6 Mayıs 2005
Bu pazar yedinci kez anneliğimin keyfini yaşayacağım. Aslında bugünü diğer günlerden ayıran tek şey, Nehir’in müstehzi bir gülüş eşliğinde, törensel bir havada beni kutlaması olacak. Hakkını yemeyeyim, kızım bana her gün ‘Anne Günü’ havasını yaşatıyor.
edi yıl insan hayatı için kısa bir süredir. Ama benim hayatımın en anlamlı yıllarıdır. Ya Nehir olmasaydı nerede, ne yapıyor olurdum? Sanıyorum yarım kalırdım. Nehir beni öylesine değiştirdi, sivriliklerimi öylesine törpüledi ki... Sürekli sakinleştirici alanlar gibi, ortalıkta sakin sakin dolanıyorum. Bende meydana gelen değişimi çevremdeki insanlar daha iyi anlıyor. Çünkü eskiden barut fıçısı gibiydim. Birinde olmazsa mutlaka başka bir olayda, yanımda kim varsa nasibini alırdı. Bugüne kadar barut fıçısı halimden dolayı kimi kırdıysam, anne olmamama verip, beni bağışlasınlar.
Anne olduktan 6 ay sonra yakın bir arkadaşımla pizza yemeye gitmiştik. Sipariş verdiğimiz malzemelerden farklı bir pizza geldi. Üstüne üstlük buzsuz istememize rağmen buzlu içecek getirdiler.
Garsonu çağırıp, kibarca siparişlerin yanlış geldiğini, düzeltilmesini istedim.
Beni 10 yıldan beri tanıyan arkadaşımın dehşet içinde beni izlediğini fark ettim. ‘Hayırdır, bana neden öyle bakıyorsun?’ diye sorduğumda ‘Farkında mısın, ortalığı birbirine katmadın. Anne olmak seni bayağı değiştirdi.’
Gerçekten de eskiden yağar, gürlerdim. Hele sabırsızlığım konusunu hiç açmayayım. Aklıma bir şey düştüğü anda olması için tüm şartlarımı zorlardım.
Beni de büyüttü
Geriye dönüp Nehir’in doğduğu güne bakınca kızımla birlikte ben de büyümüşüm. İlk kabızlığında kaka yapamadığı için onunla birlikte ben de ağlamıştım. 8 aylıkken ilk krup krizinde sanki zaman durmuş, anneliğin sorumluluğu omuzlarıma çoktan ağır gelmeye başlamıştı. İlk diş çıkarışında çektiği eziyeti en az ben de onunla çekmiş, ilk adımı attığında kendi ayakları üzerinde durduğu için dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum.
Aslında zaman zaman isyan ettiğim hayatı ben Nehir’le birlikte yeniden sevdim. Belki yıllarca tekrarladığım her şeyi Nehir’le birlikte sanki ilk kez yapıyormuş gibi heyecan duydum, mutlu oldum. Eskiden de sahip olduğum şeyler için Allah’a teşekkür ederdim. Ama bebeğimin yüzüne her bakışımda teşekkürlerimin sayısı arttı.
Çoğu kez, milyon belki milyar kez teşekkürün bile yetersiz olduğunu düşünürüm.
Anne olmak gerçekten mucizevi, büyülü bir durum. Şefkatiniz, anlayışınız, sabrınızdaki limitleri alt üst ediyor. Pamuk gibi oluyorsunuz.
Bence, askerlik erkekleri, annelik ise kadınları adam ediyor. Yedi yıl içinde vicdan katsayım tavana vurdu. Ama salaklık derecesinde gözü yaşlı oldum. Televizyon ekranında her ağlayana ben de eşlik eder bir noktaya geldim. Başka bir dönem narkoz almadığıma göre doğum sırasında sinirlerimin alınmış olabileceğine inanmaya başladım. Bazen Nehir sınırlarımı öyle zorluyor ki ‘Tamam şimdi çığırımdan çıkacağım’ dediğim anda bile dut yemiş bülbüle dönüyorum.
Yok yok kesinlikle annelik beni başka bir noktaya taşıdı, Allah derdini verince dermanını verirmiş ya, sanıyorum Nehir gibi keçi inadında bir çocuğu verdiğinde sabrını da veriyormuş. Ben gerçekten hızlı büyüdüm.
Adaleti öğretti
Nerede olduğunu bilmeden mutluluk kovalanmazmış. Nehir doğduktan sonra ben mutluluğumu nerede kovalayacağımı öğrendim. Nehir benim aklımın özgürleşmesini sağladı. Onun sayesinde, özgür, hoşnut, adaletli kaldığımı düşünüyorum. Her insan hayatı boyunca öğüt veren bir rehbere ihtiyaç duyuyor. Benim rehberim annem, kızımın rehberi şimdilik benim.
Anneyim diye hep bir adım önden gitmeyeceğim. Zaman zaman Nehir benim önüme geçip, benim karanlıkta kalan yolumu aydınlatıyor.
Nehir beni adam etti. Adam olmayı isteyen tüm kadınlara çocuk sahibi olmalarını öneriyorum başka adam olma yolu bulamamışlarsa...
Aslında Tanrıya müteşekkirim. Nehir, benim hayallerimde sahip olmak istediğim gibi bir çocuk. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Fırlamalığına bayılıyorum. Duygusallığı, inatçılığı, şefkati, vicdanı, aklı, olaylara bakışı, insan sevgisi, dostluğu, bilinci... Sanki sipariş vermişim, siparişim eksiksiz masama gelmiş gibi.
Hayatımın hiçbir döneminde Nehir’e ‘Senin için saçımı süpürge ettim’ demeyeceğim. Buna söz veriyorum. Yaptığım ve yapacağım her şeyi gönül rızasıyla ve karşılık beklemeden yapacağım. Kızım varlığıyla hayatımdaki boşluğu doldurarak üzerine düşeni yaptı, ben de annesi olarak üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum.
Zaman zaman ‘Ben iyi bir anne miyim?’ diye kendi kendime soruyorum. Gerçekten iyi bir anne miyim, bilmiyorum. Yolumuzun kesiştiği tüm zamanlarda yanımda iyi bir insana ve dosta ihtiyacım olacak. Bu nedenle sırtımı dayayabileceğim, güvenebileceğim bir dost büyütüyorum.
Alışveriş zamanı
Tempo dergisi için alışveriş sayfası hazırladığımdan nerede indirim var biliyorum. Chicco tutkunuysanız, Kadir Has Alışveriş Merkezindeki mağazasına uğrayın. 15 YTL’ye sandalet ve ayakkabı bulabilirsiniz. Kışlık ürünler yüzde 60 indirimle satılıyor. Mothercare’de ise üç body veya tulum alan 2’sinin fiyatını ödüyor. Kanz’ı tercih ediyorsanız ya Güneşli’deki ya da Maltepe’deki outlet mağazasına gidin.
Anneler gününüz kutlu olsun
Kızım ve ben birbirimizden öyle çok memnunuz ki, bunu kelimelerle ifade etmek zor. Ben Nehir’in benim kızım olmasından, o da benim onun annesi olmamdan keyif alıyor. İyi ki varsın kızım!
Yazının Devamını Oku 29 Nisan 2005
Üç yıl önce tutan karın ağrım yeniden nüksetti. Nehir bu yıl ilkokula başlayacak ve ben kızıma okul bulmak için fıldır fıldır dönüyorum. Bir ay içinde yapacağım seçim, kızımın hayatını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek. ‘İmdat’ diyorum, yardım istiyorum... Eskiden anne babalarımızın böyle dertleri yoktu. Çocuk 7 yaşına gelince, bir nüfus cüzdanı, iki adet vesikalık fotoğrafla mahalle okulunun yolu tutulurdu. Öyle öğretmen ayrımı yapılmaz, müdürden torpil falan istenmez, sahte ikametgah çıkartılmaz, yüklü bağış makbuzları alınmazdı.
Şimdiki anneler babalar şaşırmış durumda. Okul seçme meselesi çocuk doğar doğmaz başlıyor. Elini ayağını yeni yeni oynatan çocuğa ‘Ah canım, senin yürümeni de görecek miyim?’ diye başlayan ‘onunu da görecek miyim, bunu da görecek miyim’ diye devam eden konuşmalar bir süre sonra ‘okula gittiğini de görecek miyim’e dönüşüyor.
Ne zaman bu söz ağızdan çıkıyor, o andan itibaren okul arayışı da başlıyor. Okul seçimi öyle stresli bir iş ki, adama kurdeşen döktürüyor.
Düşünün; bebişiniz henüz üç yaşında ve siz ‘ağaç yaşken eğilir’ atasözünü şiar edinerek, çişten henüz kurtulmuş çocuğunuzu bağımsız bir birey olsun diye anaokuluna gönderiyorsunuz. Aslında gönderiyoruz demeliyim, çünkü ben de kızını anaokuluna üç yaşında gönderen hain annelerdenim.
Kolay adapte oluyorlar
Şimdi bir itiraf geliyor; Kimileri bana ‘Nasıl olsa annen evde, Nehir henüz küçük, okula bir yıl sonra gönder’ dedi. Bir yandan haklıydılar. Ama ben biraz da anneme kıyamadığım, onun yorulmasını çok istemediğim, annemi Nehir’in şerrinden kurtarmak için okulu tercih ettim. Bu durumda çocuğuna bakamayıp, sorumluluğu okula atanlardan oluyorum.
Ama inanın düşündüğünüz gibi değil. Bir süre sonra çocuğa yetmiyorsunuz. Çünkü çocuklar oyun arkadaşı istiyor.
Bir saat Barbie’lerle oynayıp, mola talep ettiğinizde de kükreyen bir aslana dönüşüyorlar. Bir apartman dairesinde çocuk büyütmenin sonuçlarının nasıl olacağına dair bir tez çalışmanız yoksa, üç yaşından sonra sosyal bir çevreyle tanışmasında yarar var. Çocuklar ilk sosyal çevreyle anaokulunda tanışıp, tek başına ayakları üzerinde durmayı orada öğreniyor.
Okulun ilk günleri çocuklar için değilse bile anne babalar için kabus. Hele benim gibi yarı paranoyak bir anneyseniz, ürettiğiniz senaryoların haddi hesabı olmuyor. Nehir’in okula alışması için 15 günlüğüne yaz okuluna göndermiştim. Birinci haftanın sonunda öğretmen değişimi olacağını öğrendiğimizde büyük tepki göstererek ‘Olamaz, Nehir size çok alıştı, lütfen gitmeyin’ diyerek öğretmenin tatil iznine posta koymaya bile çalıştım.
Oysa Nehir, üç yılda kaç öğretmen değiştirdi. Nedense biz anne babalar, çocuklarımızın değişiklikler karşısında bocalayacağını, yeni duruma adapte olurken acı çekeceği gibi salakça bir düşünceden kendimizi kurtaramıyoruz. Oysa, çocuklar beş dakika önce tanıştığı biriyle hemen kanka olabiliyor.
Sona geldik
Ama yine de okul seçimi en az meslek ve eş seçimi kadar önemli. Çünkü artık okulların büyük çoğunluğu çocukları ana kucağından alıp, hayatın kollarına bırakıyor. Çocuk anaokulunu, ilkokulu, liseyi hatta üniversiteyi bile aynı kültürün içinde yoğrularak bitiriyor.
Anaokulu konusunda çok şanslıydım. Çocuk doktoru, bakıcı abla gibi konularda yakaladığım şansım anaokulunda da devam etti. Nehir, bu üç yılda büyük gelişim kaydetti. Hem fiziksel, hem de zihinsel olarak basamakları çifter çifter atladı. Üç yıldır İngilizce öğreniyor. Banyoya girdiğinde ‘off ff kömür gibi yanıyorum off’ yerine Kukla Jack’in öğrettiği İngilizce çocuk şarkıları söylüyor.
Ama artık yolun sonuna geldik. Anaokulu bitiyor. Kızım, 30 Mayıs tarihinde kep giyerek ilk mezuniyet sevincini yaşayacak. Şimdi karar zamanı. Onun adına doğru bir seçim yapmam gerekiyor. 8 yıl aynı okula devam edecek. Tempo dergisinde eğitim yazıyorum, okulları tanıyorum, geziyorum. ‘Terzi kendi söküğünü dikemezmiş’ atasözünün doğruluğunu kanıtlarcasına diğer eğitim muhabiri arkadaşlarıma kızımı hangi okula göndermem gerektiğini soruyorum. Doğal olarak onlar da bana afallayarak bakıyorlar.
Benim üç sorunun yanıtını bulmam gerekiyor;
Nehir’i hangi okula göndermeliyim?
Okul seçerken nelere dikkat etmeliyim?
Aslında hangi kriterler çocuğumun gelişimi için daha önemli?
Bu soruların cevapları her aile için değişiklik gösteriyor. Çünkü her anne babanın okuldan beklentileri farklı. Öncelikle beklentimim ne olduğunu belirlemem gerekiyor. Mesela Amerikan sistemi mi, yoksa Fransız kültürünün içinde mi eğitim görmesini istiyorum? Nasıl yani diye soruyorsunuz? Galatasaray İlkokulu’nun kurasında çıkabiliriz.
Ya da LGS’de başarılı bir devlet okuluna kayıt yaptırmak için (ikametgahımız tutmayacak) torpil bulacağım. Belki de gittiği anaokulunun ilköğretim kısmına devam edebilir. Bu konuyu yazarken bile karnıma ağrılar girdi.
Aslında böyle bir vebalin altına kızım için bile girmek istemem. Keşke seçimi kendi yapabilse. Sonradan ‘Beni niye bu okula gönderdin?’ diye karşıma dikilmesini istemiyorum. Ama bu seçim için çok küçük. Bilesiniz, kafam çok karışık.
Anaokulu seçerken bunlara dikkat
Tüm okul binası, bahçesi ve okuldaki mobilyaların çocukların fiziksel gelişim özelliklerine göre düzenlenmiş olması
Okulun temiz ve hijyenik olması
Sağlık odasında eğitimli bir personel olması ve ilkyardım dolabının bulunması
Sınıfların büyüklüğü ve kaç kişilik olduğu
Okulda çocuk için yapılan ne gibi etkinliklerin bulunduğu
Çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel gibi gelişimsel alanları için ne gibi aktiviteler yapıldığı
Okulda bulunan rehberlik hizmetlerinin çocuklarla ilgili bilgilerinin danışman, öğretmen ile paylaşılması
Çocuğun gün boyu okulda neler yiyeceği ve bir yemek listesinin veliye gönderilmesi
Okulda bir güvenlik görevlisinin ya da çevre düzeninin çocukların zarar görmeyeceği bir çevreye sahip olması
Onların gelişimsel özelliklerine uygun oyuncakların bulunması
Kayıtlar erken olacak
Bu yıl Milli Eğitim Bakanlığı da devlet okullarında kayıt tarihini haziran ayına çekti. Bu durumda bir an önce karar vermek zorundayız. Bu yıl çocuğu okula başlayacak olanların şansı bol olsun.
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2005
Eşinden ayrılmış kadınlar, ikinci evliliğe soğuk bakıyor. Dizilerde çocuklu kadınların yaşadığı birbirinden güzel aşk hikayelerine rağmen, eski eşler ve toplum, kadının yeniden aşık olmasının önüne engel koyuyor. Kendimi ringde arka arkaya yumruk yiyen acemi boksörler gibi hissediyorum. Bana bunu niye yapıyorsunuz anlamıyorum. Bilmediğim, düşünmediğim, çok da ilgilenmediğim konularda bana niye içinden çıkamayacağım, yanıtı bende olmayan sorular soruyorsunuz? Bu sorular benim dengemi alt üst ediyor, sonra oturup kukumav kuşu gibi düşünmek zorunda kalıyorum.
Bir arkadaşım geçenlerde küt diye ‘Sence yeniden aşık olma hakkım var mı?’ diye sorunca ne cevap vereceğimi bilemedim. Benden üç yaş büyük, birbirinden tatlı iki çocuğu olan bu arkadaşım eşinden dört yıl önce boşandı. Bu ayrılığı kendisi istemediği için toparlanması da o kadar kolay olmadı. Çocuklarının desteğiyle düzenini yeni yeni kurdu. Daha doğrusu bana sorduğu soruyla düzenini oturttuğunu anladım.
Bir insan hayatı boyunca birden fazla kez aşık olabilir.
Arkadaşımın özellikle ‘hakkım var mı?’ diye sorgulamasının altında çok şey yatıyor. Yetiştiği çevre, içinde yoğrulduğu kültür ona boşanmış bir kadın etiketi yapıştırıyor ve ‘aşık olmayı’ bir hak olarak görmesine neden oluyor. Arkadaşımın bu sorunun yanıtını bende aramasının nedeni hemen hemen aynı şartlara haiz olmamız. Ama kafası karışık birinin yanıt bulmak için başvurduğu adresin yanlış olduğunu söylemeliyim.
İki yüzlülük
Ekranlarda çok sevdiğimiz dizilere hiç dikkat ettiniz mi? Kadınlar mutlaka eşlerinden ayrılmış ya da eşlerini kaybetmişler, bir ya da iki çocukları var ve dizinin jönü tarafından deli gibi seviliyorlar. Mesela Aliye dizisinde, yakışıklı cerrah Deniz’in aşkına karşılık vermeyecek, Bir Dilim Aşk’ta Berna Laçin’in yerinde olmak istemeyecek kadın var mı? Bunlar renkli camın sunduğu gerçeküstü masallar. Yaşamda boşanmış ve çocuk sahibi kadınların yeniden aşık olmaları, evlenmeleri konusunda keskin uçlu tavırlar söz konusuyken, dizilerde bunlar gümüş tepside ağız sulandırıyor.
Ama bu konulardaki iki yüzlülüğümüz bazen o masallarda bile hortluyor. Hatırlarsanız geçen haftalarda Bir İstanbul Masalı’nda Binnur, eski eşine yeniden evlenmeyi planladığını söylüyor. Aşık olmayı yalnızca erkeklere hak olarak gördüğünü anladığımız Demir, eski eşinin (dikkatinizi çekiyorum eski eş) bu yeni aşkına sert tepki göstererek, kızını elinden almakla tehdit ediyor. Hep aynı hikaye.
Flört bile sorun
Erkek aşık olursa ‘aferin’, kadın aşık olursa ‘çocukları elinden alırım.’ Kafamdan bunlar geçerken arkadaşıma ‘Peki bu duruma eski eşin asıl bakar? Ya da çocuklar tepki gösterir mi?’ diye sorarak, ben de o ikiyüzlülerin arasına girmiş oldum.
‘Bilmiyorum’ dedi.
Etrafımızda ne kadar farklı örnekler var değil mi? Mesela geçmiş yıllarda boşanan bir arkadaşımın eşi, bir iki hafta sonra bir sevgili buldu. Arkadaşım, boşanma olayından çok, eski eşinin bu kadar hızlı yeni bir aşka yelken açmasına öfkelendi. Karısının da kendisi gibi bu ayrılıktan olumsuz etkilenmesi beklentisinde olduğu için depresyona girdi. Uzun süre kendini toparlayamadı. Ama şimdi onun da bir sevgilisi var.
İnsan ilişkileri zordur. Hele arada çocuk olunca, bu konular tek yanıtı bulunmayan, tek çözümü olmayan problemlere dönüyor. Bırakın yeniden evliliği, flört etmek bile sorun. Çocuklar bu durumdan bir şekilde olumsuz yönde etkileniyor. Bu nedenle hayatı boyunca yeniden evlenmeyi düşünmeyen, kendini çocuklarına adayan kadınlar var. Bunlardan biri de benim annem. Babamı kaybettiğimizde biz o kadar küçük, annem o kadar gençti ki! Etrafın, ‘Çok gençsin, yeniden evlenmelisin. Üç gün sonra çocukların yuvadan uçup gittiğinde yalnız kalacaksın’ sözlerine kulaklarını tıkadı. Bir üvey babanın yaratacağı etkiyi hesaplayamadığı için bu riske hiç girmedi.
Bu riski göze alıp, yeniden deneyip mutlu olanlar da yok değil.
Mesela yıllarca ‘Kızımın psikolojisini bozmak istemiyorum’ deyip kimseye yan gözle bakmayan ama karşısına doğru adam çıkınca evlenenler var. Bu bir şans ve ortam meselesi.
Bu nedenle ‘Yeniden aşık olmaya hakkım var mı?’ diye soran arkadaşıma ne desem boş.
En doğru kararı şartları değerlendirip kendisi verebilir. Ama gözetmesi gereken tek bir konu var; kendisiyle birlikte çocuklarının da mutluluğu!
İkinci evliliğin çocuklar üzerindeki etkisi
Çocuklarınızı yalnızca uzun süreli, ciddi ilişkiler olacağı düşünülen kişilerle tanıştırın.
n Yeni ve mutlu aile kurma aşamasında çoğu çocuk, uygun yaklaşımlarla kişiyi kabulleniyor. İlk yapılması gereken bu haberin çocuklara özenle verilmesidir.
n Evlilik kararı yetişkinlerin kendi hayatlarıyla ilgili karardır. Evlenmek için çocuktan izin istemek, hem çocuğun yetişkin hayatını yönetmesine, hem de yaşına uymayan sorumlulukların altına girmesine yol açar.
n Kişiyi sevdirmeye yönelik çabalar ise zorlayıcı ve itici olabilir.
n Çocuk ve ikinci eşin birbirlerini tanıması, güvenmesi ve sevmesi için sabırla yaklaşmak, zaman tanımak gerekir.
n Gerçekte çoğu çocuk uzun bir süre öz anne ve babasının tekrar birleşmesini ümit eder. Yeni evlilik haberi ile çocuğun bu hayali de son bulmuş olur.
n Çocuklardan yeni gelen ebeveyne anne ya da baba diye hitap etmesi istenmemelidir.
n İkinci evlilik çocuk küçükken gerçekleştiğinde ya da ergenlik dönemi sonrasında gerçekleştiğinde daha az zorluk yaşandığı söylenir.
n Özellikle ergenlik döneminin başları, uyum güçlüğünün en yoğun yaşandığı dönemdir.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2005
öylediklerimi gözünüzde canlandırmayı deneyin. Altı otele sahip bir grubun genel müdürü ile röportaj yapıyorum. Birkaç saat önce yaşadığımız vukuat nedeniyle Nehir’i de yanımda röportaja götürmek zorundayım. Tam birinci soruyu sorup, yanıt almaya hazırlanırken Nehir, göğsünün ağrıdığını söyleyerek kucağıma atlıyor. Karşımda genel müdür, kucağımda göğsü ağrıyan kızım.
Ünlü gazeteci-yazar Emin Çölaşan’ın yıllar önce okuduğum ‘Önce İnsanım Sonra Gazeteci’ kitabındaki gibi ben de içimden ‘Önce anneyim, sonra gazeteci’ sözlerini geçiriyorum. Nehir’i iyice kucağıma alıp, bir elimle göğüs ve karnını ovalıyorum. Club Voyage Genel Müdürü Geylan Dursunoğlu ise sorumu yanıtlamayı sürdürüyor. Ama ortada öyle komik bir tablo oluşuyor ki, gülmemi durduramıyorum. Ben gülünce, karşısındaki manzara karşısında genel müdür de gülmeye başlıyor.
Dursunoğlu’na ‘Çok özür dilerim. 15 yıllık gazetecilik hayatımda ilk kez başıma böyle bir olay geliyor’ diyorum. Dursunoğlu ‘Rica ederim. İnanın ben de ilk kez böyle bir şey tecrübe ediyorum’ yanıtını veriyor. Adam daha ne desin!
ETS Tur’un Antalya’da açtığı Club Voyage Sorgun Select otelinin tanıtım gezisine katılan dokuz gazeteciden biriydim. Uçak, otele transfer dahil geçen üç saat içinde Nehir en az üç kez gözyaşlarına boğuldu. Anneannesini çok özlemiş, onu nasıl İstanbul’da bırakmışız diye beni suçladı. İkna etmek için sarf ettiğim ‘Nehirciğim bu geziye sadece gazeteciler katılıyor’ sözlerimi ‘Ben gazeteci değilim, peki beni nasıl kabul ediyorlar’ diyerek çürüttü.
Yani, İstanbul içi olsa geri dönüp bırakacağım! Sanki zorla getirdim. Cumartesi gününe başladığımızda Nehir’in de bitmez tükenmez ‘Ne zaman evimize döneceğiz’ soruları da start aldı.
Bir ara mini kulübe gitmek istedi. Bir saatliğine bıraktım. İçim rahat etmeyince 45 dakika sonra almaya gittiğimde Nehir mini kulüpte yoktu. O an yaşadığım korku ve paniği anlatamam.
Mini kulüp sorumlusuyla yaptığım ufak çaplı tartışma sırasında Nehir ağlayarak çıkageldi. 100 dönümlük bir alanda kızımı nerede arayıp, bulabilirdim bilmiyorum!
Yapılan faaliyetten sıkılınca beni aramak için otele doğru yürümüş. Karşısına hiç Türk müşteri çıkmayınca o da paniklemiş. Yanından geçenlere ‘Help me’ demiş ama kimse dönüp bakmamış. Sonunda kavuştuk. Bir daha gözümün önünden ayırmayacağıma söz verdim.
Öğle yemeğinden sonra sadece yarım saat süren otel turu Nehir’i yorunca yine ağladı. Otelin lobisine adım atar atmaz ‘Oh be nihayet evimize geldik’ sözlerine bütün grup kahkahalarla güldü. En komik durumu akşam yemeğinde yaşadık.
Bombalar peş peşe patladı
Otelin şefi geçen yılın en iyi mönüsünü hazırlayan ödüllü bir usta. Geziye katılan basın mensuplarına ödül kazanan mönüyü ikram etti. O sırada canlı Çigan müziği Nehir’i duygusallaştırdığı için bir fasıl da yemekte ağladı.
İki saat süren yemek boyunca üç kez İstanbul arandı. Tüm gazetecilerin yanına tek tek giderek ‘Bana sakın İstanbul demeyin’ diye tembihledi. Nedenini merak edenlere ise ‘Bana anneannemi hatırlatıyor’ yanıtını verdi.
‘Ne zaman odamıza gideceğiz?’ şeklindeki ısrarlı sorularına karşılık ‘Çayımız geldikten sonra’ deyince, soluğu şef Kahraman Bıyıklı’nın yanında aldı. Koskoca ödüllü şefe ‘Annemin çayını hemen getirirseniz, içip gideceğiz’ dedi. İçine düştüğüm durumu size kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil.
Ayrıca Gökhan Dönmez Tenis Turnuvası’nın ödül törenine katıldık. Basın mensupları olarak 9-10 yaş grubunun madalyalarını biz taktık. Doğal olarak Nehir’de bir madalya istedi. Onu nasıl ikna edeceğimi düşünürken, o günün anısına basın mensuplarından birine madalya verildi.
Tahmin edin, bu şanslı kişi kimdi?
Bendim. Pardon Nehir oldu. Boynuma takamadan onun boynuna geçtiğini gördüm. Nehir, bu başarısını! hemen babasıyla paylaştı.
Biliyorum, içinizden ‘iş gezisine çocuk götürürsen olacağı buydu’ diye geçiriyorsunuz. Haklısınız. Ama ne yapayım? Nehir’le tek başıma evden uzakta nasıl bir tecrübe yaşayacağımı merak ettim. Bu merakımı giderdim. Pazar günü öğleden sonra daha fazla bir felakete yol açmadan otelden ayrıldık. Nehir’le annem, apartmanın girişinde birbirlerine kavuştular, 10 dakika kadar ayrılmadılar.
Otelden ayrılırken genel müdürden personele kadar herkes Nehir’e sevgisini dile getirdi. Ama bence durum farklıydı.
Bu yaz tatilinde Sorgun Select’e gidenler girişte benim ve Nehir’in bir fotoğrafının altında ‘Dikkat, tehlike, giremez’ yazısını görürlerse şaşmasınlar. Ben olsam ‘Danger’ yazar, güneydeki tüm otellere dağıtırdım.
Seçimi doğru yapın
Çoğunlukla Nehir’i kıramıyorum. Benimle birlikte Antalya’ya gelmesine bu nedenle izin verdim. Ama tatil yapmak yerine daha çok yoruldum. İş gezisine çocuk götürülmeyeceğini anladım!
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2005
Ailemize yeni bir bebek geldi. Emzir, altını temizle, banyo yaptır, üstünü değiştir, taze meyve suyu sık, mama hazırla, uyuması için salla, gazını çıkar, ninni söyle, salyasını sil. Anlayacağınız kábus! geri döndü. Kuzenim Sibel, geçen hafta anne oldu. İlke bebek, 3 kilo 750 gram doğdu. 2 kilo ağırlığında bir çocuk doğurmuş biri olarak, Sibel de kıskandığım anneler arasına girdi. Hastanede kaldığım ve evlerinde yeniden ziyaret ettiğimde şunu fark ettim:
Ben, böyle güzel bir kabusu! bir daha yaşamak istemiyorum.
Sibel’i ziyaret için gittiğim hastanenin asansöründe altı yıl öncesine döndüm. Doğumdan sonra hastanede geçirdiğimiz iki gün, bir gece boyunca anne olmanın keyfini çıkarmıştım. Akraba, arkadaş, eş, dost derken hastanedeki zaman çabuk geçti. Bebek hemşirelerinin yardımıyla ne alt değiştirdim, ne da uykumdan oldum.
Aylar öncesinden odasını perdesinden halısına, duvardaki bordüründen oyuncak rafına kadar en ince ayrıntısına kadar hazırlamıştım.
Tırnak makası, burun pompası, giyip giyemeyeceği belli olmayan birbirinden şık elbiseleri sahibini bekliyordu.
Her şey birbirine girdi
Eve döndüğümüzde ilk günler kızımla ilgili yaptığım hiçbir şey bana yük gelmiyordu. Her şey yoluna girdiği bir gün, bu yüzden annemi biraz hava alması için dışarı çıkmaya ikna eden de ben oldum. Tek problemimiz Nehir’in iki gündür kaka yapmamış olmasıydı.
Annem gittikten sonra Nehir’in huzursuzluğu birden arttı ya da ilk defa tek başıma kaldığım için bana öyle gelmiş olabilir. Nehir, ıkınıyor, sıkılıyor, bir türlü kakasını yapamıyordu. Kızım bir tarafta ağlarken, beni böyle bir durumda yalnız bıraktığı için bir taraftan anneme kızıyor, diğer yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Kızım kabızdı ve annesi olarak kabızlığının karşısında çaresiz kalmıştım.
Annem eve döndüğünde onu, düşmanını cephede bekleyen askerler gibi karşıladım. Bir daha bizi yalnız bırakıp gitmemesi için uyardım. Hiç torununa acımıyor muydu? Yazıklar olsundu? Beni böyle yalnız, çaresiz, tek başıma bırakmaya ne hakkı vardı?
Birkaç gün anneme küskünlüğüm devam etti Şimdi geriye dönüp baktığımda, o gün anneme sarf ettiğim sözlere gülüyorum. Ama kadının gıkı çıkmadı.
20 yaşından itibaren çalışan biri olarak günler boyunca işe gitmemek de bebeğiniz doğduğunda farklı oluyor. Hareketli bir yaşamın içinden yine oldukça hareketli bir yaşama geçiş yapmıştım. Ama bu kez yaptığım şeyler hep aynıydı; Emzir, altını temizle, banyo yaptır, üstünü değiştir, çamaşırlarını yıka, çamaşırlarını ütüle, taze meyve suyu sık, ağlarsa evin bir köşesinden diğer köşesine kadar kolunda sallayarak gezdir, gazını çıkar, ninni söyle, mama hazırla, ilaçlarını zamanında ver, salyasını sil ve ekşimsi süt kokusunu doya doya içine çek.
Of ki ne of! Sürekli tekrar et
Sakın bunun sadece dört aylık doğum iznimde yaşayıp, bittiğini düşünmeyin. İşe başladığımda evde yaptıklarım tam gaz devam etti.
Eğer evde kalmaktan hoşlanan biriyseniz, loğusalık döneminde bunun keyfini çıkarabilirsiniz. Becerikli ve organizasyonu iyi olan bir kadın, hem çocuğuna bakar, hem de evini çekip çevirebilir. Ama ben bu kategoriye girmiyorum.
Organizasyonum iyidir ama çocuk bakma konusunda tecrübesizliğim nedeniyle çoğu zaman işleri elime yüzüme bulaştırdım. Annem olmasaydı, ben ne yapardım bilemiyorum.
Zaten loğusalık, benim en paspal dönemim de sayılabilir. Ne zaman işe başladım, işte o günden itibaren kendimi toparladım.
Kuzenim Sibel, şimdi sezaryen nedeniyle ağrılarını yoğun hissediyor. Ancak, İlke’nin varlığı nedeniyle yüzünden tebessüm eksik olmuyor. Ağlaması, gazı, aşısı, kakası ona zor gelmiyor.
Tabii biz bu yollardan dönerken, o daha yeni gidiyor. O da yorulacak ama anneliğin keyfini çıkaracak.
Etrafınızda yakınlarınız olsun
Loğusalık döneminde annenizden, kayınvalidenizden ya da yakınlarınızdan yardım istemeye çekinmeyin
Mümkünse bu dönemde sadece bebeğinize yoğunlaşın, ev işlerini bir başkası yapsın
Eşinizi ilk günden itibaren bebek bakımının içine sokun, daha sonra alışması zor olur
Beslenmenize özen gösterin ama süt olacak diye de önünüze koydukları her şeyi midenize indirmeyin
Eğer çalışan bir kadınsanız, loğusalığı uzun bir tatil dönemi olarak algılayın
Gece emzirmek için kalktığınızda sinirlenmeyin, nasıl olsa ertesi gün işe gitme derdiniz olmayacak
Kilolarınız için ilk günden endişelenmeyin. Kilolarınızı 9 ayda yavaş yavaş aldınız. Onlardan kurtulmak için kendinize 9 ay tanıyın.
Bu anları unutmayın
Yeni doğum yapmış çiçeği burnunda bir anne için her şey güllük gülistanlıktır. Hastaneden eve dönüşte bir yandan çocuğa bakmak, diğer yandan evin düzenini sürdürmek kolay değildir. Strese girmeyin, anneliğinizin keyfini çıkarın.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2005
Anne olanlar kadınlıklarını bir süreliğini rafa kaldırma konusunda ikilem yaşıyor. Bedensel ve ruhsal değişiklikler yüzünden yaşanan özgüven kaybı nedeniyle hep anne kalıp, kadınlığına geri dönemeyenler var.
azen kendimi süzme salak buluyorum. Dilek Girgin, dmagazin için yaptığımız röportajda ‘Kitabında, süper anne olmanın-olmaya çalışmanın seni bazen yorduğunu söylüyorsun. Çok annesin, çok tatlısın. Ama anne Nilüfer’in yanında kadın Nilüfer nerede diye de merak ediyorum. İkisi bir arada olmuyor mu?’ sorusunu yöneltene kadar bu konuyu hiç düşünmediğimi fark ettim.
Kadınlığımı bu kadar geri plana atmamın tek nedeni hemen her kadının hayatında tecrübe ettiği ‘anneliği’ yaşamamdı. Ama sanıyorum ben biraz abarttım, ileri gittim. Peki, ‘anne Nilüfer’ bu kadar belirgin bir karakter iken ‘kadın Nilüfer’ neredeydi?
Annelik tecrübesini yaşayan her kadın mutlaka bir değişim yaşıyor. Kiminde bu değişim olumsuz kiminde olumlu yönde oluyor. Bedensel değişimin yanında ruhsal değişime karşı koymak mümkün değil. Karnım şişmese, göbeğim çatlamasa, göğüslerim büyümese, bacaklarım kalınlaşmasa, hatta hemoroitim olmasa diyemiyorsunuz. Bir çocuk beklerken bu değişimlerin hepsini ya da birkaçını yaşıyorsunuz.
Hamilelik döneminde bedenimi aslında sevdiğimi söyleyebilirim. Ne de sevdiğim bir adamdan bir bebeğim olacaktı. Ama sanıyordum ki, doğurduğum gün sihirli bir değnek bana değecek ve her şey eskisi gibi olacak. Yine düz ve çatlaksız bir göbek, eskiye dönmüş göğüsler ve kızarıklığı ve lekeleri gitmiş bir surat. Nerede? Hepsi hayaldi. En az 6 ay hala 6 aylık hamileymiş gibi dolaştım. 4 aylık emzirmeden sonra göğüslerim eski boyutlarına döndü ama ruhumda oluşan değişimin farkına çok da varamadım.
Özgüven kaybı
Sanki hep anneymişim gibi geldi bana. Hayatıma anne olarak başlamış, anne olarak devam etmiş ve hep anne olarak kalmayı benimsemiştim. Hayatımda tüm öncelikleri Nehir’e vermiş olmam beni hiç rahatsız etmedi Ta ki bu soruyla karşılaşıncaya dek.
Yakın arkadaşlarım, çevremdeki kadınlara bakınca her kadının bu dönemde aynı kaygıları yaşadığını fark ettim. Bedensel değişim nedeniyle oluşan bir güvensizlikten söz ediyorum.
Karnım büyüdükçe, parmaklarım kalınlaştıkça ‘acaba’larımın sayısı da arttı. Bir kadının hamileliğinde ayakları ortama 1 ya da 1,5 numara büyür. Bu kadının kocasının ayak fetişisti olduğunu düşünürseniz, hamilelik döneminde özgüven kaybının bu ilişkiye nasıl yansıyacağına siz karar verin.
Benim kafamdaki soru işaretleri göbek çevrem konusuna yoğunlaşmıştı. 63 santimetrelik bel çevrem son dönemde 100 santimetreyi aşınca, 90-60-90’lık kadınların çevremde dolaşmalarına sinir oldum. Büyük bedenli kadınlar bana daha sempatik geldi.
Ne de olsa aynı kaderi paylaşıyorduk. Göğüs çevremin kaç olduğunu hiç söylemeyeyim. Süt dolunca farklı, emzirince farklı çıkıyordu. Hayatımdaki büyük değişiklikleri zaten hiç güler yüzlü karşılamadım.
Doğal olarak 40 santimetrelik bir artışa tepkisiz kalmam mümkün olmadı. Farkındaysanız lafı nasıl dolandırıyorum, bir türlü o dönem eşimin ince belli kadınlara göz ucuyla da olsa nasıl baktığını ve benim içimin nasıl yandığını itiraf edemiyorum.
Aslında bu dönemde en fazla şikayeti erkekler yapıyor. Adamlar haklı. Onlar bir çocukla ev düzenlerinin yeterince bozulmasına alışmaya çalışırken, ellerinin altındaki kadınları da kaybediyorlar. Çocuk doğduktan sonra eskiye dönemeyen çiftlerin sayısı hiç de az değil.
Baba olmanın sorumluluğu altından kalkmaya çalışırken, bir süreliğine çekiciliğini kaybetmiş eşlerine ‘sana hala bayılıyorum’ numarası çekmek hiç de kolay değil.
Bu nedenle doğumdan sonra karanlıkta soyunmayı tercih eden, bikini yerine mayoya geçen, dar bodyleri rafa kaldırıp uzun ve bol bluzları satın alan kadınları çok iyi anlıyorum. Anne oluyorsun ve kadın özelliklerini bir süreliğine derin dondurucuya koyuyorsun
Değişimi kabullenmek
Derin dondurucuda kalma süresi herkeste değişiyor. Benim anneliğimi bu kadar baskın tutmamın geçerli nedenleri vardı. Bir kere boşandığım için aile düzenim bozuldu. Yeniden ve hızla bir düzen kurmam gerekiyordu.
Düzen meraklısı biri için ondan sonraki her şey o düzenin bozulmaması için atılacak adımlardan ibaretti. Ama asıl sorun etrafıma ördüğüm görünmez duvarlardı. Aman ha’larım yüzünden bir kadın olarak ne istediğimi sormayı bile unuttum.
‘Annelik Halleri’ kitabımın ilk çıktığı hafta beni arayıp tebrik eden dostlarımdan biri ince bir uyarı yaptı; ‘Hemen ikinci kitap çalışmalarına başlamalısın. Ama bu ikinci kitap kesinlikle annelikle ilgili olmamalı. Çünkü sen sadece anne değilsin, bir gazetecisin ve kadınsın. Toplum seni konumlandırırken bunu da görmeli.’
İki ay önce bu sözler benim için çok fazla bir şey ifade etmemişti, hatta müstehzi bir ifadeyle bıyık altından güldüğümü söylemeliyim.
Ama bugün Dilek’in sorusuyla o gün söylenen o sözlerin ne kadar da örtüştüğünü fark ediyorum. Anne olmaktan hele hele Nehir’in annesi olmaktan büyük keyif alıyorum.
Anne olmak tek başına hayatımı yeterince dolduruyor. Ancak bana yöneltilen sorunun yanıtını kendime dürüstçe vermem şart. ‘Kadın Nilüfer nerede?’
Kendimi sorguluyorum
Eleştiri oklarını insanın kendine çevirmesi kadar zor bir durum yoktur. Hem canınız yanmayacak hem de objektiflik adına gerektiğinde oku fırlatacaksınız. Fırlatmadan oklar canımı yakmaya başladı bile.
NOT DEFTERİ
Brokoli çorbası
Doktorlar brokolinin faydalarını saymakla bitiremiyorlar. Brokoliyi, çiçek haliyle çocuklara yedirmek pek kolay değil. Ama çorbasını seveceklerine eminim. Bir tencerede brokolileri haşlayın. Başka bir tavada iki kaşık unu yağ ile kavurun. Kavurduğunuz unu yarım bardak suyla bulamaç haline getirip kaynayan brokolini tenceresine yavaş yavaş karıştırın. Son olarak blenderden geçirip sıcak sıcak servis yapın. Bu çorbayı az miktarda yapmayın, yoksa evde kavga çıkar, benden söylemesi.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2005
Anne-babalar olarak çocuk eğitiminde en çok zorlandığımız konuların başında, cinsiyet eğitimi geliyor. Çocukların cinsellikle ilgili sorularına hazırlıklı olmakta yarar var. ‘Anne bu ne’ sorusunun yanıtı, sizde mutlaka olmalı.
gün evden geç çıktığım için sabahın ilk kadın programını seyretme imkanı buldum. Konu, çocuklarda cinsel eğitimdi. Devlet televizyonunun konuğu olan psikolog ‘Anne bu ne?’ sorusunun yanıtı olarak çocuklara ‘Bak çocuğum, bu penis, bu vajina. Ayrıca kadınlar da uterus vardır ve çocuk orada büyür’ denmesi gerektiğini anlatıyordu. O anda Nehir’in evde olmadığına sevindim.
Hemen kendimi Nehir’le böyle bir diyalog içinde hayal ettim. Nehir bana ‘Anne bu ne?’ diye soruyor ben de 6 yaşındaki kızıma psikoloğun vermemiz gerektiğini söylediği yanıtı veriyorum. Açıkçası ne ben Nehir’e böyle bir cümle kurabilirim, ne de Nehir bu cümleden bir şey anlar. Hayatla kitaplar arasında fark işte bu noktada ortaya çıkıyor.
Yaşı 35’in üzerinde olup, anne veya babasıyla cinsellik konusunu açık açık konuşan kaç kişi vardır? Ne biz ‘anne bu ne’ diye sorduk, ne de onlar karşımıza geçip kendiliklerinden bir şey anlattı. Çocukluğumuzda, bebeğin annenin karnına nasıl girdiğini ve nasıl çıktığını merak ettik. Ama bu soruları anne babalara sormadık.
Televizyon ve diğer iletişim araçları erken yaşta her şeyi çocukların önüne getiriyor. Her şey çocukların elinin altında. Artık merak bile etmiyorlar. Nasıl öpüşülür, kadınla erkek birbirinden hoşlandığında neler yaparlar vallahi hepsi iyi biliyor. Aşık oluyorlar, göz kapaklarını hızlı hızlı kapatıp tıpkı Safinaz gibi erkek arkadaşlarına kur yapıyorlar.
Aşık olmayı henüz anaokulunda iken öğreniyorlar. O yüzden de ‘Anne bu ne’ diye sormak yerine ‘Anne benim karnım ne zaman şişecek’ sorusunu yöneltiyorlar.
Ayakta çiş yapıyor
Nehir dört yaşındayken kuzeni Ateş’in çişini ayakta yaptığını görmüş.
Gelip bana Ateş’in nasıl olup da çişini ayakta yapabildiğini sordu. Kızımın sorusu gayet netti, benden de net bir yanıt bekliyordu. Hiç hık mık etmedim. ‘Nehirciğim kızlar ile erkekler arasında fark var. Ama erkekler istedikleri zaman ayakta, istedikleri zaman oturarak çişlerini yapabilirler. Çünkü Ateş’in senden farklı olarak pipisi var’ dedim. Bu cümlenin arkasından ‘Peki benim pipim ne zaman çıkacak?’ sorusunu yöneltti. ‘Bebeğim senin pipin olmayacak, çünkü kızların pipisi olmaz. Kızların popişi olur’ yanıtından tatmin olmuş olacak ki bir daha bu tür soru sormadı.
Türkiye öyle farklı bir ülke ki, ailelerin bu konuda tavrı ve düşünceleri de birbirinden çok farklı. Kimi aile bu konuları tabu kabul edip, yok sayarken, kimi aileler psikolog gibi direkt konuya dalabiliyor.
En iyisi, herkesin çocuğunu tanıyarak ve ailesinin özelliklerine göre bu konuyu çocuklarıyla paylaşmaları. Her ne kadar doğru bir tane de olsa, ona ulaşma yolları farklı olabilir.
Hatalı yaklaşmayın
Uzmanlar ne diyor; Çocuklarınızla bu konuları konuşmaktan çekinmeyin. Onların sorularına net ama fazla ayrıntıya girmeden yanıt verin. Kafasında soru işareti kalırsa, arkadaşlarından yalan yanlış şeyler öğrenebilir, dikkat edin.
6 yaşında bir kız çocuğu annesi olarak bu görüşe katılmamam mümkün değil. Ama şunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Anne-babalar olarak çocuk eğitiminde en çok zorlandığımız konuların başında cinsiyet eğitimi geliyor. Bunun iki sebebi var. Konuya yetişkin gözüyle yaklaşmak ve cinsiyet eğitimini üreme bilgisinden ibaret zannetmek. Belki de bu iki hatalı yaklaşım, anne babaların işini zorlaştırıyor.
Cinsel eğitim evde yani doğal bir ortamda başlar. Her çocuk cinselliği ile doğar; cinsel kimliğini ise anne ve babası tarafından kazanır. Bir annenin bebeğinin altını temizlerken hoşnutsuzluk göstermesi, yüzünü ekşitmesi daha ilk günden itibaren çocuğa cinsel bölgenin tiksindirici bir şey olduğunu çocuğa telkin eder. Bebek, vücudunu tanımak için ayaklarına, başına, kulaklarına dokunduğu gibi cinsel organına da dokunur. Bunun tuhaf hiçbir yanı yok.
Ama bazen anneler, çocukları cinsel organına dokunduğu sırada eline vurur veya elini tutup zorla cinsel bölgeden uzaklaştırır. Bu tablo çocuğun olumsuz bir duygu edinmesine sebep olur.
Birçok kere çocukların cinsel organlarıyla oynadığını gören anne ve babaların sert tepki gösterdiğini, ‘Çek elini oradan, ne kadar ayıp!’ dediğine tanık oldum. Bence, bu tavır, çocuğun hak etmediği bir ayıplamadır.
Çocuğa leylekler tarafından getirildiği masalını anlatmamakta yarar var, yemiyorlar. En iyisi bu konuya kendi cümlelerinizle açıklık getirin. Yoksa Latince kelimelerle çocukların kafasını daha fazla karıştırmaktan başka bir işe yaramayız.
Çocuğunuza net olun
Ailede cinsel konularda konuşurken kızların anne, erkeklerin baba ile konuşması, cinsel kimliklerinin oluşmasında önemli. Ancak, bu, soru sorulduğunda anne-babanın yanıt vermekten kaçması anlamına gelmesin!
Aileler cinsel sorular karşısında ne yapmalı
Her çocuğun kendi cinselliğiyle ilgili bir takım soruları olacaktır. Bu konuyla ilgili en doğru bilgilendirme dönemi, çocuğunuzun bu konularla ilgili soru sormaya başladığı zamandır. Gelişim uzmanları çocukların en geç10 yaşına kadar bu konularda bilgilendirilmesini öneriyor.
Çocuğunuz kendisinin dünyaya nasıl geldiğini merak ettiğinde neyi anlatacağınızdan çok, nasıl anlatacağınız daha önemlidir.
Çocuğunuzun sorusunu geçiştirir tavrınızın, gülmeniz yada kızmanızın olumsuz sonuçlara neden olabileceğini unutmayın.
Cinsel eğitimin okulda veriliyor olması bu eğitimin anne baba tarafından verilmemesi anlamına gelmez. Bu eğitimin evde de desteklenmesi gerekir.
Ailede cinsel bilgilendirme yapılırken kız çocuklarının anne, erkek çocuklarının baba tarafından bilgilendirilmesi, cinsel kimliklerini oluşturmada uygun model olmaları önemlidir.
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2005
<B>‘Kimse kimseye yaşamayı öğretemez.’ Bir anne olarak kabullenmem gereken çok önemli bir konudan bahsediyorum. Herkes hayatı kendisi yaşayarak öğrenir. Öyleyse Nehir’e hata yapma özgürlüğü tanımalı mıyım?</B> Biliyorum, bu hızla gidersem 10 yıl sonra Nehir’i karşıma alıp Semra hanım gibi ‘Kızım sen aşık değilsin, aşık olduğunda ben sana söylerim’ diyebilirim. Hatta yanlış adamı seçmesin diye türlü taklalar atabilirim. Böyle bir hastalıklı potansiyelim olduğuna eminim.
Nehir, ilk adımı için ayağa kalkıp, hemen arkasından yüzükoyun yere düştüğünde öyle bir çığlık atmıştım ki anlatamam. Çığlığım evin duvarlarında yankılanıp bana geri döndüğünde, diğer odadaki annemi bile panikletti.
Oysa Nehir, tek başına ayakları üzerinde durmanın ilk provasını yapıyordu. Düşmesi gayet normaldi. Ama ben kızıma kıyamıyordum. Yere düşmeden havada yakalayıp, vücudunun yerle temasına engel olmak için her türlü akrobasi hareketlerini yapmayı göze alabilirdim. Bu ani hareketler, vücudumun farklı yerlerinde morluk, ezilme, kızarıklık ve acı olarak bana geri döndü.
Aslında özgürdük
Nehir hata yapmasın, yaptığı hatanın sonucuna katlanmasın diye zaman zaman onu uyarıyorum. Çoğunlukla bu uyarılar ikimiz için de tekrardan öteye gitmiyor ama kendime engel de olamıyorum.
Çoğunlukla o beni dinlemiyor, acıyla birebir karşı karşıya kalmak istiyor. Bu çocuk deli mi, cesur mu, yoksa öğrenirken yaşamayı mı tercih ediyor henüz anlamış değilim. Geçmişte annem beni, benim Nehir’i uyardığım gibi her konuda uyarır mıydı, hatırlamıyorum:
‘Ona dokunma, buradan atlama, oraya çıkma, sakın yeme, asla konuşma’ şeklinde uzayıp giden konuşmalar yaptık mı inanın bilmiyorum.
Ama arkadaşlık konusunda hep kulağımızın arkasına bir şeyler üflemiştir. Annemin güzel bir taktiği vardı. Bize kendi onayladığı görüşünü söyler sonra da ‘hangisi içine siniyorsa onu yap’ derdi.
Hadi o noktadan sonra kendi isteğini yap da görelim. Mecburen, annem üzülmesin, annem kırılmasın, mutlaka doğrusunu biliyordur diye onun görüşü doğrultusunda bir karar verirdim. Böylece annem güya bize özgürlük alanı tanımış olurdu.
Geriye dönüp baktığımda, kendi gençliğimi düşündüğümde, yaptığım hataların önemli bir bölümünün, annem tarafından daha önce uyarıldığım konularda olduğunu söyleyebilirim. Zaten hep böyle değil midir:
Yaşam, bize bütün kitapların öğrettiklerinden daha çoğunu öğretir. Çünkü yaşam bize karşı direnir.
İnsan, engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir.
Çocuklar da hata yaparak dünyanın ve bu dünya içinde kendi gücünün sınırlarını tanır. Bu anlamda her hata aslında gelişme yolunda bir aşamadır. Ama uzmanlara göre hataların gelişime katkı sağlaması için iki şart var; Birincisi hatalardan ders alarak ileriye doğru bir adım atılması ve aynı hatanın tekrarlanmaması. İkincisi de bütün hayatı içine alacak ve hayatın akışını olumsuz yönde etkileyecek hatalar yapılmaması.
Mesela uyuşturucu kullanımı, erken yaşta hamilelik, hayatın akışını olumsuz yönde etkileyecek hatalardan ikisi. Belki de anne - babalar olarak bu iki şartı göz önünde bulundurarak çocuklarımıza ‘kendi hatalarını yapma, sonuçlarını yaşama ve hayatı öğrenme şansı’ vermemiz gerekiyor.
Vites değiştirin
Disiplin ne anlama gelir diye sorsam, çoğunuz içinizden kural, ceza diye geçirirsiniz. Türkçe’de karşılığı öyledir ama Latince’de ‘öğretmek’ anlamına gelir.
Çocuklar neyin güvenli olup olmadığı ve hangi hareketlerine izin verilip verilmediğini öğrenene dek onun güvenliğinden tamamen biz sorumluyuz. Hata yapan çocuğumuza sevgimizin azalacağını ima etmek onun kendine güvenini tehdit etmekten başka işe yaramaz. Nehir hata yaptığında, ona daha sıkı sarılırım, onu kollarımın arasında resmen ezerim.
İçinde bulunulan koşullar da çocuğun kararlarını etkiler. Mesela sınav stresi içinde olan bir çocuk daha hassastır. Aşık olan bir çocuğa yüklenmenin faydası yoktur. Gerektiğinde onların ihtiyaçlarını karşılamak için vites değiştirin. Uzmanlar ‘Çocuğunuz hata yaptığında kendini değil yaptığı hatayı eleştirin’ der.
Anne babalık demek biraz da tutarlılık demek. Normalde ayakkabısıyla yatağa çıkmasına kızıp, keyfiniz yerindeyken serbest bırakıyorsanız yanlış yapıyorsunuz. Bu durum onu kararsızlığa sürükler.
Kendinizden de mükemmeli beklemeyin. Kendini kaybetmeyen, bağırmayan, çocuğunu dövmeyi istemeyen bir ebeveyn yeryüzünde yoktur. Hepimiz birer melek olsaydık, kanatlarımızla dolaşırdık. Onlar kanatlı birer melek olarak dolaşsınlar diye kendi hatalarını yapma özgürlüğünü ellerinden almaya hakkımız olmadığını hatırlatmak isterim.
Aslında her yanıma ‘İzin ver, izin ver, izin ver’ post-it’lerinden yapıştırmam daha yerinde bir karar olur.
Yaşayarak öğrenecek
Hayat insana her şeyi yaşayarak öğretiyor. Ayakları üzerinde duran bir çocuk yetiştirmek için ona kendi hatalarını yapma özgürlüğü tanımamız lazım. Unutmamamız gereken önemli şey; ‘Kimse kimseye hayatı öğretemez.’
Ona da saygı gösterin
n Bebeklerin ve ufak çocukların çok kısıtlı bir hafızaları vardır. Yani bir şeyi ilk seferinde öğrenmelerini ve hatayı tekrarlamamalarını beklemeyin. Sabırlı olmayı öğrenin ve bıkmadan defalarca uyarın.
n Çocukların hata yapmaya da izinleri olmalıdır. Bu hatalardan ders alacaklardır. Eğer çocuğunuza hata yapacağı hiçbir şey bırakmazsanız, o zaman her şeyi öğretmek zorunda kalırsınız. Tehlikeli olanlar hariç bazı hatalara karşı toleranslı olmalısınız.
n Hatayı düzeltmek ve ödüllendirmek, cezalandırmaktan çok daha iyidir. Neden cezalandırıldığını anlamayacak yaştaki bir çocuğu cezalandırmak faydasızdır. Kötü davranışı cezalandırmaktansa iyi davranışı ödüllendirmek, gururlandırmak ve pozitif destek işe yarar.
n Diğer bir olumlu yaklaşımda her hareketin bir sonucu olduğunu görmektir. Yapılan bir hatanın suçlusu sonucu da göze almalıdır. Örneğin dökülen bir süt temizlenmelidir.
n Herkesin hayatta hata yapma hakkı vardır. Özellikle çocukların hata ve yanlış yapmaya herkesten çok hakları vardır. Çocuğunuz masada ekmek almaya çalışırken sütü devirirse yaklaşımınız ‘hay Allah, süt döküldü, daha dikkatli olmaya çalış canım’ olmalıdır. Eğer sütü bilerek döktüyse uyarınız biraz daha sert olabilir.
n Çocuklar saygı duymaya değer varlıklardır. Ona sadece sahip olduğunuz bir nesne gibi davranmayın. Diğer herkese davrandığınız gibi saygı gösterin.
n Çocuklar kendi hayatları üzerinde biraz kontrole sahip olduklarını bilmek isterler. İyi bir zihinsel gelişim için bebekler bile bazı seçimleri kendileri yapmak isterler. Mümkün olduğu zaman buna izin verin, onlara seçme hakkı tanıyın.
Yazının Devamını Oku