Çalışan anne ve babalar için okulların tatil olması başka sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Çocuklar yaz okullarına gitmek istemiyor, anne-babalar onları bırakacak yer bulamıyor, olan yine annelere oluyor.
Biri karşınıza geçip her gün sabah ve akşam, aynı ısrarcı tutumuyla ‘Lütfen gitme anne’ ya da ‘Beni de işe götür’ dese ne yaparsanız? Ben kafayı yemek üzereyim. Nehir resmen psikolojik işkence uyguluyor.
Okul süresince birkaç dakika daha fazla uyumak için poposunu bir sağa bir sola döndüren, servis gelene kadar ‘Hadi Nehir uyan’ cümlesini en az 10 kez sarf ettiğimiz küçük hanım, şimdi sabahın köründe kalkıyor.
Sabahları evden çok erken çıkıyorum. Gürültü yapmamak için parmak uçlarımda yürüyüp, evden çıkana kadar öksürüp, aksırmayı bile kendime yasaklıyorum. Ama şeytan kızım tüm bu önlemlerime rağmen uyanıyor. Bir taraftan gözlerimin içine melul melul bakarken diğer yandan elini uzatıp ‘Gitme’ diyor.
Kendimi o anda Yeşilçam filmlerinin tanıdık gelen bir sahnesinin içinde hissediyorum. Sevgili kızım, işkence dolu bir evde onu yalnız bırakmamam için yalvaran bir çocuk gibi tavır takınıyor. Oturup uzun uzun işe gitmem gerektiğini anlatmak istiyorum ama bu kez de servisi kaçırma ihtimalim artıyor.
Zaten sekiz-dokuz saat önce ayrıntılı olarak neden çalışmam gerektiğini, onu işe götürememe nedenlerimi anlatmıştım. Üç yaşındayken bir mağazada kadının birinin saçını okşamasına kızıp ağladığını hatırlayan bir çocuğun, hemen her gün yapılan aynı konuşmayı unutmuş olma ihtimali yok. Tekrarlatıyor, çünkü söylediklerim işine gelmiyor. Belki de, bunları anlatmaktan bıkıp ‘Tamam’ derim diye şansını zorluyor.
Hiçbirinden memnun değil
Çalışan bir anne olarak yaz tatillerini hem seviyorum hem sevmiyorum. Seviyorum, çünkü ben de izne çıkıyorum. Sevmiyorum, çünkü Nehir’in bilinçli olarak yaptığı işkence dönemine giriyorum.
Yaz tatillerinin nasıl değerlendirileceği konusunda anne-babalar üçe bölünmüş durumda.
Birinci grup, çalıştıkları için, bırakacak bir yakınları da yoksa çocuğunu bir yaz okuluna gönderiyor. Çocuk, üç aylık yaz döneminde yalnızca anne-babanın yıllık izninde tatil yapıyor. Bana göre asıl zorluğu bu gruptaki çocuklar yaşıyor.
İkinci grup, okul döneminde yeterince yorulduğunu düşünerek çocuğun evde oturmasından yana... Hele bırakacak bir yakınları varsa, yaz okullarını hiç düşünmüyor.
Üçüncü grup ise maddi gerekçeler nedeniyle istese de çocuğunu yaz okuluna gönderemiyor.
Konu Nehir’den açılınca (hiç kapanmıyor ki zaten) çevremde herkes neden yaz okuluna göndermediğimi soruyor. 10 ay boyunca minicik bedeni çok yoruldu, yıprandı. Her sabah erken kalktı. Akşam eve yarı pestil olmuş halde döndü. Eylülde daha zor bir dönem onu bekliyor. Bari iki ay rahat etsin istedim. Ama bizimkine rahat batıyor.
Arkadaşı yokmuş, onunla sadece bir saat Barbie oynuyormuşuz, evde çok sıkılıyormuş, bebeklerini tek başına konuşturmaktan bıkmış, apartmanda neden onun yaşında başka çocuk yaşamıyormuş, onun hali ne olacakmış?
Sistemli uyguluyor
‘Kızım, sıkılıyorsan yaz okuluna göndereyim’ demek için ağzımı açtığımda, cümlemi bile tamamlayamadan kocaman bir ‘Hayır’ duyuyorum. Git diyorum gitmiyor, gel diyorum gelmiyor. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum.
Belki yaz okulu olmaz da haftada iki-üç günlük bir kurs bulurum. Şimdi onun derdindeyim. Hedefim ise drama kursları. En azından temmuzun ikinci yarısı ve ağustosta kulağım dinç olur. Nehir’in uyguladığı taktikli işkenceden kurtulmuş olurum.
Zaman zaman bu kızın manevi işkence konusunda mafya babalarından kurs aldığını düşünmüyor değilim. Çünkü işin sırrını biliyor, işkenceyi sistemli uyguluyor ve hiç zorlanmıyor.
Bu işkenceden kurtulmanın tek yolu Nehir’in hoşuna gidecek bir kurs bulmak. Kendimi şöyle motive ediyorum; Nilüfer, tek hedefin kurslardır, ileri!
Ben tatilden sıkıldım
Çalışan anne babalar için yaz dönemi sıkıntılıdır. Hele çocukların bırakılacağı bir yakın yoksa sıkıntı ikiye katlanır. Yaz okulları bu dönemde çalışan anne-babaların imdadına yetişiyor. Mesele, çocuğun memnun kalacağı bir okul bulmakta...
Baba, anneme bağırma!
Şiir kitaplarıyla tanınan gazeteci arkadaşımız Özcan Ünlü, aile içi şiddeti konu alan bir roman yazdı. ‘Baba, Anneme Bağırma!’ isimli kitabında, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden anne-baba ilişkisini anlaşmazlık, şiddet, ahlak, anlayış, hoşgörü, tahammül, sevgi, saygı, sahiplenme ve değer verme kavramları etrafından yorumlayan Özcan Ünlü, ilk gençlik hatalarının insanların sonraki yaşlarında hayatlarını nasıl etkilediğini okura çarpıcı bir kurguyla yansıtıyor.
Yaşadığı aile ortamındaki şiddetle, anne ve babasından giderek uzaklaşan bir çocuğu merkeze alan Ünlü, kitabı hakkında şunları söylüyor:
‘Yazmaya başlarken, kendimizi ve çocuğumuzu gerçekten tanıyor muyuz ve onu gerçekten seviyor, anlıyor ve değer veriyor muyuz sorusundan hareket ettim. Kendi hayatlarımızı şekillendiren, etkileyen ve yönlendiren sorunların çocuklarımızın dünyasında nasıl bir etki-tepkiye sebep olduğunu, kendimi o yaş grubundaki çocukların yerine koyarak yorumlamaya çalıştım. Aile bireylerinin kendi hatalarının bedellerini neden çocuklarına ödetmek için birbirleriyle yarıştıklarını sorgulamak istedim. Daha da önemlisi, toplumu bir mıknatısın ana nüvesi gibi bir arada tutması gereken aile içindeki çocuğun ağırlığını, yine onun ailesi ve çevresine karşı yabancılaşması merkezinden bakarak kurguladım.’
Aile içi şiddet konusu toplumun büyük çoğunluğuna yabancı değil. Bizi anlatan bir roman okumak istiyorsanız, ‘Baba, Anneme Bağırma!’ iyi bir seçim olabilir.
Anne sütü ishalin panzehiri
Yaz aylarında ishal vakalarının arttığına dikkat çeken uzmanlar, anneleri bu durumda bebeklerini emzirmekten vazgeçmemeleri konusunda uyarıyor. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nejat Narlı, anne sütünün, içeriğindeki mikroba karşı koruyucu maddeler dolayısıyla birçok alanda panzehir etkisi yarattığını kaydetti. Narlı, sadece hayvan sütünün ishali artırıcı etkisi bulunduğunu ifade ederek, ‘Anne sütü farklıdır. İçinde bulunan koruyucu maddeler, çocuğu ishale karşı koruyacaktır’ dedi ve ishal yüzünden her yıl dünyada 2 milyon çocuğun öldüğüne dikkat çekti.