Doğru ve isabetli bir karar. Hatta ben bir adım daha ileri götüreyim, sadece teşvikler için değil; esnafa, KOBİ’ye verilecek tüm kredi ve destekler için de aynı yöntem uygulanmalı.
Geçen senenin sonundan bu yılın ortalarına kadar ekonomiyi canlandırmak adına özellikle KOBİ’lere ciddi kredi desteği sağlandı.
KOSGEB bir taraftan, sivil toplum örgütlerinin özel bankalarla yaptığı anlaşmalar ve kamu bankaları diğer taraftan kredi musluklarını açtı.
Bunun üzerine bir de Hazine destekli Kredi Garanti Fonu kredileri eklendi. Tarım kredi kooperatifleri, esnaf kooperatiflerinin bu furya içinde üyelerine verdiği destekleri hesaba katmıyorum bile. Mutlaka unuttuğum da vardır.
1 Ağustos’ta başlayan, 3.2 milyon memur ile 1.9 milyon memur emeklisinin 2018-2019 yılı zam ve sosyal hakları konusundaki toplu sözleşme görüşmesi hükümetin açıkladığı zam oranı ile sonuçsuz kaldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, hükümetin teklifini 2018 yılı için yüzde 3+3, 2019 yılı için de yüzde 3+3 ve altı aylık dönemler için enflasyon farkı da ödeneceğini açıkladı. Sendikalar ise bu öneriye karşı çıktı ve masadan kalktı. Peki, sendikalar ne istiyor? Masadaki teklifler çok ama özetleyeyim. Memur-Sen 2018 için yüzde 10+6, 2019 için 10+8 zam istiyor. Kamu-Sen, her iki yıl da 150 lira seyyanen zam ve 2018 için yüzde 10+10, 2019 için de yüzde 8+8 zam talep ediyor. KESK ise en düşük memur aylığının 3.450 liraya çıkarılmasını istiyor. Görüşmeler 21 Ağustos’a kadar sürecek, sonuç alınmazsa Hakem Heyetine gidilecek ve Heyet son kararı verecek.
SARIEROĞLU’NUN SINAVI
Geçmiş yıllardaki toplu sözleşmelerin ve memur zamlarının bir profilini çıkardım; kim ne istemiş, ne almış diye. Tabloda detaylarını göreceksiniz. Detaya geçmeden önce şunu belirteyim. Kabine değişikliğinden sonra yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, her ne kadar eski bir sendikacı olsa da – bir dönem Hak-İş Kadın Komitesi Başkanlığı yaptı- zor bir sınavdan geçecek ve işi de zor gözüküyor. Gelelim, geçmiş toplu sözleşmelere. Mesela, sendikalar 2012’de yüzde 13, 2012’de yüzde 14 olmak üzere iki yıl için yüzde 27 zam ve enflasyon farkı talep etmişler, 2012’de 4+4, 2013’de 3+3 olmak üzere yüzde 14 zam ve enflasyon farkını kabul etmişler. 2014-2015 toplu sözleşmesinde ise her iki yıl için de yüzde 6+6 olmak üzere toplamda yüzde 24 zam ve taban aylıklara 100 lira zam talep edilmiş; 2014’de taban aylığa 175 lira zam, 2015’de de yüzde 3+3 zam, üzerine enflasyon farkında anlaşma sağlanmış. 2016-2017 toplu sözleşmeye gelince; sendikalar, 2016’da enflasyon farkı ile birlikte yüzde 8+8, 2017’de yüzde 7+7 zam, üzerine taban aylıklara 150 zam istemiş, enflasyon farkı ile 2016’da yüzde 6+5, 2017’de yüzde 3+4 zamda uzlaşı sağlanmış.
İKİ TARAF ANLAŞIR
Diyeceğim o ki, sendikalarının taleplerinin kabul edilir olmadığını tüm taraflar biliyor. Geçmiş yıllardaki talepler ortada, hükümetin bu talepler karşısındaki yaklaşımları da ortada, gerçekleşen de ortada. Bu açıdan bakıldığında sendikaların 2018-2019 yılı zam isteklerinin çok yüksek olduğu bir gerçek ki, sendikalar da bunu biliyor. Bugüne kadar ise 2012 yılı hariç her toplu sözleşmelerde pazarlık kapısı yüksekten açılmış ve sonunda bir uzlaşı çıkmış. Bu sefer de 21 Ağustos’a kadar her iki taraf anlaşacaktır. Şu ankine kaba tabirle kayıkçı kavgası dersek sanırım yanılmış olmayız.
HAKEME GİDİLDİ SONUÇ ÜZÜCÜ OLDU
SON 10 yıldaki toplu sözleşmelerde sadece 2012 yılında hakem heyetine gidilmiş. 2012 yılı toplu sözleşme görüşmelerinde Memur-Sen 2012 için yüzde 15, 2013 için de yüzde 13.25 zam talep etti, hükümet ise önce 2012 için yüzde 3+3’lük zam teklifini yüzde 3.5-4’e çekti. 2013 yılı teklifini de yarım puan artırarak yüzde 3+3 olarak belirledi. Sendikalar teklifi reddetti ve 23 Mayıs’ta bir günlük iş bırakma eylemi yapıldı. 21 gün süren toplu sözleşme görüşmeleri, sonunda uyuşmazlıkla sonuçlandı ve sendikalar hakem heyetine başvurdu. Hakem heyeti ise hükümetin teklifini sadece yarım puan artırdı. Hakem heyetinin kararına itiraz da edilemediğinden memur ve emeklilerine 2012’de yüzde 4+4, 2013’te yüzde 3+3 zam verildi.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de otomatik BES’te revizyona gidileceğinin sinyalini verdi. Gerekçe; sene başından bu yana sisteme giren çalışanların yüzde 57’sinin cayma hakkını kullanarak, sistemden çıkması. Şu sıralar, kişilerin çıkmamaları için alınacak önlemler hakkında çalışmalar sürüyor. Masadaki seçenekler; 2 aylık cayma süresinin uzatılması, işverenin de sisteme katkı yapması, devletin verdiği katkıları çalışanların hak ediş sürelerinin kısaltılması.
Eğri oturup doğru konuşalım. İşverenin üzerinde bu kadar yük varken bir de otomatik BES’e katkı yapmasını beklemek bana gerçekçi gelmiyor. Bu seçeneği eliyorum. Devlet katkısını hak ediş süresi belki kısaltılabilir ama aynısının gönüllü BES’e de uygulanması gerekir. Devletin bu öneriyi kabul edeceğini de pek zannetmiyorum. Bu seçeneği de eliyorum. 2 aylık cayma süresinin uzatılması, kişilerin sabah sisteme girip, akşam caymasının önüne geçilmesi yönünde değişiklik yapılması doğru bir yaklaşım. Kaldı ki, emeklilik gibi uzun süreli bir sistemden bahsediyorsak, ‘sabah gir akşam cay’ bu işin ruhuna aykırı.
BİR ÖNERİM VAR
Ama bunların da ötesinde benim başka bir önerim var. Bu öneriyi de okuyuculardan gelen şikayetlere dayanarak yapıyorum. Şu, prime esas kazanç uygulamasından vazgeçin. Konuyu biraz açayım. Otomatik katılım uygulamasında çalışanların, her ay prime esas kazançları üzerinden yüzde 3 kesilerek, işverenler tarafından emeklilik şirketine aktarılıyor. Peki, nedir prime esas kazanç? Çalışanların sosyal güvenlik hizmet dökümünde yer alan ve çalışanın brüt kazancını ifade eden kazanca deniyor. Örneğin, asgari ücret brüt 1.777 liradır, sosyal güvenlik kesintileri yapıldıktan sonra çalışanın eline 1.404 lira geçer. Brüt 1.777 lira, sizin prime esas kazancınızdır. Ayrıca, prime esas kazanç içine; fazla çalışma (mesai) ücretinden ikramiyeye, hafta tatili ücretinden prim gibi ay içinde yapılan ekstra ödemelere kadar tüm ödemeler dahildir. Otomatik BES için yapılan kesinti de prime esas kazanç üzerinden yapılıyor.
Diyelim ki, brüt maaşınız 2.500 lira ve BES için 75 lira maaşınızdan kesinti yapılıyor. Eğer o ay ikramiye alıyorsanız, emeklilik için kesinti tutarınız 150 lira (5000 liranın yüzde 3’ü) oluyor. Bir de aynı ay içinde fazla mesai ücreti olarak 250 lira da almışsanız, kesintiniz
157,5 liraya yükseliyor. Maaşı daha yüksek olan kişilerde bu kesinti tutarları da yüksek oluyor.
PRİME ESAS KAZANÇ
Daha açık şöyle anlatayım. Brüt ücret üzerinden kesinti demek, çalışanın cebine girmeyen bir paradan tasarruf etmesi anlamına geliyor. İkincisi; çalışanın ay içinde ikramiye, mesai gibi ek gelirleri olursa, onlar üzerinden de otomatik katılım için kesinti yapılıyor. Unutmayın ki, aynı çalışandan, sosyal güvenlik adına zaten ciddi bir kesinti yapılıyor.
2016 yılında hane halkı sayı 22 milyon 296 binmiş ve geçen sene hane halkı başına aylık ortalama tüketim harcaması 3.406 TL olmuş. Fert başına da aylık ortalama 1.642 lira harcamışız. Demek ki, ülke olarak aylık 76 milyar liraya, yıllık da 912 milyar liraya yakın harcama yapmışız. Beş yıl önceye baktım, 2012 yılına, hane halkı başına aylık ortalama 2.366 lira, kişi başına da bin 95 lira harcamışız ki, o sene hane halkı sayısı 20 milyonun biraz üzerindeymiş. Bu da şu anlama geliyor ki, 5 yıl önce aylık 47.4 milyar, yıllık 570 milyar lira tüketime harcaması yapmışız. Bu 5 yılda hane halkı sayısı yüzde 11, hane halkı başına aylık ortalama tüketim yüzde 44’e yakın artmış. Ülke olarak beş yılda tüketim harcamamız da yüzde 60 artmış, 572 milyar liradan 912 milyar liraya yükselmiş. Buraya kadar bir sorun yok.
EĞİTİME DEĞİL TELEFONA
Şimdi bir de nerelere harcama yapmışız, neyi tüketmiş ona bakalım. Geçen yıl, harcamalar içinde yüzde 25,2 ile en yüksek payı konut ve kira harcaması alırken, ikinci sırayı yüzde 19,5 ile gıda, üçüncü sırayı da yüzde 18,2 ile ulaştırma aldı. Daha açık bir anlatımla, aylık tüketim harcaması 3.406 lira olan hane halkının; 2.131 lirası kira, yiyecek-içecek ve ulaştırmadan oluşan temel ihtiyaçlara gitmiş. Eğitim harcamasının payı ne diyecek olursanız; sadece yüzde 2,3. Yani geçen yıl, aylık 77 lira eğitim için harcama yapmışız. Kültür faaliyetleri için de aylık 95 lira, dışarıda yemeğe 216 lira, haberleşmeye ise aylık 125 lira harcamışız. Demek ki, cep telefonu ve dışarıda yemeğe eğitimden daha fazla harcama yapmışız.
BU ŞARTLARDA TASARRUF ZOR
İşin ilginci, son 5 yılda tüketim yüzde 44’e yakın artarken, hem harcama yaptığımız alan hem de miktarlar aynı kalmış. 2012’de de toplam tüketim içinde kiranın payı yüzde 25’miş geçen senede de aynı kalmış. 5 yıl önce de eğitime yüzde 2,3 pay ayırmışız, 2016’da da aynı olmuş. Yeri gelmişken şunu da belirteyim; 5 yılda her ne kadar tüketim harcamamız yüzde 44 artsa da aynı dönemde ortalama enflasyon ise yüzde 45,65 olmuş.
Ne mi demek istiyorum? Son 5 yıldaki tüketim harcamalarımıza baktığımızda yüzde 76’sını kira, yiyecek, eğitim, kültür, ulaşım, sağlık gibi temel harcamalar alıyor. Bu da bize toplum olarak neden tasarruf edemediğimizi gösteriyor. Hele ki, cep telefonuna, eğitim ve kültürden daha fazla harcama yapıyorsak -ki, öyle- tasarruf etmemize de imkan yok.
"EMEKLİLİK yaşı yükselecekmiş, oğlumu bir yakınımın şirketinde çalışıyor göstersek, primleri cebimizden ödesek, sorun yaşar mıyız?” Bu ve benzeri sorular, okuyuculardan hemen hemen her gün geliyor. Aman diyorum; ne kendinizi bir şirkette çalışıyor gösterin ne de şirket sahibiyseniz yakınınızdan gelen bu tür ricaları kabul edin. Çünkü bu iş sahtekarlığa giriyor ve cezası da tüm kesimler için çok ağır. Yapılan tespitler son yıllarda sahte sigortalı sayısının arttığını gösteriyor. Öyle ki, bu iş bir sektör haline gelmiş durumda. Sahte sigortalı kaydı yapan onlarca paravan şirket kuruluyor. Vatandaşlar, bu paravan şirketler üzerinden dolandırılıyor. İşte, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), bir süredir hem sahte sigortalıların hem de hem de bu iş için kurulan paravan şirketlerin peşine düştü.
KİMLER SAHTE SİGORTALI?
Fiilen çalışmadığı halde sosyal güvenlik haklarından yararlanmak için bir işyerinde sigortalı gösterilmek sahte sigortalılığa giriyor. Kimileri, emeklilik hakkından yararlanmak için bir işyerinde çalışıyor gözüküyor ki, bazı işverenler erken emeklilik için kendi şirketinde işçi olarak bile kendini gösteriyor. Kimileri, emeklilik için gerekli prim/gün sayısını doldurmadıklarından eksik günler için bu yola başvuruyor. Kadınlar, hamilelik döneminde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek ve doğum öncesi ile sonrasında iş görememezlik ödeneğinden faydalanmak için bir yerde çalışıyor gözüküyor. Kimileri de sağlık hizmetinden yararlanmak için bu yöntemi tercih ediyor.
TEK TEK TESPİT EDİLİYOR
İşin aslı, bir işyerinde sigortalı gözükmek yıllardır uygulanan bir yöntem. Maalesef çoğunluk ‘ne var canım nasıl olsa prim ödeniyor, devletin kaybı yok’ diyerek, bunun bir suç olduğunu bilmiyor. Ama öyle değil; suç ve cezası da çok ağır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), bir süredir fiilen çalışmayan, sigortalı gözüken kişileri tespit etmeye başladı. Son iki yılda da 300 bine yakın sahte sigortalı tespit edildi. Bu kişilerin hem sağlık hem de emeklilik hakları iptal edildi ve emeklilik aylıkları, sağlık yardımları yasal faiziyle birlikte bu kişilerden tahsil edildi. Sigortalı yapan işverenlere ciddi cezalar kesildi.
Peki, çözüm ne? Çözüm; prim/gün sayısı yetersiz olanlar isteğe bağlı sigorta, yurtdışında çalışanlar da hizmet borçlanması yapabilirler.
CEZASI ÇOK AĞIR
SİGORTALI İÇİN;
GEÇEN hafta İstanbul’u vuran dolu felaketi sonrası oto hasarlarında tam anlamıyla kaos yaşanıyor. Sigortacılar hasara yetişemiyor, başta cam olmak üzere yedek parça bulunamıyor, tamirhaneler dolup taşıyor, vatandaş aracının tamiri için 2-3 ay sonraya ancak gün alabiliyor. Hemen hemen her gün de okuyuculardan onlarca şıkâyet geliyor. Ancak son bir-iki gündür tüketici cephesinde farklı bir panik yaşanıyor. Gelen şıkâyetlerde, okuyucular; kasko sigortasında hasar ihbarının 5 günle sınırlığı olduğu, sonrasında yapılan başvuruları sigorta şirketlerinin kabul etmeyeceği yönünde duyum aldıklarını belirtip, böyle bir uygulama olup olmadığını soruyor. Öyle ki, eş dost telefonla arayıp, 5 gün süresini merak ediyor. Nereden duyduklarını sorduğumda ise kimileri sigorta acentesinden kimileri tamirhanelerden duyduklarını söylüyor.
BİLDİRME YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Kasko sigortası genel şartlarına baktım; doğru, böyle bir uygulama var. Genel şartlarda, “Sigortalı veya sigorta ettiren, rizikonun gerçekleştiğini öğrendiği tarihten itibaren en geç 5 iş günü içinde sigortacıya bildirimde bulunmakla yükümlüdür” yazıyor. Dolu felaketi geçen hafta Perşembe günü yaşandığına, genel şartlarda da 5 işgünü yazdığına göre, hasar ihbarı için sigorta şirketine başvurma süresi bugün doluyor.
Peki, 5 günlük süre içinde başvurulmaz, gecikme yaşanırsa ne olacak? Öyle ya, tatilde olup, halen aracındaki dolu hasarını bilmeyen de var, hem tamirhanelerin doluluğu hem de parça sorunu nedeniyle ‘ortalık sakinleşsin sonra sigortaya başvururum’ diyen de var.
Sordum, soruşturdum. Birincisi, kasko genel şartlarında böyle bir madde olsa bile Türk Ticaret Kanununda zaman aşım süresi 2 yıl. Sigorta şirketleri ile de konuştum, kimileri 5 günlük süre şartını uygulamayacaklarını, kimileri de bunun bir doğal afet olduğunu, süre kısıtlamasının işlemeyeceğini söylüyor. Hukukçulara da sordum, böyle bir madde olsa bile tüketici dava açarsa sigorta şirketinin hasarı ödemek zorunda kalacağını belirtiyor.
150 BİN ARAÇ HASAR GÖRDÜ KAOS ÇIKTI
GEÇEN hafta yaşanan dolu felaketinde 150 bine yakın sigortalı araç hasar gördü. Sigortacıların kasko sigortasında Türkiye genelinde günde ortalama 4 bin hasar dosyası açtığı hesaba katıldığında; İstanbul’da, sadece bir günde 150 bin aracın zarar görmesi kaskoda tarihin en büyük hasarı olarak nitelendiriliyor. Araç başına hasarın 2 bin 500 ila 3 bin lira arasında olduğu, toplam sigortaya maliyetinin ise 350 milyon TL’yi bulacağı tahmin ediliyor. Böyle büyük bir hasara sigortacılar da tamirhaneler de hazırlıklı değil. O nedenle bugün tamirhaneler dolup taşıyor, hatta araçları kabul etmiyor, 2-3 ay sonraya gün veriyor, servisler diğer illerden başta cam olmak üzere yedek parça ve özellikle de eleman temin ediyor, eksperler hasar tespitine yetişemiyor. Öyle ki, büyük bir otomobil markasının servisi, Brezilya’dan servis elemanı bile getirtmiş durumda. Sigortacılar ise anlaşmalı servislere önce cam hasarlarının giderilmesi, kaporta hasarlarının ise sonraya bırakılması yönünde talimat vermiş durumdalar.
EVLERDE çocuk bakımı ya da temizlik işlerinde çalışanlar istihdam seferberliği kapsamına alındı, ev hizmetlerinde işçi çalıştıranlar da teşviklerden yararlanacak. Detaya geçmeden önce, ev işlerinde yardımcı çalıştırılmasına konusuna değineyim. Çünkü okuyuculardan gelen sorular halen bu konunun bilinmediğini gösteriyor. 2015 yılında yapılan düzenleme ile ev hizmetlerinde çalışanların, çalıştırılanlar tarafından prim ödenerek, sigortalı yapılması zorunlu hale getirildi. Ev hizmetlerinden kasıt ne, onu da söyleyeyim. Ev içerisinde yaşayanlar tarafından yapılacak temizlik, ütü, yemek, çamaşır, bulaşık, alışveriş, bahçe işleri ile çocuk ve yaşlı bakımı ev hizmeti sayılıyor. Bu işleri ev halkı dışında yapanlar da işçi sayılıyor. Daha açık bir anlatımla evinize temizlik, ütü için birilerini alıyorsanız artık siz de bir işverensiniz ve aldığınız bu kişiyi sigortalı yapmak zorundasınız.
10 GÜNDEN AZ ÇALIŞANLAR
Bu konuda en fazla kafa karışıklığı ise eve gelen kişilerin ay içinde kaç gün çalıştığı hususunda yaşanıyor. Dikkat ediyorum da kimilerinde, ‘haftada 1 gün alıyorum, sigorta yapmak zorunda değilim’ gibi yanlış bir kanı hakim. Haftada 1 gün de alsanız, her gün de alsanız sigorta yapmak zorundasınız. Sadece yapacağınız sigortanın içeriği farklı. Şöyle ki; ayda 10 günden az çalıştırıyorsanız iş kazası ve meslek hastalığı için sigorta yaptıracaksınız ve primi de işveren sıfatıyla siz ödeyeceksiniz. Eğer, ayda 10 gün ve üzerinde çalıştırıyorsanız, genel sağlık sigortası ve emekliliği de kapsayan sigorta yapacaksınız, primi yine siz ödeyeceksiniz.
Gelelim ödeyeceğiniz sigorta primine. Ayda 10 günden az çalışanlar için her bir gün için ödenecek tutar, asgari ücretin günlük tutarının yüzde 2’si ki, bugün için bu rakam 1.18 lira. Yani, haftada 1 gün ev hizmetleri için birisini çalıştırıyorsanız, iş kazası ve meslek hastalığı için ayda 4.72 lira prim ödeyeceksiniz demektir. 10 gün ve üzerinde çalıştırıyorsanız, yine asgari ücret üzerinde yüzde 37.5 prim ödeyeceksiniz. Örnekle anlatayım, 10 gün çalıştırıyorsanız aylık ödeyeceğiniz prim 221 lira. Her gün çalıştırıyorsanız, aylık prim 663 lira tutuyor.
CEZASI 50 BİN LİRAYI BULUR
Peki, evde çalıştırdığınız kişinin sigortasını yapmazsanız ne olur? Cezası büyük. Eğer böyle bir durum tespit edilirse –ki, çalışanın şikayeti ile tespit ediliyor- öncelikle bildirim yapılmadığı için ardından primler ödenmediği için asgari ücretin 5 katı tutarı kadar ceza kesiliyor. Bu da yaklaşık 8 bin 500 lira ediyor. Bitmedi; bu durumun devam etmesi halinde her ay için iki asgari ücret tutarı kadar daha ceza kesiliyor. Kısaca, evinizde bir yıldır çalıştırdığınız kişiyi sigortalatmazsanız 50 bin liraya yakın bir ceza ile karşılaşabilirsiniz.
İşte hem ev hizmetlerinde çalışanların kayıt altına alınması hem de istihdama katkı sağlanması amacıyla geçtiğimiz haftalarda yeni bir düzenleme yapılarak, ev hizmetlerinde işçi çalıştıranların istihdam teşvikinden yararlanmasına imkan tanındı.
EN DÜŞÜK DESTEK 222 LİRA
DAHA 10 gün önceki selin yol açtığı hasar tespit edilmemişken dün bir yenisi daha yaşandı. Üstelik bu seferkinde sel ve fırtınanın yanı sıra dolu hasarı da var. Sular altında kalan konut ve işyerleri ile sele kapılan araçların yanı sıra; doludan dolayı da birçok aracın camları patladı, kaportası zarar gördü, binaların çatıları çöktü, duvarlarda yarıklar açıldı. Sel felaketinin hasarı bu kadarla da sınırlı değil, yıldırım nedeniyle fabrikalarda yangınlar çıktı, vinçler devrildi. Tüm Marmara bölgesini etkisi altına alan yağış ve fırtına yüzünden başta ayçiçek ve mısır tarlaları olmak üzere birçok tarım arazisi de zarar gördü. Önceki gün meydana gelen felaketin toplam sigortalı zararının ise 500 milyon TL olduğu tahmin ediliyor. Böylece 10 gün içinde üst üste yaşanan felaketin maliyeti 700 milyon lirayı buldu.
POLİÇELERE DİKKAT!
Gelelim, sigortalı hasarın nasıl ve ne şekilde karşılanacağına. Araçlardan başlayalım. Gerek selden gerekse doludan dolayı zarar gören araçların kasko sigortası varsa ve sigorta teminatı içine ‘sel-fırtına-dolu’ teminatı dahilse tüm zarar, sigortadan karşılanır. Aynı şekilde konutlarda da ‘fırtına-dolu’ teminatı varsa cam ve duvarlardaki göçük zararı sigortadan ödenir. Kaldı ki, gerek ‘paket kasko’ poliçelerinde gerekse de ‘paket konut’ poliçelerinde tüm bu teminatlar otomatik olarak sigorta şirketleri tarafından veriliyor.
Ancak kimi araç sahipleri ile konut sahipleri, sigortaya daha az prim ödemek için fırtına ve dolu teminatını poliçe kapsamı dışında tutabiliyor. O nedenle sigortalıların poliçelerine iyi bakmaları ve fırtına-dolu ek teminatını almış olmaları gerekiyor. Şunu da belirteyim, sel ve dolu hasarını trafik sigortası karşılamaz, konutlarda ise zorunlmu deprem sigortası (DASK) karşılamaz.
Oto camcı ve kaportacılarda önlerinde uzun kuyruklar oluştu. Stoklardaki camlar tükendi. Gelenlere sıra verildi, bazısı haftaya kaldı.
HASARI OLAN NE YAPACAK?
Peki, aracı ve konutu hasar gören sigortalılar ne yapacak? Aracı olanlar; sigorta şirketlerinin anlaşmalı olduğu servis istasyonlarına gidecek. Doludan dolayı kaportada küçük ezikler varsa, bunlar onarılacak; kırık camlar ise yenisi ile değiştirilecek. Kaportadaki hasar fazla ise yeni parça takılacak. Aynı şekilde konutlardaki cam hasarı da sigorta şirketlerinin anlaşmalı olduğu camcılar tarafından değiştirilecek. Sigortacılar ile konuştum. Dünden itibaren özellikle cam servislerinde yığılmalar nedeniyle kimi sigorta şirketleri sigortalılara, ‘beklemek istemiyorsanız istediğiniz serviste camınızı değiştirin, faturanızı bize getirin, ödeyelim’ demeye başlamış.