Noyan Doğan

Reel sektörün borç yükü artıyor

6 Temmuz 2017
Bayram tatiliydi, falan derken gözlerden kaçtı; Hazine, geçtiğimiz hafta, yılın ilk üç aylık dış borç verilerini açıkladı.

Buna göre, Türkiye’nin, 2017 Ocak-Mart döneminde toplam brüt dış borç stoku 412,3 milyar dolar olarak gerçekleşti ki, bu rakam, GSYH’nın yani, toplam gelirin, yüzde 49,1’i anlamına geliyor. Borcun, 288,6 milyar doları (yüzde 70’i) özel sektörün, 122,8 milyarı (yüzde 29’u) da kamuya ait. Şunu da belirteyim, toplam borcun, 309,4 milyar doları, yani yüzde 75’i, uzun vadeli. Buraya kadar bir sorun yok. Nitekim geçen senenin aynı dönemi ile mukayese ettiğimizde dış borç stokundaki artış sadece yüzde 0,64 oranında.

BORÇLAR KISA VADELİ

Şimdi biraz detaya girelim. 288,6 milyar dolarlık özel sektör borcunun 151,2 milyar doları finansal kuruluşlara ait ki, bunun da 132,2 milyarı bankaların borcu. Reel sektörün bu yılın ilk üç ayındaki toplam borcu ise 137,4 milyar dolar. 2016’nın aynı döneminde ise bankaların dış borç stoku 138 milyar dolar, reel sektörün ise 129,8 milyar dolarmış. Daha açık bir anlatımla, finansal kuruluşlar bir senede borcunu yüzde 5,82 azaltırken, reel sektör yüzde 5,80 artırmış. Reel sektörün kısa vadeli borç stoku ise yüzde 13,5’a yakın artmış.  

BANKALARIN AZALIYOR

Üstelik bu durum 2017’e has da değil; son 3 yıldır devam ediyor. Üç yılda finansal kuruluşların borç stoku gerilerken, reel sektörün borcu yüzde 16’nın üzerinde artışmış. 2014 yılının ilk çeyreğinde reel sektörün toplam borcu 118 milyar dolar iken bugün 137,4 milyar dolara kadar yükseldi. Rakam küçük olsa da benzer bir durum kamu için de geçerli. Son üç yılda kamunun da dış borç stoku da yüzde 4’ün üzerinde artış gösteriyor.

Bu da şu anlama geliyor ki, dış borcun çoğunluğu bankalar ve reel sektörün üzerinde; ancak reel sektörün borcu her geçen yıl biraz daha artıyor. Borç, çevrilemeyecek boyutta mı? Değil. Durum vahim mi? O da değil. Ama şimdilik değil.

Yazının Devamını Oku

Memur emeklisine % 6.89 zam

6 Temmuz 2017
Görevdeki memurlar ve emeklileri bir buçuk yıl aradan sonra ilk defa enflasyon farkı alacak. Toplusözleşmeden kaynaklı yüzde 4 zam ve yüzde 2.89 enflasyon farkı ile birlikte memur ve emeklilerine bu temmuzda maaşları yüzde 6.89 zamlı ödenecek.

DÜN, SSK, Bağ-Kur ve tarım emeklilerinin temmuz zamlarını yayınladık. Sıra geldi, 3.5 milyonu çalışan, 2 milyonu da emekli olmak üzere 5.5 milyon memurun 2017 Temmuz zamlı maaşlarına. Bugünden itibaren kıdemine, derecesine ve hizmet yılına göre emekli memurların zam oranları ile birlikte ek ödeme (vergi iadesi) dahil ellerine geçecek tutarı açıklayacağız. Hem çalışan hem de emekliler, iki yılda bir imzalanan toplusözleşme gereği, ocak ve temmuz olmak üzere, senede iki kere zam alıyor; enflasyondan kaynaklı bir fark oluşursa da bu fark maaşlara yansıtılıyor. 2015’de yapılan toplusözleşme çerçevesinde de 2017’de alınacak zam oranları ocakta yüzde 3, temmuzda yüzde 4 belirlendi. Şunu da belirteyim, memurlar, en son enflasyon farkını 2016’nın ocakta (yüzde 0.90) almışlardı. 2016’nın temmuzunda ve bu yılın ocak ayında enflasyon farkı oluşmadığı için maaşlara sadece toplusözleşmeden kaynaklı zamlar yansıdı.

ENFLASYON FARKI DA VAR

Görevdeki memurlar ve emeklileri bir buçuk yıl aradan sonra ilk defa bu temmuzda maşlarında enflasyon farkını görecekler. Toplusözleşmeye göre bu yılın ocak-haziran döneminde gerçekleşen ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan TÜFE’deki enflasyon oranının yüzde 3’ün üzerinde çıkması halinde aradaki fark maaşlara yansıtılacak. İlk 6 aydaki enflasyon rakamı da yüzde 5.89 olarak gerçekleşti ve memurlar, yüzde 2.89 enflasyon farkı almaya hak kazandı. Böylece, toplusözleşmeden kaynaklı yüzde 4 zam ve yüzde 2.89 enflasyon farkı ile birlikte memur ve emeklileri bu temmuzda, maaşlarını aile yardımı ödeneği hariç toplam 6.89 zamlı alacak.

GÖREVDEKİ MEMURLAR NE ALACAK?

Yeni zam ile birlikte; kıdemine ve derecesine göre görevdeki memurların (9/1) maaşı 2 bin 951 liraya, müsteşarın maaşı 10 bin 435 liraya, genel müdürün maaşı 9 bin 153 liraya, polis memurunun (8/1) maaşı 4 bin 201 liraya, profesörün (1/4) maaşı 7 bin 916 liraya, hemşirenin maaşı (5/1) 3 bin 592 liraya, uzman doktorun maaşı 5 bin 605 liraya, öğretmenin (1/4) maaşı da 3 bin 700 liraya çıkacak.

Yazının Devamını Oku

Kuruşu kuruşuna emekli zamları

5 Temmuz 2017
Açıklanan haziran ayı enflasyon rakamları ile birlikte tüm emeklilerin ve görevdeki memurların temmuz ayı zamlı maaşları da belli oldu. SSK ve Bağ-Kur’lular maaşlarını temmuzda yüzde 5.89 zamlı alacak, memur emeklilerinin zam oranı da yüzde 6.89 olarak belirlendi.

BU yılın ilk yarısına ait enflasyon açıklandı, böylece 12 milyona yakın emekli ile çalışan memurların da alacağı zam belli oldu. Hem memur ve emeklileri hem de SSK ve Bağ-Kur emeklileri ocak ve temmuz olmak üzere senede iki kere zam alıyor. Zam oranı, bir önceki 6 aylık dönemde gerçekleşen, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan, TÜFE’deki enflasyona göre hesaplanıyor. Bu yılın ilk 6 ayındaki enflasyon rakamı da yüzde 5.89 olarak gerçekleşti.

EN DÜŞÜK BİN LİRA OLACAK

Peki, bu enflasyon, emeklilerin maaşlarına nasıl yansıyacak? SSK ve Bağ-Kur emeklileri, Temmuz ayında maaşlarını yüzde 5.89 zamlı alacak. Böylece en düşük SSK emekli aylığı 1.485 liraya, en düşük Bağ-Kur emekli aylığı da 1.330 liraya yükselecek. Yeni zam ile birlikte en düşük tarım emeklisinin maaşı da bin liranın üzerine çıkacak.

Zamdan; SSK emeklileri, SSK tarım emeklileri, Bağ-Kur emeklileri, Bağ-Kur tarım emeklileri, özel sigorta emeklileri, banka emeklileri, iş kazasından dolayı aylık maaş alanlar, iş hastalıklarından dolayı aylık maaş alanlar ve iş kazası ve meslek hastalığından dolayı ölüm aylığı alanların eş, çocukları da yararlanacak.

EMEKLİYE ENFLASYON FARKI

Gelelim memur ve memur emeklilerinin zammına. Emekliler ile görevdeki memurlar hem toplu sözleşmeden kaynaklı yüzde 4 zam hem de enflasyondan kaynaklı fark alacaklar. Açıklanan enflasyon ile birlikte bu fark da yüzde 2.89 oldu. Yani, çalışan memurlar ile emeklileri temmuzda maaşlarını yüzde 6.89 zamlı alacak. Yeni zam ile birlikte de en düşük emekli memur aylığı 1.871 liraya çıkacak.

Bugünden itibaren de SSK ve Bağ-Kur ile görevdeki memur ve emeklilerinin temmuzda alacakları zammı; eline geçecek maaşı kuruşu kuruşuna açıklayacağız. İlk olarak da SSK, Bağ-Kur ve tarım emeklilerinden başlıyoruz.

Yazının Devamını Oku

KOBİ’ye bu da yapılır mı?

22 Haziran 2017
Önce, bir okuyucudan gelen şikayeti özetleyerek paylaşayım, sonra konunun detayına gireceğim: “Sayın, Doğan, taşımacılık alanında faaliyet gösteren orta halli işletmeyiz. Bugüne kadar biraz sermayemiz biraz da banka kredisi ile araç parkımızı belli sayıya getirdik. İşimizi biraz daha büyütmek istedik. Bankalardaki limitlerimizi aştığımız için biraz sorun yaşıyoruz. Durumlar malum, nakit ihtiyacı, bankadaki limitleri etkiliyor. Biz de leasing yoluyla araçları alabilir miyiz diye baktık. Ummadığımız bir durumla karşılaştık. Bizler leasing ile araç alımı yapamıyormuşuz. Yapsak bile taşıma yetki belgesini alamıyormuşuz. Nedeninin anlattılar ama pek de anlamadık.”

TİCARİ ARAÇ ALAMIYORLAR

Aslında konu yeni değil. Neredeyse sekiz yıldır gündemde ve okuyucumuz gibi binlerce işletmenin, özellikle de KOBİ’lerin, yaşadığı bir sorun. ‘Sorun ne?’ derseniz, en basit şekliyle anlatayım. Doğru, ticari araçlar; daha doğrusu karayolu ile taşımacılık yapan araçlar, finansal kiralamaya konu olamıyor. Çünkü taşımacılık yapılabilmesi için Ulaştırma Bakanlığı’ndan yetki belgesi alınması zorunlu. Bakanlık ise taşıma yapılacak aracın mülkiyeti şirketin üzerineyse yetki belgesi veriyor. Yani, taşıma yapacak araç, şirketin üzerine kayıtlıysa sorun yok; Bakanlık, belgeyi hemen veriyor. araç, şirketin üzerine kayıtlı değilse, belge vermiyor. Malum, adı üzerinde leasing bir finansal kiralama işlemi olduğundan, araç da belli süreliğine (2 ya da 3 yıl) leasing şirketinin üzerinde gözüktüğünden; Ulaştırma Bakanlığı’ndan, taşıma yetki belgesi alınamıyor. Hal böyle olunca da işletmeler, yatırımlarını leasing yoluyla yapamıyor.

Peki, niye böyle? İşte, onu bilen yok. 2009 yılına kadar leasing yoluyla alınan ticari araçlar şirketlerin mülkiyetinde gözüküp, yetki belgesi verilirken; bir gece yatılıp, sabah kalkılıyor ve 2009’dan itibaren finansal kiralama ile alınan araçların kiralık araç olarak görülmesine, yetki belgesi alınamayacağına karar veriliyor. Siz sanıyor musunuz ki, bu garabet durum sadece taşıma araçlarıyla sınırlı. Kamyon, çekici gibi ağır ticari araçlar da sırf bu nedenden dolayı finansal kiralama yoluyla alınamıyor.

ULAŞTIRMA BAKANI’NIN HABERİ VAR MI?

Garabet bu kadarla da bitmiyor. Aynı araçlar bankadan ya da finansman şirketinden kredi kullanılarak alındığında Ulaştırma Bakanlığı hemen yetki belgesini veriyor; ama leasing şirketinden alındığında vermiyor. Fark, ne? Ha, gidip bankadan 2-3 yıllık vadeli kredi ile araç satın alınmış; ha, leasing şirketinden 2-3 yıl vadeli sözleşme imzalanmış. Her ikisinde de 2-3 yıl sonra aracın mülkiyetine sahip olunuyor. Daha açık bir anlatımla, finansal kiralama da kredili satın alma yöntemi. Nitekim 20019 yılına kadar böyleyken ve hiçbir fark yokken, biranda ayrımcılığa gidilmiş.

Tamam, 8 yıl önce bir şeyler olmuş, ama halen yanlış devam ediyor. Hem de, KOBİ’lerin önünü açmaya çalıştığımız, üretimi artırmaları için peşi sıra düzenlemeler yaptığımız, alternatif finansman kaynaklarına ulaşmaları için çabaladığımız bir dönemde devam ediyor. Açıkça söyleyeyim, böyle bir uygulamadan zararlı çıkan tek bir kesim var; o da, KOBİ’ler. Okuyucumun örneğinde olduğu gibi, bir nedenden dolayı bankada limit azalmış, ama işletme yatırım yapmak istiyor, alternatif olarak finansal kiralama var; o yolu da 8 yıl önce bilinmeyen bir nedenden tıkamışız. Bilmem bu durumdan Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın haberi var mı?

Yazının Devamını Oku

Çok şey değişecek

21 Haziran 2017
Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen ve önümüzdeki günlerde uygulamaya geçecek olan Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanunu ile hafta sonu tatilinden üniversitelerde çalışanlara, Ar-Ge alanında istihdam edilenlerden iş sağlığı ve güvenliğine kadar birçok alanda değişiklik olacak. İşte o değişiklikler.

HAFTA TATİLİ KALKIYOR

Bundan tam 93 yıl önce, 1924 yılında, çıkartılan ve haftada bir gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili Hakkındaki kanun artık kalkıyor. Gerekçe ise, özellikle sanayi işletmelerinin her yıl hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyelerden hafta sonu çalışma ruhsatı almalarının işletme sahiplerine ek yük getirmesi. Yeni düzenleme ile işyerleri açısından artık hafta sonu çalışma kolaylaşmış olacak. Ancak, yürürlükten kalkan yasa, aynı zamanda işçilerin haftada 6 günden fazla çalışmasını da yasaklıyordu.

ÇALIŞANA 1700 LİRA DEVLET DESTEĞİ

Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) personeli istihdam eden ve teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren şirketlerde; istihdam edilen personelin aylık ücretinin, asgari ücretin brüt tutarı kadarki kısmı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından karşılanacak. Daha açık bir anlatımla, Ar-Ge personelinin aylık maaşının 1.700 lirasını Bakanlık ödeyecek; hem de iki yıl boyunca. Peki, sınır var mı? Bakanlık desteği, firmanın toplam çalışan sayısının yüzde 10’u ile sınırlı. Yani, teknoloji geliştirme firmasıysanız ve 100 kişi istihdam ediyorsanız, Bakanlıktan, 10 kişi için destek alacaksınız.

İŞ GÜVENLİĞİNE YENİ DÜZENLEME

Yeni Kanuna göre, 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan şirketlerde, iş sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri, işverenler ya da işveren vekili tarafından yürütülecek. Bu şirketler, aile hekimleri ve kamu sağlık hizmetleri sunucularından hizmet alabilecek. Ayrıca, 1 Temmuz’da başlaması gereken, kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan özel sektör işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu da Kanun ile 2020 yılına ertelendi.

ÖĞRETİM ÜYESİNE GEÇ EMEKLİLİK

Yeni Kanun, eğitim alanında da bazı düzenlemeler getiriyor. Birincisi, staj tanımı değişecek ve yükseköğretim kurumlarında staj yapan öğrencilere staj ücreti ödenecek. Ancak, yasa, staj süresinin emeklilik süresine etkisi konusunda bir düzenleme getirmedi. Yine yasa ile öğrencilere, uygulamalı eğitimleri sırasında asgari ücretin yüzde 35’i kadar –ki, bu da aylık 490 lira ediyor- ücret de ödenecek. Ayrıca, emeklilik yaşını dolduran öğretim üyeleri, 75 yaşının geçmemiş olmak kaydıyla, emeklilik aylığı bağlanıncaya kadar sözleşmeli olarak çalışmaya devam edebilecek.

Yazının Devamını Oku

Trafik sigortasında bıçak kemiğe dayandı

19 Haziran 2017
HANİ, ‘dost acı söyler’ derler ya işte, yazdıklarımın da bu gözle okunmasını isterim; özellikle de sigortacılar tarafından.

Konu; malum konu, trafik sigortası. Önce kısa bir özet geçeyim. Trafik sigortasında, nisan ayında başlayan tavan fiyat uygulaması ile tüketici açısından yüksek fiyat tartışması ve yüksek fiyata dayalı şikayetler bitti. Bu sefer de sigortacılar cephesinde; devletin, fiyata müdahale etmesiyle serbest piyasadan vazgeçildiği, kamu tarafından belirlenen tavan fiyatın düşük kaldığı ve zarar edileceği endişesi başladı. Bu endişeyle de sigorta şirketleri -ya da kimi sigorta şirketleri- diyeyim; bilgisayar ekranı kapatma, poliçe kesilmesini geciktirme, tüketiciden peşin para isteme gibi bir takım yollarla trafik sigortası satmaktan imtina etti. Bu sefer de tüketicilerden ‘sigorta yaptıramıyoruz’, sigorta şirketlerinin acentelerinden de ‘poliçe kesemiyoruz, tüketiciyi geri çeviriyoruz’ şikâyetleri başladı.

DEVLETLE KAVGA OLMAZ

Yeri gelmişken, bu eleştirileri sigortacılara sordum. Tavan fiyat uygulaması başladığında hem zarar edilecek endişesiyle hem de devletin belirlediği fiyatlara adaptasyon nedeniyle başlarda sıkıntılar yaşandığı, bugün artık poliçe kesilmemesi gibi bir durumun olmadığı cevabını aldım. Peki, sorun ne? Sorun, kamu, halen şirketlerin birtakım yollara başvurarak, trafik sigortası satmak istemediklerine inanıyor. Neye dayanarak? Hemen hemen her gün vatandaştan gelen onlarca şikayete dayanarak. Nitekim bir hafta önce, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tam da bu konuya değinerek, “Tavan fiyat uygulamasında sektörün önerilerini dikkate aldık ama bazı şirketler hala sistemlerini açmıyorlar ve bizi başka tedbirlere yöneltiyorlar” açıklamasını yapmıştı.

Açıkça söyleyeyim kamu, bu durumdan rahatsız. Hem de öyle rahatsız ki, “Sigorta satmayarak, devlete tavan fiyat uygulamasından geri adım attıracaklarını, serbest fiyata geçileceğini zannediyorlar” diyor; ardından da ekliyor: “Zarar edeceklerine inanıyorlarsa trafik sigortası ruhsatlarını iade etsinler.”

Görünen o ki, kamuda, sigorta şirketlerinin, trafik sigortası satmayarak, tavan fiyat uygulamasını boykot ettikleri yönünde bir kanı oluşmuş. Bu kanı; kamuyu, “şirketler, bu tür davranışlarla, 2018’in başında serbest fiyata geçilme ihtimalini tamamen ortadan kaldırıyor, çünkü güvenmiyoruz” noktasına kadar getirmiş. Özetle, ‘devletle kavga olmaz’ deniyor.

EK TEDBİRLER MASADA

Peki, böyle devam ederse ne olur? Anladığım kadarıyla kamunun elinde bir eylem planı var. Nitekim Mehmet Şimşek de açıklamasında, ‘bizi başka tedbirlere yöneltiyorlar’ demişti. Çok da uzak değil, 2-3 hafta içinde bazı tedbirler alınacak ama masadaki asıl konu, trafik sigortasında bir havuz modeli uygulanması. Nasıl bir model derseniz? Henüz tam olarak net değil ama öğrendiğim kadarıyla, hasar kademesine göre 1-2-3’üncü basamaklardaki sürücüler, yani çok hasarlı sürücüler için havuz sistemi uygulanacak. Sigorta şirketleri bu basamaklarda sattıkları poliçeler karşısında aldıkları primleri kurulacak havuza devredecek. Eğer sigorta şirketleri yine de ekran kapatma, poliçe satışını geciktirme gibi davranışlar içine girerse; kamu, ceza uygulamasından başlayıp, şirket kapatmaya kadar gidecek. Şunu da belirteyim, öğrendiğime göre; az hasarlı ve hasarsız sürücüler için tavan fiyat uygulaması devam edecek.

KİM, KİME TAVIR YAPIYOR?

Yazının Devamını Oku

Tehlikenin farkında mısınız?

14 Haziran 2017
1 Temmuz’da başlaması gereken, kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan özel sektör işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu, Meclis’te görüşmeleri süren Sanayinin Geliştirilmesi Üretimin Desteklenmesi Kanun Tasarısı’na son anda eklenen bir maddeyle 2020 yılına ertelendi.

KAMU kurumları ile 50’den az çalışanı olan özel sektör işyerlerinin 1 Temmuz’da başlayacak iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu yine ertelendi. Yine diyorum, çünkü bu üçüncü erteleme. Hem de Meclis’te görüşmeleri süren Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanun Tasarısı’na son anda eklenen bir maddeyle ertelendi. Hem de daha geçen ay Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda başlatılan Hedef Sıfır İş Kazası kampanyasına rağmen ertelendi.

Konuyu biraz daha açayım. İş kazalarını önlemek amacıyla 2012 yılında, her iş yerine, bir iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu getiren İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkartıldı. Bu kapsamda da işyerleri, az tehlikeli-tehlikeli-çok tehlikeli olmak üzere üç gruba ayrıldı; zorunlu uygulama için de geçiş süreci tanındı. 50 kişinin üzerinde çalışanı olan tehlikeli-çok tehlikeli işyerleri için hekim ve iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunluluğu 2014 yılında uygulamaya girdi. Hem kamu hem de 50’den az çalışanı olan özel sektör şirketlerine –ki, tarımdan gıdaya, mobilyadan otomotive, elektronikten taşımacılığa kadar yüzlerce mesleği kapsıyor- ise 2016’nın Temmuz ayına kadar geçiş süresi tanındı. Ancak işverenlerin ‘hazır değiliz’ itirazları üzerine uygulama bir yıllığına, 2017’nin Temmuz ayına ertelendi.

TASARIYA SON ANDA EKLENDİ
Düne kadar, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile 50’den az çalışanı olan işyerlerinde, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirme zorunluluğu 1 Temmuz’da başlayacaktı. Fakat ne olduysa, Meclis’te görüşülen Sanayinin Geliştirilmesi Üretimin Desteklenmesi Kanun Tasarısı’na; iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi görevlendirme zorunluluğunun ertelenmesi için son anda bir madde eklendi. Hem de öyle bir erteleme ki, bir-iki yıl da değil; 2020 yılına kadar. Gerekçe ne? İşverenlerin, yine, uygulamaya hazır olmamaları. Bir başka gerekçe ise iş güvenliği uzmanı sayısının yetersiz olması. İşverenlerin hazır olup olmadığını bilmiyorum ama iş güvenliği uzmanı sayısının bugün için 100 binin üzerinde olduğunu biliyorum.

Yazının Devamını Oku

Rekabet Kurumu şirketlere neden baskın yaptı?

12 Haziran 2017
Rekabet Kurumu, geçen haftalarda, yine, sigorta şirketlerine baskın yaparak, inceleme başlattı.

Baskının nedeni yine, trafik sigortası. Yine, diyorum, çünkü Rekabet Kurumu, trafik sigortası nedeniyle sigorta şirketlerine baskın yapmayı alışkanlık haline getirdi. İstisnasız, iki-üç senede bir baskın düzenleyip, inceleme başlatıyor. Ama bu seferki farklı. Hatta biraz komik desek yeridir. Anlatacağım, ama önce kısa bir hatırlatma yapayım.

4 YILDA 3’ÜNCÜ BASKIN

Kurum, sigortacılara, ilk baskınını, 2013’ün nisan ayında yaptı. Gerekçe ise, birlikte hareket ederek, trafik sigortası primlerini yüzde 500 artırdıkları. İnceleme 7 ay sürdü ve aynı yılın ekim ayında Rekabet Kurumu; sigortacıların, trafik primlerini serbestçe belirleme hakları olduğunu savunarak, tüketici aleyhine hareket etmedikleri ve rekabete aykırı davranmadıkları kararına vardı. Yani, sigorta şirketleri soruşturmadan aklandı.

Rekabet Kurumu, üç yıl aradan sonra, 2016’nın nisan ayında, trafik sigortasında birlikte hareket ederek, fiyatları artırdıkları ve rekabeti bozdukları gerekçesiyle, yine sigortacılara baskın yapıp, inceleme başlattı. Pazar, aynı sigorta pazarı. Şartlar, aynı şartlar. Şirketler, aynı şirketler. Rekabet Kurumu, aynı Rekabet Kurumu. Değişen ne? Bilen yok. Soruşturma halen sürüyor ve Rekabet Kurumu, birkaç gün önce bir duyuru yaparak, sigortacıları, sözlü savunma yapmaları için temmuz ayında toplantıya çağırdı. Kurum, bir ilke daha imza attı ve varsa, sigorta şirketlerinden şikayetçi olan vatandaşların, toplantıya katılabileceğini de duyurdu.

ŞAKA GİBİ BİR OLAY!

Daha bitmedi. Sıkı durun, asıl bundan sonrası ilginç. Aynı Rekabet Kurumu, geçen haftalarda, yine trafik nedeniyle sigortacılara bir baskın daha yapıp, bir soruşturma daha başlattı. Ama bu sefer farklı. Çünkü kamu, nisan ayında trafik sigortasına müdahale ederek, tavan fiyat uygulaması getirdi. Yani, primleri kamu belirledi ve serbest fiyat uygulaması kalktı. Olaya bakın ki, daha önce, ‘serbest piyasa ortamında fiyatları artırıyorlar’ gerekçesiyle iki kere baskın yapıp, inceleme başlatan ve birinde de şirketlerin trafik primlerini serbestçe belirleme hakları olduğu sonucuna varan Rekabet Kurumu; serbestliğin kalktığı, primleri devletin belirlediği ve fiyatların standart hale geldiği ortamda rekabete aykırı davranıldığı gerekçesiyle yine sigortacılara inceleme başlatıyor. Şaka gibi değil mi? Üstelik daha geçen seneki soruşturma bile bitmemiş. Fiyatı devletin belirlediği ve tüm şirketlerin aynı fiyata sigorta satmak zorunda olduğu bir ortamda, rekabet mi olur? Rekabetin olmadığı yerde de Rekabet Kurumu’nun ne işi olur?

Son olarak şunu da söyleyeyim. Dostane söylüyorum. Tüm kurum ve kuruluşlarla, sivil toplum örgütleriyle, üzerine vazife olan olmayanla; şirketlerin bu kadar üzerine gidilmesi, beklenmeyen sonuçlar doğurabilir. Ne mi, demek istiyorum? Bu kadar çok sıkarsanız bir yerden patlak verir diyorum. 

 

Yazının Devamını Oku