinti yapılacak. Asgari ücretle çalışıyorsanız, her ay, otomatik BES için işveren, maaşınızdan 53 lira kesinti yapıp, emeklilik şirketine aktaracak. Eğer brüt ücretiniz 2 bin liraysa, aylık kesinti tutarı, 60 lira olacak.

Son olarak şu bilgiyi de vereyim. Temmuz ayında sisteme girecek 1.5 milyon kişi ile otomatik katılım uygulaması 2017 için bitmiş olacak. 2018’in Ocak ayında 50-100 arası çalışanı olan işletmeler ve tüm mahalli idareler (belediyeler) ve KİT’lerde çalışanlar; 2018’in Temmuz’unda da 10-49 çalışanı olan işletmelerde çalışanlar sisteme giriş yapacak.

1 TEMMUZ’DA GİRECEKLER İÇİN BES KILAVUZU

Yazının Devamını Oku

15 Temmuz sonrası ekonomide yaşananlar

13 Temmuz 2017
Üzerinden bir yıl geçti, ama Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ), 15 Temmuz’da kalkıştığı hanin darbe girişiminde yaşananlar daha dün gibi...

16 Temmuz sabahı kimi çevreler ne diyordu: ‘Darbe girişimi başarısız oldu ama asıl bundan sonra ekonomi ağır darbe alacak’ diyordu. Kimileri de ekonomide yaratacağı etkinin 5 yıldan önce telafisi olmayacağını söylüyordu. Hatırlayın, çoğunluk, hafta başında piyasaların açılamayacağı, vatandaşın bankalara hücum edeceği, devalüasyon olacağı beklentisi içindeydi. O günlerde kelli felli ekonomistlerden çıt çıkmıyordu. Hatırlayın, 16-17 Temmuzu...

Ne oldu? Halk, beklenildiği gibi bankalara hücum etmedi, devalüasyon olmadı, piyasalar da açıldı. 18 Temmuz’dan itibaren ekonominin çarkları dönmeye devam etti. Nasıl oldu? Hükümet, bankalar, sermaye piyasaları ve ekonominin tüm aktörleri ile koordineli çalışarak, likidite garantisi verilerek, başarılı bir kriz yönetimi sergilendi. 16 Temmuz’da yaşananları Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, geçenlerde anlattı: “Tahribatın olabildiğince asgariye indirilmesi için 16 Temmuz sabahından itibaren yoğun bir çalışma içine girdik. Bu psikolojinin çok iyi yönetilmesi gerekiyordu. Para çekme talebinin tamamının karşılanması noktasında bütün bankalara talimat verdik. Bütün bankalar da talimatlara olumlu tepki verdi.”

NASIL TOPARLANDIK?

Elbette, hain darbe girişiminin ekonomi üzerinde hiçbir etkisi olmadı diyemeyiz. Rakamlara fazla boğmadan özet geçeyim. Borsa düştü, ama bir yıl sonra bugün rekor üzerine rekor kırıyor. TL, döviz karşısında -özellikle de dolar karşısında- değer kaybetti, bugün eski seviyelere gelmeye başladı. Ekonomi daraldı, ama bu yılın ilk çeyreğinde, beklentinin de üstünde yüzde 5 büyüdü. Dış ticaret hacmi, yüzde 25’lere yakın geriledi, bugün yeniden toparlanmaya başladı. İşsizlik ciddi boyutlara ulaştı ama bugün 1,4 milyona yakın istihdam sağlandı. Tüm bunların hepsi de bir yıl gibi bir sürede oldu.

Peki, nasıl oldu? Cumhurbaşkanı önce. “Dövizi olanlar satsın, TL’ye dönsün” çağrısı ile TL’nin değer kaybı önledi, ardından da istihdam çağrısı ile işsizlik oranları düştü. Vatandaş dolarını sattı, iş dünyası istihdam çağrısına karşılık verdi. Ardından, teşvik ve destek paketleri, Kredi Garanti Fonu’nun devreye sokulması gibi hükümetten de piyasaları ve reel sektörü rahatlatacak peşi sıra önlemler geldi. Ve kimi çevrelerin beklediği gibi 15 Temmuz sonrası ülke rayından çıkmadı; siyasetçisiyle, iş dünyası, finans dünyası ve vatandaşı ile çok kısa sürede hızla toparlandık.

ŞİMDİ NEREDELER?

Başka ne oldu? 15 Temmuz öncesi; büyük holdinglerin, bankaların, birlik ve derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının başında oturup da ülkeyi ve ekonomiyi dizayn etmeye çalışanlar, ‘bu ülke bizden sorulur, onu da yaparız bunu da yaparız, onu oraya getiririz, bunu buraya atarız’ diyenler; bugün, ya yurtdışında kaçaklar ya da hapisteler. Nurettin Canikli’nin verdiği bir bilgiyi daha paylaşayım. 15 Temmuz sonrası, FETÖ soruşturması kapsamında, 43 ilde, 965 şirket ile 107 kişinin mal varlıklarına el konuldu. Bu şirketlerin aktif büyüklüğü 41 milyar lira ve 50 bin kişilik istihdamları var. Düşünün artık!   

Şimdi gelelim, kritik soruya... 15 Temmuz’da yaşananlar, başka bir ülkenin başına gelseydi, ne olurdu; bir yıl gibi bir sürede o ülke toparlanabilir miydi? Cevabı size bırakıyorum.

Yazının Devamını Oku

3 haftada arayı bulacak

12 Temmuz 2017
İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı, Meclis Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Çalışan ile işveren arasındaki uyuşmazlıklarda zorunlu olarak önce arabulucuya başvurulacak. Arabulucu, 3 hafta içinde anlaşmazlığı çözecek.

İLK olarak mart ayının ortasında, yine bu köşede, işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için önemli adımlar atılacağını ve bu konuda bir tasarı hazırlandığını duyurmuştum. O dönem, bazı kesimler böyle bir çalışma olmadığına yönelik itiraz ederek, yazdıklarımı eleştirdi. Zaman, kimin haklı kimin haksız olduğunu gösterdi.

İş hayatında önemli değişiklikler getirecek olan İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı önce, mayıs ayında Meclis’e sevk edildi, geçtiğimiz haftalarda da Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Detaylara geçmeden önce önemli bir-iki konuyu paylaşayım. İşçi ile işveren arasındaki uyuşmazlıklarda ilk sıraları kıdem tazminatı, haksız yere işten atma, yıllık izin gibi konular alıyor ve mahkemelerde bu konularda açılan davaların sayısı 600 binlerin üzerinde, her geçen yıl da dava dosyalarının sayısı artıyor. Daha da önemlisi uyuşmazlıklar mahkemelerin yoğunluğu nedeniyle 1.5 yıldan 3 yıla kadar sürüyor.

BAŞVURU ZORUNLU

İşte, Meclis’te görüşülen İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı, bu soruna köklü çözümler getiriyor. Amaç; hem mahkemelerde yığılmalar nedeniyle yıllarca süren davaların süresini kısaltmak hem de uyuşmazlıklara biran önce çözüm bulunarak, özellikle çalışanların mağduriyetini gidermek. Tasarı ile getirilen en önemli değişiklik ise tasarının yasalaşması halinde işçi ve işveren dava yoluna gitmeden önce arabuluculuk müessesine başvuracak olması. Yani, her iki taraf da dava açmadan önce arabulucuya başvuracak, çözüm bulunamazsa dava yoluna gidilecek. Bir başka deyişle, yeni düzenlemede arabulucuya başvurmak zorunlu hale getiriliyor. Öyle ki, arabulucuya başvurulmadan dava yoluna gidilirse, hiçbir işlem yapılmadan, mahkemeler tarafından dava reddedilecek. Şunu da belirteyim, yasa çıktıktan sonra, adliyelerde arabuluculuk büroları kurulacak.

Arabulucu, sadece tazminat anlaşmazlıklarına da bakmayacak, hakaretten tutun da işyerindeki mala verilen zarara kadar tüm uyuşmazlıklarla ilgilenecek. Bir örnekle anlatmak gerekirse; işveren tarafından herhangi bir nedenden ya da sebepsiz işten çıkarılan çalışan, bir ay içinde işe iade isteğiyle arabulucuya başvuracak. Eğer, bu başvurudan sonuç alamazsa, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açabilecek. Tabi, arabulucunun bakamayacağı konular da olacak. Mesela, meslek hastalığı, iş kazası ve bunlardan kaynaklanan tazminat konuları, arabulucunun alanına girmeyecek; bu konular, bugün olduğu gibi yine mahkemelerde görüşülecek.

ZAMANAŞIMI KISALIYOR

Meclis Adalet Komisyonu’nda kabul edilen tasarı ile iki önemli değişiklik daha yapılıyor. Birincisi, zamanaşımı süreleri ile ilgili. Yıllık izin ücreti, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı gibi anlaşmazlıklarda zaman aşımı süresi 5 yıla indiriliyor ki, bugün için bu süre 10 yıl. İkinci önemli düzenleme ise sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumu’na (SGK), dava açılmadan önce Kurum’a başvurma zorunluluğu getirilmesi. Örneğin, bir nedenden dolayı SGK ile anlaşamadınız, hemen dava açma yerine, SGK’ya başvuracaksınız; 60 gün içinde talebinize cevap olamazsanız, talep reddedilmiş sayılacak, o zaman dava yoluna başvurabileceksiniz. Elbette, aldığınız cevap da yeterli gelmezse, dava yolu açık.

ÇALIŞMA HAYATINDA NELER DEĞİŞECEK?

Yazının Devamını Oku

Trafik sigortasına havuz modeli

10 Temmuz 2017
Başta ticari araçlar olmak üzere riskli sürücüler için sigorta havuzu kurulacak. Uygulama 12 Nisan’dan itibaren geçerli sayılacak. Hasarı yüksek olan tüm araçlar havuz kapsamına alınacak ve tavan fiyatla getirilen indirim oranları azaltılacak. Riskli sürücüler rahat sigorta yaptırabilecek.

TRAFİK sigortasında, sular durulmuyor’ desek, yeridir. Primlerin makul seviyeye düşmediği gerekçesiyle trafik sigortasına devlet müdahale ederek, 12 Nisan’da tavan fiyat uygulamasına geçildi. Hem sürücülerin hasar geçmişine hem de tüm araç gruplarına göre sigortacıların alacağı en yüksek trafik fiyatını devlet belirledi. Böylece primler yüzde 40’a yakın düşürüldü. Tam, ‘ortalık duruldu, sorun çözüldü’ derken, tavan fiyat uygulamasının üzerinden daha 3 ay bile geçmemişken şimdi de trafik sigortasında havuz modeli başlıyor. Gerekçe; bazı sigorta şirketlerinin, tavan fiyat uygulaması sonrası, zarar endişesiyle hasar riski yüksek ticari araçlar için sigorta yapmaktan kaçınmaları. İşte, Hazine, bu sorunun çözümü için yeni bir adım atarak, trafikte, ‘riskli sigortalılar havuzu’ oluşturdu.

KİMLERİ İLGİLENDİRİYOR?

Peki, havuz modeli nasıl işleyecek ve kime, ne faydası olacak? Yeni düzenleme biraz karışık. En basit haliyle anlatayım. Ama önce, kısa bir bilgi vereyim ki, havuz modelinin nasıl çalışacağı daha iyi anlaşılsın.

Trafik sigortasında, sürücülerin hasar geçmişine göre 7 ayrı kategori (buna basamak da diyebiliriz) bulunuyor ve prim artırım-indirimleri bu basamaklara göre belirleniyor. İlk kez sigorta yaptıracaklar, trafik sigortası sistemine 4. kademeden giriyor. Hasarsız geçen her yıl, bir kademe artıyor ve 7. kademeye kadar çıkılıyor, primler de ona göre azalıyor. Aynı şekilde hasar yapıldığı her yıl için de kademe düşerek, 1. kademeye kadar iniliyor ve fiyat da artıyor. 7. basamak, hasarsız sürücülerin olduğu grup ve trafik sigortasına en düşük primi ödüyorlar. 1-2-3’üncü basamak ise sürekli hasar yapan, sigortacıların da riskli gördüğü grup ve sigortaya da yüksek prim ödüyorlar.

TAVAN FİYATA DEVAM

İşte, bu riskli grup için sigorta havuzu oluşturuluyor. Trafik sigortası satan tüm sigorta şirketleri zorunlu olarak bu havuza katılacak. 1-2-3’üncü basamaktaki, yani hasar frekansı yüksek sürücüler ile tüm araç grupları havuz kapsamına girecek. Ayrıca, 4-5-6-7’inci basamaktaki, yani düşük hasarlı sürücüler ile taksi, minibüs, küçük otobüs, büyük otobüs, kamyon, çekiciler de yine havuz kapsamına alınacak. Bunun dışında 5-6-7’inci basamaktaki otomobiller, kamyonetler, iş makineleri, traktörler, motosikletler ise havuz kapsamına alınmayacak.

Havuz kapsamına alınıp, alınmamak ne demek? Aslında bu konu tüketiciyi pek ilgilendirmiyor. Hani, sigorta şirketleri hasarı yüksek, riskli sürücüleri sigortalamaktan kaçıyorlardı ya; kurulan havuz sayesinde sigortacılar sigorta satacak, sürücüler de rahat rahat sigorta yaptırabilecek. Tabi, yine, Hazine’nin, 12 Nisan’da uygulamaya soktuğu tavan fiyatlar üzerinden. Hasarı az ya da hasarsız sürücüler açısından zaten bir sorun yaşanmadığından, havuz kapsamına alınmalarına da gerek duyulmadı.

HAVUZ NASIL İŞLEYECEK?

Yazının Devamını Oku

Ek ödeme de zamlandı!

7 Temmuz 2017
Emekliler her ay maaşının yüzde 4’ü kadar ek ödeme ya da halk arasında bilinen adıyla vergi iadesi alıyor. Maaş yükseldikçe ek ödeme de miktarı da artıyor. Temmuz ayında yeni zam ile birlikte tüm emeklilerin ek ödemeleri de artacak.

OKUYUCULARDAN onlarca soru geliyor. Kimileri, zamlı maaşlarının nasıl hesaplanacağını soruyor, kimileri vergi iadesini merak ediyor, kimileri de yayınladığımız tablolardaki maaşlarla kendi yaptıkları hesapların örtüşmediğinden yakınıyor. Önce vergi iadesinden başlayayım. Çünkü maaş zamları ile birlikte emeklilerin alacağı vergi iadeleri de arttı. Öncelikle şunu belirteyim, vergi iadesi, 2006 yılında kaldırıldı ve ek ödeme uygulamasına geçildi. Her ne kadar vergi iadesi dense de doğrusu ek ödeme ve maaşın yüzde 4’ü, ek ödeme adı altında tüm emeklilerin her ay hesabına yatırılıyor. Yüzde 4’lük ek ödeme tutarı tüm emekliler için geçerli, yani emekliden emekliye değişmiyor. Maaşı yüksek olanın ek ödemesi yüksek olduğu gibi, Ocak ve Temmuz ayında emekli maaşları zamlandıkça ek ödeme tutarı da artıyor.

EK ÖDEME NEDİR?

Bir örnekle anlatayım: Emekli maaşınız 2.750 lira. Yüzde 4’ü olan 110 lira her ay maaşınıza ekleniyor ve elinize 2.860 lira geçiyor. Temmuz ayında yüzde 6,89 zam alacağınızdan maaşınız, 189,4 lira artacak (2.750 liranın yüzde 6,89’u) ve 2.939 liraya çıkacak. Yüzde 4’lük ek ödemeniz de zamlı maaşınız üzerinden hesaplanacak –ki, 117,5 lira ediyor- ve böylece Temmuz ayında elinize toplam 3.056,6 lira emekli aylığı geçecek. İşte, yayınladığımız emekli aylığı tabloları ile bazı emeklilerin kendi yaptıkları maaş hesaplarının örtüşmeme nedeni de bu. Maalesef, emeklilerimizin çoğu her ay ya da 3 ayda bir bankaya yatan parayı, emekli maaşı zannediyor. Oysa bu paranın içinde ek ödeme ödeneği de var. Ve zam, ek ödemeli maaşınız üzerinden değil, çıplak maaşınız üzerinden hesaplanıyor.

YANLIŞ HESAP YAPMAYIN

Şöyle anlatayım: Bu yılın Ocak-Temmuz döneminde her ay bankaya yatan 2.500 lira, maaşınız değil. Bunun içinde yüzde 4’lük ek ödeme de var. 2.500 liranın, 2.404 lirası asıl maaşınız, 96 lirası da ek ödemeniz. Dolayısıyla siz, Temmuz ayında alacağınız yüzde 6,89’luk zammı, 2.500 lira üzerinden hesaplar; üzerine bir de yüzde 4’lük ek ödemeyi eklerseniz, 2.779 lira çıkar ki, bu yanlış bir hesap olur. Doğrusu, asıl maaşınız olan 2.404 lira üzerinden yüzde 6,89 zam alacaksınız -bu da 2.569,6 lira ediyor- üzerine yüzde 4 ek ödemeyi ekleyeceksiniz, böylece Temmuz ayında elinize toplam 2.672 lira geçecek. Çoğu okuyucumuzun maaşımı eksik yatırıyorlar diye şikayet etmesinin nedeni bu yanlış hesaptan kaynaklanıyor. -BİTTİ-

Yazının Devamını Oku