Aşağıda okuyacağınız hikayeyi gazeteci arkadaşım Füsun Saka’nın yeni kitabı ‘Yeter ki Sen İste’den aldım.
16 farklı öykünün yer aldığı kitapta, 12 yaşındaki bir çocuğun terapi sürecini ve ailenin tutumunun nelere mal olduğunu sizinle paylaşmak istedim.
Terapiye başladığım ilk yıllardı. Yani yanılgıya açık olduğum yıllar. Ve henüz ergenlik çağına yeni girmiş bir çocuk getirmişlerdi bana. ‘Büyümek istemiyorum’ diyordu çocuk, sürekli olarak ağlıyordu ve benden yardım ister gibi bir hali vardı. Sanırım evde ailesi ona inatla ‘büyüdün artık’ diyordu. Evet, 12-13 yaşlarındaydı bana geldiğinde. Ama tam anlamıyla, 4-5 yaş korkusu içindeydi. Yani yarı psikotik bir tabloydu izlediğim...
Kız çocuğu büyümek istemediğini söylüyor ve bir türlü masanın altından çıkmak istemiyordu, okuma ve öğrenme bozukluğu vardı. Dahası beni sinirlendiren bir ebeveyn duruyordu karşımda. Şiddetle, çocuğunun problemleri üzerinde odaklaşmış ama kendi problemlerini görmezden gelen, ciddi sıkıntıları olan bir ebeveyndi.
Baba, sanki hiç yoktu. Anne ile birlikte teyze ya da hala gelmişti. Çok iyi hatırlamıyorum ama annenin çocuğundan daha da sıkıntılı olduğunu gösteren en önemli tablo; onun da hala ya da teyzeyi seansa almamı istemesiydi. Israrla, ‘Doktor hanım ben yalnız anlatmak istemiyorum çünkü evde hep birlikte yaşıyoruz ve onlar da çocuğun sorunun yakından biliyorlar. Benim eksik kaldığım yerde onlar anlatırlar, böylece çözüme daha kısa zamanda ve net olarak varırız’ diyordu. ‘Olur’ dedim çünkü başka çarem yoktu. Odaya girdiler anlatmaya başladılar.
Hikaye, konuştukça yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Bu çocuğun çok sert bir babası vardı ve şiddetli bir biçimde dürtü kontrol bozukluğu yaşıyordu. Yani öfkesini kontrol edemiyor ve çocuğunu kemerle dövecek kadar ileri gidiyordu. Birden fark ettim ki, çok öfkelenmeye başladım. Yani bir terapist için en tehlikeli olanı yapıyordum.
Aileye kızgınım
Sadece babaya değil üstelik, anneye aynı oranda öfkeliydim. Anne ise bundan habersiz anlatmayı sürdürüyor ve sanki dünyanın en doğal olayı yaşanıyormuş gibi davranıyordu. ‘Ah doktor hanım, keşke böyle yapmasa babamız, o zaman her şey iyi olurdu bizim için ama ne yapalım ki durum bu. Babaya da anlatmaya çalışacağız, doktora gittik, durum kötü diyeceğiz ama eğer bunları da anlamazsa çocuk için ne yapabiliriz? Nasıl iyileştirebiliriz, bu mümkün mü acaba?’
Anne bunları sorarken çok çaresizdi aslında ve ben bunu şu anda daha iyi anlıyorum ama o zaman benden kısa sürede iyileştirmemi bekledikleri çocuğa yaptıkları eziyetleri düşününce sakinliğimi korumam zordu. Sanki ben bir kaportacıydım, elimde de bir alet vardı ve çocuğu çekiçle vurarak düzeltecektim, çelik ya da metal bir eşyaymış gibi.
Aynen şu cümlelerle konuşmaya başladım. Kendimi tutamıyordum. ‘Yani sizin 11 senede bozduğunuzu, ben 3 günde düzelteceğim öyle mi, peki ama söyler misiniz, nasıl düzelteyim? Zaten bu çocuğa yapacağınızı yapmışsınız.’ Ben bunları söylerken anne bir yandan konuşmaya devam ediyor ve ‘Ben çocuğun yanında konuşmak istemiyorum’ diyordu.
Anneye ve çocuğun yakınlarından olan kadına döndüm ve ‘Bazı ebeveynler kendilerini belirli bir kültür düzeyinde sanıyor ve okuduklarından öğrendiklerine göre, çocuğun yanında konuşulmasından çocuğun olumsuz etkilendiğin sanıyorlar. Ama bilmiyorlar ki, o çocuklar yaşadıkları olumsuz hayatlardan, travmalardan dolayı buraya getiriliyor. Aslında kendi kendilerine duymak istemediklerini, söylemek yerine çocuğu araya koyarlar. Siz bu çocuğa çok zarar vermişsiniz bunu bilin’ dedim.
Kadın çok sinirlendi ve daha fazla dinlemeyeceğini söyleyerek derlendi gitti. Sonraları düşündüm de, benim yaptığım yanlıştı. Ve bu işin içinde benimle ilgili bir şey vardı. Kendi hayatımla ilgili bir şey olabilirdi çünkü belki de kendi ebeveynimle ilgili bir sorunum vardı kimbilir?
Bir terapist olarak burada yapmam gereken, o kişileri kendi dengeleri içinde bir yere, düzene koymaksa, o dengeler içinde herkesin dengesinin bozuk olduğunu düşünebilir ve bu payı hesaba katabilirdim. Yani o terapide benim yaptığım, empati değil, sempatiydi. Dolayısıyla çocuğun hayatını kurtarmak için anne ve babayı kazanmak yerine onları kaybettim.
Çünkü benim içimde, o adölesanın ebeveynine karşı geliştirdiğim öfke vardı. Ve hepimiz bu mesleğe soyunduğumuz zaman kendimizi Fatih Sultan Mehmet sanırız. İyi Fatihler olmak isteriz çünkü sonuç olarak bütün donanım bizdedir, bu donanımla her şeyi keşfedeceğimizi sanırız.
Yıllar geçti üzerinden ama bunu unutmam. Kendi hatamı unutmuyorum aslında.
Aile sorunluydu
Onun hikayesin bitirmeden önce şunu söylemeliyim. Bu tür sorunlu çocukların ardında genelde, onlardan daha sorunlu aileler bulunuyor. Çünkü, burada aile terapisi açısından bakarsak; bazen çocuklar günah keçisi haline geliyor. Problemli olarak onlar getiriliyor ama ilişkinin dinamiğine inince, asıl nevrozun anne ve babanın ilişkisi üzerinde seyrettiği çok net olarak görülüyor.
Ve çocuk bu sıkıntıyı taşıyor, farkında olmadan yükleniyor. Çünkü çocuk, dış dünyayla arasında köprü görevi gören, anne babanın yansımalarıyla, hayata karşı tutumlarını geliştirir. Dışarıdan bir şeyler öğrense de ilk protezi anne babadır. Eğer anne baba çocukla sağlıklı ilişki kurabilirse, bu protez olmaktan çıkar, istenilen doku haline gelir.
Dışarıdan gelen kaygı nesnesi, tutmayan doku gibidir. ‘Ben büyümek istemiyorum’ derken çocuk, anne bunu görmüyordu. Ben annenin kaygısı ile uğraştım. Anne çocuğun içeride olmasını istemiyordu çünkü ne kadar suçlu olduğunun görülmesini istemiyordu ve zaten bu yükü taşıyabilecek durumda olmadığı için yanında bir arkadaşı ya da akrabası vardı yani kendisiyle bile baş edecek durumu yoktu.
Gördüm ki, kendi anne rolünü bile taşıyamıyordu. Ve onun da terapiye ihtiyacı vardı. Bu kadar sinirli davranmasaydım onu kazanabilir ve terapiye alabilirdim. Terapideki amaç, içimizdeki çocuğu bulmak ve onu güçlü kılmaktır değil midir?
KÜÇÜK BİR NOT: Bu öykü tüm anne babaların kendilerine dönüp bakmalarını öneriyor. Çocukları terapi odalarına sürükleyen olayların baş aktörü sizce kim? Bir psikiyatrın ya da psikologun terapi ücretini ödeyerek sorumluluğumuzu yerine getirmiş mi oluyoruz? İsterseniz biraz düşünün.
NOT DEFTERİ
Einstein yaz kampı
Bu yazı bilimle iç içe geçirmeye can atan bir çocuğunuz varsa Şişli Belediyesi Bilim Merkezi, onun bu heyecanını karşılayacak bir kamp düzenliyor. Hafta içi her gün 10.00-16.00 arasında 7-14 yaş arası çocuklar için 20 Haziran’da başlayan Dupont ile Einstein Yaz Kampında, bilim, çevre ve ekoloji, uzay, bilgisayar, deprem, ilkyardım, sanat, 3D, genetik, fotoğraf atölyelerinin heyecanlı ve eğlenceli serüveni ile bir araya geliyor. 2 haftalık sürelerde gerçekleşecek yaz kampının ücreti 330 YTL. Buna KDV ve servis ücretini de eklemeniz gerekiyor. Yemek ve geziler için ayrı ücret alınmıyor. Bilgi ve Kayıt için (0 212) 266 00 46 numaralı telefondan ya da www.bilimmerkezi.org.tr web adresinden geniş bilgi alabilirsiniz.