15 Temmuz 2005
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verileri, gazete haberleri, yakın çevremizdeki boşanma haberleri, artık yeme-içme gibi sıradanlaştı. Ancak arada çocuk olunca, boşanmanın etkisi 9 şiddetinde deprem gibi yıkıcı olabiliyor. Nehir’in babası bir aralar çok bozuluyordu. ‘Bu çocuk bizim ayrılığımızdan hiç etkilenmedi, umurunda değil. Böyle şey olur mu? Her çocuk anne babası boşandığı için psikolojik travma geçiriyor, bizimkinin umurunda değil. Mutlu, keyfi yerinde... Sence de garip bir durum değil mi?’ diyordu. Onun açısından baktığımda haklı olduğunu söyleyebilirim. Onun yerinde ben olsam, ‘Kızım, benden ayrı olduğu halde üzülmüyor’ diye üzülürdüm.
Nehir’in bizim ayrılığımızı takmadığını düşünüp, içten içe bundan mutlu oluyordum. Ama durum benim sandığım gibi değilmiş. Bunu anlamak için ciddi bir olay yaşamamıza bile gerek kalmadı.
Kuzenim geçen ay çocuğu için diş buğdayı yaptı. Çalışan bir kadın olarak böyle kadın kadına toplantıları kaçırmamaya gayret ederim. Bana terapi gibi geliyor. Gittiğimizde Nehir’den bir iki yaş büyük iki kız çocuğu daha vardı. Biz kadınların kendinden geçmiş bir halde sohbetinden sıkılıp yan odaya geçtiler.
Yarım saat sonra Nehir, çişi için beni banyoya çağırdı. Banyoda pozisyonumuz genellikle şöyledir; Nehir, klozete tünemiş durumdayken ben yere oturur, dizlerini tutar ve göz göze sohbet ederiz. Genellikle en derin konuları bu pozisyondayken konuşuruz.
Nehir ‘Anne, biliyor musun arkadaşlarımla ortak yanlarımız var’ dedi. Merakla ‘Ne gibi?’ diye sordum. Sormaz olaydım. Nehir’in söyledikleri yüreğimi daralttı. Motor takmış gibi arka arkaya ‘Onların dedesi ölmüş, benim de dedem öldü. Onların kardeşleri yokmuş, benim de yok. Onların da anne babası ayrılmış, siz de ayrıldınız’ dedi.
Alttan almıyorum
Küçük bir sarsıntı geçirdim ama hemen toparlanarak ‘Nehirciğim, sen bizim ayrı olmamıza üzülüyor musun?’ diye sordum. Bazen gerçek anlamda salak oluyorum. Ya da durup dururken rahat batıyor. Hiç böyle tehlikeli bir soru sorulur mu? Bile bile Nehir’e koz vermiş oldum.
‘Tabii ki üzülüyorum. Her gece bir araya gelmeniz için dua ediyorum’ deyince cevabı anında yapıştırdım; ‘Bak kızım, babanla yeniden bir araya gelmemiz mümkün değil. Bence ettiğin dua kabul olmayacak. Sen en iyi gerçekleşebilecek konularda dua et. Boşuna kendini yorma. Çünkü biz babanla aynı evde yaşamayı beceremiyoruz’ dedim.
Nehir çok akıllı ya, ‘Siz kavga ettiğinizde parmağımı sallayıp ‘tartışmayın’ derim, siz de tartışmazsınız’ sözleriyle beni ikna edeceğini sanıyor. Belki başka anne baba olsa, çocuk üzülmesin diye alttan alır, kıvırır. Ama ben bu konuda çok net olduğumu ifade ettim.
Umut etmesi, beklenti içinde olması bence daha kötü. İnsan ümit ettiği şeylerin gerçekleşmediğini görünce daha derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Tüm bu nedenlerden dolayı gerçekleri Nehir’in gözlerinin içine baka baka, üstüne basa basa söyledim. Konuşmam bitince klozetten kalktı, oyununa geri döndü.
Nehir benim kızımsa bu konunun arkasını bırakmayacağını gayet iyi biliyordum. Nitekim yanılmadım. Televizyonda bir mobilya reklamı var. Adam koltukta, iki yaşlarındaki çocuğu da kucağında uyuyor. Görüntü çok hoş. Nehir’in de üç-dört aylıkken babasıyla çekilmiş öyle bir fotoğrafı var. Bir akşam bu reklam yayınlandığında elleriyle gözlerimi kapadı. Ben de bir sürpriz yapacak diye bekliyorum.
‘Anne televizyona bakma, duygulanırsın’ demez mi! ‘Çocuğum reklamdan niye duygulanayım?’ dememe kalmadan, baba-çocuk reklamıyla burun buruna geldim. Psikolojik savaş başlatan sevgili kızım ‘Olsun sen yine de bakma’ dedi. Anlayacağınız Nehir yoklama yapıyor. Ama yemezler. ‘Saçmalama’ deyip devam ettim;
‘Bak kızım, bu dünyada çoğu çocuğun babası yok. Birçoğu da babasını hiç tanımıyor. Çünkü babaları ölmüş. Benim de babam yok, anneannenin de babası yok, babanın da babası yok. Ama senin bir baban var. İstediğin zaman görebilirsin, istediğin zaman ona gidebilirsin. Sesini duymak ihtiyacı hissediyorsan, al telefon et ya da özlediysen ben götüreyim. Böyle triplere girme, çok komik oluyorsun.’
Hain miyim, duygusuz muyum, kızımın duygularına önem mi vermiyorum bilmiyorum. Ama olmayacak duaya amin demenin bir faydası olmadığını anlayacak yaştayım. Bebeğim, özür dilerim ama mevcut durumumuz budur. Üzülüp, beni de üzme güzel tontişim.
Boşanma döneminde yapmanız gerekenler
n Ailenizin kendine özgü koşulları içerisinde ayrı yaşama ve boşanmanın ne anlama geldiğini çocuklarınızın anlamalarını sağlayın
n Çocuklarınıza, yaşlarına uygun biçimde, boşanmanın onları nasıl etkileyeceğini somut ifadelerle açıklayın
n Çocuklarınızı, her zaman onları seveceğinize, en iyi şekilde bakılacaklarına inandırın ve sözlerinizi davranışlarınızla destekleyin
n Çocuğunuz sizde değil ayrıldığınız eşinizle kalacaksa, mutlu ve sıcak bir ilişki sürdürmeleri için elinizden geleni yapın
n Eski eşinizle ilişkinizi mümkün olduğu kadar sorunsuz sürdürmeye çalışın. Bu mümkün değilse, sorunları çocuklarınıza yansıtmamaya gayret edin
n Çocuklarla ilgili konularda eski eşinizle işbirliği yapmak, sorumluluğunuzu azaltır
n Çocuklarınızın, sizin için yeri doldurulamaz ve değerli varlıklar olduğunu hissetmelerini sağlayın
n Hayatlarındaki başka insanlardan ve uzmanlardan yardım, rehberlik istemeleri için çocuklarınıza yardımcı olun
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2005
Birbirini kıskanmayan kardeş olur mu? En yakın rakip, en yakınınızdaki kişidir. Hele anne babalar, çocuklarına karşı farklı davranıyorlarsa, bu kıskançlığı ve rekabeti körüklemekten başka işe yaramaz.
Çocukken en sinir olduğum şey ‘Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?’ sorusuyla muhatap olmaktı. Tabii ki annemi daha çok seviyordum, ama bu babamı daha az sevdiğim anlamına gelmiyordu. Şimdi aynı soru birden çok çocuğu olanlara soruluyor; ‘Hangi çocuğunu daha çok seviyorsun?’
Bu sorunun net bir yanıtı var mıdır bilmiyorum. Nehir’in dışında başka bir çocuğum olsa ona karşı sevgim ne ölçüde olur, bunun yanıtını da veremem. Sanıyorum sadece bu nedenle ikinci bir çocuk fikrini aklımdan bile geçirmiyorum.
Oysa büyüklerin en önemli nasihati ‘Bir tane olmasın, yalnız büyümesin, sonra size çok kızar’ şeklindedir. Belki haklılar. Daha doğrusu çok çok haklılar. Çoğunluk tek çocukla yetinmeyi tercih etse bile kardeş başka oluyor. Kardeşler, özellikle belirli bir yaştan sonra sırtınızı dayayacağınız bir dosta dönüşüyor.
Kardeşimle aramda üç yaş var. Son 15 yıldır hiç çekişmemiz olmadı. Ama çocukluk dönemi rekabet dönemimizdi. Kıskandırmak için yapmadığım şey kalmazdı.
Kardeşim mezun olduğum ortaokula gittiğinde, öğretmenler soyadını duyunca ‘Nilüfer’in nesi oluyorsun?’ diye sorup, arkasından da ‘Bakalım sen de ablan gibi akıllı ve çalışkan olacak mısın’ diye cümlelerini tamamlıyorlarmış. Her öğretmeninden aynı cümleyi işiten kardeşim, benden daha çalışkan olduğunu kanıtlayarak üst sınıflara geçti. Okul yıllarındaki rekabetimiz ortaokul sıralarında kaldı, sonra o başka bir yola, ben başka bir yola girdim.
Rekabet had safhada
Kızlar bu rekabet ve kıskançlık konusuna daha takık oluyorlar. Mesela annem her ikimize de aynı büyüklükte dondurma alırdı. Ben öyle yavaş yerdim ki, kardeşiminki bitince, karşısına geçip, dondurmayı gözünün içine baka baka bitirirdim. Ne salakmışım.
Annem aramızda ayrım yaptı mı bilmiyorum, yaptıysa bile biz bunu hiç hissetmedik ya da profesyonelce hiç hissettirmedi.
Annem ikimizi de evde doğurmuş. Hastane kaydı falan yok anlayacağınız. Kardeşimin ilk fotoğrafı 1-2 yaşındayken çekilmiş. Bunu kullanarak arada bir ‘Seni evlat edinmişler oğlum. Hiç birlikte fotoğrafımız var mı? Ama benim altı aylıkken fotoğrafım var. Niye sen ailede kimseye benzemiyorsun, bunu hiç düşündün mü?’ derdim. Kardeşim bu sözlerim karşısında gülümsese de annemin yüzüne soru işaretiyle bakmasını kendimce zafer sayardım.
Benim sosyal zekam iyidir, kardeşimin ise matematik zekası. Onun matematik zekasından yüzde 10’luk bir bölümünün bende olması için 40 takla atardım. Ben hemen parlarım, o 40 ton ağır taş gibi hareket eder. Bu özelliklerimiz nedeniyle annem arada bir davranış farklılığı gösterirdi.
Ne kadar büyüsek de kardeş rekabeti bitmiyor ama başka bir hal alıyor. Mesela Anneler Günü’nde alınan hediyeler bizim rekabet alanlarımızdan biri. Bazen ortak hediyeyle annemizi sevindirsek de, annemin ettiği teşekkür sayısına göre kimin daha hoşa giden hediye aldığını anlamaya çalışırız.
Hediye öneririm
Erkekler hediye işinden pek anlamazlar. Kardeşim hediye konusunda benden yardım istediğinde kendi alacağım hediyenin daha altında bir öneride bulunurum. Gördüğünüz gibi sadece hain bir anne değil, hain bir ablayım da...
Çocukluğumuzda birbirimize hiç vurmadık, itişip kakışmadık. Çok mu aklı başındaydık yoksa annem mi böyle bir ortamın oluşmasına izin vermedi, hatırlamıyorum. Hep birbirine çok bağlı iki kardeş profili çizdik. Dedikodunun en alasını birlikte yaptık, en kaliteli 1 Nisan şakalarını birbirimize yapmak için kafayı çalıştırdık.
Yaş 35 olunca, kıskançlık, rekabet gibi duygular sadece kardeşe karşı değil, sizin dışınızda kalan tüm dünyaya karşı en alt seviyeye iniyor. Yaş 35 olunca zirveye çıkan, kardeş sevgisi, bağlılık ve ‘Bana bir şey olursa gözüm arkada kalmaz’ düşüncesi oluyor. Canım kardeşim, iyi ki varsın...
Çocuklar arasında ayrım yapmayın
Uzmanlara göre, kardeş kıskançlığı, karşılıklı birbirine zarar verme ve aşırı saldırganlık boyutuna varmıyorsa, normal gelişimsel bir dönemdir.
Anne-babadan biri, çocuklarından birini diğerine kıyasla daha çok önemsiyor, onunla daha çok ilgileniyorsa, bu sorunların büyümesine neden olur.
Çocuklarınıza elinizden geldiği kadar eşit ilgi ve sevgi göstermeye çalışın. Birini, herhangi bir özelliği nedeniyle ötekine karşı kayırmamak çok önemli.
Büyük kardeş olarak yapması ve yapmaması gerekenleri, kardeşini incitmemesi gerektiğini mutlaka çocuğunuza aşılayın. Ona bir çeşit ‘anne ya da babalık’ sorumluluğu yüklemeyin.
Bebek bekleyen çiftler, çocuklarını kardeşin gelişine hazırlamalı. Kardeşe, kendine bakacak durumda olmadığı için belli bir dönem daha fazla zaman ayırmak zorunda olduklarını anlatmalı.
İmkanınız varsa kardeşlere ayrı odalar verin. Aynı odayı paylaşmadıklarında, oda düzeni ve ortak eşya kullanımı konusunda daha az sorun yaşarlar.
Yazının Devamını Oku 1 Temmuz 2005
Çalışan anne ve babalar için okulların tatil olması başka sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Çocuklar yaz okullarına gitmek istemiyor, anne-babalar onları bırakacak yer bulamıyor, olan yine annelere oluyor. Biri karşınıza geçip her gün sabah ve akşam, aynı ısrarcı tutumuyla ‘Lütfen gitme anne’ ya da ‘Beni de işe götür’ dese ne yaparsanız? Ben kafayı yemek üzereyim. Nehir resmen psikolojik işkence uyguluyor.
Okul süresince birkaç dakika daha fazla uyumak için poposunu bir sağa bir sola döndüren, servis gelene kadar ‘Hadi Nehir uyan’ cümlesini en az 10 kez sarf ettiğimiz küçük hanım, şimdi sabahın köründe kalkıyor.
Sabahları evden çok erken çıkıyorum. Gürültü yapmamak için parmak uçlarımda yürüyüp, evden çıkana kadar öksürüp, aksırmayı bile kendime yasaklıyorum. Ama şeytan kızım tüm bu önlemlerime rağmen uyanıyor. Bir taraftan gözlerimin içine melul melul bakarken diğer yandan elini uzatıp ‘Gitme’ diyor.
Kendimi o anda Yeşilçam filmlerinin tanıdık gelen bir sahnesinin içinde hissediyorum. Sevgili kızım, işkence dolu bir evde onu yalnız bırakmamam için yalvaran bir çocuk gibi tavır takınıyor. Oturup uzun uzun işe gitmem gerektiğini anlatmak istiyorum ama bu kez de servisi kaçırma ihtimalim artıyor.
Zaten sekiz-dokuz saat önce ayrıntılı olarak neden çalışmam gerektiğini, onu işe götürememe nedenlerimi anlatmıştım. Üç yaşındayken bir mağazada kadının birinin saçını okşamasına kızıp ağladığını hatırlayan bir çocuğun, hemen her gün yapılan aynı konuşmayı unutmuş olma ihtimali yok. Tekrarlatıyor, çünkü söylediklerim işine gelmiyor. Belki de, bunları anlatmaktan bıkıp ‘Tamam’ derim diye şansını zorluyor.
Hiçbirinden memnun değil
Çalışan bir anne olarak yaz tatillerini hem seviyorum hem sevmiyorum. Seviyorum, çünkü ben de izne çıkıyorum. Sevmiyorum, çünkü Nehir’in bilinçli olarak yaptığı işkence dönemine giriyorum.
Yaz tatillerinin nasıl değerlendirileceği konusunda anne-babalar üçe bölünmüş durumda.
Birinci grup, çalıştıkları için, bırakacak bir yakınları da yoksa çocuğunu bir yaz okuluna gönderiyor. Çocuk, üç aylık yaz döneminde yalnızca anne-babanın yıllık izninde tatil yapıyor. Bana göre asıl zorluğu bu gruptaki çocuklar yaşıyor.
İkinci grup, okul döneminde yeterince yorulduğunu düşünerek çocuğun evde oturmasından yana... Hele bırakacak bir yakınları varsa, yaz okullarını hiç düşünmüyor.
Üçüncü grup ise maddi gerekçeler nedeniyle istese de çocuğunu yaz okuluna gönderemiyor.
Konu Nehir’den açılınca (hiç kapanmıyor ki zaten) çevremde herkes neden yaz okuluna göndermediğimi soruyor. 10 ay boyunca minicik bedeni çok yoruldu, yıprandı. Her sabah erken kalktı. Akşam eve yarı pestil olmuş halde döndü. Eylülde daha zor bir dönem onu bekliyor. Bari iki ay rahat etsin istedim. Ama bizimkine rahat batıyor.
Arkadaşı yokmuş, onunla sadece bir saat Barbie oynuyormuşuz, evde çok sıkılıyormuş, bebeklerini tek başına konuşturmaktan bıkmış, apartmanda neden onun yaşında başka çocuk yaşamıyormuş, onun hali ne olacakmış?
Sistemli uyguluyor
‘Kızım, sıkılıyorsan yaz okuluna göndereyim’ demek için ağzımı açtığımda, cümlemi bile tamamlayamadan kocaman bir ‘Hayır’ duyuyorum. Git diyorum gitmiyor, gel diyorum gelmiyor. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum.
Belki yaz okulu olmaz da haftada iki-üç günlük bir kurs bulurum. Şimdi onun derdindeyim. Hedefim ise drama kursları. En azından temmuzun ikinci yarısı ve ağustosta kulağım dinç olur. Nehir’in uyguladığı taktikli işkenceden kurtulmuş olurum.
Zaman zaman bu kızın manevi işkence konusunda mafya babalarından kurs aldığını düşünmüyor değilim. Çünkü işin sırrını biliyor, işkenceyi sistemli uyguluyor ve hiç zorlanmıyor.
Bu işkenceden kurtulmanın tek yolu Nehir’in hoşuna gidecek bir kurs bulmak. Kendimi şöyle motive ediyorum; Nilüfer, tek hedefin kurslardır, ileri!
Ben tatilden sıkıldım
Çalışan anne babalar için yaz dönemi sıkıntılıdır. Hele çocukların bırakılacağı bir yakın yoksa sıkıntı ikiye katlanır. Yaz okulları bu dönemde çalışan anne-babaların imdadına yetişiyor. Mesele, çocuğun memnun kalacağı bir okul bulmakta...
Baba, anneme bağırma!
Şiir kitaplarıyla tanınan gazeteci arkadaşımız Özcan Ünlü, aile içi şiddeti konu alan bir roman yazdı. ‘Baba, Anneme Bağırma!’ isimli kitabında, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden anne-baba ilişkisini anlaşmazlık, şiddet, ahlak, anlayış, hoşgörü, tahammül, sevgi, saygı, sahiplenme ve değer verme kavramları etrafından yorumlayan Özcan Ünlü, ilk gençlik hatalarının insanların sonraki yaşlarında hayatlarını nasıl etkilediğini okura çarpıcı bir kurguyla yansıtıyor.
Yaşadığı aile ortamındaki şiddetle, anne ve babasından giderek uzaklaşan bir çocuğu merkeze alan Ünlü, kitabı hakkında şunları söylüyor:
‘Yazmaya başlarken, kendimizi ve çocuğumuzu gerçekten tanıyor muyuz ve onu gerçekten seviyor, anlıyor ve değer veriyor muyuz sorusundan hareket ettim. Kendi hayatlarımızı şekillendiren, etkileyen ve yönlendiren sorunların çocuklarımızın dünyasında nasıl bir etki-tepkiye sebep olduğunu, kendimi o yaş grubundaki çocukların yerine koyarak yorumlamaya çalıştım. Aile bireylerinin kendi hatalarının bedellerini neden çocuklarına ödetmek için birbirleriyle yarıştıklarını sorgulamak istedim. Daha da önemlisi, toplumu bir mıknatısın ana nüvesi gibi bir arada tutması gereken aile içindeki çocuğun ağırlığını, yine onun ailesi ve çevresine karşı yabancılaşması merkezinden bakarak kurguladım.’
Aile içi şiddet konusu toplumun büyük çoğunluğuna yabancı değil. Bizi anlatan bir roman okumak istiyorsanız, ‘Baba, Anneme Bağırma!’ iyi bir seçim olabilir.
Anne sütü ishalin panzehiri
Yaz aylarında ishal vakalarının arttığına dikkat çeken uzmanlar, anneleri bu durumda bebeklerini emzirmekten vazgeçmemeleri konusunda uyarıyor. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nejat Narlı, anne sütünün, içeriğindeki mikroba karşı koruyucu maddeler dolayısıyla birçok alanda panzehir etkisi yarattığını kaydetti. Narlı, sadece hayvan sütünün ishali artırıcı etkisi bulunduğunu ifade ederek, ‘Anne sütü farklıdır. İçinde bulunan koruyucu maddeler, çocuğu ishale karşı koruyacaktır’ dedi ve ishal yüzünden her yıl dünyada 2 milyon çocuğun öldüğüne dikkat çekti.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2005
<b>Aşağıda okuyacağınız hikayeyi gazeteci arkadaşım Füsun Saka’nın yeni kitabı ‘Yeter ki Sen İste’den aldım. 16 farklı öykünün yer aldığı kitapta, 12 yaşındaki bir çocuğun terapi sürecini ve ailenin tutumunun nelere mal olduğunu sizinle paylaşmak istedim.
Terapiye başladığım ilk yıllardı. Yani yanılgıya açık olduğum yıllar. Ve henüz ergenlik çağına yeni girmiş bir çocuk getirmişlerdi bana. ‘Büyümek istemiyorum’ diyordu çocuk, sürekli olarak ağlıyordu ve benden yardım ister gibi bir hali vardı. Sanırım evde ailesi ona inatla ‘büyüdün artık’ diyordu. Evet, 12-13 yaşlarındaydı bana geldiğinde. Ama tam anlamıyla, 4-5 yaş korkusu içindeydi. Yani yarı psikotik bir tabloydu izlediğim...
Kız çocuğu büyümek istemediğini söylüyor ve bir türlü masanın altından çıkmak istemiyordu, okuma ve öğrenme bozukluğu vardı. Dahası beni sinirlendiren bir ebeveyn duruyordu karşımda. Şiddetle, çocuğunun problemleri üzerinde odaklaşmış ama kendi problemlerini görmezden gelen, ciddi sıkıntıları olan bir ebeveyndi.
Baba, sanki hiç yoktu. Anne ile birlikte teyze ya da hala gelmişti. Çok iyi hatırlamıyorum ama annenin çocuğundan daha da sıkıntılı olduğunu gösteren en önemli tablo; onun da hala ya da teyzeyi seansa almamı istemesiydi. Israrla, ‘Doktor hanım ben yalnız anlatmak istemiyorum çünkü evde hep birlikte yaşıyoruz ve onlar da çocuğun sorunun yakından biliyorlar. Benim eksik kaldığım yerde onlar anlatırlar, böylece çözüme daha kısa zamanda ve net olarak varırız’ diyordu. ‘Olur’ dedim çünkü başka çarem yoktu. Odaya girdiler anlatmaya başladılar.
Hikaye, konuştukça yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Bu çocuğun çok sert bir babası vardı ve şiddetli bir biçimde dürtü kontrol bozukluğu yaşıyordu. Yani öfkesini kontrol edemiyor ve çocuğunu kemerle dövecek kadar ileri gidiyordu. Birden fark ettim ki, çok öfkelenmeye başladım. Yani bir terapist için en tehlikeli olanı yapıyordum.
Aileye kızgınım
Sadece babaya değil üstelik, anneye aynı oranda öfkeliydim. Anne ise bundan habersiz anlatmayı sürdürüyor ve sanki dünyanın en doğal olayı yaşanıyormuş gibi davranıyordu. ‘Ah doktor hanım, keşke böyle yapmasa babamız, o zaman her şey iyi olurdu bizim için ama ne yapalım ki durum bu. Babaya da anlatmaya çalışacağız, doktora gittik, durum kötü diyeceğiz ama eğer bunları da anlamazsa çocuk için ne yapabiliriz? Nasıl iyileştirebiliriz, bu mümkün mü acaba?’
Anne bunları sorarken çok çaresizdi aslında ve ben bunu şu anda daha iyi anlıyorum ama o zaman benden kısa sürede iyileştirmemi bekledikleri çocuğa yaptıkları eziyetleri düşününce sakinliğimi korumam zordu. Sanki ben bir kaportacıydım, elimde de bir alet vardı ve çocuğu çekiçle vurarak düzeltecektim, çelik ya da metal bir eşyaymış gibi.
Aynen şu cümlelerle konuşmaya başladım. Kendimi tutamıyordum. ‘Yani sizin 11 senede bozduğunuzu, ben 3 günde düzelteceğim öyle mi, peki ama söyler misiniz, nasıl düzelteyim? Zaten bu çocuğa yapacağınızı yapmışsınız.’ Ben bunları söylerken anne bir yandan konuşmaya devam ediyor ve ‘Ben çocuğun yanında konuşmak istemiyorum’ diyordu.
Anneye ve çocuğun yakınlarından olan kadına döndüm ve ‘Bazı ebeveynler kendilerini belirli bir kültür düzeyinde sanıyor ve okuduklarından öğrendiklerine göre, çocuğun yanında konuşulmasından çocuğun olumsuz etkilendiğin sanıyorlar. Ama bilmiyorlar ki, o çocuklar yaşadıkları olumsuz hayatlardan, travmalardan dolayı buraya getiriliyor. Aslında kendi kendilerine duymak istemediklerini, söylemek yerine çocuğu araya koyarlar. Siz bu çocuğa çok zarar vermişsiniz bunu bilin’ dedim.
Kadın çok sinirlendi ve daha fazla dinlemeyeceğini söyleyerek derlendi gitti. Sonraları düşündüm de, benim yaptığım yanlıştı. Ve bu işin içinde benimle ilgili bir şey vardı. Kendi hayatımla ilgili bir şey olabilirdi çünkü belki de kendi ebeveynimle ilgili bir sorunum vardı kimbilir?
Bir terapist olarak burada yapmam gereken, o kişileri kendi dengeleri içinde bir yere, düzene koymaksa, o dengeler içinde herkesin dengesinin bozuk olduğunu düşünebilir ve bu payı hesaba katabilirdim. Yani o terapide benim yaptığım, empati değil, sempatiydi. Dolayısıyla çocuğun hayatını kurtarmak için anne ve babayı kazanmak yerine onları kaybettim.
Çünkü benim içimde, o adölesanın ebeveynine karşı geliştirdiğim öfke vardı. Ve hepimiz bu mesleğe soyunduğumuz zaman kendimizi Fatih Sultan Mehmet sanırız. İyi Fatihler olmak isteriz çünkü sonuç olarak bütün donanım bizdedir, bu donanımla her şeyi keşfedeceğimizi sanırız.
Yıllar geçti üzerinden ama bunu unutmam. Kendi hatamı unutmuyorum aslında.
Aile sorunluydu
Onun hikayesin bitirmeden önce şunu söylemeliyim. Bu tür sorunlu çocukların ardında genelde, onlardan daha sorunlu aileler bulunuyor. Çünkü, burada aile terapisi açısından bakarsak; bazen çocuklar günah keçisi haline geliyor. Problemli olarak onlar getiriliyor ama ilişkinin dinamiğine inince, asıl nevrozun anne ve babanın ilişkisi üzerinde seyrettiği çok net olarak görülüyor.
Ve çocuk bu sıkıntıyı taşıyor, farkında olmadan yükleniyor. Çünkü çocuk, dış dünyayla arasında köprü görevi gören, anne babanın yansımalarıyla, hayata karşı tutumlarını geliştirir. Dışarıdan bir şeyler öğrense de ilk protezi anne babadır. Eğer anne baba çocukla sağlıklı ilişki kurabilirse, bu protez olmaktan çıkar, istenilen doku haline gelir.
Dışarıdan gelen kaygı nesnesi, tutmayan doku gibidir. ‘Ben büyümek istemiyorum’ derken çocuk, anne bunu görmüyordu. Ben annenin kaygısı ile uğraştım. Anne çocuğun içeride olmasını istemiyordu çünkü ne kadar suçlu olduğunun görülmesini istemiyordu ve zaten bu yükü taşıyabilecek durumda olmadığı için yanında bir arkadaşı ya da akrabası vardı yani kendisiyle bile baş edecek durumu yoktu.
Gördüm ki, kendi anne rolünü bile taşıyamıyordu. Ve onun da terapiye ihtiyacı vardı. Bu kadar sinirli davranmasaydım onu kazanabilir ve terapiye alabilirdim. Terapideki amaç, içimizdeki çocuğu bulmak ve onu güçlü kılmaktır değil midir?
KÜÇÜK BİR NOT: Bu öykü tüm anne babaların kendilerine dönüp bakmalarını öneriyor. Çocukları terapi odalarına sürükleyen olayların baş aktörü sizce kim? Bir psikiyatrın ya da psikologun terapi ücretini ödeyerek sorumluluğumuzu yerine getirmiş mi oluyoruz? İsterseniz biraz düşünün.
NOT DEFTERİ
Einstein yaz kampı
Bu yazı bilimle iç içe geçirmeye can atan bir çocuğunuz varsa Şişli Belediyesi Bilim Merkezi, onun bu heyecanını karşılayacak bir kamp düzenliyor. Hafta içi her gün 10.00-16.00 arasında 7-14 yaş arası çocuklar için 20 Haziran’da başlayan Dupont ile Einstein Yaz Kampında, bilim, çevre ve ekoloji, uzay, bilgisayar, deprem, ilkyardım, sanat, 3D, genetik, fotoğraf atölyelerinin heyecanlı ve eğlenceli serüveni ile bir araya geliyor. 2 haftalık sürelerde gerçekleşecek yaz kampının ücreti 330 YTL. Buna KDV ve servis ücretini de eklemeniz gerekiyor. Yemek ve geziler için ayrı ücret alınmıyor. Bilgi ve Kayıt için (0 212) 266 00 46 numaralı telefondan ya da www.bilimmerkezi.org.tr web adresinden geniş bilgi alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2005
Nehir, üç yıllık anaokulu serüvenini noktaladı. Kızım, Atatürk Kültür Merkezi’nin sahnesinde beyaz bir kelebek gibi bale yaparken, kendisini bekleyen uzun hayat yolculuğundan bihaber, çok mutluydu. Üç aydır hummalı bir şekilde süren provalar nihayet bitti. Kızım, 285 arkadaşıyla birlikte yıl sonu gösterisinde AKM sahnesinde şarkı söyledi, dans etti.
Kızların saçları sıkı topuz yapılmıştı. (Sevgili kuaför arkadaş, bir çocuğun saçı o kadar sıkılır mı? Gece eve dönüşümüzde tokaları, firketeleri ve lastiği çıkarınca kızım dakikalarca ağladı. Alacağınız olsun!) Erkeklerin saçları ise jöleliydi. Hepsi beyazlar giymişti. 285 çocuk arasında kızımı bulmak, sahnedeki yerini tespit etmek için en az yarım saat gözlerim fır döndü.
3 yaşından beri bale yapan kızım, 150’ye yakın kız arkadaşıyla sahnedeydi. Kuzguna yavrusu güzel görülürmüş misali, bence hepsinin içinde baleye en yakışan benim kızımdı. O zarafet, o ellerini kaldırış, başını bir kuğu gibi dik tutuş hiç kimsede yoktu. (Diğer veliler lütfen beni taşlamayın. Bu çok özel bir gün ve yazma özgürlüğüm varken gönlümce sallamak istiyorum.) Koroda Nehir’in performansına da diyecek yoktu!
Sürpriz yaptılar
Bilfen Okulları yöneticileri büyük sürprizi en sona saklamıştı. Ferhat Göçer velileri mest etti. Çökertme türküsüyle finali yapan Ferhat Göçer’e çocuklar eşlik etti.
Çocukların sahnede yer almasından itibaren her anne-babanın yüzündeki ifadeyi sözlerle anlatmak mümkün değil. Sanki her bir çocuk Nobel kazanmış ve sahneye çıkmış gibi ağızlardan ‘aslan oğlum, prenses kızım, ay parçam’ sözleri dökülüyordu.
O akşam şunu fark ettim. Çocuklar gerçekten dünyamızın merkezindeler. AKM’yi dolduranlar, dışarıdaki hayattan tamamen kopmuşlardı. Dünyanın merkezi sahneydi. Özellikle belli bir yaşın üzerindeki anne babalarda heyecan fazlaydı.
Hayal kurdum
Nehir, yarın akşam da kep giyme ve karne töreniyle anaokulu serüvenini sahnede noktalayacak. Üç yıl boyunca kızıma emek veren, başını kendi evladıymış gibi okşayan, okulu sevmesine, okuluna koşarak gitmesine neden olan, o sevgiyi hissettiren, paranoyak bir anne olarak benim bile gözümün arkada kalmamasını sağlayan Acıbadem Bilfen Anaokulu’nun yöneticilerine, öğretmenlerine, personeline yürekten teşekkür ederim. Çünkü en az benim kadar kızımın üzerinde emekleri var.
Yarın akşam kep törenimiz var. Nehir, arkadaşlarıyla birlikte kepini havaya fırlatacak. Bu görüntüyü hayal ettiğimde birden gözümde başka bir görüntü daha canlandı. Kızımı Boğaziçi Üniversitesi’nin birincilik kürsüsünde görür gibi oldum. Nehir’in mutluğunu hiçe saydığımı iddia eden bazı okurlarım hemen celallenmesinler.
Akademik başarıyı, mutluluğun önünde tutan hain annelerden olmadığıma sizi inandırmak için ‘kızım, sınıflarda kalırsın, hiç takdirname yüzü görmeyesin, karnen kırıklarla dolu olur inşallah’ mı diyeyim? Kusura bakmayın ama asıl bunu isteyen haindir. Gelin ortasını bulalım; Ben başarı beklentimi biraz aşağılara çekeyim, siz de beni ‘hain annelik’ kategorisinden silin. Anlaştık değil mi?
Karne gününü bir kabusa dönüştürmeyin
Bugün 13 milyona yakın öğrenci karne alıyor. Devamsızlığı olan, çalışmayan, notlarından emin olmayan çocuk için karne günü kabusa dönüyor.
Eğer çocuğunuzun kapasitesi vasat, sizin beklentiniz çok yüksekse sorun yaşayabilirsiniz. Ona kızmayın.
Uzmanlara göre özellikle 13 - 19 yaş gurubundaki öğrencilerde okul başarısızlığı, yalnızlık, arkadaş ilişkilerinde başarılı olamama, küçük düşme gibi sebepler, depresyon, manik depresif ve şizofreni gibi pek çok ruhsal hastalığın tetikleyicisi olabiliyor. Aman dikkat!
Çocuğunuz kötü karne getirse bile ilgi ve sevginizi eksik etmeyin. Dayak, ceza, şiddet, tehdit kesinlikle kabul edilemez davranışlar. Ancak, çocuğunuzu bazı haklardan mahrum edilebilirsiniz.
Artık şunu iyi anlayın. Dünya karneden ibaret değil. Çocuğunuzun sağlıklı ve mutlu olması her şeyden daha önemlidir.
Türkiye’nin çocuk ve çevre sağlığı eylem planı hazır
Sağlık Bakanlığı, Ulusal Çocuk Çevre Sağlığı Eylem Planı çalışmasını tamamladı. Eylem Planı’nda, çocukların temiz havası olan çevrelerde bulunmasını sağlayarak iç ve dış ortam hava kirliliğine bağlı hastalıkların azaltılması; gebelik, çocukluk ve ergenlik dönemde maruz kalınan tehlikeli kimyasallar, gürültü ve olumsuz çalışma koşullarından kaynaklanan sakatlık ve hastalıkların azaltılması amaçlanıyor. Eylem Planında, şu hedeflere yer veriliyor:
Bütün çocuklara yeterli ve sağlıklı suyun sağlanması.
Çocukların yararlandığı su kaynaklarının sistemli, düzenli olarak izlenmesi.
Riskli bölgelerde kullanılan sularla ilgili araştırmaların yapılması.
Çocukların yararlandığı sularda temel ve gerekli minerallerin bulunması.
Evde gıda hijyeninin sağlanması.
Çocukların açıkta satılan yiyecekleri yemelerinin engellenmesi.
El yıkama alışkanlığı kazandırılması.
Çocuklara sudan yararlanılarak yapılan temel hijyenik alışkanlıklarının kazandırılması.
Yeterli çocuk parkının ve çocuk oyun alanının sağlık ve güvenlikle sağlanması.
Çocuk park ve oyun alanlarının evcil hayvanlarca kirletilmesinin önlenmesi.
Çocukların okul ve trafik kazalarından korunması.
Oyuncakların uygun maddelerden yapılması.
Çocukların kapalı ortamlarda elektromanyetik alan etkileniminde kalmalarının önlenmesi.
Çocukların internet kafelerde kapalı ortam kirliliği altında kalmalarının önlenmesi.
Oyuncakların yaş grubuna uygun olmasının sağlanması. n ANKARA
NOT
Öss adayları Tempo alın
ÖSS’ye girecek adaylar 15 Haziran Çarşamba günü Tempo dergisi alın. Tempo, iki hocanın geliştirdiği, aspirin gibi işe yarar bir teknikle yoruma dayalı Türkçe, coğrafya ve felsefe sorularında doğru yanıtı bulmanın formülünü sunuyor. Sınava girmeden önce bu haberi ve tekniği dikkatlice okuyun, uygulayın, işe yarayacaktır.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2005
Birine çok öfkelendiğinizde ağzınızdan çıkan ilk kelime genellikle hangisidir? Çoğumuz beklemediğimiz bir durumla karşılaştığımızda ‘karaktersiz’ deyip öfkemizi bu kelimenin içine sığdırmaya çalışırız.
Yalan söyleyen, arkadan vuran, menfaatlerine sınır koyamayan, alçakgönüllülük nedir bilmeyenlerle çevrili bir dünyada yaşıyoruz. Çocuklarımızı aynı dünyanın birer parçası olarak bu kötü örneklerden soyutlamamız mümkün olmuyor. Yalan söylendiğine şahit oluyor, arkadaşının ihanetini görüyor, acımasızlıklar karşısında şaşırıyorlar. Hiç kimse böyle bir arkadaşı, eşi, kardeşi, çocuğu olsun istemiyor.
Hepimiz karakter sahibi çocuklarımız olsun istiyoruz. Çünkü dönüp dolaşan kötülükten bir gün nasiplenmekten korkuyoruz. Keşke karakterli çocuk yetiştirmenin bir formülü olsa. O kurallara uysak, çocuklar bu anlaşmaya tamam dese, hayatımızdan ‘karaktersizleri’ birer birer çıkarsak.
Geçenlerde bir yaşam koçuyla bir araya geldim. Çocuk sahibi olanların bir hastalığı vardır. Alakasız da olsa konu dönüp dolaşır mutlaka çocuklara gelir. Konuyu çocuk noktasına getirmek ayrı bir başarıdır. Ben bunu iyi yapanlardan biriyim.
Kuralları var
Yaşam koçuna karakter sahibi çocuk yetiştirmenin bir formülü olup olmadığını sordum. ‘Hayır’ yanıtını beklerken ‘evet’ dedi. Yaşam koçunun aktardıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle çocuğunuzun değerleri olmalı. Değer yargısı olan çocuk demek, sizin ayak izinizi takip eden ancak, gösterdiğiniz yer yerine kendi adımlarını atmayı başarabilen çocuk demek.
Siz çocuğunuza popüler kültürün öğretemediklerini öğreteceksiniz. Adalet bilincine sahip olacak. Kendi haklarını gözetirken, karşısındakinin haklarını ve nerede durması gerektiğini bilecek. Bu noktada anne baba olarak destek olmak durumundasınız.
Nehir’in salonda oturduğu bir yeri var. Genelde onun yerine oturmayız. Ama salonun en konforlu noktasıdır. Bir akşam çayımı onun köşesinde içeyim dedim. Karşıma dikilip ‘Anne yerimden kalk’ dedi. ‘Niye kalkayım, burada Nehir’in yeri mi yazıyor?’ dedim. Onu geri püskürttüğümü düşünürken, iki dakika sonra elindeki kağıdı oturduğum yere koydu. Kağıtta ‘Nehir’ yazıyordu. ‘Bu ne’ dedim, ‘Gördüğün gibi Nehir’in yeri yazıyor, kalk’ yanıtını verdi. Tıpış tıpış kalktım, kızıma yerini geri verdim. Hakkını bu kadar zekice savunduğu için onunla gurur duydum.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2005
Eylül ayında uzun bir eğitim yolculuğuna çıkmaya hazırlanan kızım, arkadaşlarının aksine okumayı öğrenemedi. Beş arkadaşı bülbül gibi okuyormuş. Çokbilmiş kızım ‘ce, ba, se, la’ diye hecelerken benim sinirim tepeme çıkıyor. İlkhayal kırıklığımı yaşıyorum.
Çocukluğumda ne ailem, ne de öğretmenlerim hafif yumruk yapılmış elleriyle kafamı bir tarafa itip ‘Bu kafayla gidersen zor’ demedi. Teşekkür aldığında ağlayan, hep takdirnamenin peşinde olan biri olarak çocuğum olduğunda da aynı beklentiler içinde olmam sanıyorum normal.
Annem çalıştığı için kardeşimin ve benim veli toplantılarına dayımın eşi giderdi. Her toplantıdan sonra yüzü güler ‘Toplantıda herkes bana baktı. Sizinle gurur duyuyorum’ derdi ama ne yazık ki aynı gururu kızında ve oğlunda yaşayamadı.
Bugün veli toplantılarında öğretmenlerinin Nehir’le ilgili takdir dolu sözleri gururumu okşuyor. Değerlendirme karnelerinin ‘A’ ile dolu olması mutlu ediyor. Ama artık oyun bitti.
Nehir, Eylül’de okullu olacak ve sıkı bir disiplin içinde derslerine odaklanmak zorunda kalacak. Önemli bir sağlık problemi olmadıkça okulu asamayacak.
Eğitim alanında sivil toplum kuruluşları devleti de arkalarına alarak güzel projelere imza atıyor. Okul öncesi eğitimin önemi konusunda herkes hemfikir. Çoğu okul 6 yaş grubunda okuma-yazma öğrenilmesinin zorunlu olmadığını vurgulasa da çoğu okul okuma-yazma çalışmalarına büyük önem veriyor.
El yazısı öğreniyor
Özellikle ikinci dönemde bizim okulda da okuma-yazmaya ağırlık verildi. Hatta ilköğretimde zorluk çekilmesin, o disiplini algılasınlar diye teneffüs saati uygulaması bile yapıldı. Biliyorsunuz bu yıl ilköğretimde müfredat değişiyor. Bazı pilot okullarda yeni müfredat uygulanıyor ama Eylül’den itibaren tüm okullar yeni müfredata geçecek.
70’lerden itibaren yalnızca ‘güzel yazı yazma’ dersinde alıştırmasını yaptığımız el yazısı geri dönüyor. Minik kızım, bazen harflerin birleşme yerlerini soruyor, anında çuvallıyorum. El yazısı alışkanlığı kaçımızda var ki? Okuma konusuna geldiğimizde işte orada durduk. Çünkü Nehir, maşallah okumaya hiç niyetli görünmüyor.
Sınıftan beş arkadaşı yaklaşık bir aydır okumayı söktü ama bizimkinde tık yok. ‘Kızım sen niye okuyamıyorsun?’ diye sorunca ‘ben okumayı öğrenmedim’ diye işin içinden çıkıyor. Sanki öğretmenler öğrettiklerini özellikle bizimkinden saklıyor.
Tövbe tövbe.
Son veli toplantısında sınıf öğretmenimiz okul bitimine kadar çocukların hepsinin okuma-yazma öğreneceğini söyledi.
Ama Nehir’den çok umutlu değilim. Vallahi bazen öyle sinirleniyorum ki, Nehir ‘ce, ca mı, yok bu ge, mi ga mı’ diye sorarken kafasını alıp kitaba yapıştırmak istiyorum. İstiyorum diyorum ama yapmıyorum ki! Hem insanın kendi çocuğuna sinir olma hakkı yok mu? Bir anne olarak ben kızıma sinir olma hakkımı kullanıyorum.
Gözümde mi büyüttüm
Ben Nehir’e başarı beklentimi aşıladığımı düşünüyordum. Hep bunu dile getiriyorum.
Çevresindeki dünyaya hakim olması için fırsatlar yaratıyorum. İlgi alanını gözeterek ona göre kitaplar alıyorum. Görsel ve işitsel olarak iyi olduğunu düşündüğüm için bilgileri her iki duyusuna hitap eden tarzda sunuyorum. Çabasını istikrarlı olarak takdir ediyorum. Başaramadığında nedenlerini söyleyip, başarısızlığıyla yüzleşmesini, bunun üstesinden nasıl gelebileceğini anlatıyorum. Daha ne yapayım?
Sanıyorum ben Nehir’i gözümde fazla büyüttüm. İnsan kendi başına gelmeyince anlamıyormuş. Bu konuda şikayetçi olanlara ‘Çocuğu zorlamayın, demek ki kapasitesi o kadar. Böyle kabul edin’ derdim. Bir de Allah’ın tokadı yok derler. Bakın nasıl çarpıyormuş.
Sanıyorum erken havalandım. Dili bir karış uzun, her konuya bir yorumu var, aynı dili konuşuyoruz diye Nehir’in akademik anlamda da çok başarılı olacağını düşünmüştüm.
Artık emin değilim. Ya dikkatini toplayamıyor, ya okumak ilgisini çekmiyor ya da en iyisi bu cümleyi tamamlamayayım. Bir yıl sonra okumayı söktüğünde ‘Benim için neler yazdın sen öyle’ diye karşıma dikilmesin.
Küçük yaştan itibaren yüksek başarı beklentisi içine girmek ve onu bu strese sokmak istemiyorum. Ama diğerleri okumayı sökmüşken bizimkinin yaya kalmasına içerlemeden de edemiyorum.
Nehir tembel bir öğrenci olursa ikimiz birden yanarız. Ben ona dünyayı dar ederim, o da benden nefret eder.
Aile içi çatışma sanıyorum böyle başlıyor. Benim bildiğim genellikle ergenlik hatta ergenlikten gençliğe geçiş döneminde aile içi çatışmalar yaygın yaşanır. Eğer Nehir, ilkokula başladığında hala okuyamayıp, kelimeleri telaffuz ederken ‘ce, ca, ci’lerse, aile içi çatışmayı yedi yaşında yaşayan aile olarak tarihe geçeriz.
Stres yüklüyoruz
Küçük yaştan itibaren çocuklara yüklediğimiz yüksek başarı beklentisi, özellikle sınav dönemlerinde kaygı artışına neden oluyor. Çocuklar anne-babaların beklentisine karşılık verememe korkusuyla yoğun stres yaşıyor.
Bebeklere tatlı mı tatlı hediyeler
Pembe, mavi, fıstık yeşili, lila ve turuncu renklerinde tasarlanan Divan Bebek Ürünleri, dünyanın en tatlı telaşı için, tatlı önerileri bir araya getiriyor.
Bebekli ve Hayvancıklı serisi bulunan ürünler, kapı süsleri, altın yastıkları, dekoratif kese, külah ve kutularda badem şekerleri, bebekli çikolata ile gofretler, anı kutusu ve albümden oluşuyor.
Birbirinden sevimli figürlerden oluşan bu yeni serileri, Bebek, Elmadağ, Erenköy, Kalamış, Ankara Kızılay, İzmir Alsancak Divan Pastaneleri ve Amerikan Hastanesi Divan Cafeteria’da bulabilirsiniz.
Divan Bebek Ürünleri’nin fiyatı, 3.50 YTL ile 200 YTL arasında değişiyor.
Tatlı telaşlara tatlı öneriler
Ailenize yeni katılan bebeğinizi ziyaret için gelenlere ya da siz bebek görmeye gittiğinizde Divan Pastanelerine uğrayın. Pembe, mavi, fıstık yeşili, lila ve turuncu renklerinde tasarlanan Divan Bebek Ürünleri, dünyanın en tatlı telaşı için, çok tatlı önerileri bir araya getiriyor. Bebekli ve hayvancıklı serisi bulunan Divan Bebek Ürünleri’nde; kapı süsleri, altın yastıkları, dekoratif kese, külah ve kutularda badem şekerleri, bebekli çikolata ile gofretler, anı kutusu ve albümden oluşuyor. Ürünlerin fiyatı, 3.50 YTL ile 200 YTL arasındaki değişiyor.
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2005
<B>Çalışan annelerin yaşadığı suçluluğun altında çocuğuna yetememek yatar. Hep bir şeyleri kaçırdığınızı düşünüyorsanız, akşam çocuğunuza kapıyı açan olmadığınız için kendinizi suçluyorsanız aramıza HOŞ GELDİNİZ!
eçtiğimiz hafta Anneler Günü münasebetiyle ünlü annelerden çocuklarına birer mektup yazmalarını rica ettim. Bunu yaparken kimse bana ‘Bu konuda kitap yazmışlığın var, bir mektup da sen yazıver’ demedi.
Alacakları olsun, seneye istediklerinde, onlara ‘pışık’ yapacağım.
Annelerin çocuklarına yazdığı mektuplar biri beni derinden yaraladı. Hürriyet gazetesinin değerli yazarı Ferai Tınç, oğulları Mıstık ve Memo’ya yazdığı mektupta, çalışan ve bundan suçluluk duyan tüm annelerin hislerine tercüman olmuştu. Ferai Tınç’ın mektubundan bir bölümü izniyle buraya alıyorum;
Bir seyahat dönüşü anneler gününde bana verdiğin hediyeyi anımsıyor musun Memo?
Paketi heyecanla açtım, iri bir kartvizit büyüklüğünde ham tahta, üzerinde ‘Seni sevmek kadar özlemek de hoş’ yazıyordu.
Zalim! Siz, bilmiyor musunuz gazeteye giderken, seyahate çıkarken, hayat boyu, aklımın bir parçasının hálá sizde kaldığını?
Affetmeyeceğim suçlarımın hanesi çentik dolu. Anneanneniz gibi, çocukların her kapıyı açtıklarında evde buldukları bir anne olamayışımın dinmeyen vicdan azabından asla kurtulamadığımı size söyledim mi hiç?
Mıstık’ın ilkokulda bana yazdığı ama vermediği o mektubu yıllar sonra bulduğumda, ayaklarımın altından yer kaymıştı. ‘Annecim gel, bu kadınların eline bırakma bizi. Şimdi Mehmet’e vuruyor, onu kurtaramıyorum’ diyordu.
Memo ilkokuldaydın. Bir gün eve bir zarf getirdin. İçinden resimler çıktı. Resimlere bakarken, hava ağırlaştı, üstüme kapandı, nefes alamadım. Hiç bilmediğim giysiler, görmediğim makyajla sen sahnedeydin. Yıl sonu gösterisinde sahnelenen piyeste rol almıştın ve benim bundan hiç haberim olmamıştı.
Memo’m neden bana haber vermedin?
‘Senin işin vardı anneciğim, nasıl olsa gelemezdin’ demiştin...
İşte canlarım, siz bana ‘Hararettin Sönmezateş’ diye ad takıyorsunuz. Ama benim, şeytan tırnağınıza bile paniklemem bu yüzden. Ya yetişemezsem? Ya yetemezsem?
Beni istiyor
Nehir’in okulunda hafta içi yapılan gösterilerin hiçbirine ne yazık ki katılamadım. Benim yerime annem gidiyor. Ama anneannesi Nehir’i kesmiyor, o beni, annesini yanında görmek istiyor. Kızımın, ‘Lütfen anne bu kez gel. Hep işim var diyorsun, gelmiyorsun’ sözleri beni darmaduman ediyor. Doğru söylüyor, hep işim oluyor. Kızım üzülüyor, annem yerimi doldurmaya çalışıyor, ben suçluluktan ölüyorum.
Bu gibi durumlarda kendimi affettirmek için iki kat çaba sarf ediyorum. Nehir’in istediği her oyuna katılıyorum, uyku saatini esnetiyorum, hatta bazen kendimi bir oyuncak marketinin kasasında paket yaptırırken buluyorum.
Parmağınızı sallamayın, yanlış olduğunu biliyorum ama ne yapayım?
Şimdi uzmanlar aynı şeyleri söyleyecekler; Önemli olan çocuğunuzla geçirdiğiniz vaktin uzunluğu değil, kalitesidir. Suçluluk duymayın.
Bunları biliyoruz, ama bunu bir de vicdanımıza anlatabilsek.
Benim durumumu en güzel ‘git gitmiyorsun, gel gelmiyorsun’ cümlesi anlatıyor. Uzmanların ‘sürenin uzunluğu değil, kalitesi önemli’ sözleri bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor.
Bu konuda bilim adamlarına bir önerim var; Lütfen çalışan anneleri suçluluktan kurtaracak bir ilaç bulun. Yok satacağını garanti ederim.
Suçluluk duygusunu azaltmanın yolları
İnsan yaşamında pek çok şeyden istifa edebilir herhalde, ancak annelikten istifa edemez.
Çalışan annelerin çoğu çocuk sahibi olmadan önce de, çalışan kadınlardır.
Her çocuk mutlu, üretken, kendisiyle barışık bir anneyi, kendisi için işini terk etmiş, saçını süpürge etmiş bir anneye tercih eder.
Unutmayın ki çocuğunuz sizin aynanızdır; siz mutluysanız o da mutlu olur.
İşlerinizi planlı yapın. Çocuğunuza ayırdığınız zamandan çalmayarak suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışın.
Yazının Devamını Oku