Çalışan annelerin yaşadığı suçluluğun altında çocuğuna yetememek yatar.
Hep bir şeyleri kaçırdığınızı düşünüyorsanız, akşam çocuğunuza kapıyı açan olmadığınız için kendinizi suçluyorsanız aramıza HOŞ GELDİNİZ!
eçtiğimiz hafta Anneler Günü münasebetiyle ünlü annelerden çocuklarına birer mektup yazmalarını rica ettim. Bunu yaparken kimse bana ‘Bu konuda kitap yazmışlığın var, bir mektup da sen yazıver’ demedi.
Alacakları olsun, seneye istediklerinde, onlara ‘pışık’ yapacağım.
Annelerin çocuklarına yazdığı mektuplar biri beni derinden yaraladı. Hürriyet gazetesinin değerli yazarı Ferai Tınç, oğulları Mıstık ve Memo’ya yazdığı mektupta, çalışan ve bundan suçluluk duyan tüm annelerin hislerine tercüman olmuştu. Ferai Tınç’ın mektubundan bir bölümü izniyle buraya alıyorum;
Bir seyahat dönüşü anneler gününde bana verdiğin hediyeyi anımsıyor musun Memo?
Paketi heyecanla açtım, iri bir kartvizit büyüklüğünde ham tahta, üzerinde ‘Seni sevmek kadar özlemek de hoş’ yazıyordu.
Zalim! Siz, bilmiyor musunuz gazeteye giderken, seyahate çıkarken, hayat boyu, aklımın bir parçasının hálá sizde kaldığını?
Affetmeyeceğim suçlarımın hanesi çentik dolu. Anneanneniz gibi, çocukların her kapıyı açtıklarında evde buldukları bir anne olamayışımın dinmeyen vicdan azabından asla kurtulamadığımı size söyledim mi hiç?
Mıstık’ın ilkokulda bana yazdığı ama vermediği o mektubu yıllar sonra bulduğumda, ayaklarımın altından yer kaymıştı. ‘Annecim gel, bu kadınların eline bırakma bizi. Şimdi Mehmet’e vuruyor, onu kurtaramıyorum’ diyordu.
Memo ilkokuldaydın. Bir gün eve bir zarf getirdin. İçinden resimler çıktı. Resimlere bakarken, hava ağırlaştı, üstüme kapandı, nefes alamadım. Hiç bilmediğim giysiler, görmediğim makyajla sen sahnedeydin. Yıl sonu gösterisinde sahnelenen piyeste rol almıştın ve benim bundan hiç haberim olmamıştı.
Memo’m neden bana haber vermedin?
‘Senin işin vardı anneciğim, nasıl olsa gelemezdin’ demiştin...
İşte canlarım, siz bana ‘Hararettin Sönmezateş’ diye ad takıyorsunuz. Ama benim, şeytan tırnağınıza bile paniklemem bu yüzden. Ya yetişemezsem? Ya yetemezsem?
Beni istiyor
Nehir’in okulunda hafta içi yapılan gösterilerin hiçbirine ne yazık ki katılamadım. Benim yerime annem gidiyor. Ama anneannesi Nehir’i kesmiyor, o beni, annesini yanında görmek istiyor. Kızımın, ‘Lütfen anne bu kez gel. Hep işim var diyorsun, gelmiyorsun’ sözleri beni darmaduman ediyor. Doğru söylüyor, hep işim oluyor. Kızım üzülüyor, annem yerimi doldurmaya çalışıyor, ben suçluluktan ölüyorum.
Bu gibi durumlarda kendimi affettirmek için iki kat çaba sarf ediyorum. Nehir’in istediği her oyuna katılıyorum, uyku saatini esnetiyorum, hatta bazen kendimi bir oyuncak marketinin kasasında paket yaptırırken buluyorum.
Parmağınızı sallamayın, yanlış olduğunu biliyorum ama ne yapayım?
Şimdi uzmanlar aynı şeyleri söyleyecekler; Önemli olan çocuğunuzla geçirdiğiniz vaktin uzunluğu değil, kalitesidir. Suçluluk duymayın.
Bunları biliyoruz, ama bunu bir de vicdanımıza anlatabilsek.
Benim durumumu en güzel ‘git gitmiyorsun, gel gelmiyorsun’ cümlesi anlatıyor. Uzmanların ‘sürenin uzunluğu değil, kalitesi önemli’ sözleri bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor.
Bu konuda bilim adamlarına bir önerim var; Lütfen çalışan anneleri suçluluktan kurtaracak bir ilaç bulun. Yok satacağını garanti ederim.
Suçluluk duygusunu azaltmanın yolları
İnsan yaşamında pek çok şeyden istifa edebilir herhalde, ancak annelikten istifa edemez.
Çalışan annelerin çoğu çocuk sahibi olmadan önce de, çalışan kadınlardır.
Her çocuk mutlu, üretken, kendisiyle barışık bir anneyi, kendisi için işini terk etmiş, saçını süpürge etmiş bir anneye tercih eder.
Unutmayın ki çocuğunuz sizin aynanızdır; siz mutluysanız o da mutlu olur.